‘Kadının tarım olmak üzere tüm alanlardaki gücünü görmek gerek’ 2019-07-07 09:01:02   Gülistan Azak   MERSİN - Dünya ekolojik yaşamdan hızla uzaklaşırken, kadının doğayla olan bağı ve toprakla ilişkisi çok daha büyük bir önem kazanıyor. Ekosistem Yaklaşımcısı Huriye Kara, kadının başta tarım olmak üzere tüm alanlardaki gücünün görülmesi gerektiğine dikkat çekiyor ve ekliyor: “Dünya çöl bir metropolitana dönüyor. Bugün yaşanan tarımsal sıkıntılara direnenin yine kadın olduğunun bilinmesi gerekir.”    Ekosistem Yaklaşımcısı Huriye Kara, doğa harikası bahçelerle çevrili bir evde yaşıyor. Bahçesinden topladığı meyvelerden hazırladığı içecekleri konuklarına ikram eden Huriye, ağaçlar arasında yürüyüş sırasında ekosisteme dair önemli bilgiler vererek sorularımızı yanıtlıyor.    * Huriye Yıldız Kara kimdir, kendinizi tanıtır mısınız?   Ekolojik çevrelerde ‘Kompost ana’ diye de tanınırım. Atık değerlendirme yönümle daha çok bilinirim. Biyolojik çeşitlilik anlamında hem doğal biyoçeşitlilik hem de tarımsal biyoçeşitlilik konularında yaptığım çalışmalarla kimi çevreler tarafından ise bana ‘Huriş Alatus’ yani ‘Akdeniz alt endemiği’ şeklinde bir isimlendirmede bulunmuşlardır. Şu an sizlerle 200 yıllık bir geçmişi olan Gilindires deresinden ismini alan Gilindires yerleşim yerindeyiz. Büyüklerim narenciye ürünlerinde önce portakaldan başlayıp limona öncülük etmişler. Bu bahçelerin içinde doğup büyüdüm. O zamanlar imece usulü, yaşamda bir ortaklık olduğu için de çok farklı kişilerden oluşan kocaman bir ailenin içinde yaşayarak hem doğal biyoçeşitliliği hem tarımsal çeşitliliği hem de insan çeşitliliğini öğrendim. 5 yaşıma kadar özgürce yaşadığım bir dönemden sonra Mersin’de tahsil hayatıma başladım. Ardından ise Konya Öğretmen Okulu’nda eğitimi sürdürdüm, sonra Ziraat Fakültesi’ne başladım. Aslında felsefik ve sosyal ağırlıklı bir yapım olduğu için doğru bir tercih olmadığı yönünde bir kanaatim vardı. Ama daha sonra İsrail’de ‘Entegre’, ‘Kırsal Kalkınma Planlaması’, İngiltere’de sosyo-ekoloji konusunda master yaptım. İngiltere’den sonra doktora çalışmaları kapsamında Alata Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü’ndeydim.    Oranın sit alanı ilan edilip korunması gerekiyordu. İşte Carettalarla yatıp kalkmaya başlamıştım. Yani 4 bin dönümlük bir arazinin her santimetre karesine hem gülücüğüm hem de gözyaşım düşmüştür. O dönemde benim insanlara kızma dönemlerimdi. Neden doğaya insafsızca davranıyorlar? Neden tarımı bu denli bencilce yapıyorlar? Sonrasında neden tekrar biz doğayı koruyoruz diyerek milyonlarca dolar harcayıp tekrar doğal projeler yapmaya çalışıyorlar? Yani bunu bozmadan yönetmek mümkün değil mi diye kafa yordum. Bunlar beni ekosistem yaklaşımı üzerine yoğunlaşmalara götürdü. Dünyadaki doğal ekosistemleri, tarım sistemleri, insan yapısına kafa yordum ve üzerine çokça çalışmalar yürütmeye çalıştım. Çalışmalarım hala devam ediyor.    * Ekosistemde kadının önemini ve üreticiliğini nasıl görüyorsunuz?   Kadın aslında topraktaki bereket gibi. Yani doğa ile kadın benziyor birbirine. Çünkü hep yenilenebilen, var olabilen ve kendisine yönelik tüm engellemelere rağmen dünyanın her yerinde tarımın temelini oluşturan ve sürdüren kişi olmuştur kadın. Tarımın köklerini tutan ve var eden kadındır. Tarihsel süreçten bugüne dek baktığımızda dünyanın her coğrafyasında aynı kadını ve tarımdaki üreticiliğini görürüz. Şimdi şöyle bir uzaktan baktığın zaman model tarımda kapitale dayalı iş dalı şeklinde yapılan tarımda, kadının rolü arka plana itilmiş durumda. Kadın görünmüyor. Ama dünya böyle değil. Dünyanın hala 3’te 1’i tamamen doğa ile tarımı birlikte götürebilen, emeğini ürüne dönüştüren ve bu sayede kendi toplumunu var edenin kadınlar olduğunu görüyoruz. Geleneksel kadın ile bugünkü kadın arasında çok büyük benzerlikler var. Aynı şeyi yapıyorlar. Birisi geleneksel anlamda kökteki tarımla bağlarını kaybetmeyen o dayanıklık ve sürdürülebilirlik refleksini gösterirken, günümüzdeki kadında ise tüm deneme-yanılma gibi tüm bilgi aşamalarından geçmiş ve geleneksel kadınla birlikte verdiği ortak mücadele çok önemli.    Yani ikisi de birbirine çok benziyor. Her ikisi de gerçek bilim ve sanata çok yakın. İkisinin de var edebilme, üretme ve ayakta kalmanın gücünü gösterme üzerine el ele tutuştukları çok noktalar var. Ekolojik yaklaşımlı tarım sisteminde bunu çok görüyoruz. Eğitim veren ve organik tarım projelerinde çalışanların, doğayla uyumlu projelerde çalışanların büyük bir bölümünün kadın olduğunu görürsünüz. Erkekler tarımın daha çok teknik işlerinde bulunurken, kadınlar ise var edici, uyumlu hale getiren bilimsel projelerde kendilerini gösterir.   * Bu bahçedeki çalışmalarınızdan ve amacından bahsedebilir misiniz?   Benim yapmaya çalıştığım bu sıkıştığımız dar boğazda narenciyedeki eski çeşitliliğimizi koruyup, çeşitliliği var ederek, korumaya çalıştığımız bahçenin de gelir getirici de olabildiğini gösterebilmek. Gıda topluluklarıyla katma değerli ürünler katarak ‘avoport’ diye bir içecek yaptım.  ‘Narentat’ diye doğal bir şekerleme yaptım. Adı unutulan pek çok çeşitleri hala yaşatabilir olmamız, röportajı gerçekleştirirken sırtımızı dayadığımız ağacın gölgesinde oturuyor olabilmemiz gibi durumlar bizlerin doğanın tarımla olan ilişkisini yadsımadan da var olabileceğimizin mücadelesini gösteriyor. Bu konuda öncülük yapmaya çalışıyorum diyelim.   * Dünyadaki ekosistem nereye sürükleniyor?   Yönetim ve kontrol isteği, hırslarına kapılarak kısa vadeli çıkarlarımızla yekpare olan doğa küremizi önce tarımsal alanlar, kentsel alanlar ve doğal ekosistem alanları diye 3’e ayırdık. Bununla da yetinmedik. Öyle bir duruma geldi ki dünya, tarım arada köprü vazifesini görüp çatırdama durumda şu an. Dünya tamamen çöl bir metropolitana doğru ilerliyor. Bu çok büyük bir sıkıntı. Peki bizim burada aklı başında yönetimlere geçmemiz gerekmiyor mu? Evet gerekiyor. Ama hep sistemin teknolojiye ve paraya endeksli olması bilim ve sanatın doğru yönlenememesine sebep veriyor. Doğayı bilinçli ve akıllıca kullanamamamıza ama boyuna doğayı korumaktan bahsetmemize yol açıyor. Tarımı doğru yapamamamıza ama boyuna tarımla ilgili çok şeyler söylememize ve çok şeyler yapıyor gibi görünmemize yol açıyor. Aslında çözüm basit. Yani bundan sonra gelecek jenerasyonlara doğa ve tarımla olan bu bağı yeniden kurmaları için ortam oluşturmaya çalışmalıyız. Aksi takdirde gelecek nesilleri kaybedeceğimizi de bilmek zorundayız. Bulunduğumuz bahçede gençlerin buluşması, çocukların buluşması ayrı olaylar ama temelde bu doğa, tarım ve insanı tekrar bir araya getirebilmek, temel fizikten, kimyadan, biyolojiden, doğanın doğurganlığından, üretkenliğinden çocuklarımızın doğal olarak büyümesini sağlamak zorundayız. Aksi halde kendi doğasını bulamayan, nereye çarpacağını bilemeyen bir nesle dönüşeceğiz.   * Ekosistem konusunda çağrınız nedir?    Çağrılarım oluyor. Yazarak oluyor, sizlerin kanallarıyla konuşarak oluyor. Çağrımızı gençlere. Gençlerle çok çalışıyorum. Ama gençler kendilerindeki doğal ritmi kaçırmış durumdalar. Ben gençlerin daha çok gerçekçi olmalarını istiyorum. Yani doğa korumak, doğa dostu tarım, toplum destekli tarım konularında dünyada çok güzel samimi çalışmalar da var. Gençlerin doğayı gerçekten algılayabilmeleri, doğal ekosistemlerin doğal yapısını kendi bünyelerinde de yaşamalarını istiyorum.  Yani bu hızlı ritim olan yalan söylemekten vazgeçmelerini istiyorum. Çünkü yine zararı kendileri çekiyorlar. Yani teknoloji ve para çok rahatlıkla bilim ve sanatı köleleştirebiliyor. Piramit tersine dönmüş durumda bugün ve altında eziliyoruz. Piramidin altında ezilmemenin yolu gerçekçilikten ve doğru bildiğimizden vazgeçmemek. Tarım, toprak, iklim şartlarıyla uğraşmak öyle dıştan göründüğü gibi kolay bir olay bir durum değil. Doğayı korumak da doğa projeleri yapmakla değil, kalmış doğal sistemlerimizi kendini yenilmesi ve el atılmaması yönündeki ciddi çabalarla mümkün olabilir. Bu anlamda gençlere çok iş düşüyor. Gençlerin doğanın içinde daha fazla vakit geçirmesi, doğa ve tarımla hala bağlarını koparmamış yerel insanları gerçekten anlayabilmeleri ve gerçek işbirliğinde bulunmaları gerekiyor.    Bugün dünyanın bir çok yerinde kurulan ekolojik, perma kültür çiftliklerin, eko köylerin kurulduğunu komün sistemlerle, gençlerin bu alanlarda ciddi mücadeleler verdiğini görüyoruz. Ama bir şekilde dışarıdan beslenmeyi en aza indirgemeyi ve bu sistemi sürdürebilme, yerel insanlara bunun ne denli uyuştuğunu göstermek gerektiğini özellikle vurgulamak istiyorum. Bu da yerel insanla ne kadar iç içe olduğun, adapte olabildiğin, üretime yol açabildiğini sorgulamakla mümkün. Yani dayatılan sisteme yeni köleler icat etmekle değil,  özgürleşmemiz için zincirleri nerelerde kırabilmemizi ya da nerelerde o destek ve paylaşımları yapabileceğimizi samimiyetle sorgulamamız gerekiyor.   * Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?   Önce işe kendimizle başlamak, kadının dünyayı doyurduğunu, tarımının bel kemiğini oluşturanın kadın olduğunu, bugün yaşanan tarımsal sıkıntılara direnenin yine kadın olduğunun bilinmesi gerekir. Kadının tarım başta olmak üzere tüm alanlardaki gücünü görmek gerek. Birlikte ama çeşitliliğimizi kabul ederek, bizi güzelleştiren farklılığımızı ortaya koymalıyız diyebilirim. Yine her Mart ayında baharın o coşkusunu ve yenilenmesini karşılamak için 41 çeşit ot topluyorum. Topladığım otlarla döğmeli, nohutlu, yoğurtlu bir çorba yapıyorum. Bahçenin her yerinden meyveler topluyorum. Bunlardan içecekler yapıyorum. Bu durumu şölene dönüştürdüm. Bu sene 9’uncusunu düzenliyorum. Kadınlarımıza gelir olsun diye bahçemde o gün için tezgah açabileceklerini söylüyorum. O gün akşama kadar hep birlikte baharın coşkusunu karşılıyoruz. Gelenlerle o gün meditasyon yaparız, solucanlardan konuşuruz vesaire. Bu şekilde günümüzün hem verimli hem de eğlenceli hale getirmeye çalışırız. Önemli olan büyüklerimizin miras bıraktığı bilgiyle, doğanın uyanışını hep birlikte karşılayabilmek ve onlardan öğrendiğim bitkileri gelenlerle ikram edebilmek.