Figen Yüksekdağ: Milyonlar adına yargılandım 2019-09-27 15:11:57   ANKARA - Tutuklu yargılandığı davada birçok konuya değinerek savunmasını tamamlayan Figen Yüksekdağ, bir kez daha Türkiye halklarına özeleştiri vererek, “Buraya yargılanmaya değil, zulmün gözlerine bakmaya geldiğimi söylemiştim. Üç yıldır da geldim ve gördüm. Bütün milyonlar adına yargılandım. Yargılayanların, zulmün gözlerinin içine içine baktım. Yendik, kazandık, yine kazanırız” dedi.    Halkların Demokratik Partisi (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ tutuklu yargılandığı ana davanın duruşması Ankara 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Sincan Cezaevi Kampüsü’nde görülmeye devam ediyor. Duruşma Figen’in savunması ile devam etti. Figen, “Bu kararları bize dayatanlar aynı zamanda şunu unutmasın: Bizim çeliğimize çifte su verilmiş. Çifte tutuklama kâr etmez. Bu zamana kadar anlayamadılarsa yazık olmuş” ifadelerinde bulundu.   ‘Figen Yüksekdağ size ne yaptı?’   “Ben kendi durumumda bir haksızlık, adaletsizlik dışında bir mağduriyet görmüyorum. Kimse bana 'yazık' demiyor” diyen Figen, “Ama yazık bu iktidara. Eğer bu tip yöntemlere hala eğilim gösteriyor ve başvuruyorsa bu siyasi iktidarın acınacak durumda olduğunu gösterir. Bütün dünya soruyor, Türkiye soruyor. Yahu Figen Yüksekdağ size ne yaptı da bir değil iki kez tutukluyorsunuz? Selahattin Demirtaş size ne yaptı da bir yargı kurumunun verdiği kararı kendi mahkemenizi hiçe sayarak o gayri meşru pozisyona başka bir yargı kurumunu alet edip, bu kararı alıyorsunuz. Bu zamana kadar hiçbir arkadaşımızın tutuklu bile kalmaması gerekiyordu. Ama kaldılar. Bu yöntemle kendi yargılandığı mahkeme kararının önüne geçemeyeceklerini bildikleri için ve aynı zamanda artık AİHM'in verdiği kararın daha fazla üzerine çıkamayacaklarını bildikleri için arkadan dolanmaya karar verdiler. Çok kötü bir yöntem. Siyaseten de arkadan dolanmak çok kötüdür. Bizim kültürümüz de de arkadan dolanmayı en fazla kınayan toplum Türkiye’dir. Hukuksuzluğu bir tarafa bırakın, ayıptır her şeyden önce” diye konuştu.   ‘Denizde fırtına kopuyor’    Siyasi iktidarın kendilerine dört cepheden saldırdığını söyleyen Figen, savunmasını şöyle sürdürdü:    "Bu siyasi iktidar dört cepheden bize saldırmaya yemin etmiş bir sefer ve bunu hiç gizleme, saklama ihtiyacı hissetmiyor. Aynı gün bu ülkenin Cumhurbaşkanı çıktı bir açıklama yaptı. Ama cumhurbaşkanı sıfatı ile değil, AKP Genel Başkanı sıfatıyla. Ben o konuşmayı dinlerken AKP Genel Başkanınını gördüm, tüm insanlar da onu görmüştür bence. Yani öyle bir sistem ki işine geldiği zaman cumhurbaşkanı ceketini giyiyorsun, işine geldiği zaman parti genel başkanı ceketini giyiyorsun. Çıkarıyorsun, değiştiriyorsun, öyle yapıyorsun gene de yürütüyorsun. Bu gemi böyle yürür mü? Hadi sen gemini böyle yürütme maharetine sahip olduğunu düşünüyorsun. Bu denizin hiç mi fırtınası olmaz? Hiç mi boranı, dalgası olmaz? Bu denizde fırtına kopuyor. Ama siyasi iktidar her şeye rağmen gemisini yürüttüğünü sanıyor. Ama denizde fırtına kopuyor. Bu halkın denizi böyle bir riyakarlığı sonsuza kadar bağrına basmaz.    ‘Bu gemi yürümüyor’   Artık bu siyasi yönetim tarzı, bütün devlet kurumlarını zapturapt altına alarak tek ele bağlayan bütün Türkiye halklarının kaderini tek bir ele bağlayan bir siyasi yönetim anlayışı bu ülkede zaten tutabilecek bir şey değildir. Gözle görülüyor anlaşılıyor ki tutmuyor, bu gemi yürümüyor, Cumhurbaşkanı çıktı konuşma yaptı, ‘54 kişinin kanı eline bulanmış insanları bırakamazdık’ dedi. Erdoğan bu cümleyi daha önce de sayısız kez kurdu. Biz bu cümleyi ve buna benzer cümleleri ilk kez duymuyoruz ondan. Kim olarak bırakmıyorsun? Yargıç olarak mı, heyet olarak mı, bir hukuk kurumu olarak mı? Çok net bir biçimde aslında herkesin bildiği gerçeği ayan etmiş, itiraf etmiş oldu. Altını çizmiş oldu, bundan kesinlikle sakınmıyor. Çünkü şuna güveniyor: ‘Benden kim hesap soracak ki. Yazmışım yasamı, çıkarmışım kararımı, kimse benden hesap soramaz’ diyor. ‘En üst merci benim, söylerim olur. Yanlış da söylesem, olsa da söylerim, olmasa da söyledim, derim biter’ diyor. Böyle bir sistemden bahsediyoruz.    ‘Çift dikiş giderse sağlam olur diye düşündüler’   Bütün dünyanın gözünün önünde koskoca bir AİHM kararı ortada dururken Selahattin Bey bakımından özellikle söylüyorum ve Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi bundan önce de yine bir yargı kurumu kararı ve müdahalesiyle engellenmişken, bir kez daha 3’üncü kez engellendi. Benzer bir şekilde engellendi. Benim açımdan ne olur ne olmaz şeytan doldurur, ben beklemiyorum ama ‘Kazara bir tahliye çıkarsa verelim biz tutuklamayı ki çift dikiş giderse sağlam olur’ diye düşündüler herhalde. Veya 6-8 Ekim sürecinde merkezi sorumluluk partinin eş genel başkan olduğumuz için Selahattin Beyi yalnız bırakmak istemediler. İkimiz hakkında bir yeniden tutuklama kararı verildi. Bu artık yargıya müdahale denilen sürecin, yargıya müdahale denilen afetin, afettir bu artık, facianın adıdır. Kabul edilebilirlik sınırını zaten geçti, tahammül edilebilirlik sınırını aşarak, bir faciaya, bir afete dönüşmüştür. Bu ülkenin yönetimindeki yürütmenin başındaki insan tarafından bu doğrulanmıştır. Bırakmıyorum diyor. Sizi bırakmam diyor. Nedeni çok açık.    ‘Esas mesele 6-8 Ekim süreci değil, Kobanê olayları değil’   Bir sürü taleplerimiz oldu, bizim taleplerimiz kabul edilmedi. Gerekli bulmadınız. Ama siyasi iktidar bu meselenin üzerine gitmeyi o kadar gerekli gidiyor ki mesele bitmiyor. Hala bizimle mesele üzerinden hesaplaşabileceğini sanıyor. Bu 6-8 Ekim gündemi ve süreci konusu üzerinden bize siyasi operasyon düzenliyor. Mahkeme heyetinize de şunu söylemek isterim. Demek ki çok gerekliymiş, bu talep ettiğimiz şeyleri bu 6-8 Ekim sürecindeki derinleşmeye dair söylediğimiz sözler ve yapmak istediğimiz tartışmalar. Aynı zamanda bir ihtiyaca tekkabül ediyor. Ondan sonra konuşacağız değişik zeminlerde. Türkiye’yi konuşacağız, Türkiye’nin gerçeğini konuşacağız. Ama esas mesele herkes de biliyor ki 6-8 Ekim süreci değil, Kobanê olayları değil.”   ‘AİHM’in verdiği karar uygulanmıyor’   Selahattin Demirtaş hakkında verilen AİHM kararına atıfta bulunan Figen, savunmasına şöyle devam etti: “AİHM kararı kapı gibi ortada duruyor. Bütün mahkemeleri ve Türkiye’yi bağlayan üst mercidir. Altına imza atmışız. Senin kararlarını tanıyoruz demişiz. Biz çünkü Avrupa bütünün parçasıyız demişiz. Ve o AİHM demiş ki, yargı mekanizması Selahattin Demirtaş kararında 18’inci maddeyi dayanarak siyasi amaçlarla saiklerle muhalefeti etkisizleştirmek amacında. Bu tutuklama gerçekleştirilmiştir ve yargı üzerinde bunun etkilerinin olduğuna dair ciddi kanaatlerimiz vardır, gözlemlerimiz vardır demiş ve bunu karara bağlamış. Buna rağmen en fazla sorumluluk taşıması gereken insan bu devletin birinci dereceden temsilcisi çıkıyor ‘Ben AİHM’e karşı sorumluluklarımı da tanımıyorum, AİHS’ye sözleşmeye karşı sorumluluklarımı da tanımıyorum, benim açımdan esas önemli olan iç siyaset dengelerimde yaptıklarım ve yapmadıklarımdır’ diyor. Ve açıkça da şunu ilan ediyor. ‘Ben bu tutukluluğu sürdüreceğim, sizi bırakmayacağım.’ Yine AİHM’in verdiği karar uygulanmıyor. Nasıl bir savunma verecek Türkiye bundan sonraki davalarda, dosyalarda. Merak ediyorum zaten verdikleri savunmalarda elle tutar ikna edici bir şey yok. Yaptıkları açıklamalarda böyle bir şey yok. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı AKP Genel Başkanı sıfatıyla çıktı dedi ki, ‘Ben siyasi amaçlarla bırakmıyorum, bırakamayız’ onun için mahkeme görülür hakim karar verir yeni bir tutuklama ya da tutukluluğa devam. Bu olay bu şekilde devam ediyor.”   Partisinin politik duruşuna da değinen Figen, şunları kaydetti:    “Siyasi nedenlerin konusuna gelince. Şu çok açık, siyasi iktidar özellikle son seçim süreçlerinde aslında 7 Haziran’dan sonra inişe geçiş dönemine girmiştir. Ancak son yerel seçim dönemlerinde artık halktan desteğini önemli ölçüde kaybetti ve bunda HDP’nin aldığı politik tutum belirleyici oldu. Yani son 2 seçimde çok daha belirleyicidir yerel seçimlerde de tayin edici bir noktaya gelmiştir artık durumu radikal bir biçimde değiştiren belirgin bir biçimde değiştiren bir noktaya gelmiştir HDP’nin etkisi. Sadece kilit konumda olan bir parti değildir memlekete son dönemlerdeki moda tartışmalardan birisi. Hangi parti kilit hangi parti anahtar tartışmaları çok yapılıyor ama kimsenin bunu tartışıp kendisini yormasına gerek yok. HDP bu memlekette birçok kapıyı açan özellikle de barışın demokrasinin ve otoriter rejime karşı çıkışın yolunu açan kapısını açan temel partidir. Son yerel seçimler örneği de bu iddiamızı bu gerçekliği doğrulamıştır.   ‘Bu iktidar irtifa kaybediyor’   Bizi artık başka bir gerçeklik zeminine taşımıştır. Bu iktidar irtifa kaybediyor, irtifa kaybettikçe de daha agresifleşiyor, daha saldırganlaşıyor ve bütün siyasi intikam hesaplarını da bizim üzerimizden görüyor. Bizler önceki dönem HDP’nin 7 Haziran sürecinden tutuklandığımız 2016’ya kadar sorumluluğunu üstlenmiş insanlarız. Eş genel başkanlık, milletvekillik yapmış insanlarız. Aynı zamanda belediye başkanlarımız yerel düzeyde bu toplumun politik lideri olarak görev almış insanlar ve bu enerji bu gücü ben ne kadar boğarsam ne kadar etkisizleştirirsem ne kadar hapsedersem o kadar kazanırım diyor. O kadar kazanma ihtimalini artırırım diyor. Bugün de kimse şaşırmasın ben çok öncesinde aslında 31 Mart’ın hemen sonrasından itibaren söylüyordum. Bizler söylüyoruz. Özellikle 31 Mart ve 23 Haziran İstanbul seçimlerinden sonra çoğunluğunu yitirmiş bir hükümet yönetiyor Türkiye’yi. Bakın dünyada çok fazla örneğini bulamazsınız bulduğunuz yegane örnekler otoriter rejimler, diktatöryal rejimler baskıcı rejimlerde olur. Azınlık hükümetlerin veya yönetme ehliyetini çoğunluğunu yitirmiş hükümetlerin ülkeye yönettiği örnekler sadece buralarda vardır. Bir de Türkiye’de var. Bilin bakalım Türkiye hangi kategoriye giriyor. Tabii ki saydığım kategoriye. Bunu çok genel söylemlerle ifade etmeye hiç gerek yok. Gerçek ortada.   ‘Mıh gibi durmak marifet değildir’   Seçimlerden sonra demokratik bir rejim varsa senin ülkende yapman gereken şey şudur. Her şeyden önce iktidar yapar bunu. Daha dün yakın dönemde yaşandı: Ben yönetme çoğunluğumu yitirdim, Yunanistan’da İngiltere de yaşandı, hükümet değişiklikleri oldu. Yönetim ve lider değişiklikleri oldu. Ben yönetim çoğunluğumu kaybettim ama ben çoğunluğa dayalı bir güçle yönetmek istiyorum, çünkü o güce esas olarak ben güvenirim der ve kendi kendisi yapar erken seçim çağrısını. Veya başka bir kombinasyona yönelir. Bu siyasi iktidarda asla böyle bir şey yok. Mıh gibi dururum geri adım atmam diyor. Sanki marifet bu. Mıh gibi durmak marifet değildir. Bunu kime sorsanız sokaktaki bırakın siyasetçileri siyaset bilimi. Sokaktaki insana da sorsanız bunun külliyen yanlış olduğunu külliyet gaflet olduğunu söyler.    ‘Siyaset bu kadar kaba rasyonel değildir’   Ama bu siyasi iktidar halen gaflet içinde. Ben diyor yönetimi paylaşmam da bırakalım erken seçim çağrısı yapmayı, güvenoyuna ihtiyacın olur senin. Alamadın, son iki seçimde güvenoyu alamadı bu siyasi iktidar. ‘Güvenoyu alamıyorum bari başka bir esnemeye gideyim, yönetime daha fazla sayıda insanı katayım, muhalefet ile daha ortaklaşa gidebileceğim bir yol tutturayım, uzlaşma kültürü üzerinde düşüneyim’ der mesela. Aklı başında bir siyasi iktidar demokratik rejimlerde böyle der. Ama Türkiye’de demokratik bir rejim ne yazık ki yok ve her gün bu siyasi iktidar bize bu gerçeği kanıtlıyor. Sanki bu siyasi iktidarın görevi, tarihsel misyonu Türkiye’de demokrasinin olmadığını kanıtlamak. Tek görevleri bu. Şimdi bizim hakkımızda verilen bu kararla yargılama süreçlerine ilişkin bu kadar açık siyasi operasyonların yapılmasının en temel nedeni de budur. Artık siyasi iktidar tamam bağırdı, çağırdı yapmam etmem dedi, kabineyi bile külliyen sizin isteğiniz ve talebinizle değiştirmem dedi. Ama şunu çok iyi görüyor. İki iki daha 4 eder, çoğu zaman eder. Siyaset bu kadar kaba rasyonel değildir. İki iki dörtlük bir şey değildir. Belki ama bazı durumlarda reel siyasetin gerekleri vardır. Siz bugün isteseniz de istemeseniz de bu halkın tercihlerini görebileceği siyasi platformları yaratmak zorundasınız.    ‘Yokuş aşağı gidiyorsunuz’   Bugün siyasi iktidar kendi tasarrufunda ve kendi denetiminde baskın bir biçimde yapabileceği, kendi kontrolünde yapabileceği bir erken seçim telaşına düşmüş. O gündemi kendi odalarında arka maslarına koymuş, bugün de bu gündeme dair, bu hedefe hazırlık kapsamında diyor ki ‘Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ı ben daha içeride tutmalıyım. Onların haps olması HDP’nin enerjisinin eksilmesi anlamına gelir HDP’nin etksinin düşürülmesi zayıflatılması anlamına gelir ve bu benim siyasi ikbalim bakımından biçilmiş kaftandır.’ Yaptığı hesap bu. Ama şunu tekrar hatırlatmak gerekiyor ve sadece biz hatırlatmıyoruz çok şükür ki halkımız da hatırlatıyor. Yaptığınız hesaplar tutmuyor bunu kabul edin artık. Tutmadı. Bizi 2016’dan beri tutukladınız ne oldu yaşananlara bir bakın. Yokuş aşağı gidiyorsunuz. Biz yerimizde duruyoruz biz iddiamızı koruyoruz. Bizim öyle çok çok yükseklerde gözümüz yok. Ama biz de bu ülkenin yönetimine talibiz.”   ‘Siyasi iktidar ciddi bir enkaz bıraktı’   Figen, HDP ve parti çalışanlarına yönelik yapılan operasyonlara ve kayyım atamalarına dair de şunları söyledi: “Hakların Demokratik Partisi yerel seçimlerde aldığı tutumun, cezalandırılması kapsamında siyasi iktidar tarafından siyasi bir operasyonlar karşı karşıya bırakıldı. Geride bıraktığımız dönemde Türkiye’nin yarısı biliyorsunuz kayyumlarla, yönetilmişti siyasi iktidarın biliyorsunuz seçilmiş belediye başkanlarını tutuklayarak onun yerine atadığı kayyumlarla yönetilmişti. O dönem içerisinde kayyumların yaptığı yolsuzluklar işledikleri suçlar, usulsüzlükler, belediyelere milyarlarca lira borç batağına sokmaları, bunların her biri kamuoyu bakımından malum olduğu ilan edildi. Türkiye’nin yarısına gerçekten çok ciddi bir enkaz bıraktı siyasi iktidar.   ‘Yerel seçimlere iddialı bir biçimde girdik’   Ama bizler 31 Mart Yerel Seçimlerinde her şeye rağmen dedik ki, ‘evet bu kadar büyük bir enkaz bırakılmış olabilir bize, bu kadar büyük bir saldırı ve saldırganlıkla karşıya karşıya kalmış olabiliriz ama siyasi iddiamızı yitirmememiz gerekir, siyasi çıtamızı yüksek tutmamız gerekir’ fikriyle düşüncesiyle yerel seçimlere iddialı bir biçimde girdik ve kayyum atanarak bizden alınan belediyelerin çoğunu geri aldık, büyükşehir belediyeleri başta olmak üzere. Daha 31 Mart seçimlerinin hemen arkasından kısa bir süre sonra İstanbul’da seçimlerin yenilenmesinin hemen arifesinde siyasi iktidar tarafından bir dizi kente kayyum atanacağı, seçilmiş belediye başkanlarının seçildiklerine çok fazla güvenmemeleri gerektiğini dair beyanlar ortaya saçılmaya başladı. Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere hükümet yetkililerinden bu tür tehditler hazırlıklar gündeme gelmeye başladı. İstanbul için başka bir plan devreye kondu, seçim yenileme planı.  Hatta İstanbul ve büyük kentler için kayyum ‘atanabililir mi? atanamaz mı?’ tartışması yapılmaya başlandı. Geride bıraktığımız süreç içerisinde bizim 31 Mart’tan sonra 6 belediyemizin seçilmiş eşbaşkanının mazbatasına el konulmasıyla yetinmediler. Birinci gayri meşruluk oydu. Seçilmiş eşbaşkanlar KHK’ler gerekçesiyle mazbatalarına el konularak görev dışı bırakıldılar.   ‘Siyasi iktidarın meselesi bizimle hukuki değildir’   Onunla yetinmediler, kayyum hazırlıkları yapıldı ve geride bıraktığımız haftalarda da 3 büyükşehir belediyesine kayyum atandı. Bu aslında siyasi iktidarın, bizimle meselesinin hukuki olmadığının çok açık ve net bir ifadesidir. Bir kere daha altının çizilmesidir, bağıra bağıra ilan edilmesidir. Siyasi iktidarın meselesi bizimle hukuki değildir, siyasi iktidarın meselesi bizimle hayatidir ama bizim hayatımızla ilgili değildir. Onların hayatıyla ilgilidir. Bizi öldürseniz de yeniden doğarız. Hapsederseniz, kolektif gücümüzle, çoğulcu anlayışımızla kendimizi üretmeyi kalabalıklaşmayı başarırız. Hür türlü saldırıdan sağ çıkmayı, düşüncemizi anlayışımızı, hedefimizi sağ salim çıkarmayı biliriz ama siz bu ülkeyi yöneten siyasi iktidar eğer demokratik rejimin ucunu görürse yaşayamaz. Bu siyasi iktidarın temel özelliği odur. AKP ve MHP koalisyon kurarak kendilerini tahkim ettiler. Taze kan aşılamaya yöneldiler ama artık o kan da tutmadı. AKP-MHP koalisyonunun geldiği nokta ortada. İki parti el birliği etmiş ülkeyi felakete götürüyor. Sağa sola bakmadan bodoslama giderek içte de dışta da bu ülkeyi felakete götürüyor. Demokrasinin ucunu gördükleri zaman hayati tehlikeye giriyorlar, hayati fonksiyonlarını kaybediyorlar, iktidarlarını kaybediyorlar.   Bugün bakın zorla baskıyla şu an zorla rıza üretme yöntemiyle iktidarlarını sürdürüyorlar. Formel olarak sürdürüyorlar. Bir yanıyla sürdürüyorlar ama diğer taraftan bakıyorsunuz halkın demokratik tercihlerinin sonucu olarak artık kendi içlerinde yaşanan kaosların, içte ve dışta yaşadıkları çatışma ve çelişkilerin tahribatını değil, aynı zamanda kendi içlerinde yaşadıkları çelişki ve çatışmaların tahribatını yaşıyorlar. Çünkü sen eğer kendini yenileyemiyorsan, organizmanı, metabolizmanı güçlendiremiyorsan demokrasiden beslenemiyorsan her şeyden önce kanını, canını demokratik siyasetten almıyorsan, geri kalan her organ nakli, her kan nakli tutmaz, senin bünyeni çürütür.   ‘Hayatımızı bitiremezsiniz’   Bugün siyasi iktidarın bünyesi de çürüyor ama bu çürümüş bünyeyle de ben mutlaka bu ülkeyi yöneteceğim deme cüretine de sahip. Bugün bizlere dönük yeni bir siyasi operasyon devreye girmiş durumda. Hem kayyum atamaları hem bizlere dönük tutuklama kararı, yine yakın süreç içinde Diyarbakır il binamızın önünde toplanan ailelerin siyasete malzeme haline getirilmesi ve bunun üzerinden bize dönük bir linç dalgasının başlatılmış olması şunu bize çok net olarak gösteriyor. Bu siyasi iktidar yine hayati fonksiyonlarından çok derin bir yara olmuş durumdadır ve hayatını kurtarmanın yolunu HDP’nin hayatını bitirmekte görüyor. Halkların Demokratik Partisi’nin siyaset dışı bırakırsam, tasfiye edersem ben kendi hayatımı kurtarırım diye düşünüyor. Dün de söyledik, şimdi de söylüyoruz, her yerde söylüyoruz, sokakta söyledik, miting meydanında söyledik seçim sandığında söyledik, mahkeme salonunda söyledik. Biz yaşam için varız. Biz yaşam üretmek için varız. Hayatımızı bitiremezsiniz.   ‘HDP'ye saldırıp da kimse kendi geleceğini karartmasın’   Baskı altındayız ama buna rağmen bütün kurdukları kumpaslar bütün yalan ve manipülasyon ağları toplumda karşılığını bulmuyor. Yarın öbür gün bir seçime giderlerse, yarın öbür gün kritik bir siyasi dönemece gelindiğinde bu halk gereğini yapacaktır. Bugün de gereğini yapacaktır yarın da. Ben her şeye rağmen önümüzün aydınlık olduğunu düşünüyorum. Ama şunu da söylemeden geçemiyorum; HDP'ye saldırıp da kimse kendi geleceğini karartmasın. Bizim dünyamız kararınca kimse 7-24 güneş altında yaşayamaz. Bu memlekette demokrasi herkes için yoksa, özgürlük adalet herkes için yoksa kimse kendi huzurlu mutlu yuvalarında, güvenli yerlerinde yaşayamaz. böyle bir şey yoktur. Hayatın, doğanın kurallarına aykırıdır. Bugün Kürt illerinde yaşanan trajedi Türkiye'yi karartmıyor mı, Türkiye’yi acıtmıyor mu? O insanların yaşadığı acılar bizlere de 10 bin çeşit şekilde yansımıyor mu? Ekonomik olarak yansıyor, siyasi istikrarsızlık olarak yansıyor, despotizm olarak yansıyor.    Şu an Türkiye siyasi, ekonomik krizin tam göbeğinde, siyasi iktidarın gündemine bakın: HDP'yi yok edelim, HDP'yi kapatalım, asalım, keselim. Siyasi iktidarın gündemi bu. Arada bir boş zamanlarında da ülkeyi yönetseler, ülkenin temel sorunlarını çözseler keşke. 7-24 HDP'yi hedef haline getirmişler. Bizi mahkeme salonlarında, sokaklarda, parti binalarımızda duramaz hale getirmek için uğraşıyorlar. Ama bizler bulunduğumuz her yerde, her zeminde halklarımızın geleceğini de demokratik haklarını da savunacağız.    ‘Hiçbir gözyaşını bir diğerinden ayırmadık’   HDP Diyarbakır İl Binası önünde nöbette olan ailelere ilişkin de konuşan Figen, şunları belirtti:    “Önemli bir nokta; yine partimize dönük siyasi operasyonların, hukuki kılıfa büründürülerek sürdürülen siyasi operasyonların başka bir noktası da şudur: Türkiye'de iktidar tarafından derinleştirilen savaş, çatışma, gerilim siyasetinin vardığı çok trajik noktalardan birisi Diyarbakır il binası önünde annelerin, ailelerin başlattığı oturma eylemidir. Bakın bu her açıdan trajik, sadece o ailelerin acısı bakımından değil. Her zaman biz sokakta da, miting meydanlarında da, parlamentoda da, mahkeme salonlarında da hep şunu söyledik: O annelerin acısı, bu ülkenin yurttaşlarının acısı; hepsi bizim acımızdır. İster dağdaki olsun, ister askerdeki olsun, ister Meclis'teki olsun ister sokaktaki olsun. Hepsi bizim acımızdır. Bu çatışmalarda bu savaş süreci içinde yaşamını yitirenler, onlar için gözyaşı dökenler, acı çekenler kim olursa olsun, onların acısı bizim acımızdır.    Bu zamana kadar hiçbir gözyaşını bir diğerinden ayırmadık. Ailelerinin kendi evlatları için istediklerini beklediklerini umduklarını hiçbir zaman görmezden gelmedik. Biz yıllar boyunca bu gerçeğin içinde yaşıyoruz. Ama siyasi iktidar bu gerçeği yeni keşfetmiş. Bundan yaklaşık bir ay önce keşfetti sanki. Bu zamana kadar zaten yaşanan ölümler üzerinden ölümleri kayıpları durduracak bir siyasi çözüm ortaya konabilecekken ölümler ve çatışmalar üzerinden siyaset yapmayı tercih ediyor. Siyasi iktidar durmadan çatışma zemini derinleştiriliyor. Dünkü gibi de değil artık. Dün daha dar sahada yaşanıyordu, bugün daha geniş sahada yaşanıyor.   ‘Bugün susarsak tarih bizi lanetler’   Bu çok dramatik bir durum değişikliği ama bunu Türkiye toplumuna da anlatmıyorlar. Sanki bu kadar dramatik, bu kadar hayati bir sorun yokmuş gibi davranıyorlar. Bu sorunun, bu gerçeğin üzerini örtmek için de HDP'ye saldırıyorlar. Dikkati ne kadar HDP'ye yöneltirsem, ne kadar linç operasyonlarını HDP’de odaklarsam büyük fotoğrafı o kadar göstermem diye düşünüyorlar.  Ama o büyük fotoğrafa baktığımızda tam bir felaketle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Büyük fotoğrafa bakmasınlar diye bizim parti binamız önündeki ailelerin tavrını ve bize dönük siyasi linç operasyonlarını kullanıyorlar. Ama biz o büyük fotoğrafı her zaman anlayacağız. Özellikle de bugün bu aşamada hatırlatacağız. Çünkü bugün susarsak tarih bizi lanetler. Çoluğumuz çocuğumuz sonraki kuşaklar bizi kınar. Bugün söylemek gerekiyor.   ‘Bu sorunu biz yaratmadık’   Yaklaşan felaketi görenler olarak daha fazla konuşmak daha fazla mücadele etmek gibi bir sorumluluğumuz var. Bunu bu siyasi iktidara değiştiremez bu sorumluluğu. Biz onlara karşı değil, biz tarihe karşı, biz bu halka karşı sorumluyuz. İstedikleri zulmü yapsınlar. Yapıyorlar, güçleri yetiyor. Ama biz de gücümüz yettiği kadar gerçeği savunacağız. Yarın öbür gün bu ülkenin çocukları dönüp tarihe baktıklarında; biz bir felaketin içine doğru bodoslama giderken hiç mi iki çift laf söyleyen siyasetçi olmamış, hiç mi müdahale eden, mücadele eden olmamış demesin diye konuşmak zorundayız. Bugün işte büyük fotoğrafı karatmak için yapılıyor HDP'ye dönük operasyonlar. Çağrı yaptık annelere; gelin mecliste komisyon kuralım, bu annelerin talebini birlikte karşılayalım. Aklı olan herkes bu annelerin sorununu HDP'nin çözemeyeceğini bilir. Çünkü HDP'nin yaratmadığını da bilir. Bu sorunu biz yaratmadık, savaşı biz çıkartmadık. Bu çatışmaları, operasyonları sürdürenler biz değiliz. Çatışan taraflardan biri biz değiliz. Çözüm merci biz değiliz. Ama biz siyasi çözümün üretilmesini daha merkezi daha total çözümün üretilmesinin merkeziyiz. Bu görevimizi de unutmadık.    ‘Sorunu siyaseten çözmeye adayız’   Çocukların ailelerini bırakalım getirmek bulmak gibi bir şansımız da yok. Bunu yapamayız ama ailelere şunun sözünü veririz; biz çocuklarınızın ölümüne, kaybına yol açan bu sorunu siyaseten çözmeye adayız. Biz bunu yaparız dedik, diyoruz. Meclis'te komisyon kurulması önerisini yaptık ve reddedildi. Bunun dışında ailelerin bu talebinden yola çıkarak demokratik mekanizmaların hayata geçirilmesi, Kürt analarının da, Türk analarının da, asker analarının da, gerilla anasının da göz yaşına sebep olan bu siyasi koşulların ortadan kaldırılması için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getiririz dedik. Bunu çok net ifade ettik. Bunun karşılığında yine arkadan dolanma operasyonları oldu. Bir annenin acısını çilesini bir siyasi partiye karşı kullanmak her şeyden önce ahlaki değildir.”   ‘Ahmet Davutoğlu dinlensin’   Figen, daha sonra da 6-8 Ekim Kobanê olaylarına dair de o dönemde yaşananları özetledi. Figen, “Bizim hakkımızda fezlekeler hazırlandığı dönemde başkanlık yürüten Ahmet Davutoğlu çok önemli bir açıklama yaptı. Biliyorsunuz şimdi yeni bir parti kurma hazırlığı girişimi içinde. O döneme ilişkin yaptığı açıklama kamuoyunda çok ciddi bir biçimde tartışıldı. Bana göre sadece siyasi kamuoyunun değil, bizim bu davalarımız da tartışma konusudur. Özellikle üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum. Ben tekrar hatırlatmak ve talebimizi yenilemek istiyorum. Hatırlarsanız 6-8 Ekim süreci özellikle ablukalar döneminde yaşananlar ile ilgili bizim hakkımızda düzenlenen fezlekelere dair yaptığım konuşmada bir talepte bulunmuştum. Demişti ki Başbakanı Ahmet Davutoğlu ile gerek birebir gerek dolaylı yollardan sayısız kez görüşme yaptığımız insanlardan biridir. Sürecin bilgisine sahip olan birinci derece de insanlardan biridir. En azından başbakanlık statüsünde olması hasebiyle ikinci derece diyebiliriz. Yürütmenin başı olması hasebiyle önemli bir muhataplığı vardır. Tanık olarak dinlenmesini istedik. Çağrılmasını, mahkemeye ya yüz yüze tanık olarak gelir, ya yazılı beyanlarını sunar, sorulur, bu davanın birinci dereceden gündemlerinden birisidir dedim gerekli görülmedi. Ama yargılama sürecinde gerekli görülmese bile bu talep kabul edilmese bile bile hayat akıyor, gerçeğini dayatıyor. Mahkeme salonlarına da yansıtıyor bu gerçeği. Hayatın aynasına baktığınızda mahkeme duvarlarının çok da kalın olmadığın görürsünüz. Çok net bir şekilde hayat size buradayım der ve gösterir.    ‘Sürecin sorumluları ve muhatapları tarafından açılması gerekiyor’   Davutoğlu, çıktı ‘7 Haziran ile 1 Kasım arasında yaşananları açarsam kimse insan yüzüne bakamaz’ dedi. Bir dizi tartışma yapıldı. Muhatabının kim olduğu açık aslında birincisi AKP’nin iktidar ortağı Devlet Bahçeli, elbette ki ikincisi de doğrudan AKP’nin kendisi bütün kademeleri ile AKP’nin kendisi. Davutoğlu bu süreçte yaşananları nasıl ifade edeyim, kendi siyasi ikbalinin bir malzemesi haline getirdi. Ne yazık ki bu gerçek ifadesi samimi bir şekilde Türkiye’de yaşanan sorunları çözme amacı ile ortaya konulamadı. Bu sözlerde keşke bir samimiyet olsaydı. Kendi sorumluluğunu da gören o dönemde yaşanan gelişmelerin tüm defterlerini açan bir beyan olsaydı. Ancak sonraki süreç içerisinde kendisi de bir linç operasyonu ile kuşatma ile sözünden caymaya, sözünü esnetmeye yöneldi. Ama çok net biçimde şu hakikat orta da kaldı; 7 Haziran ile 1 Kasım arasında ne oldu? Davutoğlu bunu tek boyutu ile açıkladı. MHP o dönemde, terörle mücadele operasyonlarının yürütüldüğü çok kritik bir dönemde beni desteklemedi. Hükümet kuracaktık aslında benimle, AKP ile hükümet kurmadı. Sadece burasından tutarak yani siyasi ikbali ve kaygılarıyla ilgili olan kısmıyla ifade etti. Ancak bu gerçeğin sadece iktidarla ilgili olan bölümü, onları ilgilendiren kısmı ve gerçeğin binde biri eder en fazla o süreçte yaşanan hakikatlerin, defterlerin bir bütün olarak sürecin sorumluları ve muhatapları tarafından açılması gerekiyor. Ama bu süreç nasıl yaşandı bu zamana kadar hesap defterleri tek taraflı işledi” şeklinde konuştu.    ‘Türkiye’nin geleceğinin aydınlık olduğunu kimse iddia edemez’   “Siyasi iktidar o dönemde bizden hesap sorma, bizden yaşadığı kaybın acısını çıkarma hesabını güttü ve o defterleri açtı”  diyen Figen, o döneme dair şunları dile getirdi:    “Yargılama dosyaları da o defterlere bakma, o defterleri açma ve kapatmanın ürünüdür. Hakkımızda hazırlanan fezlekeler de bütün dosyalar da bu anlayışın ürünüdür. Ancak onlar kendi sorumlulukları ile ilgili defterleri asla açmadılar, açılmasına da izin vermediler. Biz gerçeği kazıya kazıya, tırmalaya tırmalaya toplumun gözünün önüne çıkarmaya çalıştık. Bizim sınırlı çabalarımızla elbette ki bütün topluma ulaşmayan gerçekler oldu bunlar. 7 Haziran-1 Kasım arasında yaşanan felaketin boyutu Türkiye kamuoyunda ciddi bir biçimde tartışılmazsa, o felaketin hesabı ciddi bir biçiminde yapılmazsa Türkiye’nin geleceğinin aydınlık olduğunu kimse iddia edemez. Bakın burada tekrar uyarıyorum o dönemde büyük suçlar işlendi o büyük suçlarına arkasından Türkiye darbe girişimi ile karşı karşıya kaldı. Yıllar sonra OHAL ilan edildi, çatılma ve ölümler derinleşti. Arka arkaya toplu katliamlar yaşandı. Bütün yaşam alanları dar edildi, gasp edildi. O dönemin sağlıklı bir özeleştirisi ve değerlendirilmesi yapılmazsa doğrusu yanlışı açığa çıkarılmazsa -bizim yanlışımız varsa o da çıksın ortaya. Ama iktidar kendi yanlışını görsün, Meclis’teki bütün siyasi partiler kendi yanlışını görsün çıkarsın.    Ama bizim o dönemde de bugün de yaptığımız çağrıların hiçbirisi yanıt bulmadı. İktidar ısrarla o defterleri açmak istemiyor. Davutoğlu sadece ağzının kenarı ile kendisi ile ilgili kısmı açar gibi yaptı sonra zaten hızla kapattı. Ama o defterleri açmamakta direnen, o defterler açığa çıkarsa kendisinin işlediği büyük suçların açığa çıkmasından dehşetle korkan bir siyasi iktidar gerçekliği yönetiyor bugün Türkiye’yi ve bu çok korkunç bir şeydir. Korkular, kendisini korumak için bu kadar derin operasyonlara yöneltiyorsa bu ülkeyi yönetenleri orada çok büyük krizler yaşanır. Tarihteki bütün örnekleri ile bu böyle olmuştur. Türkiye’de de bu böyle olmuştur. 90’lar sürecinin sonu ortada biliyorsunuz. Bugün 2000’lerdeyiz sonumuzu göremiyoruz ama görmek için kahin olmaya gerek yok.”    ‘3 bakan ile görüşme gerçekleştirdik’   Dava dosyasına dair de Figen, şunları ekledi: “6-8 Ekim süreci konusunda taleplerimizi yineliyorum. Heyetinizin bu gözle değerlendirmesi gerekir. 6-8 Ekim süreci ile ilgili tanık talebimizi ve soruşturmanın genişletilmesini talebimizi yineliyorum 7 Haziran -1 Kasım arasında gerçekleşen karanlık süreçte aydınlatılması gereken kısmı şu bu saldırıları gerçekleştiren IŞİD çetelerinin o dönemde MİT ile bağlantısının olduğu, doğrudan muhataplarının ifadesi ile ortaya çıktı. Mahkeme kayıtlarına geçti. Suruç, Ankara katliamı dava kayıtlarına geçti ve geride bıraktığımız dönemde şu an QSD’nin elinde bulunan bazı IŞİD sorumlularının verdiği ifadeler var. Röportajlar var. Çok net söyleyeyim MİT hükümetten bağımsız hareket eden bir istihbarat yapısı değil doğrudan devlete bağlı, güncel olarak hükümete bağlı ve MİT aracılığı ile IŞİD yönetim birimleri ile yapılan görüşmeler ayan beyan ortadadır. Katliamların yapılacağı aslında önceden biliniyordu. Bugün IŞİD’e karşı yürütülen operasyonların çok önemli bir kısmı hedef şaşırtmak amacı ile yapılan operasyonlardır. Gözaltı yapılıyor, tutuklama yapılıyor ama hedef şaşırtmak amacıyla, kanıtları ortadan kaldırmak amacıyla yapılan operasyonlardır. Bakın 7 Haziran’ın akabinde Çözüm Sürecinden sorumlu 3 bakan istişare görüşmeler altında bizimle görüşmeye geldi. HDP Genel Merkezinde bir görüşme gerçekleştirdik. Onlar bizden ne istediklerini biz onlardan ne istediğimizi söyledik ve şunu çok net biçimde ifade ettik; bakın eğer şu an ülkede bir ara durum yaşanıyor, hükümet tek başına kurulamıyor ama bizler bu dönemde HDP olarak tek başına hükümet kurulması için çaba gösteririz. Bu süreci tıkayan bir siyasi krize, çözümsüzlüğe iten bir noktada durmayız. Hatta o dönem kamuoyunda konuşulan bir seçenekti, ana muhalefet partisi CHP ile AKP arasında bir koalisyon kurulma ihtimalini daha reel ve mantıklı gören eğilime girerseniz biz de bunu isteriz dedik.”   ‘Zulmün gözlerinin içine baktım’   Figen, o dönemde yaşananlar açığa çıkarılmadan gerçeklerin ortaya çıkmayacağını söyledi. Türkiye halklarına bir kez daha özeleştiri veren Figen, savunmasını şu sözlerle tamamladı: “Tutuklandığım ilk gün bu mahkemenin ilk duruşmada ben buraya yargılanmaya değil, zulmün gözlerine bakmaya geldiğimi söylemiştim. Üç yıldır da geldim ve gördüm. Bütün milyonlar adına yargılandım. Yargılayanların zulmün gözlerinin içine içine baktım. Yendik, kazandık, yine kazanırız. Zulüm edenlerin korkusunu da gördük, bizim haklılığımızı görmeye devam edecekler.”   Duruşma avukatların savunmasıyla devam ediyor.