Avukat Elif: Mahkemelerin eşitlik ilkesini çiğnediğine dair somut kararlar var 2019-09-29 09:01:04   Rengin Azizoğlu   DİYARBAKIR - Avukat Elif İpek Tirenç Ulaş yeniden yargılamalara ilişkin değerlendirmelerde bulunarak, “Son yaşanan yeniden yargılama başvurularında aynı mahkemenin siyasi örgüt ayrımı yaparak eşitlik ilkesini çiğnediğine dair elimizde somut kararlar var” dedi.   Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) yapılan yargılamaların adil yargılanma ilkesinin ihlali olduğu kararı ve Anayasa Mahkemesi’nin de (AYM) kabulü sonrası DGM’lerde yargılanan tutsaklara başvuru yolu açıldı. Avukat Elif İpek Tirenç Ulaş yeniden yargılanma sürecine ilişkin sorularımızı yanıtladı.   *Yeniden yargılama süreci neden ve nasıl başladı?   Türkiye hukuk tarihinde 12 Eylül darbesinden itibaren DGM olarak adlandırılan bir yargı makamı çok uzun süre Türkiye’de yargılamaları yaptı. 1999’da yapılan değişikliğe kadar da bu DGM’lerde askeri hakimler heyetlerde yer alıyordu ve belirli suçlarda askeri hakimler tarafından yargılama yapılıyordu. 90’ların başında çok yoğun çatışmaların olduğu süreçte örgüt faaliyetleri ya da eylemleri sebebiyle birçok insan müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmıştı. AİHM o dönem DGM heyetleri içerisinde askeri heyetlerin varlığını ‘adil yargılanma hakkının ihlali’ olarak saydı. Bunun yanında sanıklara işkence uygulanmasından kaynaklı ‘işkence yasağının ihlali’, ‘avukatsız, savunmasız sorgular yapılması’ gibi üç başlıkta genel olarak o dönemin dosyaları ile ilgili AİHM’e yapılan başvurularda hak ihlali ve Türkiye’yi tazminata mahkum eden geri dönüşler oldu. Sonraki süreçte AİHM kendi kararlarında bu koşullarda yargılanan kişiler için yeniden yargılamanın yapılmasının gerektiği üzerine görüşler bildirdi. Direkt AİHM’den yeniden yargılama kararı çıkmadı ancak bu yönlü bir görüş bildirildi.      İlk karar 2009’da PKK davasından yatan Şehmus Yıldız ve Muhyedin Sevinç kararı olarak bildiğimiz bir karardı. Orada yeniden yargılamaya dair görüş bildirilmişti. Bunun üzerine adı geçen kişiler kendi yargılandıkları mahkemelere başvurdular ve yeniden yargılanma talep ettiler ancak yerel mahkemeler bu talebi AİHM’in bizzat yeniden yargılayın demediği gerekçesiyle reddetti. Sonraki süreçte bu hak ihlalinin Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) taşınması üzerine AYM, 2004’te aynı dosya üzerinden yine bir hak ihlali kararı verdi ve yerel mahkemeye dosyayı gönderip ‘Bu kişileri yeniden yargıla’ dediği bir karardı bu. Yeniden yargılamayla beraber 2013’te tutukluluk süresini 5 yıla düşürme düzenlemesi üzerine yeniden yargılamanın da başlamasıyla birlikte bu kişiler hükümlüden tutuklu statüsüne düştü. Bununla beraber de tahliye kaçınılmaz oldu ve tahliye edildiler. Aynı dönem aynı gerekçelerle AİHM’e başvuran birçok dosyada da zaman itibariyle birbirini tutması sebebiyle kararlar aynı şekilde çıkmaya başladı ve artık yeni bir AYM kararı beklemeksizin mahkemeler yeniden yargılama taleplerini kabul etmeye başladılar.    *Hizbullah davasında tahliye edilen tutuklu sayısı 100’ü aşarken siyasi tutsakların sayısı 15. Mahkemelerin bu ikili tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?   İlk karar Şehmus Yıldız ve Muhyedin Sevinç kararıydı ancak aynı döneme denk gelen üstü örtülü tahliyeler diye adlandırdığımız kimi Hizbullah davasından yargılanıp müebbet hapis cezası almış kişilerin el altından AİHM kararı gerekçe gösterilerek tahliye edildikleri yönünde duyumlar aldık. Bunun yerel mahkemelerde araştırdığımızda gerçek olduğunu ve sayının fazla olduğunu öğrendik. Nitekim en son 150’yi aşan bir sayıya ulaştı. Bu bilgi yayıldığı zaman PKK davasından da yatan birçok tutsak aynı şekilde mahkemelere başvuru yapmaya başladı. Orada şöyle bir kriter karşımıza çıktı. ‘AİHM başvurusunun olması’ ve ‘AİHM’in tutsaklara dönük bireysel bir karar vermesi’ gerekliliği arandı. Bu karar tahliye taleplerinin ve yeniden yargılanma taleplerinin reddedilme gerekçesi haline getirildi. AİHM kararlarının içeriğinin bir hak ihlali içermesi boyutuyla bireyseldir ancak içerik olarak adil yargılanma hakkı tartışılırken askeri hakim varlığını gerekçe göstermesi sebebi ile genellenebilir bir içerik ve niteliktedir.    “Mahkemeler yapılan başvurularda üstü örtülü bir şekilde ‘hangi örgütten yargılanmış’ kriteri oluşturmaya başladı. Bunu mahkemelerle yaptığımız görüşmelerde bizzat sezimledik ve onlardan duyduk.”   Bizim bu gerekçeyle itirazlarımızı yapmış olmamıza rağmen uygulamada aynı mahkemelerin başvurularda örgüt ayrımı yapmış olduğunu gördük. Yaptığımız başvurulara gelen sonuçlar o şekilde oluyor. Mahkemeler yapılan başvurularda üstü örtülü bir şekilde ‘hangi örgütten yargılanmış’ kriteri oluşturmaya başladı. Bunu mahkemelerle yaptığımız görüşmelerde bizzat sezimledik ve onlardan duyduk. Şu an gelinen aşamada Hizbullah davasında askeri hakim tarafından yargılanıp AİHM kararı emsal gösterilerek tahliye edilenlerin sayısı 150’yi geçmiş durumda ancak aynı şey PKK davasından yatanlar için geçerli değil. Kararlarda çok bariz bir ayrımcılık var. Örgüte göre durumu değerlendirme ayrımcılığı var. AİHM başvurusu olma kriteri Hizbullah davasından yatanlar için aranmazsan başka örgütlerden yatanlar için bu karar aranıyor ve olmadığı takdirde ret gerekçesi olarak sayılıyor. Bunun ayrımcılık yasağının bir ihlali olduğuna ilişkin AYM’ye gerekli başvuruları yaptık. Bununla ilgili olumlu bir geri dönüş bekliyoruz. Bu yaşananlar hala 12 Eylül Darbesi’nin etkilerinin Türkiye’de yaşandığını, zihniyet bakımından bir değişiklik olmadığını bariz bir şekilde ortaya çıkaran bir emsal oldu.   *Verilen tahliye ya da ret kararları hangi kritere dayandırılıyor?   Hizbullah davasında çok fazla tahliye kararı çıktıktan sonra örgüt fark etmeksizin birçok tutsak başvurmaya başladı. Bu bilgi çok fazla yayıldığı için ve çok sayıda başvuru yapıldığı için Hizbullah dışı örgütlerle ilgili AİHM başvurusu olma kriterini çok sert bir şekilde uygulamaya başladı. Çok az sayıda AİHM başvurusu olan dosya vardı. Direndiler ama birkaç kişiyi bırakmak zorunda kaldılar. Abdullah Altun tahliyesinde bunu yaşadık. Abdullah Altun’u bırakmak zorunda kaldılar. Başka dosyalarda bir an önce yeniden yargılamayı kabul edip tahliye kararı vermeyip bir an önce dosyayı karara çıkarıp İstinaf Mahkemesi’ne gönderip tutukluluk süresi meselesini ekarte etmeye çalıştıklarını gördük. Yargılamalarda çok bariz bir ayrımcı tutum var. Mahkemelerle görüştüğümüzde çok ağır şiddet vakaları ya da kırsala gidenle gitmeyen ayrımı gibi gerekçeler ifade edildi. Ancak buna dair somut bir karar yok. Başvuruların neye göre kritere alındığı, neye göre kabul edildiğine dönük yargının pratikte bir emsal kararı var ancak bunu biz yalnızca değerlendirebiliyoruz. Hizbullah örgütünden başvuran kişiler AİHM kararı olmaksızın mahkeme tarafından tahliye edilirken AİHM başvurusu yok ama emsal alın diyerek başvurduğumuz kişiler için bu kriter aranıyor.    “Bu konuya dair yargıda da bir kafa karışıklığı olduğunu ve siyasi süreçten bağımsız olmadığını düşünüyorum. Anayasa Mahkemesi’ne ayrımcılık yasağı ile ilgili başvurularımız var. Bunların sonuçlarını bekliyoruz.”   Bu konuya dair yargıda da bir kafa karışıklığı olduğunu ve siyasi süreçten bağımsız olmadığını düşünüyorum. Anayasa Mahkemesi’ne ayrımcılık yasağı ile ilgili başvurularımız var. Bunların sonuçlarını bekliyoruz. Yakın zaman içerisinde çözülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’de müebbet hapis cezası alıp bunun infazını tamamlamaya yakın bin 200’de fazla insan var. Bu konuya ilişkin de AİHM’in başka kararları söz konusu. Örneğin düşünce suçundan hüküm giyip, bu kadar uzun süre hapis yatan örnekler dünyada yok. Bu yalnızca Türkiye’de olan bir uygulama. Bundan birkaç gün önce AİHM bununla ilgili ömür boyu hapis cezasının da bir hak ihlali olduğuna dönük karar verdi. Bu henüz buradaki mahkemeler tarafından dikkate alınmış bir karar değil. Başvurularımızda bunu kullanıyoruz ancak tüm kanalları zorlayarak ve tüketerek sonuç alabiliriz. Türkiye’de yargı pratikleri siyasi süreçten bağımsız değil. Yargının tarafsızlığının da tartışıldığı bir dönemde bu yaşananlar somut örnek olarak karşımızda duruyor.    * Çok sayıda başvuru olmasının yanında tahliye kararlarının durduğu görülüyor. Bunun sebebi nedir?   Dönemin tüm yargılamaları Diyarbakır üzerinden yürümüştü. O açıdan hem başvuru konusunda hem de değerlendirme noktasında bir yoğunluk olduğunu söyleyebiliriz. Normalde yeniden yargılama taleplerinin çok uzatılmaması, bir an önce sonuca kavuşturulması lazım. Ancak kararlar gecikiyor, itiraza gönderdiğimizde ise süreç uzuyor. Bunu mahkemelerle konuştuğumuzda da bize yoğunluk gerekçe gösteriliyor. Aslında yoğunluktan çok bir kafa karışıklığı ve ne yapacağını bilememe hali olarak değerlendiriyorum. Çünkü bir anda uluslararası olarak bağlayıcı oldukları bir karar varken diğer yanda kendi iç hukuk yolunuzun en üst mercii olan AYM dahi bunu kabul ederken bir yandan da siyasi süreç sizi sıkıştırırken hakimlerde bir kafa karışıklığı durumu seziyoruz. Ben yaptığım bir başvuruda bir yıl kadar kararın çıkmasını bekledim. Bunun sebebi de Şehmus Yıldız ve Muhyedin Sevinç kararını veren mahkemenin Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nda (HSK) bir anda soruşturmalık olması olarak bana aktarılmıştı. Bir yıl kadar biz HSK’da o hakimin soruşturma evrakının gelmesini ve dosyanın geri gönderilmesini bekledik. Neden soruşturmalık olduğunu bilmiyorum ancak yeniden yargılanma taleplerini değerlendirecek hakimin kendisiydi ve ilk kararı veren hakimdi. Türkiye’de hiçbir şey aslında tesadüfi değildir.    Şu anda yoğunluk gerekçe gösterilerek süreci uzatma yaklaşımı var. Yine çok sıkıştırdığınız zaman mahkemelerden ret kararı alıyorsunuz. Bu sürecin uzatılmaması gerekir. Çünkü ret kararı verdiğinde hükümlüler aynı süreci yaşamış olacak. Çünkü 1999’da DGM’lerin kapatılmasından sonra ilk AİHM kararı 2004’te çıkıyor. Yıllarca hükümlüler AİHM’den karar çıkmasını beklemiş. AİHM giden dosyalardan karar çıkma süresi uzun olduğu için aynı süreci tutsağa yaşatma ve bu arada da infazı bitirme gibi bir yaklaşım seziyoruz.    * Yeni ‘Yargı Paketi’nde yeniden yargılamalar ilişkin bir düzenleme öngörüyor musunuz?    Müebbet hapis cezası alan kişilerle ilgili dayanağını ‘Çözüm Süreci’nden alan bir tartışma söz konusu. Çözüm sürecinde müebbet hapis cezası alan kişilerin tahliye edileceği yönünde hükümet kanadından doğru kimi sözlerin verildiği duyumları vardı ve kimi tartışmalar yürütüldü. Çözüm sürecinin bitirilmesinin ardından bu konu da kapatılmış oldu. AİHM’nin hak ihlali kararı ve yeniden yargılama kararlarıyla birlikte konu tekrar açıldı ve gündem oldu. Yeni Yargı Paketi’nde de yer alacağına dair söylentiler vardı ancak açıklanan taslaklarda öngörülen bir düzenleme yok. Yasal düzenlemeden ziyade yerel mahkeme kararları ile bu durumu çözmeye çalışacaklar diye düşünüyorum.    * Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?   Türkiye’nin taraf olduğu en bağlayıcı en önemli sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS). Anayasa’nın üzerinden 12 Eylül etkileri giderilirken de, yapılan değişikliklerde de AİHS ölçü alınmaya başlandı. Hem AİHS’de hem Anayasa da herkesin kanun önünde eşit olduğu, yurttaş olarak eşit haklara sahip olduğu ilkesi çok önemli bir madde olarak karşımıza çıkar. Bu ilke çok açıktır ve evrensel bir hukuk ilkesi olarak sayılır. Türkiye’de yargı pratiklerinde bu eşitlik ilkesinin uygulanmadığını, kişinin siyasi düşüncesine, dini görüşüne bağlı olarak yargı kararlarında değişiklikler olduğunu görüyoruz. Son yaşanan yeniden yargılama başvurularında da aynı mahkemenin siyasi örgüt ayrımı yaparak eşitlik ilkesini çiğnediğini dair elimizde somut kararlar var. Diliyorum ki Türkiye bir an önce hem eşitlik ilkesinin uygulanması yönüyle yargıdaki reformu gerçekleştirir hem de yargının tarafsızlığının ve bağımsızlığının bu kadar tartışıldığı bir dönemde bu dosyalar üzerinde en azından bir kötü inanış olduğuna dair ön yargıları kıracak bir pratiğe girer.