Kürt işçilere ilişkin rapor: Olayların üstü örtülüp saldırılara teşvik ediliyor 2020-09-08 13:07:27   MARDİN/DİYARBAKIR - Sakarya’da saldırıya uğrayan işçilere ilişkin Mardin ve Diyarbakır Barosu’nun hazırladığı raporda, ülkede ırkçı saldırıların cezasızlık ile sonuçlandığı kaydedilerek, “İdari makamlarının olayın üstünü örtme ve gerçeği çarpıtma yönündeki yaklaşımları ile yargı makamlarının cezasızlık politikasındaki ısrarları bu ve benzeri saldırıları körüklemekte, hatta teşvik etmektedir” denildi.   Mardin’den Sakarya’ya giden ve 4 Eylül günü ırkçı saldırıya uğrayan işçilere dair Mardin ve Diyarbakır Barosu’nun hazırladığı rapor kamuoyuna sunuldu. Mardin ve Diyarbakır Barosu binasında eş zamanlı yapılan basın açıklaması ile okunan raporda işçilerin ifadeleri ve yaşadıkları yer aldı. Baroya üye çok sayıda avukatın katıldığı açıklamayı avukatlar adına Mardin Barosu avukatlarından Kemal Erdem ve Diyarbakır Barosu adına İnsan Hakları Merkezi Dava Takip Komisyonu Eşbaşkanı Sidar Avşar okudu.   İşçilerin saldırıya uğraması ve sonrasında yaşananlara dair kısa bir açıklama yapan baro ardından hazırladıkları raporu okudu.   Raporda şu ifadeler yer aldı:   *04.09.2020 tarihinde Sakarya ilinde meydana gelen saldırı, aslında ülkede yaşanan sorunları birçok boyutuyla ortaya koymaktadır. Saldırının en önemli dinamiği; bir tarım havzası olmasına rağmen Kürt yurttaşların yaşadıkları coğrafyadan bin 500 km uzaklıkta ülkenin batısına gitmeye zorlayan bölgeler arası gelir ve yatırım dengesizliğidir. Bu husus da devletin anayasal yükümlülüğü olan sosyal devlet ilkesini ve yurttaşların anayasal hakkı olan ‘eşitlik’ ilkesini sağlayamamış olmasından kaynaklıdır.   *Kürtler resmi olarak ‘yurttaş’ statüsünde olmasına rağmen kullanılan nefret dili ve uygulanan militarist politikalar nedeniyle sık sık bu ve benzer saldırılara maruz kalmaktadır. Nitekim olay faillerinin kullandığı; ‘Burasını Mardin mi sandınız!’, ‘Benim anlamadığım dilde konuşmayın’ cümleleri bile üzerinde yaşanan toprağın sadece kendisine ait olduğu ve bir başkası olarak nitelenen Kürt yurttaşlara bu toprağın hak olarak görülmediği zihni alt yapıyla hareket edildiğini göstermektedir. Bu husus da Anayasa ve Uluslararası sözleşmelerle koruma altına alınmış ve devlete yükümlülük getiren nefret suçu ve ırkçılık ile mücadele, ‘Ayrımcılık Yasağı’, ‘Eşitlik İlkesi’ gibi yaşamsal konularda ortaya çıkan siyasal ve yargısal politikaların sonucudur.   *Son zamanlarda yaşanan bu ve benzeri nefret suçu kapsamında olan olayların çok sık yaşandığına tanıklık etmekteyiz. Öncelikle bu saldırıların temel sebeplerinden birinin Türk Ceza Kanunu’nda nefret suçunun ve ırkçı saiklerle yapılan saldırılarının suç olarak düzenlenmemiş olması faillerin rahat hareket etmesine yol açmaktadır. Ayrıca idari makamlarının olayın üstünü örtme ve gerçeği çarpıtma yönündeki yaklaşımları ile yargı makamlarının cezasızlık politikasındaki ısrarları bu ve benzeri saldırıları körüklemekte, hatta teşvik etmektedir.   *Ülkede izlenen sosyal politikalar nedeniyle çalışma koşullarının ağırlığı, çalışanların hak ve güvencelerinin yasal anlamdaki zayıflığı ve uygulamada ortaya çıkan problemlere idarecilerin müdahale iştahsızlığı, günü kurtarma amaçlı politikalar ve insafsız kapitalist piyasacı uygulamaların özellikle geçici özelliği bulunan ve neredeyse iş güvencesinin hiç olmadığı mevsimlik tarım işçilerinin yasal bir statüsünün olmamasından kaynaklı sorunlar olarak ortaya çıkmaktadır. Bu husus da Anayasal hak olan çalışma hakkı ve özgürlüğü yasa ile hukuksal güvenceye alınan İş güvenliği hükümlerinin uygulamada, uygulamacılar tarafından dikkate alınmamasıdır.   *Şu ana kadar belirttiğimiz hususlar toplumsal, siyasal ve hukuksal olarak koruyucu ve proaktif yaklaşımlar bağlamında yapılması gerekenlerdir. Ancak bir hukuk devletinde bu tür hukuksuzluklar ortaya çıktığında telafi edici ve reaktif yaklaşım kapsamında etkin soruşturma ve sağlanacak ceza adaleti anlamında hem mağdurların yaşadığı travma hem de toplumsal psikoloji açısından onarıcı adalete hizmet edecektir. Ancak olayda faillerin; ‘devlet biziz, jandarma da bizden yana’ gibi söylemleri ceza almayacağını bilme pervasızlığı ve cezasızlık politikaların çok net bir sonucudur.   *Saldırıya maruz kalanların çoğunluğunu kadın ve çocuklar oluşturmaktadır. Hatta elinde bebek bulunan bir annenin dahi etrafının çevrilmiş olduğu görüntülerden anlaşılmaktadır. Bu aşamada tüm bireylerin yaşam haklarının ve bedensel bütünlüklerinin korunması gerekliliğinin altını çizerken, yaşanan olayın aynı zamanda kadına ve çocuğa yönelik şiddetin bir örneği olduğu da vurgulanmalıdır. Ülkede her gün artarak devam eden kadına ve çocuğa yönelik şiddet,  salt beden gücü üstünlüğünü kullanarak ve ilk alt edeceğini düşündüğü topluluğu kadın olarak gören zayıf bir zihniyet problemidir. Bu da gücünü; yine kadınlara ve çocuklara yapılan daha önceki saldırılarda faili durduracak yasal düzenlemelerinin olmaması, caydırıcı cezaların verilmemesi veya cezasızlıktan almaktadır.   *Olaya müdahale etmesi gereken kolluk kuvvetlerinin olay yerine gelmekte gecikmesi, olay yerine gelip müdahale etmekten imtina etmesi, faillerin jandarmayı taraflı ve yanlış yönlendirmesi sonucu jandarmanın mağdurlara ulaşmaması, sonrasında mağdurların can güvenliği tedirginliği içinde apar topar olay yerini terk etmesi ve mağdurların bin 500 km yol kat ederek 15 saat süren yolculuk sürecinde onlarca yerleşim yerinden geçmesine rağmen en az 10 ili geçerek memleketlerine ulaşana kadar hiçbir devlet görevlisinin ve kolluğun işlem yapmaması mağdurların can güvenliğini sağlamamış olması ve kamuoyuna yansıdığı kadarıyla; failler yönünden yapılan adli işlemler hakkında şeffaf bir açıklama yapılmaması, Sakarya Valiliği’nin saldırı olayını yalanlaması, bazı basın organlarının olayın sebebini ısrarla çarpıtarak özünden uzaklaştırma çabası ülkede yaşanan diğer güvenlik problemlerine gösterilen refleksin mağdurların kimliği değiştiğinde aynı refleks ve duyguyu göstermemiş olmaları yine eşitlik ilkesine aykırılık, ayrımcılık yasağına aykırı davranış ve tutumlar olarak ortaya çıkmaktadır.   *Bu anlamda 5 Eylül günü mağdurların talebiyle heyet olarak mağdurların vekilliğini üstlenen barolarımıza mensup avukatların Mazıdağı İlçe Jandarma Komutanlığında yaşadığı sorunlar bile etkin soruşturma yükümlülüğü bulunan devlet görevlilerinin mağdur vekillerine ‘oturulacak yer bildirme’, ‘yemek yemeyin vali gelecek’,  ‘mağdur aile ile şu anda görüşmeyin vali onlarla görüşecek’, ‘ifade esnasında yapılan hukuki yardıma müdahale etme’, ‘jandarmalardan duvar oluşturarak mağdur müvekkiller ile görüşmeye engel olunması ve bu suretle avukatlar üzerinde baskı oluşturulması’, ‘ifadenin bölünerek ifade verenin vali tarafından çağrılması’ ve ‘Mardin Baro Başkanının ilk başta içeriye alınmayıp kapıda bekletilmesi, ‘ifadeler sonrası mağdur avukatlarının sonraki gelişmeler için müvekkilleri ile görüşmesinin engellenerek mağdurların arabadan indirilmemesi’, olay mağdurlarının ilk aşamada tanık olarak dinlenmek istenmesi ve bu sebeple avukatların ifadeye girmesine engel olunması veya avukat ifadeye girse bile beyan sunamayacak şekilde sadece ifadeye girmesi hususları etkin vekillik ve savunma hakkını engelleyen, dosyanın cezasızlıkla sonuçlanmasına sebep olacak yaklaşımlar olup adalete erişimi zorlaştırarak ve adil bir yargılama sürecini çok ciddi sekteye uğratmaktadır.”   Raporun devamında ise şu önerilerde bulunuldu:    “*Bölgesel gelir adaletsizliği ortadan kaldıran politikaların geliştirilmesi,   *Mevsimlik tarım işçilerinin haklarını ve can güvenliğini koruyacak yasal düzenlemelerin yapılması ve uygulamalar geliştirilmesi,   *Çocukların işçi olarak çalıştırmanın, çocukluluklarını yaşamaktan alıkoyan potansiyellerini ve saygınlıklarını fiziksel ve zihinsel gelişimlerine zarar verici nitelikte olmasının önüne geçilmesi için gerekli önlemlerin alınması,   Irkçılık ve nefret suçu saikiyle işlenen suçların faillerinin korunmasına sebep olan cezasızlık politikalarından vazgeçilmesi, aynı nedenlerle farklı kimliklere yönelen tehditlere ilişkin acil olarak yasal bir düzenlemenin yapılmasının hayati öneme sahip olması,   *Çok dilli bir toplumun farklılıklarına tahammül edilmesi için gerekli adımların atılması ile birlikte yetkili makamların bu hassasiyete uygun bir dil kullanmasının elzem olması,   *Kürt Dili önündeki engellerin kaldırılması için siyasi aktörlerin ve kurumların barışçıl ve çoğunlukçu bir dil kullanması, sorunun varlığının temelinden çözecek yasal düzenlemelerin yapılması,   *Adli ve idari görevlilerin suçu gizlemek ve faili korumak yerine, etkin soruşturma ve mağduru koruma temelli yaklaşım geliştirmesi ülkede barış ortamını sağlayacak politikaların ortaya konması ve savunma makamını temsil eden avukatların görevini özgür bir ortamda yapmalarının sağlanarak cezasızlığa yol açmayacak şekilde onarıcı ceza adaleti yaklaşımı ile yargısal süreçlerin yürütülmesi gerekmektedir.”