Selma Irmak: Bu yıl ki 8 Mart’ın adı direniştir 2019-03-06 09:05:31   Şehriban Aslan   KOCAELİ - Kandıra Cezaevi’nde başlattığı açlık grevi eyleminin 51’inci gününe giren HDP eski Milletvekilli Selma Irmak, her 8 Mart’ın dünyanın bütün kadınları için isyan ve direniş ateşinde yeniden kararlaşmanın günü olduğunu belirterek, “Bu yıl ki 8 Mart’ın adı direniştir” dedi.    8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önceki dönem Hakkâri Milletvekili Selma Irmak ile 8 Mart ve açlık grevlerine ilişkin görüştük. Selma, tutsak edildiği Kandıra 1 Nolu Cezaevi’nden JİNNEWS aracılığıyla kadınların 8 Mart’ını kutladı, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması için yetkililere çağrıda bulundu.   *8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü cezaevinde karşılıyorsunuz. Ayrıca bir yandan Leyla Güven öncülüğünde başlatılan ve sizin de katıldığınız açlık grevleri devam ediyor. Buna ilişkin neler diyeceksiniz?   Kara kışa, karanlık erkek zihniyetine karşı bahara ve aydınlığa kavuşmanın ilk müjdesi, ilk açan direniş çiçeği olan 8 Mart’ı kadın öncülüğünde başlayan görkemli bir direniş süreciyle karşılamanın heyecanını, coşkusunu yaşıyoruz. Bu coşku ve heyecanla başta 8 Mart’ta hak ve adalet, eşitlik mücadelesi uğruna yaşamını yitiren New Yorklu dokuma işçisi cesur kadınları, erkek zihniyetine karşı kalpsiz bir dünyanın vicdanı olma adına mücadele eden, yaşamını feda eden ve her biri biz kadınlar için direniş gerekçesi olan tüm hakikat arayışçısı kadınları saygıyla, minnetle anıyorum. Bugün dünyanın dört bir yanında direnen tüm kadınları selamlıyor, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’müzü kutluyorum.   Bugün tüm dünyada savaşın, katliamların, göçün, yoksulluğun ve şiddetin tüm vahşetiyle sürdürüldüğüne erkek zihniyetinin yaşamın her alanına hakim kıldığı faşizme tanık oluyoruz. Elbette bu vahşetin en fazla kadınlar üzerinde yürütüldüğünü söylemeye bile gerek yoktur. Ancak insanlığın hakikat ve adalet terazisi erkek eliyle ve kadınların aleyhinde zamandan bugüne kadınların mücadelesi, isyan ve başkaldırısı da devam edegelmiştir. Erkek aklın zulmüne karşı kadın ruhunun mücadelesi hep var olmuştur. Bu ülkede de AKP ve MHP’nin her geçen gün daha pervasızlaşan kadın düşmanı politikaları ve uygulamaları kadınlara hayatı cehenneme çevirmiştir. Kuşkusuz, bu faşizan uygulamaların kapsamında tüm toplum vardır. Ancak şiddet üzerine temellenmiş tüm sistemlerin ilk elden hedefi kadınlardır. Kadınların şahsında toplumu denetimde tutmak, teslim almak isterler. Kadınlara annelikten başka kariyeri uygun görmeyen, kadınların konuşmalarına, gülmesine, görünür olmasına tahammül edemeyeni; kadın bedeni üzerine faşizmin en çirkin yüzünü ortaya koyan mevcut iktidar elbette kadına yönelik şiddette, tecavüze, tacize, katledilmesine, çocuk istismarına da cezasızlıkla geliştirdiği kadın düşmanlığı üzerine bina edilmiş söylem ve politikalarla adeta teşvik edici, cesaretlendirici, mazur gören olacaktır.   Her 8 Mart, dünyanın bütün kadınları için isyan ve direniş ateşinde yeniden yıkanma, arınma, kararlaşma günüdür. Bu yıl ki 8 Mart’ın adı direniştir.   Tüm toplumun korku cenderesine alındığı; deyim yerindeyse alacakaranlık kuşağı yaşatıldığı bu en suskun, en sindirilmiş, en ufak bir direnişin ve karşı koyuşun en zalimane cezasıyla cezalandırıldığı; karanlık gecede yine kadınlar, “karanlığa küfretme yerine bir mum yakma” görevini üstlenmişlerdir. Her 8 Mart, dünyanın bütün kadınları için isyan ve direniş ateşinde yeniden yıkanma, arınma, kararlaşma günüdür. Özgürlük, eşitlik ve hakikat mücadelesinde yitirdiğimiz kız kardeşlerimizi; Rozaları, Claraları, Mirabel Kardeşleri, Kürtlerin Kelebeği Saraları, Seveleri, Bosnalı Leyla’yı, Êzidi kadınları, Kader’i, Sibel’i, Rozerin’i ve daha nice nicelerini anma mücadele gücü anılarıyla büyütme günüdür. İşte bu yılda ışığa pervane olmayı seçen ateşte yanarak ateşi kavurmayı isteyen sevgili Leyla Güven’in öncülüğünde başlayan görkemli bir direnişle 8 Mart’ın ruhuna yakışır bir duruşla karşılıyoruz. Bundan daha büyük bir onur ve sevinç olamaz. Mutlaka başaracağımıza olan inanç ve güven her zamankinden çok daha fazla bugün. Bu inancı bu güveni, dünyayı kasıp kavuran herkesin yenilmez dediği kara bıyıklı, kara zihniyetli, kara yürekli DEAŞ’ı dize getiren tüm dünyanın gözü önünde o kadın ve insanlık düşmanlarına diz çöktüren, bahar yüzlü, ışığın kaynağı kadınlardan alıyoruz. Başarılamaz denilen başarılmıştır. İmkânsıza diz çöktürülmüştür. Leyla’nın direniş çığlığı dünyanın birçok yerinde direnen kadınların yüreğine ulaşmıştır. Türkiye’nin dört yanında kız kardeşlerimizle omuz omuzayız, biliyoruz.  Bu anlamda diyebilirim ki 2019 yılının 8 Mart’ı hem Kürt kadınları hem de faşizme karşı mücadele eden tüm kadınlar için ayrı bir anlam ve önem taşımaktadır. Bu yıl ki 8 Mart’ın adı direniştir.   Bu sürecin kadın öncülüğünde başlamasında şaşılacak bir yön yoktur. Yaşamın sahibi kadın ise, karartılmak, zehirlenmek, yok edilmek istenen yaşama elbette kadın sahip çıkacaktır. Zulmün gölgesi ne kadar büyük olursa olsun, ömrünün yükselen güneşle sona ereceğini en iyi kadınlar bilir. Umutsuzluk bulutlarını esrik bir rüzgâr almayı kadınlar başarır ancak; bizler de etrafımızda beyhude çekilmiş duvarlara, tel örgülere, sürgülü demir kapılara hiçbir zaman aldanmadık; onları soframıza buyur etmedik. Leyla’nın sesini bir avuç gökyüzümüzden duyduk. Dostun selamını karşılıksız koymadık. Güneş balçıkla sıvanabilir mi? Kadınları zincire vurmak, hapsetmek, direnme azmini ve gücünü köreltir mi? Elbette hayır… Kadınlar içerde, dışarıda, evde, fabrikada, tarlada, sokakta, her yerde, her zaman direnmeye devam edeceklerdir. Bu dünyanın yüzü kadın yüzü olana dek.    *Cezaevindesiniz ne tür zorluklarla karşılaşıyorsunuz?   Evet, ben de bu ülkede hak ve özgürlük mücadelesi yürüten her muhalif insan gibi genç yaşta cezaevi ile tanıştım. Michael Faucalt ‘Hapishanenin Koğuşu’ kitabında hapishanelerin iktidarlar için toplumu kontrol etmenin hizaya getirmenin, kişileri kimliksiz, iradesiz, biat eden, bireyler haline getirmenin en önemli aracı olduğunu dile getirir. İktidarların toplumu ve bireyleri özne olmaktan çıkarıp bir kabuk nesne haline getirirken, işledikleri insanlık suçlarını hukuk denilen aygıtla nasıl kamusallaştırdıklarını anlatır. Herkesin gözü önünde izlenen bu suçlara kamu da hukuk aracılığı ile ortak edilir. Hapishane mekanizmasına benzer, hapishaneler okul, akademi, askeri kışla, tımarhane gibi mekanizmalarla sistemin sürdürebilirliğinin garantisi sağlanır. Kuşkusuz doğanın bir parçası olan insan özgürlük duygusunu özünde taşır ve her tür kapatılmaya içgüdüsel olarak karşı çıkar. Doğanın en kaotik ve derin yapısına sahip kadın ise bu özelliği itibariyle tüm zamanlar için öncelikli hedefi halindedir. Kadın doğası durgun su gibidir. Derinliği ve tehlikesi iktidarlar için hep muammadır. Olağanüstü korkutucudur.   Erkek egemenlikçi sistemler, iktidarlar; o nedenle kadın bedenini hep kontrol altında tutmak ister. Çünkü kadının toplumun direniş hücresi olduğunu bilirler. Cezaevlerinde kadınlar aslında büyük kapatılmadan toplumsal kapatılma, görünmez kılınma, küçük kapatılmaya maruz kalırlar. Bu durum çoğu zaman biz kadınlar için kendini bilme, kendi olma, kendini bulma yolculuğuna vesile olur. Kadınlar cezaevinde anne olma, eş olma, evlat olma, rollerinden yani toplumsal rollerden, yüklenilmiş misyon ve sıfatlardan arınırlar. Sıfatsız, yaşsız, hiyerarşisiz bir ortam yaratırlar. İlk defa kendini fark eder, kendi ile tanışır. Potansiyelini, gücünü, yeteneklerini, sevdiği sevmediği şeyleri fark eder. Çünkü hapishane dışında ki tüm alanlarda, kendi dışında herkesle ve her şeyle ilgilenmiştir. Erkeklerin gölgesinin olmadığı bu zorlu mekânda kadınlar arası dayanışma, cins sevgisi ve cinsine dolayısıyla kendisine güven gelişir. Buradan cezaevine güzelleme yaptığım anlaşılmamalı, kadınların büyük kapatılmanın etkisinden kurtulmalarının mekânını yaratamamış olmanın acı bir deneyimden söz ediyorum. O nedenle sistemin kaba şiddeti karşısında cezaevinde kadınların nasıl büyük bir cesaret ve özgüvenle başarma umudu ve inançla mücadele ettiklerini anlaşılır kılmaya çalışıyorum. Kadınların cezaevlerinde öncelikle kendi kimliklerine kazınmış toplumsal cinsiyet belasından nasıl sıyrıldıklarını, kendini bulan, kendi olmayı başaran kadının hapishane duvarlarını, tel örgüleri ve fiziksel esareti nasıl paramparça ettiklerini anlatmak istiyorum. Mucize kabilinde o kadar çok kolay yaşadık ki kadındaki baskılanmış enerji ve bu enerji zincirlerinden kurtulunca nelere kadir olduğunu hayranlıkla gördük, yaşadık. Bugün cezaevlerinde kadınlar öncülüğünde başlayan bu direniş sürecini de böyle anlamak gerekir.   *Cezaevlerine yayılan açlık grevi eylemine sizde Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel ile birlikte başladınız ve eyleminiz 51’inci gününe girdi. Talep karşısında sessizliğini sürdüren yetkililere bir çağrınız var mı?    DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel ile 16 Ocak’ta başladığımız süresiz-dönüşümsüz grevimiz bugün itibariyle 51’inci gününe girdi. Sağlık durumumuz oldukça iyi. Şimdiye kadar 3,5 kilo verdim, tansiyon ve şeker ölçümleri her gün yapılıyor. Olağanüstü bir durum yok. 40’lı günlerden sonra koku hassasiyeti başladı. Ancak algıda ve dengede hiçbir sorun yok. B1 ve B6,  B12,  B1 kompleksi almaya devam ediyoruz. Moral ve duygu boyutu ise olabilecek en üst seviyede. Direnmenin huzuru, mutluluğu ve onuru tüm fiziksel etkilere galip geliyor.   Bizlere güç veren talebimizin haklılığı ve meşruiyetidir. Sayın Öcalan üzerindeki mutlak tecrit; bir halkın tecrit edilmesi, toplumun tecrit cenderesine alınmasıdır. Sayın Öcalan üzerindeki tecrit politikası uygulandığı günden bugüne tüm toplum, muhalif tüm kesimler baskı ve şiddet politikası altındadır. Binlerce insan cezaevindedir. Yüz binleri bulan göçler, binleri bulan sivil ölümleri gerçekleşmiştir. Askeri ve güvenlikçi politikalar, bitmeyen Olağan Üstü Hal’in (OHAL) keyfi ve faşizan uygulamaları; toplumu geleceğinden kaygılı, umutsuz ve bir karanlığa mahkûm kılmıştır. Bu nedenle Sayın Öcalan üzerinde ki tecrit sadece bir insanın kişisel haklarının gasp edilmesi değildir. Bu hukuksuz uygulamanın kaldırılmasını talep ediyoruz. Yarın çok geç olmadan bu talebe kulak verilmeli, gereği yerine getirilmelidir. Sevgili Leyla Güven açlık grevinin 4’üncü ayına yaklaşmıştır. Demeçlerinde talebi yerine getirilene kadar kararlılıkla eylemini bedeli ne olursa olsun sürdüreceğini ifade etmektedir. Bu haklı ve meşru talebin etrafında kenetlenen bizlerde aynı kararlılıkla eylemimizi sürdüreceğiz. İktidarı aklıselim olmaya, sağduyuya davet ediyoruz. Toplumu daha fazla germenin kimseye yararı yoktur. Şiddetle baskıyla, keyfiyet ve hukuksuzlukla hiçbir zaman sonuç alınamamıştır bugünde alınmayacaktır. Mutlaka başaracağımıza inancımız ve kendimize güvenimiz tamdır.    *Cezaevlerinde bulunan kadın tutsaklara dönük yaklaşımlar nasıl ve nasıl değerlendiriyorsunuz?   Cezaevleri, sistemlerin çıplak şiddeti en pervasız haliyle uyguladıkları alanlardır. İktidarlar cezaevlerinde en sahih yüzünü maskesiz olarak sergilerler. Faşist, cinsiyetçi, despot, anti demokratik uygulamalarını hesap vermemenin rahatlığıyla ortaya koyarlar. Elbette bu uygulamalardan en çok yine kadınlar nasibini alır. İnsanlık dışı muamele, insan onuruna aykırı uygulamalar, psikolojik ve fiziksel şiddet, çıplak arama, taciz, tecavüz en temel insani hakların gaspı kadın cezaevlerinde, kadınlar üzerinde uygulanan devletin erkek şiddeti hegemonyasıdır. Buna karşı kadın tutsaklar bedenlerini siper ederek, en güçlü irade ve kararlılıkla direniş hattı örerler.     Elbette Sevgili Leyla’nın söylediği gibi, ‘Kolay ölmeyeceğiz.’ Hep birlikte mutlaka ama mutlaka başaracağız.   Susturulmaya, sindirilmeye, teslim olmaya dönük uygulamalar kadınların ördüğü bu direniş hattına çarparak, parçalanır. Ancak burada önemli bir dayanak noktası toplumsal mücadeledir. Toplumun tüm tutsakların özelde kadın tutsaklarının direnişini sahiplenmesi, destek vermesidir. Kadınların direniş sesinin duvarları aşması için içsel mücadele yeterli değildir. Toplumun bu sese ses olması önemlidir ve hayatidir. Tıpkı yaşamın her alanında kadınlara uygulanan şiddet politikasına sadece kadınların karşı koymasının yetmeyeceği gibi içerdeki direniş hattını destekleyen bir toplumsal mücadele hattı örülmek zorundadır.   Bugün yaşadığımız direniş süreci de böyledir. Bizler kahraman olmak için değil, ölmek için hiç değil, yaşamı herkes kadar çok seviyoruz. Yaşanılası bir yaşamı zindana çeviren, cehenneme dönüştüren, bu baskı ve şiddet zincirini kırmaya çalışıyoruz. Tüm gayemiz ve gayretimiz bunun içindir. Diktatörleri, tiranları despotları yaratan ve yaşatan toplum ise onu alaşağı edecek, ortadan kaldıracak olan yine bu güce sahip olan da toplumdur. Tek tek bizleriz. Başta kadınlar olarak halkımıza, halklarımıza yeni acılar yaşatmak istemiyoruz. Bu eylemle esasında yaşanılan tarifi imkânsız acıları önleyemediğimizin öz eleştirisini veriyoruz. Analarımızın yaşadığı evlat acısını dindiremediğimiz için bugün bedenlerimizi direnişe yatırdık. Elbette Sevgili Leyla’nın söylediği gibi, ‘Kolay ölmeyeceğiz.’ Hep birlikte mutlaka ama mutlaka başaracağız.    *8 Mart’a ilişkin çağrınız nedir?   Mart ayıyla beraber baharın coşkusunu alanlara taşıyan, karları yararak güneşe gülümseyen binlerce berfine yüreği çiçek bahçesi kadınlara en kalbi sevgilerimi, selamlarımı, inancımı ve umudumu gönderiyorum. Her ne kadar fiziksel olarak yanınızda olamasak da yüreğimizle yanı başınızda serçe parmaklarınızdan tutarak kadın direniş halayındayız. Dünyayı kadınlar değiştirecek. Özgür bir yaşamı kadınlar inşa edecek. Bu duygu ve inançla tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorum. Jin ile Jiyan azad olacaktır. Hepinize, hepimize başarılar diliyorum.   Kandıra 1 Nolu Cezaevi