Başka Bir Akademi Mümkün: Sessizlik duvarını birlikte yıkalım 2019-02-04 09:01:22   Yeşim Oruç   HABER MERKEZİ - Akademideki cinsiyetçiliğe ve cinsel tacize karşı başlatılan imza kampanyası için akademisyenler, "İmza metnimiz, akademide bunu yaşayan hiçbir kadının kendisini yalnız hissetmemesini, bu seslerin bir araya gelirse, birbirine karışırsa çok daha güçlü bir sese dönüşeceğini ve birlikte olursak sessizlik duvarını yıkabileceğimizi söyleyen bir metin" dedi.   Akademideki cinsiyetçiliğe ve cinsel tacize karşı "Başka bir akademi mümkün" diyerek başlatılan imza kampanyası ses getirmeye devam ediyor. "Başka bir akademi mümkün" diyen akademisyenlerle, kampanyanın başlama süreci, "başka bir akademinin" nasıl mümkün kılınabileceği ve akademideki cinsiyetçiliğe karşı nasıl bir mücadele yürütüleceğini görüştük. İmza metnini hazırlayan Dr. Senem Timuroğlu, Dr. Esra Sarıoğlu, Dr. Esin Düzel,  Dr. Selda Tuncer doktora öğrencileri Mete Sefa Uysal ve Ozan Çağlayan, ortak bir metinle sorularımızı yanıtladı.   * Bildiriyi kimlerle hazırladınız ve hazırlık süreciniz nasıl oldu?   Bildiriyi çoğu birbirini daha önce tanımayan, Ceren Damar'ın öldürülmesi ve Murat Paker davası sonrası sosyal medyada paylaşımlarıyla buluşan 7 akademisyen olarak hazırladık. Aramızda doktora öğrencileri, üniversitede öğretim görevlileri ve şu anda bağımsız araştırmacı olarak çalışanlar var.Bir kısmımız yurt içinde bir kısmımız yurt dışında. Herhangi bir kolektif veya yapı değiliz, belki de birçok konuda birbirimizle hemfikir de değiliz veya olmayacağız ama akademideki cinsiyetçiliğin derinliği ve bu konuya dair bir şeyler yapma aciliyeti ortak noktamız. Akademik dünyanın içinde olan insanlar olarak içerdeki cinsiyetçi ilişkilere, hiyerarşik yapılanmalara tabi ki yabancı değiliz, o anlamda çok büyük bir şok yaşamadık, ama artık yargıya yansımış bir olayın bile sessizliği kıramaması ve konuşanların da fail olan bir akademisyeni savunması bize artık yeter dedirtti.    Bu metnin birçok yerde yankı bulması, çok kısa sürede yüzlerce kişi tarafından imzalanması da birikmiş öfke ve isyan duygularının olduğunu kanıtlıyor. "Başka bir akademi mümkün" çağrısı bu dava vesilesiyle yazılsa da asıl amacı akademinin cinsiyetçi, hiyerarşik ve seçkinci geleneğini ve bunun sonucunda taciz eden veya ayrımcı hocaların, yöneticilerin eskiden beri korunmasını sağlamış olan eril tahakküm ilişkilerini ifşa etmekti. Sosyal medyada arka arkaya "onu tanırım, asla yapmaz" ya da "ona kefilim, böyle şey yapmaz" ifadeleri, bizim bugüne dek her yerde sürekli duymaktan yorulduğumuz şeylerin hepsiyle bir anda yüzleşmek gibi oldu ve gördüğümüz resim karşısında hepimizde bir yeter artık diyerek bu sessizliği bozma isteği oluştu.   * Türkiye şartlarında başka bir akademi nasıl mümkün kılınır?   Sizin de bildiğiniz gibi ihraç ve soruşturma nedeniyle akademi de Türkiye'nin birçok kurumu gibi çok zor bir süreçten geçiyor. Ancak içinde yaşadığımız eril kültür ve toplumun her alanında sürekli mücadele etmek zorunda kaldığımız erkek şiddeti bir yandan hayatlarımızı zorlaştırmaya da devam ediyor. Akademi de bundan muaf değil şüphesiz. Elbette ki başka bir akademiyi mümkün kılacak daha büyük toplumsal dönüşümler olmadan akademiyi dönüştürmenin ne derece mümkün olduğu önemli bir tartışma konusu. Ancak biz akademinin yıllarca kendilerine sorumluluk yerine ayrıcalık atfederek kaçtığı yükümlülükleri artık yerine getirmesinin gerekliliğine işaret ediyoruz. Bir dönüşüm istiyorsak da öncelikle bunu kendi içimizden başlatalım çağrısında bulunuyoruz. Bizce başka bir akademiyi mümkün kılmanın yolu öncelikle sessizlik ve koruma duvarlarının yıkılmasından geçiyor.    Bir dava üzerinden bile bir sürü olay ortaya çıktı; son olarak da feminist psikiyatrist Şahika Yüksel tıp ve akademi içinde bu konuları konuşmanın, mücadele etmenin ne kadar zor olduğunu, olayların hemen hasıraltı edildiğini anlattı. Paker davasının sembolik önemi de burada, bize güç ilişkilerinin nasıl kurulduğunu ve gösterildiğini gösteriyor. Failin unvanı, geçmiş söylemleri, politik duruşu ve saygınlığı hemen öne sürüldü; başka durumlarda failin ailesi var deniliyor, o öyledir idare edelim deniliyor, vs. Bizler toplumsal statüsü, akademik pozisyonu ve politik duruşu ne olursa olsun herkesin cinsel şiddet faili olabileceğine inanıyoruz. Yani aldığı eğitim ya da uzmanlık alanı bir erkeğin şiddet göstermeyeceği, taciz etmeyeceği anlamına gelmez; hatta akademide bunlar şiddete kılıf görevi görüyor. Bizler tam da bu noktada böyle bir akademik kültürün parçası olmaktan rahatsızlık duyuyoruz; akademinin kişilere ayrıcalık değil, sorumluluk yüklediğine inanıyoruz. Öğrencilerimize, meslektaşlarımıza yani birbirimize karşı bir sorumluluğumuz var. Bu anlamda ancak bu cinsiyetçi kültüre ve sessizliğe karşı birlikte ses çıkararak, faillerin unvanlarına, saygınlıklarına, politik duruşlarına sebebiyle korunmadığı, mağdurların yanında olunan ve her türlü şiddet ve ayrımcılığın önüne geçilebilen bir akademinin inşa edilebileceğine inanıyoruz.    * Akademideki cinsiyetçi kültüre ve cinsel şiddete karşı mücadeleyi nasıl devam ettireceksiniz?   Öncelikle söylemeliyiz ki Murat Paker davasını 3 yıldır takip eden kadınlara minnettarız. Ne kadar zorlu bir süreçten geçtiklerini dava sonrasında yaşananlara bakınca daha da iyi anlıyoruz. Bu bildirinin yayınlanması kendiliğinden gelişen bir girişim oldu. Bu anlamda şu an net planlarımız olduğunu söylemek için erken, tabi ki konuştuğumuz şeyler var ama daha derinlikli düşünüp tartışacak vaktimiz olmadı. İmza kampanyasının öncelikli amacı metinde belirttiğimiz konularda duyduğumuz rahatsızlığı dile getirerek akademinin eril cinsiyetçi kültürüne ve bununla mücadele etmenin gerekliliğine dikkat çekmekti. Akademiyi metnin öne sürdüğü şekilde dönüştürmek için bir şeyler yapma arzumuz var, bunu nasıl yapacağımıza dair fikirlerimiz var ama net değil. Bu anlamda bu bir girişim ve kolektif söz ve eylem üretme çağrısı zaten. Bizim gibi düşünen, bizim niyetlendiğimiz şeyin nasıl yapılabileceğine yönelik fikirleri olan herkesle bir ortaklaşma ve söylemin ötesinde bir eylem oluşturabilme çağrısı. Biraz da süreç gösterecek neler olacağını.    Bu metin bu anlamda bir başlangıç, bir işaret fişeği gibi. Nasıl bir karşılık bulacak, nasıl yollar açacak bunları göreceğiz. Arzumuz tabi ki akademide kolektif mücadele ve dayanışma alanlarının açılması ve buradan bir birliktelik doğması ama bunlar bir anda olabilecek şeyler değil farkındayız, ama yine de umudumuz var, en azından eskisi gibi her şeyin üstünün örtüldüğü, sessiz kalındığı bir akademik kültürün parçası olmak istemiyoruz, bundan eminiz. Şunu da söylemek istedik, biz nasıl akademiye dair bir çağrı yaptıysak her yerde bu çağrıyı çoğaltmak mümkün; kendi kurumlarımızda, kampüslerimizde, bölümlerimizde, hatta danışman-danışan ilişkilerimizde bu kültürü dönüştürmeye başlamalıyız.    Bir yandan da bunu yalnız kalmadan, dayanışma ağlarını örerek yapmak çok önemli. Bir kez böyle bir ses çıktığına göre, daha fazlasının olmasının da çok mümkün olduğunu düşünüyoruz. İki gündür her birimiz ayrı ayrı o kadar çok mesaj aldık ki, kadınlardan, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinden. Yaşadığı şiddet olaylarını anlatanlar, bu yüzden akademiden ayrılmak zorunda kalanlar, sırf teşekkür etmek, iyi ki varsınız demek için yazanlar, yalnız olmadığını görmenin verdiği hissi paylaşanlar ve daha çok bir şey. Tüm bunlar bize bu metnin büyük bir ihtiyaç olduğunu ve biriken bir öfke ve yalnızlık hissine karşılık geldiğini gösteriyor. Ve daha bizce bu buzdağının görünen yüzü, umuyoruz bu sessizlik duvarı kadınların konuşmalarıyla yıkılır, belki de buradan bir #metoo hareketi çıkar, ya da hiç aklımızda olmayan başka bir dalga. Özellikle genç kadınların gücüne ve cesaretine inanıyoruz, çağrımıza verdikleri coşkulu karşılık bunun habercisi.   * Son olarak imza kampanyanızla ilgili söylemek istediğiniz, akademideki kadınlara yönelik bir çağrınız var mı?   Biz yola bir imza metni ile çıktık ve planlarımız net olmasa da bununla sınırlı kalacağını düşünmedik, hep kafamızda ihtimaller oldu, hala dolaşıyor. Ayrıca imza metinlerinin her zaman sıkıntıları olduğunu biliyoruz, bunların çoğunu hesaplayarak en son noktada böyle bir çıkışa karar verdik. Çünkü ne yaparsak yapalım bunun dışında bir çözüm dolaylı olarak da olsa o sessizliğe hizmet ediyordu ve bu sessizliğin kendisi zaten bir şiddet haline gelmişti. Bu yüzden risk almak gerekiyordu, biz de aldık. Bir metne imza atınca her şey bitmiyor, hatta bir imza çok farklı amaçlarla da atılıyor olabilir. Misal, bir erkek akademisyen sırf kendini aklamak için de kullanabilir, ya da bu söylediklerimize inanmasa da böyle bir izlenim vermek isteyebilir, sonuçta niyet okuyacak halimiz yok. Ama bu her şey için geçerli, örneğin Özgecan Aslan'ın öldürülmesini protesto eden bir erkeğin başka bir şiddetin faili olduğunu öğrenmiştik sonra. Kamusal bir söz söylediğinizde bunun kontrolü sizden çıkıyor ve bunu bilmek, ona göre davranmak gerek. Ama aynı şekilde bu tür kullanımlar birden tersine de dönebilir, yani kendisini aklamak ya da iyi göstermek için birinin bu şekilde imzayla kendini göstermesi başka bir şeyin önünü de açabilir, mesela bir ifşanın. Görünür olmanın her zaman böyle bir riski vardır ve bunun önüne kolay geçilemez.    Bir de şunu eklemek istiyoruz; Murat Paker davası ardından yaşanan sessizlik ve 'kadının beyanı esastır' ilkesini muğlaklaştırma, çarpıtma ve en kötüsü de alaya alma çabalarının cinsel şiddete maruz kalan kadınları daha da yorduğunu, korkuttuğunu ve sesini çıkartmaktan vazgeçirdiğini biliyoruz. Hatta bunu kendini solcu, insan hakları savunucusu, kadın dostu vs tanımlayan insanlardan gelmesinin nasıl bir hayal kırıklığı yarattığını da anlıyoruz. Bu metin aslında tam da bu noktada, akademide bunu yaşayan hiçbir kadının kendisini yalnız hissetmemesini, bu seslerin bir araya gelirse, birbirine karışırsa çok daha güçlü bir sese dönüşeceğini ve birlikte olursak sessizlik duvarını yıkabileceğimizi söyleyen bir metin.