Eren Keskin: İmralı Cezaevi hala tespit edemediğimiz bir merkeze bağlı 2019-02-13 10:13:35 Safiye Alagaş İSTANBUL - Abdullah Öcalan’ın ilk avukatlarından olan Eren Keskin, İmralı Cezaevi’nin Kürt sorununun tam ortasında bir mesele olduğunu belirterek, “İmralı Cezaevi bizim hala tam olarak tespit edemediğimiz bir merkeze bağlı. O nedenle İmralı Cezaevi sorunu merkezi bir sorundur. Dünyayı her zaman direnenler değiştirir. O nedenle Türkiye Cumhuriyeti Devleti politikalarını değiştirmek zorunda kalacaktır” dedi.    PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın İmralı tecrit sisteminde tutulması 21’inci yılına girerken, bu tecridin kaldırılması için Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven öncülüğünde başlatılan açlık grevleri ise devam ediyor. 15 Şubat 1999 tarihinde uluslararası komployla Türkiye’ye getirilen Abdullah Öcalan’ın ilk avukatlarından biri olan İnsan Hakları Derneği (İHD)Eş Genel Başkanı Eren Keskin, İmralı’daki tecrit sistemini değerlendirdi.    Eren, ilk günden itibaren İmralı Cezaevi’nde gerek Türkiye’nin iç hukuku gerekse uluslararası hukuka hiç uygun olmayan bir sistemin hayata geçirildiğini tespit ettiklerini belirtti.    ‘İmralı Cezaevi hala tam olarak tespit edemediğimiz bir merkeze bağlı’   İmralı’da ilk günden itibaren uygulanan sisteme dair bir takım örnekler veren Eren, şunları aktardı: “O dönem avukatları olarak saldırılara uğradık, dövüldük, hakaretlere maruz kaldık. Cezaevine gidişimiz engellendi. Örneğin o tarihlerde de yetkili savcılık Gemlik’teydi. Gemlik’teki savcılığa gittiğimizde ‘yetki bende değil’ cevabını veriyordu. Bizde o zaman şunu sorardık: ‘Ne demek yetki sizde değil. Yazılı hukuka göre yetki sizde.’ Oda ‘Siz cezaevi idaresiyle görüşün’ diyordu. Tabi ki biz o dönem idarenin tamamen Genelkurmay’a bağlı olduğunu son derece iyi biliyorduk. Tabii bu gün Türkiye’nin yönetim şeklinde bazı değişiklikler oldu. Yine de İmralı Cezaevi bizim hala tam olarak tespit edemediğimiz bir merkeze bağlı. Çünkü bu gün İmralı Cezaevi’ndeki uygulama Türkiye’nin kendi yasalarına da aykırı. Hükümlü olan bir kişi, vasisinden alınan vekaletle avukatı tarafından her zaman görüşme hakkına sahiptir. Ailesiyle görüşme hakkına sahiptir. Ama bu haklar eğer bu kadar uzun bir dönemdir uygulanmıyorsa ortada bir sorun vardır demektir. Bu sorunda siyasi bir sorundur.”   ‘İmralı çözülmeyen sorunun merkezi’   İmralı Cezaevi’nin Kürt sorununun tam ortasında bir mesele olduğunun altını çizen Eren, Abdullah Öcalan’a sadece bir hükümlü diye bakılmaması gerektiğine işaret etti. Ortada siyasi bir sorun olduğunu ifade eden Eren, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt sorununu barışçıl yollarla çözmek istemediğini her zaman bir çatışma ortamına ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. Çünkü bu çatışma ortamı coğrafyanın içindeki milliyetçiliği ve ırkçılığı besliyor. Bundan da bir takım siyasi güçler nemalanıyorlar. Böyle bir çatışma ortamına, böyle bir çözülmemiş soruna ihtiyaçları var. Bu nedenle de İmralı Cezaevi bu çözülmeyen sorunun merkezi durumunda varlığını devam ettiriyor” diye konuştu.   ‘Tecrit Türk devletinin çözümsüzlük siyasetinin bir parçası’   Şuan devam eden tecridin temel amacının çatışmalı ortamın sürdürülmek istenmesi olduğunu kaydeden Eren, şöyle devam etti: “Çünkü bu gün yerel seçimler var. Yerel seçimlerde son derece komik bir söylemle çıkan iki siyasi parti var. ‘Beka sorunu.’ Beka sorunu nedir? Türkiye’nin varlık yokluk sorunudur. Böyle bir sorunu mu var Türkiye’nin? Hayır. Ama böyle bir sorun varmış gibi davranarak ve bunun merkezine de Kürtleri koyarak, böyle bir sorun varmış gibi göstererek Türkiye’deki milliyetçiliği besleyerek kendilerini var etmeye çalışıyorlar. O nedenle bence İmralı Cezaevi sorunu merkez bir sorundur. Hiçbir hukuki yanı yok. Kaldı ki burada tuhaf olan hatta traji komik olan başka bir mesele var. Orada Abdullah Öcalan dışında 2 mahpus daha var. Onlarda aileleriyle görüştürülmüyor. Bunun yazılı hukukla, altına imza atılan uluslararası sözleşmelerle açıklanabilecek hiçbir boyutu yok. Bu tamamen Türk devletinin uyguladığı çözümsüzlük siyasetinin bir parçasıdır.”   ‘Türkiye Kürtlerle barışmak zorunda’   Abdullah Öcalan’ın her zaman barışta ısrarcı olduğunu vurgulayan Eren, Kürt sorunun silahsız ve barışçıl şekilde çözümü dışında başka bir çözüm yönteminin olmadığını dile getirdi. Devletin de bunun farkında olduğunu dile getiren Eren, “Bunu bence devlette farkındaydı ve denemeye çalıştı. Ama baktı ki Kürt sivil siyaseti güçleniyor. Bundan korktu. Yani HDP’nin güçlenmesi, Suriye’deki gelişmeler Türkiye’yi yeniden silahlı çözümsüzlüğe yöneltti. Bence bu yol çok uzun devam edecek bir yol değil. Türkiye Kürtlerle barışmak dışında, Kürtlerle anlaşmak dışında bir yola gidemez. Bu tam tersine kendileri açısından ‘beka’ sorunu olacaksa eğer bu çözümsüzlük politikaları geliştirecektir” ifadelerini kullandı.    ‘Ancak disiplin cezası ile tecridi sürdürebilirler’    Abdullah Öcalan ve diğer hükümlülere son günlerde verilen disiplin cezasına da değinen Eren, “Bu bütünüyle insanlık dışı bir uygulama. Sadece kendilerince buldukları hukuki yöntem bu. Çünkü başka bir yöntem bulamazlar. Ancak disiplin cezası var diyerek tecridi sürdürebilirler. Buda tabi akıl almaz ve hukuk vicdanına hiçbir şekilde uymayan bir yöntem biçimi. Tabi burada uluslararası mahkemeyi de eleştirmek gerekiyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bu konuda maalesef şuanda tam da devletler mahkemesi gibi davranıyor. Uluslararası hukuk eğer bu uygulamaların yasa dışı olduğunu tespit etse ve bu yönde bir karar verse durum çok daha kolaylaşacaktır. Ama maalesef AİHM’in son kararları da hiç açıcı değil” dedi.    ‘Türkiye’yi yönetenler çözüm istemiyor’   20 yıllık tecridi Tükiye Cumhuriyeti Devleti’nin çözümsüzlük politikalarının devamı olarak gördüğünü ifade eden Eren, “Kürt sorunun çözülmesini istemedikleri için tecride devam ediyorlar. Çözüm bu coğrafyayı normalleştirir. Milliyetçiliği, ırkçılığı geriletir. Ama Türkiye’yi yönetenler bunu istemiyorlar. Bunun tek cevabı budur” diye belirtti.    ‘Dünyayı her zaman direnenler değiştirir’   İnsan hakları savunucuları olarak açlık grevlerini önermediklerini söyleyen Eren, kişinin bu yöntemle kendi hayatına son vermesi anlamına geldiğini belirtti. İnsanların bazen o kadar büyük bir çözümsüzlük içinde oldukları zaman bu çözümsüzlüğün içine açlık grevi dışında başka bir yol bulamadığını dile getiren Eren, “Aslında Leyla Güven kendisi için de bir şey talep etmiyor. Bence Leyla Güven’in tecride karşı yaptığı bu açlık grevi eylemi aynı zamanda Türkiye’nin çözümsüzlük politikalarına karşı yöneltilen son bir direniştir. Ben Leyla Güven’in çok değerli bir insan olduğunu biliyorum. Her zaman barışı savunmuş, barış için ölümü göze almış. Dilerim bir an önce bu hukuksuzluk son bulur ve Leyla Güven de kendi hayatına döner. Ancak bu sessizliğin, duyarsızlığın, vicdansızlığın politikası bir gün ters tepecek. Bir insan hakları savunucusu olarak buna inanıyorum. Ben her zaman şunu söylüyorum. Dünyayı her zaman direnenler değiştirir. Bu çözümsüzlük politikalarıyla, bu eski ve gerici politikalarla yeni bir çözüm bulmak mümkün değil. O nedenle Türkiye Cumhuriyeti Devleti politikalarını değiştirmek zorunda kalacaktır” dedi.