Nesrin Akgül: Tecridin kırılması topyekun bir mücadeleyi gerektiriyor 2020-02-16 09:01:31   İSTANBUL - PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması amacıyla 105 gün açlık grevinde, 27 gün ise ölüm orucunda kalan Nesrin Akgül, 1998’den başlayan uluslararası komplo sürecine ilişkin yaptığı değerlendirmede, “Önderlik üzerindeki tecridin kırılması çok yönlü ve topyekun bir mücadeleyi gerekli kılıyor. Hukuksal boyutta yaşananı teşhir etmek, koşulları zorlamak kadar diplomatik alanda da yapılacaklar sıralanır. Ancak önemli bulduğum husus bizlerin tecritle yaşamaya alışmamasıdır" dedi.    PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da uluslararası komplo ile Türkiye’ye getirilişinin 21. yılı geride kalırken, 21 yıldır da İmralı’da tecrit devam ediyor. Tecride karşı Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven öncülüğünde başlatılan ve binlerce kişiye ve birçok ülkeye yayılan açlık grevleri sonrası Mayıs 2019’da Abdullah Öcalan ile avukatları 8 yıl sonra ilk kez görüşme yapabilmişti. Tecrit yeniden devreye konulurken, Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan ve tecride karşı 15 Ocak 2019’da açlık grevine giren, 30 Nisan 2019 günü ise eylemini ölüm orucuna dönüştüren ve bunu 27 gün boyunca sürdüren Nesrin Akgül, sorularımızı yanıtladı.    *9 Ekim 1998’de başlayan uluslararası komplo ve 15 Şubat 1999’da Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesiyle sonuçlandı. Uluslararası komplonun 21’inci yılı,öncelikle bu komployu nasıl değerlendiriyorsunuz?   Önderlik esaretiyle beraber yaşadığı ve yaşanan süreci şöyle özetlemişti: “Yaşadıklarım evliyaların yaşadığı bir trajedidir.” Önderliğin batı uygarlığının ikiyüzlülüğü, ihaneti karşısında yaşadıkları, çağın en büyük trajedilerinden biridir. Bu bir trajedinin tüm unsurlarını kendinde taşır. Bu trajedinin sorumluları yalan, hile üzerine işleyen bir senaryo devreye koyarak, binlerce yıllık insanlık değerlerini kendinde taşıyan bir evliyaya mekansızlığı, zamansızlığı reva görerek, yaşam alanı bırakmamıştır. Bir insanın varlığı karşısında büyük uygarlık güçlerinin yaşadığı korku anlaşılmaya değerdir. Bu trajedinin kahramanı büyük barış hayalleri ve çözüm umuduyla, dostluğa olan inancıyla yoldaşlarına olan güveniyle, yaşamış devrimcilerin bıraktığı kalıcı değerlere olan umutla, adaletin temsili olduklarını söylevleştirenlerin hakkaniyetlerine olan güvenle yola çıkarken yaşadıkları bu trajedinin en acı yaşanmışlıkları olmuştur. Ve trajedi kahramanı reva görülen tek mekanın, ada hapishanesi olarak belirlenmesiyle yeni bir başlangıç için sonlandırılmıştır. Trajediler mitolojinin diliyle anlatıya kavuşturulsa, Önderliğin yaşadığı trajedi halklara mal olmuş bir acının çağdaş Prometheus şahsında yeniden ruh kazanması olarak belirginlik kazanabilir.   “Komplo uluslararasıydı. Yani İngiltere, ABD, İsrail öncülüğünde ve birçok devletin eklenmesiyle zincirini tamamlayan bir nitelikteydi. Şayet bu kadar güç bir insanın etrafında bir araya gelip ortaklaşmışsa orada uzun vadeli planlar olduğu ortaya çıkar.”   9 Ekim 1998’de başlayan ve 15 Şubat 1999 ‘da önderliğin esaretiyle sonuçlanan komplo sürecini 21’inci yılında yeniden tanımlamak istesek, geçen her yılın komployu anlamaya yetecek yeni hakikatler doğurduğunu belirtebiliriz. Ve komplo hala devam ediyor. ‘Bu komplo neyi amaçladı’ diye soracak olursak, kime yaradığını görmemiz gerekiyor. Komplo uluslararasıydı. Yani İngiltere, ABD, İsrail öncülüğünde ve birçok devletin eklenmesiyle zincirini tamamlayan bir nitelikteydi. Şayet bu kadar güç bir insanın etrafında bir araya gelip ortaklaşmışsa orada uzun vadeli planlar olduğu ortaya çıkar. Ortadoğu gibi coğrafik pozisyonu tarihsel düzlemde ve güncelde politik, siyasi, ekonomik, kültürel her alanı etkileme gücü olan belirleyici bir mekanda özgürlük mücadelesi veriyoruz. İşte bu komplo için ayırt edici bir özellikti. Hegemonik güçler 3. Dünya Savaşı’nın startını böylece verdi. bölgeyi yeniden dizayn etmek, varlığını yeni proje ve savaşlarla konsolide etmek için kendine engel oluşturan esas gücü, Özgürlük Hareketini teslim almak, bu amaçla da önderliği esir almak istediler. Suriye bilinçli bir hedefti. Önderliğin oradan çıkmaması durumunda, güncelde yaşanan Suriye savaşının müdahalesinin o zamanda başlatılması da olasıydı. Zira 2000 yılıyla malum BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) hayata geçirilmesiyle beraber Afganistan, Irak’ta gelişen müdahaleler, AKP iktidarının ılımlı İslam projesiyle iktidara getirilip, hem planının başka ülkelerde de oluşturulması “Arap Baharı” adıyla yaşanan gelişmeleri bilirsek komployu daha iyi anlamış oluruz.   Bu komplo NATO’nun yürüttüğü Gladio sonrasında en önemli ayağı oluşturur. Çünkü hukuksuzca yapıldı. Avrupa devletleri kendi hukuklarını bile çiğnedi. Öyle ki önderliğimizin hapsedildiği ada hapishanesinde hala ne uluslararası hukuk ne de Türkiye hukuku işlememektedir. Bunu önderlik ‘Proto Guantanamo’ olarak tanımladı. Bu hukuksuzluk deşifre edilmesin diye AİHM kendisine verilen görevi en iyi şekilde yerine getirdi. Bir komplo kendini hayata geçirirken birçok kirli pazarlığın yapılmasını sağladı. Bunlardan en önemlisi de Rusya ve Türkiye arasında imzalanan Mavi Akım Projesi’ydi. Ve bu büyük Gladio operasyonu en çok da Kürt-Türk savaşını hedefledi. Komploda Türkiye yatağını mezara taşıyan güç oldu. Önderlik Türk devletine teslim edildiğinde Ecevit’in “ABD Öcalan’ı bize niye teslim etti hala anlamış değilim” şeklindeki meramı önemli olsa da hala cevabına ikna olmakta zorlandıkları açık. Bu cevabı tarihsel referanslarıyla anlamak önemli. Önderlikte Şeyh Sait’in Şubat 1925 Piran Provokasyonuyla kendi durumunu benzeştirir. İngiltere değişmez aktördür. Ve 1925 Musul-Kerkük sorunu üzerinden Türkiye’ye yaptığı şantajda Şeyh Sait olayını kullanır. Bu iki olayda Kürt-Türk ilişkilerinde kırılma çizgisini ifade eder. İngiliz aklı tarihi hatırlatmalarla mesaj vermeyi iyi başardığından olsa gerek; nasıl ki Şeyh Sait 13 Şubat 1925’de bir provokasyonla ayaklanmaya başladıysa 15 Şubat’ta, önderlik de 29 Haziran 1999’da idama mahkum edildi.    “Bu komplonun diğer ayaklarından biri de kadınlar olmuştur. Önderliğimiz kadınlara “Benden daha tehlikeli bir çarmıhtasınız” dedi. İç tasfiyecilik sürecinde kadın hareketinin yaşadıkları, Kadın Kurtuluş İdeolojisine dönük geliştirilen saldırılar (sosyal reform vb. adı verilen) bunları gün yüzüne çıkartmıştır.”   NATO bir yandan Türk-Kürt savaşını hedeflerken, öte yandan Türkiye’yi teslim alarak Ortadoğu projesini hayata geçirmek için Türkiye’yi kullanmayı hedeflemiştir. Bu komplo bölgesel, uluslararası hedefleri kendi içinde taşıyan, Ortadoğu müdahalesinin basamağı kılınmıştık. Bununla beraber önderliğin esaretiyle beraber Kürtlere makus tarihi yaşatılmak istendi. Önderlik esir alınınca özgürlük hareketinin teslim alınabileceği Kürt halkının da üzerinde yürütülen soykırımın derinleştirilebileceği hesaplandı. Nitekim Özgürlük Hareketi içinde yaşanan 2004 tasfiyeciliği de buna delalettir. Bu komplonun hareket içindeki sürgit haliydi. Ve iç tasfiyecilik Botan-Osman şahsında PKK hareketini teslim almayı amaçlamıştır.    Bu komplonun diğer ayaklarından biri de kadınlar olmuştur. Önderliğimiz kadınlara “Benden daha tehlikeli bir çarmıhtasınız” dedi. Bu iç tasfiyecilik sürecinde kadın hareketinin yaşadıkları, Kadın Kurtuluş İdeolojisine dönük geliştirilen saldırılar (sosyal reform vb. adı verilen) bunları gün yüzüne çıkartmıştır. Önderliğin esaret sürecine kadar, hep önderlikle yol alan kadın hareketi, böylece yalnız kalarak, kendini yürütemez kılınmak istendi. O dönem önderliğimiz kadın hareketine dair “Hazırlık sınıfındasınız” demişti. Çünkü kadın hareketi partileşme gibi bir karar giderken önderlik esaret koşullarındaydı. Kadın hareketi açısından önderliğin doğrudan müdahil olamadığı bir süreçte iç tasfiyecilik karşısında var olmayı başarmak, komplo karşısında yürütülen mücadeleyi de tanımlamaktadır.   *1993-1995 ve 1998’de Abdullah Öcalan Kürt sorununa demokratik yollarla çözülmesi için ateşkes ilan etti. Ateşkesler Kürt sorunun çözümü için atılmış adımlardı. Ancak 1998’de Abdullah Öcalan tek taraflı ilan ettiği ateşkese Washington ittifakı ile cevap (Komplo ile) verildi. Kürt sorununun çözümü için Abdullah Öcalan’ın atmış olduğu adımlara komplo ile cevap verilmesi, komplonun devreye girmesi ne anlama geliyor?   “Ateşkes süreçlerinin kimlerce ve neden sonlandırıldığı önemli. Öyle ki bu devlet, bu nedenle kendi Cumhurbaşkanının öldürebildi. Devreye giren mekanik, darbe mekaniği ve bunun dümeni de NATO-Gladio’sunda.”   Evet önderliğimizin başlatmış olduğu Kürt Özgürlük Hareketi, savaş-barış ikileminde her fırsatta onurlu barışa şans tanır. Aksi topluma karşı yürütülen sürekli savaş haline karşı topyekun direnişi farz kılar. Önderliğimiz, devrimci halk savaşımının devamında askeri çözüm şansına karşı siyasi çözüme de fırsat tanır. Kürt sorununun çözümünde barış ve siyasi çözüme hep şans tanıdı. 93 ateşkesi de bunlardan biridir. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, PKK’ye karşı yürüttüğü 7 yıllık çetin savaşı sonucunda, Türkiye’nin de yaşadığı çıkmazı görerek, çözüm inisiyatifini olmuştur. Özal’ın kendi inisiyatifiyle başlattığı barış ve çözüm süreci ateşkesle sonuçlanmışsa da Özal bunu hayatıyla ödemiştir. Yine aynı arayışlar 98 sürecinde de devam etmiştir. 97-98 yılında dönemin başbakanı Necmettin Erbakan’ın dolaylı yollarla kurdukları diyaloglar var. Bu diyaloglar içinde ordu da çözüm yanlısı bir kesimde var. Ancak bu defa da Erbakan da iktidardan düşürülerek süreç sonlandırılmıştır. Bu ateşkes süreçlerinin kimlerce ve neden sonlandırıldığı önemli. Öyle ki bu devlet, bu nedenle kendi Cumhurbaşkanının öldürebildi. Devreye giren mekanik, darbe mekaniği ve bunun dümeni de NATO-Gladio’sunda. Gladio devlet içinde buna karşı direnen güçlere, tıpkı Özal, Erbakan, Ecevit’de olduğu gibi tasfiye edilmiştir. Bu yapıya 1996 yılında TC-İsrail askeri işbirliği ile İsrail’de dahil olur. Yine aynı yılda, yani 1996 yılında 6 Mayıs’ta önderliğe karşı Abdullah Çatlı, Sedat Bucak’ın da rol aldıkları komplo, aynı Gladio ekibinin işiydi. Önderliğe karşı bin kiloluk patlayıcıyla gerçekleştirilen suikast girişimi önderliğin imhasını amaçlayan, sonuçsuz bir girişimdi. 1993-1998 arası denenen ateşkesler başını ABD-İngiltere’nin çektiği NATO-Gladio’sunun komplolarıyla boşa çıkarıldığı gibi son nokta da bilinen uluslararası komplo süreci devreye konuldu. Ve böylece İsrail, ABD, İngiliz güçlerinin ateşkeste samimi olmadıkları, barış ve çözüm yanlısı olmadıkları, düşük yoğunluklu savaşta ısrarcı oldukları ortaya çıkmıştı. Bu çabada samimi olanlarsa hızla tasfiye edildiler.   *Amerika ve Avrupa neden Kürt sorunun çözümünü istemedi. Kürt sorunun çözümü bu ülkelerin işine gelmiyor muydu? Neden?   Hegemonik güçlerin, özelde de ABD-İngiltere’nin Kürt sorununun çözümü karşısındaki tutumları hep imha, tasfiyeyi dayatan tarzda olmuştur. Bilhassa da kendilerinin yer almadığı çıkarlarının gözetilmediği bir çözümün kabul edilmediği ortadadır. İngiltere daha 1920 Kahire konferansında Kürtlerin sorunlarını çözümsüz bırakma ve Kürt sorununun Kürtlerin içinde bulunduğu devlet sınırlarında, o devletlere karşı koz olarak kullanma kararını almıştır. Önderlik bu politikayı “Kürt Kapanı” olarak tanımladı. Kapitalist modernitenin Kürdistan’da yürüttüğü 200 yıllık Kürt politikası da buna dayanır. Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi, Kürt statüsünün tanınmaması Kürtlere karşı uygulanan soykırım politikası bu devletlerden bağımsız ele alınamaz. Kürt sorununun çözülmesi demek Ortadoğu barışının da tesisi demektir. Sonuçta bu sorun sadece bir parça Kürdistan’da çözümün sağlanması ile gerçekleşemez. Kürdistan sınırları da Ortadoğu’nun en stratejik bölgesi. Ulus devletler içinde yer alıyor. Dün olduğu gibi bugün de hegemonik güçler Kürtler karşısında bu sorunun körükleyen, derinleştiren bir yerde durdular. Güncel anlamda da bölgesel ve uluslararası ittifak bloklarının hepsi PKK’ye karşı olmuştur.    KCK ile beraber ortaya konulan, sistematize edilmiştir. Demokratik ulus paradigması da hegemonik güçlerin yapılandığı ulus-devlet rejimlerine ve onun ideolojisine ters düştüğü için, PKK karşısında Kürt sorununda çözümsüzlüğü doğurma hedeflerinden vazgeçmemekteler.   *9 Ekim 2019’da Türkiye Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırdı. Özellikle 9 Ekim tarihinin seçilmesi ne anlam ifade ediyor?   9 Ekim 2019’da Rojava’ya yönelik başlatılan işgal hareketi de komplonun devam ettiğini gösterdi. Belirlenen işgal tarihi tesadüfi değildi. 9 Ekim uluslararası komplonun başlangıç tarihidir. Öyle ki saati bile denk getirilmişti. Rojava’da başlayan demokratik ulus devrimi 8’inci yılını doldurmuştu. Geçen süre boyunca Rojava’da demokratik ulus paradigmasının inşası kendini bedenleştirip, görünür kıldı. Dünya halklarına umut oldu. Bu dünyada yaşanan kaos ortamının aynası olan Ortadoğu mekanında, alternatif bir duruş sağlattı. Rojava devrimi yaşanan sorunlar karşısında kendini potansiyel bir alternatif, muhatap kıldı. Böylece Kürt Özgürlük Hareketi bölgede yükselen değer olarak yeni bir denge sağlattı. Önderliğin Suriye’de yürüttüğü çalışmalar sonucunda bu devrim gerçekleşti.    “Hegemonik ve yerli işbirlikçi güçler, komployla teslimiyeti dayatmaktalar. Benzer şekilde Rojava üzerinde geliştirilen son işgal saldırısıyla başta Türkiye, Rusya, ABD, Suriye güçleri Rojava’ya teslimiyeti dayatmak istemiştir.”   Rojava Devriminin büyümesiyle Güney Kürdistan’da da etkisini göstermesi, bu çizgi temsilcileri için ciddi bir risktir. KDP Rojava devrimini kendi çizgisine çekebilseydi, gücüne güç katarak Özgürlük Hareketine saldırısını da yoğunlaştıracaktı. Rojava Devriminin nitel gücü onun ‘ahlaki-politik toplum’ yapısından etkilenmektedir ve bu nedenle kapitalist modernite için alternatif bir zihniyet ve yaşam umudu olmaktadır. Bu düzlemden bakarsak 9 Ekim Rojava işgalinin sebebini daha iyi görürüz. Nihayetinde hegemonik ve yerli işbirlikçi güçler, komployla teslimiyeti dayatmaktalar. Benzer şekilde Rojava üzerinde geliştirilen son işgal saldırısıyla başta Türkiye, Rusya, ABD, Suriye güçleri Rojava’ya teslimiyeti dayatmak istemiştir. Ancak birçok ülke Rojava’nın DAİŞ karşısında gösterdiği başarılı direniş ve devrimin etkisiyle başta ABD ve TC’yi kınayarak, Türkiye’ye olan desteklerini çekmiştir. Öyle ki KDP ve İsrail bile bu işgale karşı duruş sergileyen açıklamalarda bulunmuştur. Bu her şeyden önce Rojava’nın dünyada yarattığı etki, işgal protestolarıyla açığa çıkan bir sonuçtur. O nedenle daha fazla uzatmadan işgali sonlandırdı.     Bir de şu gerçeği görmeliyiz. Tıpkı 1999 komplosunda olduğu gibi Türkiye, Kürt sorunuyla terbiye edilerek hizaya çekilmek istendi. Rusya aktif bir güç olarak devreye girerek Rojava’nın Suriye hükümetine teslim olmasını istedi. Ancak kazanan direnen halklar oldu.   *Abdullah Öcalan Türkiye’ye teslim edildiğinde Kürtler “Güneşimizi Karartamazsınız” diyerek eylemler yaptı. Eylemler kapsamında bedenlerini ataşe verenler oldu. Bu eylemler ne ifade ediyor?    “Uluslararası komplocu güçler, halkın böylesi bir tavır, direniş içine gireceğini hesaplayamamıştır. Hesap PKK’yi başsız bırakmak gibi, halkı da öncüsüz kılmaksa bu komployla önderlik daha da güçlü bir lider haline gelmiş ve tersine bir etki ortaya çıkmıştır.”   Önderliğin Türkiye’ye teslim edilmesi ile beraber gelişen toplumsal direniş komployu durduran en önemli etken oldu. Kürt halkı her yerde direnişe geçerek önderliğimiz etrafında yekvücut olacak eylemler içine girmiştir. Gelişen eylemler, protestolar halkın önderliğe bağlılığını ortaya koymuştur. Bu aynı zamanda halkın soykırım kıskacından çıkışının, özgürlük ısrarının da tavrı olmuştur. Uluslararası komplocu güçler, halkın böylesi bir tavır, direniş içine gireceğini hesaplayamamıştır. Hesap PKK’yi başsız bırakmak gibi, halkı da öncüsüz kılmaksa bu komployla önderlik daha da güçlü bir lider haline gelmiş ve tersine bir etki ortaya çıkmıştır. Bu süreçteki en etkili eylemler “Güneşimizi Karartamazsınız” eylemleri olmuştur. Zindanlarda hala olan arkadaşlarla başlayan eylemler yayılarak büyümüş, öyle ki dışarda Hatice Ana’dan Yunan Elefterya’ya kadar herkes kendini ateş topu haline getirmiştir. “Güneşimizi Karartamazsınız” diyerek bedenlerini ateşe veren bu yoldaşlarımız, karanlığa aydınlık olmuştur.    Bedenini ateşe verme eylemi önderliğimizce hiçbir zaman onaylanmasa da bu eylemler büyük bir kararlılığı, iradeyi ortaya koyan güçte olmuştur. Anlam değeri yüksek. Tekrarı aynı etkide olmayacak eylemlerdi. Bu yoldaşlar, bu sürecin şehitleri olarak olağanüstü bir eylem iradesini ortaya koymuştur. Ve tüm şehitlerimizi yeniden minnetle anarak, önlerinde saygıyla eğiliyoruz. Onlar bugüne de ışık tutmayı başaran, büyük değerlerimiz olmayı başardılar.   *Abdullah Öcalan komploya karşı nasıl bir cevap verdi?   “Komplo gerçeğini tarihsel düzlemden ele alarak ortaya çıkartır. Liberal faşizmin PKK karşısında girdiği tüm ortaklıkları deşifre etti. Aslında büyük bir hesaplaşma arenasına dönüştürdü yargılama sürecini.”    Önderliğimizin bu komplo karşısında ortaya koyduğu tavrı anlamak, önderlik gerçeğini anlamaktır. Önderliğin esaret süreciyle beraber ortaya koyduğu sağduyu, yaşananı anlamaya dayanır. İlk andan itibaren bu komploda kimler, nasıl rol aldı ve amaç neydi? Bu hususların anlaşılır kılınması, ortaya çıkartılması, deşifre edilmesi yaklaşımını belirler. Hücreye hapsedilenin bir kişi olmadığını bildiğinden, tutumunu bir halkı temsil edecek doğrultuda şekillendirir. Savunmalar, mücadelesinin bilinç cephesini oluşturur. Bu savunmalarla kişi şahsında bir toplumu tanımlar. Yine kendi doğrularını yitirmiş Avrupa Uygarlığını bu komplo şahsında deşifre eder. Komplo gerçeğini tarihsel düzlemden ele alarak ortaya çıkartır. Liberal faşizmin PKK karşısında girdiği tüm ortaklıkları deşifre etti. Aslında büyük bir hesaplaşma arenasına dönüştürdü yargılama sürecini.    “Diyebiliriz ki önderlik, İmralı Adası sürecini, burada yaşadığı yalnızlığı bir inziva sürecine benzeterek, büyük bir zihniyet ve vicdan devrimini gerçekleştirdi. Bu şekilde de bedensel olmasa da ruhsal, düşünsel olarak özgürlüğü, özgür olmayı başardı.”   Yine bu süreçle beraber Türkiye devletinin bu komplodaki rolünü, komplonun amacını, tarihsel düzlemde Kürt-Türk ilişkilerini ortaya koyması ayırt edici bir çözümlemeydi. Mevcutta yaşananı tarihsel bağlamında ele aldığı gibi, bunun üzerine çözüm alternatifini de geliştirdi. Demokratik siyasi çözümün felsefik, siyasi, pratik sunumunu yaptı. Bu konularda olağanüstü bir zihniyet derinliği sağladı. Yanı sıra Özgürlük Hareketinin yaşanan komplo karşısında tasfiyesini önlediği gibi hareketin değişimini sağlatarak zamanını ihtiyaçlarına göre yenilenme sağlattı. Kişisel olarak İmralı Adası’nda yaşadığı zorlanmaları dillendirme, kendini kurtarma yaklaşımına girmemesi de önderliğin etik yaklaşımını anlatır. Diyebiliriz ki önderlik, İmralı Adası sürecini, burada yaşadığı yalnızlığı bir inziva sürecine benzeterek, büyük bir zihniyet ve vicdan devrimini gerçekleştirdi. Bu şekilde de bedensel olmasa da ruhsal, düşünsel olarak özgürlüğü, özgür olmayı başardı.   *Abdullah Öcalan Türkiye’ye teslim edildiği tarihten bu yana İmralı’da tecrit altında tutuluyor. Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi nasıl değerlendiriyorsunuz?   “Ona yalnızlığını aştıran şey de platonik aşkıydı. Tüm yoldaşlarıyla, dostlarıyla, halkıyla bu aşkta buluştu ve bu aşkla büyük eserler, külliyatlar vererek çoğaldı.”   Önderliğin üzerinde yıllara yayına tecrit süreci anlaşılmaya mahkum edilmiş bir tarihsel hakikattir. Tarihe mal olacak, insanlık açısından öğretici, uyandırıcı, bilinçlendirici bir direnişle karşı karşıyayız. Bir halkın liderinin ada hapishanesinde yıllara varan yalnızlığa mahkum edilmesi toplumsal gerçekliğe, insan varlığının gerçekliğine aykırılaşmadır. Ve şunu sormak gerekiyor önderlik bu yalnızlığı nasıl aştı, tecridi nasıl kırdı? En önemlisi önderlik hapsedilen varlığında bir halkın temsilini bulduğuna inandı ve böylece yalnızlığını aştı. Ona yalnızlığını aştıran şey de platonik aşkıydı. Tüm yoldaşlarıyla, dostlarıyla, halkıyla bu aşkta buluştu ve bu aşkla büyük eserler, külliyatlar vererek çoğaldı. Yine kapitalist modernitenin yaşamını reddettiği için, ‘zindandaki yaşam dışardaki yaşama evladır’ dedi.    “Önderlik, mücadele ömrünün yarısını zindanda geçirdi. Kör bir kuyuya hapsedildi ve bu karanlığı kendi aydınlığı ile aştı. Yanında hep tarih vardı. Şehitler vardı. Kadınlar, çocuklar vardı. Yanında kendi coğrafyasının tanrıçaları vardı. Yanında tarihin direnen devrimcileri, filozofları, peygamberleri vardı.”   Bildiğimizin ötesinde bir tecrit politikası yürütüldü, yürütülüyor ve ben Önderliğin, özellikle de ilk esaret yıllarında yaşadığı tecridin baskı politikalarının hepsini bizlerle paylaşmadığını, hala bilmediğimiz nice tecrit uygulamalarıyla karşılaştığını düşünüyorum. Bu uygulamaların AB, ABD’den bağımsız olmadığını biliyoruz. Temel amaç Önderliği teslim almak, ruhsal düşünsel ve manevi çöküntü yaratmak kadar düşüncelerinin dışarıya ulaşmasını engellemektir. Önderlik tüm bu sıra dışı uygulamalara karşı çocukluğundan itibaren geliştirdiği hakikat arayışı ve bunun yarattığı donanımla karşı koymasını bildi. Ortaya koyduğu duruş, düşünsel donanımlarla sadece halkında, dostlarında değil, devletin kendisinde bile değişim yaratmasını bilebildi. Önderlik, mücadele ömrünün yarısını zindanda geçirdi. Kör bir kuyuya hapsedildi ve bu karanlığı kendi aydınlığı ile aştı. Yanında hep tarih vardı. Şehitler vardı. Kadınlar, çocuklar vardı. Yanında kendi coğrafyasının tanrıçaları vardı. Yanında tarihin direnen devrimcileri, filozofları, peygamberleri vardı. Bütün tarihi, o tarihin acılarını, sevinçlerini, trajedilerini, büyük kaybedişlerini tüm hücrelerine kadar hissetti. Hep tarihle konuştu, tartıştı ve kendisini bir tarih haline getirdi. Dışarının illüzyonist özgürlük algılarına, yaşamlarına karşı, gerçeğin amansız, acımasız mekan zamanında hakikat algısıyla yaşadı. Keyiflendi. Yaşam heyecanı duydu ve yeniden ‘nasıl yaşamalı’ sorusuna cevaplar verdi. Bunlar önderliğin varlık direnişini özetleyen şeylerdi. Tecridi böylece kırarak hepimizden çok daha fazla kendimizi utandıracak derece de imrenilesi bir direnişi sağladı.   *2012 yılında yapılan bir açlık grevi eylemi  ardından  Abdullah Öcalan ile görüşmelerin önü açıldı ve çözüm süreci başladı. Ancak kısa süre sonra çözüm süreci Türkiye yetkilileri tarafından rafa kaldırıldı. Abdullah Öcalan çözümde ısrar ederken Türkiye neden vazgeçti?   2012 yılı ve sonrasında yaşananlar çok yönlü anlaşılmaya mahkum süreçlerdir. Bu paylaşımın sınırlarını aşacak analistlerin yapılması gerekiyor. Kısaca da olsa şunları belirtebilirim. 2012 direnişimizin de yol açıcılığı ile Türkiye’de çözüm kapısına yol alındı. Maalesef o kapı kolu tutulsa da, kapı açılmadı. Gelişen devrimci halk savaşı devlette ciddi zorlanmalara yol açmıştı. Bir de devlet içinde paralel yapılanmanın ipliği pazara sürülmüştü. Bu çatışma gün yüzüne çıktıkça darbe mekaniği de aktifleşmeye başlamıştı. Devlet içinde derinleşen yapısal sorunlar ekonomik, siyasi, toplumsal her alanda sinyaller vermeye başlamıştı. Çok önemli olarak Rojava Devrimi başlamıştı ve bu gelişmelerin doğrudan Türkiye’yi etkilemesi olasıydı. Türkiye bu devrime karşı saldırı hazırlığındayken, yanı başındaki Kürtleri karşısında almak yerine, kontrolde tutmak istedi ve yeni bir Ortadoğu müdahalesi için Türkiye’de hazırlıklarını yapma ihtiyacı duydu. Böylece çatışmasızlık süreci başladı. Önderlik her zaman olduğu gibi buna şans tanıdı ve süreci çözüm sürecine evriltmek için koşulları zorladı. Ancak 2015’e kadar geçen sürede diyaloglar müzakere sürecine evrilmediği gibi oyalama politikasıyla sürgit yapıldı. Devlet hasta tutsakları dahi bırakmadı. Sadece karşılıklı olarak silahlar sustu. Bu süreç içinde önderliğin görüşleri topluma mal oldu ve özelde Türkiye halkı önderliği, Özgürlük Hareketini doğrudan tanıma fırsatını yakaladı. Bu da var olan desteğin daha da artmasına yaradı. Bu da7 Haziran seçimlerinde HDP’nin daha fazla oy almasına yol açtı. Aynı süreçlerde Gezi Direnişi oldu ve bu direnişe devletin müdahalesi gelişince, Türkiye halkının Kürtlerle empati kurma zemini güçlendi. 2014 yılında da Kobanê direnişi oldu. Bu direnişle Kuzey Kürdistan’da çok önemli bir serhildan oldu. Öyle ki devlet bunun karşısında 30 Ekim MGK toplantısı sonucu ‘çökertme planı’ oluşturdu. Bunu peyder pey hayata geçirdi. Kobanê direnişi Kürtlerin Rojava devriminin dünya insanlığı ile buluşma, dostlaşma, yardımlaşma sürecini geliştirdi. DAİŞ çetelerine karşı, insanlık adına yürütülen bir direnişti. Ve Kürtler orada sınandı. TC’nin yaşadığı çelişki bu sürecin daha fazla ilerlemesine müsaade edemezdi.    “AKP iktidarı Kuzey Kürdistan’la barışalım derken, Rojava ile savaş halindeydi. Tıkanma noktası buradaydı. Bugün içinde yaşanan düğümün açılacağı kör nokta Rojava’dır.  AKP iktidarı neden dümen kırdı? Neden çözümü geliştirmedi? Zaten buna niyeti yoktu.”   AKP iktidarı Kuzey Kürdistan’la barışalım derken, Rojava ile savaş halindeydi. Tıkanma noktası buradaydı. Bugün içinde yaşanan düğümün açılacağı kör nokta Rojava’dır. AKP Rojava’nın dostluk elini havada bıraktı. Ve süreç burada tıkansa da, önderlik Dolmabahçe Mutabakatı ile yeniden soluklandırmak istedi. Ancak bu soluklanma da bünyesel tıkanmayı aşmaya yetmedi.  Zaten AKP bu abdestle bu namazı kılamazdı. Ve Erdoğan kısa bir süre sonra yeniden eski ayarlara dönerek, saldırmaya, süreci var eden Dolmabahçe Mutabakatının resmini dahi yok saymaya başladı. Son görüşme 5 Nisan’daydı ve önderlik olası gelişmelere karşı gerekli uyarıları yaptığı gibi, olası pozitif gelişmeler için de görüşlerini paylaştı. Sonraki süreç DAİŞ gizli hücrelerinin uyandırıldığı, doğrudan açık saldırı ve katliamların yapıldığı bir süreçti. 7 Haziran seçimleri, AKP’nin koalisyon sorunu iktidarı daha da endişelendirdi. Sonrasını hepimiz gördük, biliyoruz ve unutmayacağız. Devlet savaş startını verdi ve çökertme planı hızla devreye konuldu. Halk bir rüyadan kabusa uyandı. AKP iktidarı neden dümen kırdı? Neden çözümü geliştirmedi? Zaten buna niyeti yoktu. Ancak önderlik iktidarı çözüme zorlamak istedi.    AKP bu sürecin kendisinden çok PKK’ye yaradığını gördü. Şiddetten arınmış bir ortamda politika yapmanın zorlanmasını yaşadı. Savaş alışkanlığı hamaset edebiyatı yapan bir iktidar gücü Cumhuriyet tarihini Kürt inkarına dayandırıp, sürdüren bir iktidarın çözümde devamsızlıktan kalması olasıdır. Elbet bir savaş başlamışsa buna karar veren güç NATO-Gladio’suydu. Henüz Suriye’ye müdahale edilmişti. Rojava devrimi gelişmişti ve gelişmeler kontrol altına alınmalıydı. 2015 yılında Kürtlerin başlattığı öz yönetim direnişinde gençler, halk karşısında NATO-Gladio güçleri vardı. Bu savaş Gladio savaşlarının en sonuncusu ve kapsamlılarındandı. Böylesi bir savaşın çıplak faşizmi doğuracağı da aşikardı ve MHP-AKP siyam ikizleri yeni sahnede yerlerini almış oldular.   *2019 yılında sizin de içinde olduğunuz tutsaklar tecridin kaldırılması için açlık grevine girdiniz. Siz daha sonra eylemi ölüm orucuna dönüştürdünüz. Açlık grevi ve ölüm orucu sonucunda avukatlar Abdullah Öcalan ile görüşebildi. O süreçten kısaca bahseder misiniz?   2018 yılında Leyla Güven öncülüğünde zindanlar olarak yeni bir direniş sürecini başlattık ve bu halka halka yayıldı. Açıkçası bu direniş bizler için gecikmiş bir direniştir. Bu direnişi 2016 yılında örgütlemiştik ama Mehmet Öcalan’ın adaya gitmesiyle hızla sonlandırıldı. Böylece zindanlar olarak greve girmeden grevi sonlandırmış olduk. Sonrasında 2017 yılıyla yeniden bir süresiz açlık grevi süreci başlattık. Ancak bu direnişte örgütlü olmadığından etkili olmadı. Etkisi çok zayıf kaldı. Zindanlar olarak hem önderliğimiz üzerinde “darbe bilmecesi” ile başlayan süreçle beraber yürütülen ağır tecrit durumu nedeniyle merak, kaygı, vicdani sorgulamalar derinleşmiştir. Yine yaşanan özyönetim sürecinin ağırlığı altında kalmıştık. Yeni sürece uyum sağlama, anlama ve katılmada zorlandık. Amiyane deyimle bıçak gibi kesilen süreci, saldırıların şokunu atlatamadık.    “Zindanda oluşan birikmiş bir enerji vardı. Bu enerji örgütlü ve eylemsel kılınmazsa daha farklı, fevri, dar yaklaşımlara da yol açacaktı. Bu gerçeklik içinde direnişin fitilini ateşledik diyebiliriz.”   Şöyle bir tablo çizsem daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum. Öz yönetim sürecini yaşayan, doğrudan ya da dolaylı o direnişin içinde yer alan nice arkadaşımız tutuklanmıştı. Adeta o sürecin tanıkları ile yaşıyorduk ve sürecin hafızası hapsedilmişti. Bu arkadaşlarımızın yaşadıklarını anlamak onlara derman olabilmek bizler için zor oldu. Çoğu halktan ve henüz mücadele ile tanışan genç arkadaşlardı ve nice şehadetler, kayıpla karşılaşmışlardı. Bizler de bu arkadaşlarla sürece doğrudan temas edebildik. Zaten süreci anlamakta, yaşamını tanımlamakta perspektifsizliğin şokunu yaşayan zindan yapısı, çok ağır bir gerçekle yaşamaya başlamıştı. Bir de oluşan bu dinamik hesaba katılırsa direnişin kaçınılmazlığı anlaşılırdı. Zindanda tüm bu nedenlerle oluşan birikmiş bir enerji vardı. Bu enerji örgütlü ve eylemsel kılınmazsa daha farklı, fevri, dar yaklaşımlara da yol açacaktı. Bu gerçeklik içinde direnişin fitilini ateşledik diyebiliriz. Direnişimiz ‘Faşizmi yıkalım tecridi kıralım, Kürdistanı özgürleştirelim’ hamlesiyle örgütlü bir şekilde başladı. Leyla Güven arkadaşımız, kadın kimliği ile bir anne olarak yine politik duruşu ile süreci kendi inisiyatifi ile başlatıp öncülük yaptı. Ve 200 gün direnmesi müthiş bir iradedir.    “8 yıl aradan sonra avukatlarının adaya giderek önderlikle görüşmüş olması inanılmazdı. O zamanın mutluluğunu sevincini anlatmaya kelimeler yetmez.”   Bu duruşun mesajının iyi okunması gerektiğini düşünüyorum. Özelde de demokratik siyaset alanında mücadele hattını nasıl ve ne ile belirleyeceğimiz, esas gündemimizin ne olduğunu, eyleme geçen hakikatin toplumu nasıl etkilediğini ortaya koydu. Ve bunu kadın kimliği ile başardık. Kadınlar olarak hem içerde hem de dışarıda ‘Lacik Spi’ (Beyaz Tülbentli) analarımızla sürece öncülük ettik. Ve bu süreçte 8 yoldaşımız da şehit düştü. Her 8 arkadaşımız da daha fazla bedel ödenmesin, tecrit kırılsın diyerek fedaileşti. Bu direniş süreci, mevsimleri deviren, her yere yayılan ve bizi yekvücut yapan bir süreçti. Bu direnişte zindanlar direnişçi oldukları kadar eylemci olduklarını da yeniden ortaya koydu. Direniş süreci boyunca zindanlarda refakatçısından direnişçisine kadar tüm yoldaşlar müthiş bir emek, fedakarlık sergiledi. Maneviyatı büyütmek, yoldaşlığı derinleştirmek esas gündemlerde buluşup ortak hedeflerle yol almak önemliydi. Yüksek bir kararlılık vardı ve direniş süreci boyunca birçok duyguyu iç içe yaşadık. Kişinin kendisini arındırması inanmaya çekilerek kendine dönmesi haliydi. Bir arkadaş böylesi uzun süreli bir açlık grevine ilk defa girmişti. Ancak amaçtaki netlik ve kararlılıkla ortaya konulan kolektif irade ile o zorlukların aşıldığını ortaya koydu. Tüm yoldaşlar kendinden öte yanındaki yoldaşını düşünüp onun için kaygılanıyordu. Kimi yoldaşlar dirhem dirhem ediyorken kaygılanmamak elde değildi. Ancak buna rağmen müthiş bir huzur sadelik vardı gerçekten de. Eylemin, savaşın, direnişin insanı nasıl güzelleştirdiğini bir kez daha anlamış olduk. 8 yıl aradan sonra avukatlarının adaya giderek önderlikle görüşmüş olması inanılmazdı. O zamanın mutluluğunu, sevincini anlatmaya kelimeler yetmez. Gerçek bir mutluluk, sevinçti. Çünkü kolektif bir sevinçti.  Çünkü amaç hasıl olmuştu. Önderdikten gelen selamlar hepimiz için büyük anlamlar taşıyordu. Çiyager ‘mutlaka kazanacağız’ şiarıyla hepimize kanıtlattı. Bu şiyar önemli bir yol gösterici idi. Tarihimizin en uzun süreli örgütlü ve sonuç açlık grevi, eylemi ile zamana damgasını vurmuş olduk.   *Eyleminiz sonucunda avukatlar gittikleri İmralı adasından önemli açıklamalar getirdi. Abdullah Öcalan, Kürt sorununu çözme ısrarını “bir haftada çözerim” diyerek deklere etti. Abdullah Öcalan’ın çözümde ısrar etmesini nasıl görüyorsunuz?   Önderliğimiz, görüşmelerde ortaya koyduğu 7 maddelik deklarasyonla yeterli perspektifi sunmuş oldu. Yine bu görüşmelerde zindana dair demokratik siyaset alanına, Rojava’ya dair önemli perspektifler sundu. Yine müthiş bir politik öngörünün sahibi olduğunu anladık. Bu görüşmeler sürecini çözüm fırsatını çevirmek istedi. Ancak şu uyarıyı da yaptı. Bu görüşmelerle çözüm olanağı yanılgısına kapılmayız, önceki süreçlerden edindiğimiz tecrübeler var. Toplumsal psikolojimiz de barışa  her zaman hasret olan buna büyük umutlar bağlayan, öte yandan savaş gerçekliği ile yaşamakta zorlanan bir algımız var. Barış umudunu büyütmek ne kadar önemli ise savaş gerçeği ile yaşamayı bilmek ve buna göre yaklaşmak da çok önemli. Önderliğimiz o görüşmede olası bir çözüm sürecinde eskisi gibi olmayacağını da ortaya koydu. Zamana yayılan, hazırlıkları tamamlanmamış, müzakereye evrilmemiş bir süreçte yol almak yerine daha net, çözüm kararlılığını ortaya koyan ve bu planlamayla yol alan bir süreç olmalıdır. Aksi bir oyalama, sürekli beklenti kıskacına sokan bir süreç oldu, olur? Önderliğin ‘bir haftada çözerim’ kararlılığı bir yanda bu iken esası belirleyen yöntemler kadar güçlerin kararlılığıdır. Şayet iktidar bu kararlılıkta olursa çözüm de en kısa sürede gerçekleşir.    “Şayet karşınızdaki gücün çözüm kararlılığı varsa önderlik sahip olduğu tecrübe, demokratik çözüme dair derinleşmesi ve donanmayla bunu hızla çözecek güce sahip.”   Özgürlük hareketi kendini ‘Savaş ve Barış’ ikilemine göre donanımlı kılmayı başaran bir yapılanma ve zihniyette. Burada belirleyici olan iktidar gücünün, devlet aklı ve ciddiyeti ile yaklaşması ve güven sağlaması olmaktadır. Nitekim Türkiye halkı da ne kadar savaş gerçeği içinde yaşarsa, çözüm süreci karşısında buna gönlünü verecek bir toplumsal hafızaya da sahip. Şayet karşınızdaki gücün çözüm kararlılığı varsa önderlik sahip olduğu tecrübe, demokratik çözüme dair derinleşmesi ve donanmayla bunu hızla çözecek güce sahip. Bu noktada çözüm hızlandıracak hesap dinamiklerden biri de önderliği olan bağlılık ve inançtır. Karşımızdaki güç nasıl yaklaşırsa yaklaştın? Elbette bu topraklarda barışın inşası da güçlü gerçekleşir ve bu kendi ile sınırlı kalmayıp yayılacak güçte, potansiyelde olur herkes kazanır.   *Ağustos 2019’dan bu yana yeniden Abdullah Öcalan ile görüşmelerin önü kesildi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?   Bu görüşmeler kesildiyse ‘neden başlatıldı’ diye sormak gerekiyor. Bunda zindan direnişi en önemli rolü üstlendi. Bununla beraber seçim süreci de etkiliydi. İktidar pragmatist politikaları ile her şeyi avantaja çevirip kullanmak ister. Oluşan baskıyı hafifletmek, hukuksal anlamda geçerliliğini yitiren gerekçelerin yönünü değiştirmek de istemiş olabilir. Ve başka da şeyler de olabilir. Son noktada görüşmeler yine durdu. Türkiye hukuku İmralı Adası’nda nüfuz etmiyor. CPT de İmralı adasındaki sistemin inşasında rol ve sorumluluk sahibi olanlardandır.  O nedenle İmralı tecridinde yaşanan sorunun siyasal düzeyde ele alınması gerekiyor. Hukukun kendisi siyasallaşan bir yapıya dönüşmüş durumda. Bizler bu grevi başlatırken devlet hangi güvenceyi verirse versin sözünde durmayacağını biliyorduk. Sonuçta devlet aklı, ciddiyeti yok. Adalet Bakanı kendince bu güvenceyi kamuoyuna beyan etse de her zamanki gibi güvensizlikleri derinleştiren ikiyüzlü ve tutarsız yaklaşımlarla devam ettiler. Biz tecridi kırmayı başardık. Zaten kalıcı çözüm ancak topyekun mücadele ile olur. Tek başına zindan direnişi ne de diğer alanların mücadelesi ile nihai çözüm kazanılmaz, gelmez.    “İktidar ortakları Ergenekonculardan Perinçekcilerden MHP gibi devletin en dibindeki yapılardan oluşuyor. AKP içinde bile bu ortakla itiraz edenler oldu. Savaşın derinleşip yayılmasında anlaştıkları için görüşmeler kesildi.”    İktidar seçim sonrasında yaşadığı yenilgiyle, çözümü yine savaşta aradı zaten savaş iktidardaydı. Öylesi kirli bir savaşın ortağı oldu ki varlığını savaşa dayandırdığı ve savaştan geri durursa yıkılacağını bilmekte ve Ağustos ayı sonrasında Rojava işgalinin başlaması görüşmenin niye kesildiğini ortaya koydu. Devlet içinde barış yanlısı güçler olabilir ancak şu anki hakim çizgi NATO Gladiosu’nun derin devlet yapısıdır. Dikkat edelim iktidar ortakları Ergenekonculardan Perinçekcilerden MHP gibi devletin en dibindeki yapılardan oluşuyor. AKP içinde bile bu ortakla itiraz edenler oldu. Savaşın derinleşip yayılmasında anlaştıkları için görüşmeler kesildi.    *Tekrar size gelecek olursak 2013 yılında size Abdullah Öcalan’dan mesaj gelmişti. Biraz ondan bahseder misiniz? O zamanki duygularınız nelerdi? Daha sonra hiç mektup geldi mi?   Önderliğimizin İmralı’da en ciddi zorlanmayı iletişimde yaşadı. Hem dışarıdan mektup alımında hem de mektuplaşmada ciddi engeller oluşturuldu. Bu hala da devam ediyor. İlk esaret altına alındığı yıllarda Sivas Cezaevi’ndeki kadın yoldaşlara 2 defa mektup yazma fırsatını yakalıyor. O mektupları okumuşum. Önderliğin yargılama süreçlerinin üzerindeki psikolojik baskının en yaygın olduğu dönemleri tarif eder. O dönem 1999 sürecidir. Özelde kadın arkadaşların önderliğe yazdığı mektuplar önderliğe manevi güç verir. Orada kadına dair çözümlemeleri oluyor. O mektupta şu satırları paylaşmak isterim.  “Yargılanmamı ondan da öteye yaşam koşullarını hiç anlatma gereği duymuyorum. Devletle bir barış üzerinde yoğunlaşıyor. Değişik bir tarzda yapmaya çalışıyorum. Klasik sağ sol yanlış anlıyor. Pek umurumda da değil ama gelişirse emin olmalısınız yürütülen özgür savaştan 100 kat daha değerli yüce ve üretkendir. Hastalık derecesinde bir barış yoğunlaşmam var? Ama burada da yalnızım. Savaş kadar bu barışını kazanılması da büyük çaba kadar düşünce ve eylem yaratıcılığı istiyor. Biliyorsunuz yaşamaya devam sözümü bu temelde vermiştim. Bu kadar ince bir çizgide çok hassas da olsa sürüyor” diye yazmıştı.      1999’da yazılan bu mektup önderliğin çözüm arayışını, komplo karşısındaki tutumunu özetler nitelikte. Paylaştıkları beni çok etkilemişti. Yine aynı mektupta şu satırları yazmıştı. “Bir şeylerim olsaydı da hepinize sınırsız vermeyi çok isterdim. Ama kabul edecek ve güç, güzellik verecekse benden bitmeyecek sınırsız sevgi ve saygı hepinize.” (17 Temmuz 1999 mektubundan)   “Hepimiz mektubu zılgıtlarla alkışlarla karşılayarak okuduk. Heyecanın tarifini anlatamam. Önderlik zindanda kadınlarla paylaşmayı önemsiyor ve mektuplara anlam biçiyor. Her paylaşım onun için önemli ve okumasını iyi yapıyor.”   2014 Nisan ayında tüm kadın arkadaşlara gelen mektuplar zindanda yazdığı 6 mektup oluyor zaten. O mektupta da daha önce mektup girişimlerinden bahsediyor. Yine kadına dair ‘platonik aşka etik ve estetik değerlere’ dair paylaşımları olmuştu. Kadınlar olarak bunları gündemimize almamızı istemişti. Yıllardan sonra zindandaki kadın arkadaşlar olarak yeniden önderlikten mektup almak hepinizi sevindirmişti. Elbet her arkadaşta olduğu gibi bende de derin heyecan, mutluluk yaratmıştı. Önderliğin mektup yazdığı süreçte Şakran zindanındaydım. Mektup yazdığını gazeteden İdris Baluken’in röportajında öğrenmiştim. Tüm alanı müthiş bir heyecan ve bekleyiş sarmıştı.  3 haftayı aşkın bir süre mektubun gelmesini bekledik bir ara posta ile geleceğini daha dahi düşünür olmuştuk. Sonra mektubu Pervin Buldan getirdi ve bize teslim etti. Hepimiz mektubu zılgıtlarla alkışlarla karşılayarak okuduk. Heyecanın tarifini anlatamam. Önderlik zindanda kadınlarla paylaşmayı önemsiyor ve mektuplara anlam biçiyor. Her paylaşım onun için önemli ve okumasını iyi yapıyor. Hatta bir ara kadın arkadaşların zindandaki paylaşımlarına dair şunu paylaşıyor: “Genelde kadın arkadaşlar demokratik modernite çizgisinde anlayış ve yaklaşımına daha yakındır. Erkek arkadaşların da kapitalist modernite çizgisinde anlayış ve yaklaşımına daha yakın oldukları yansıyor.”   İnanıyorum ki önderliğe yazma fırsatı tanınsaydı İmralı tecridi içinde her mektuba cevap vermek için çabalardı. Çünkü önderlik çocukluğundan beri paylaşılan etik değerlerin merkezinde. Sonrasında da doğrudan kendisinin yazdığı bir mektubun olmadığını biliyorum. Yanında bulunan arkadaşların zindanlara yazma fırsatı olmuştu. Bu kısa bir süreçtir ve 2016 yılına kadar sürdü.    *Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kalkması için neler yapılmalıdır? Bu kısaca buna dair ne söylemek istersiniz?   Önderlik üzerindeki tecridin kırılması çok yönlü ve topyekun bir mücadeleyi gerekli kılıyor. Hukuksal boyutta yaşananı teşhir etmek, koşulları zorlamak kadar diplomatik alanda da yapılacaklar sıralanır. Ancak önemli bulduğum husus bizlerin tecritle yaşamaya alışmamasıdır. Zaten iktidar 21 yıldır bizi tecrit ile yaşamaya alıştırıyor ve bu normalleşiyor. Öyle ki artık İmralı tecridini kırmayı bırakalım İmralı tecridi zindanlara yayıldı. Önceliklerimizi doğru belirlemeliyiz, yaşadığımız coğrafyada sıralı sorunlar var. Birçok noktadan bu sorunları ele alıp mücadelesini veriyoruz. Ancak sorunların çözümünde nirengi noktasını belirleyenin İmralı Adası olduğunu bilerek yaklaşmamız önemlidir. 15 Şubat komplosunun 22 yılına girerken bu gerçeklikle ve mücadele etmemiz gerekiyor. Önderliğimiz  bedensel olarak hapiste onunla beraber üç arkadaş da aynı koşullarda. Bizler için bu komployu boşa çıkartmak önemli. Her şeyden önce komplonun bitmediğini bilelim ve komplo nasıl devam ediyor bilelim. Komplo İmralı Adası’nda odaklanan her türlü Kürt kazanımına karşı devam ettiriliyor. Komplonun boşa çıkartılması, boşa çıkartılmasını sağlayacak bilinçli siyaset ve mücadele önemli. Bu sağlanırsa başarı kesinleşir ve komployu boşa çıkartmanın en önemli basamağı önderliği anlamak ve uygulamaktır. Bu vesile ile yeniden 15 Şubat 1999’da komplosunu kınıyor ve “Güneşimizi karartamazsınız” şiarı ile başta Viyan Soran’ı anıyorum.