DEM Parti: Çocukların anadil hakkına ilişkin şerhler kaldırılsın 2025-11-20 12:29:46   ANKARA - DEM Parti Çocuk Komisyonu Eşsözcüsü Beritan Güneş Altın, barış ve demokratik toplum ekseninde, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde yer alan anadil ve kültürel haklara ilişkin Türkiye’nin koyduğu şerhleri kaldırmasını istedi.    Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Çocuk Komisyonu, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne ilişkin partilerinin genel merkezinde  basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamayı Çocuk Komisyonu Eşsözcüsü Beritan Güneş Altın yaptı.    ‘Devlet mekanizmaları çocukları hedef alıyor’   Riha’da bir marangoz atölyesinde çırak olarak çalıştırılan 15 yaşındaki Muhammed K’nin kalfası tarafından işkence edilerek katledilmesine değinen Beritan Güneş Altın, “Muhammed'in katledilişine bakacak olursak devletin çocuklar için var ettiği mekanizmaların çocukları nasıl hedef aldığını ve çocukların yaşam hakkını nasıl ihlal ettiğini görebiliriz. Şu dakikalarda Şırnak'ta Cizre'de görülen bir davadan bahsetmek istiyorum. 48 çocuğu cinsel istismarda bulunduğu gerekçesiyle yargılanan Cizre Anadolu Lisesi'nin müdür yardımcısı Burak Ercan'ın ne yazık ki 2019 yılında çok cüzi bir ceza alarak serbest kalmasının üzerine kadın örgütlerinin Eğitim Sen'in ve müthiş bir dayanışmayla kentte bulunan hak örgütlerinin mücadelesiyle birlikte bu dosyanın bugün şu saatlerde yeniden Cizre Adliyesi'nde görülmeye başladığını ve bu davanın sembolik bir değeri taşıdığını, bu dava sürecinde Türkiye'deki çocuk adalet sisteminin ne ölçüde çöktüğünü, aynı zamanda çocuğa yönelik suçlarda cezasızlık ile tüm bu suçların çocuklara her an bir risk oluşturma zemininin nasıl açıldığını hep birlikte görebiliriz” diye konuştu.    ‘Devlet dersinde katledilen bütün çocukları saygıyla anıyoruz’   12 yaşındayken 13 kurşunla katledilen Uğur Kaymaz'ı hatırlatan Beritan Güneş Altın, “Savaşın çocuklar üzerindeki yaşamsal tehdidine hep birlikte tanıklık ederiz. Bu vesileyle yarın 21. yıl dönümü olan Uğur Kaymazı ve devlet dersinde katledilen bütün çocukları saygıyla anmak istiyorum ve anıları önünde de mücadele sözümüzü bir kez daha yenilemek istiyorum. Uğur'un katledilişi Dünya Çocuk Hakları Günü'nün ertesi günü olması sebebiyle katledilen çocuklar bağlamında sembolik bir anlam ifade ettiğini, devletin çocuğu koruma yükümlülüklerini yerine getirmemeyi bırakın aksine doğrudan faili olarak karşımıza çıktığının açık kanıtın niteliğindeki Uğur Kaymaz'ın dosyasını ve sembolik değerini bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Bu sebeple sembolleşmiş ve Türkiye'deki çocukların mevcut durumunu özetleyen bu üç çocuk şahsında; 17 Kasım'da katledilen Muhammed şahsında yoksulluğu, yoksunluğu ve MESEM’lerde iş cinayetlerinde katledilen çocukları, 20 Kasım'da Cizre'de istismara uğrayan 48 çocuk şahsında çocukların her yerde istismara açık bir hâle geldiğini ve cezasızlık ile faillerin korunduğu gerçeğini, 21 Kasım'da Uğur şahsında devletin katlettiği tüm çocukları bir kez daha ifade edelim. Bugünü Uğur'a, Muhammed'e ve istismara uğrayan tüm çocuklara atfetmek istediğimizi de ifade etmek istiyorum” sözlerini kullandı.    ‘Takipçisi olacağız’   Açıklamanın devamında Beritan Güneş Altın şunları belirtti: “Biz DEM Parti Çocuk Komisyonu olarak çocuklara karşı işlenen suçlarda yukarıdaki örneklerde de yerleşik hale getirilmek çalışılan cezasızlık politikalarını, çocuk adalet sistemi içerisinde çocuk tanımını değiştirmeye girişen akıldan ne yazık ki bağımsız görmüyoruz. Bunlar aynı paradigmanın farklı iz düşümleri ve tezahürleridir. Bu sebeple iş cinayetlerinde katledilen çocukların davalarını da istismara maruz bırakılan çocukların davalarını da sonuna kadar takip edeceğiz. Esas muradımız olan çocukların sömürülmediği, güven ve huzur içinde oldukları barış içerisinde bir ülke ve dünya idealimiz içinde durmadan çalışacağımızı ve mevcut tabloyu dönüştürmek için elimizden geleni yapacağımızı bir kez daha ifade etmek istiyorum.    2024 yılında en az 777 çocuk hayatını kaybetmiştir   Önlenebilir çocuk ölümleri ve ihlal edilen yaşam hakkı başlığımızda Türkiye'deki tüm hakların en temeli olan ve bağlayıcılığı esas olan yaşam hakkı devletin pozitif ve negatif yükümlülüklerini yerine getirmediği için ne yazık ki her gün sistematik bir biçimde ihlal edilmektedir. 2024 yılında en az 777 çocuk önlenebilir sebeplerle hayatını kaybetmiştir. Bu çocuklardan en az 59'unun devletin negatif yükümlülüklerini, 716'nın ise pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği için hayatları sonlanmıştır. Bunun yanı sıra sadece devletin negatif yükümlülükleri arasına dahil edilmeyecek kadar mühim trajik diğer bir boyut ise bizzat asker polis kurşunuyla, zırhlı araç çarpmasıyla veyahut da savaş mühimmatlarının yaşam alanlarına gelişi güzel bırakılmasıyla katledilen çocuklardır.    İsrail'in Gazze'deki soykırımında 64 binden fazla çocuk katledildi   Barışın en temel hak olduğu bu anda küresel bir alt üst oluşun yaşandığı günümüzde dünyada, Ortadoğu'da, Türkiye'de, Kürdistan'da küresel ve bölgesel emperyal güçlerin savaş politikalarından en çok etkilenenler ne yazık ki çocuklardır. Nitekim Gazze'de yürürlüğe giren ateşkes sonrasında dahi İsrail'in fiili ihlallere ve insanlık suçu işlemeye devam etmesi sebebiyle Birleşmiş Milletler Özel Raportörlüğünün bilgilendirmesi dolayısıyla Gazze şeridinin yarısının insani yardım girişine kapalı tutulduğu bilinmektedir. İsrail'in Gazze'deki soykırımı nedeniyle UNICEF Gazze'de 64.000'den fazla çocuğun katledildiğini veya yaralandığını belirlemiş ve bu çocukların yaklaşık 4'te birinin kalıcı yaralanmalar yaşadığını açıklamıştır.   Kültür ve anadil hakkını engelleyen şerhler kaldırılmalı   Çocuk haklarını savunmak her zamankinden daha acil ve görev ve sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır. Nitekim Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 1989'da Birleşmiş Milletler tarafından kabul edildiği gün olan 20 Kasım'da barınmadan beslenmeye, sağlıktan güvenliğe, anadilde eğitimden inanç özgürlüğüne ve kültürel hakları kadar birçok temel hakkı içeren ve 193 ülke tarafından imzalanan bu sözleşme Türkiye 1990'dan beri taraf olsa da sözleşmede yer alan ana dili ve kültürel haklara vurgu yapan maddelere çekince koyarak ilgili maddelerin getirdiği yükümlülükleri yerine getirmemekle birlikte bir bütün olarak çocuk haklarını tanımamakta ve ihlal etmektedir. Bizler Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın yapıldığı ve bir barış ikliminin Türkiye'ye yayılmak üzere olduğu bu günlerde bu şerhleri daha fazla kabul etmediğimizi, Türkiye'nin Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 3 maddesine koymuş olduğu şerhleri kaldırması gerektiğinin ve hem anadilde eğitim ve çocukların kültürel haklarını engelleyen bu şerhlerin kaldırılmasıyla sistematik bir şekilde gasp edilen eğitim hakkını ve kültürel hakların çocuklara 36. yıl dönümünde iade edilmesini bir kez daha talep ediyoruz.    Çocuklar çoklu krizi derinden hisseden grubun başında   Türkiye nüfusunun dörtte birini oluşturan çocuklar bugün ekonomik, siyasal ve sosyal hakları çoklu krizi en derinden hisseden toplumsal grupların başında gelmektedir. Temel besinlere dahi erişemeyen çocuklar bugün derin yoksullukla ve yoksunlukla evlilik adı altında çoklu istismarlarla, mesemlerle, mevsimlik tarım ve daha türlü yöntemlerin sonucunda işçileştirilmeyle, iş cinayetleriyle, evde, okulda, sokakta istismarla, şiddetle anadilinde eğitim almamakla, 100 yıldır asimilasyonla yani ve anneleriyle beraber hapsedilmeyle, savaşların ve çatışmaların neticesinde zorla yerinden edilmeyle, çatışma ortamlarında hayatını kaybetmeyle, mültecileştirilme ile özel savaş politikalarının sonucunda madde bağımlılığıyla karşı karşıya bırakılmaktadır.    Çocuk yoksulluğu    19 Eylül 2025'te açıklanan Dünya Bankası ve TÜİK'in ortaklaşa gerçekleştirdiği iller bazında beşeri sermaye 2021-2023 araştırmasına göre 6,7 milyon çocuk günde bir öğün et, tavuk, balık, yumurta yiyememektedir. Türkiye çocuk yoksulluğunda ekonomik işbirliği ve kalkınma yani OECD'nin üyesi 37 ülke arasında Kostarika'dan sonra 2. sırada yer almaktadır. TÜİK’in gerçekleştirdiği Türkiye'de Çocuk 2025 araştırmasının resmi sonuçlarına göre Türkiye'de toplam 7.039.000 çocuk Afrika ülkeleri düzeyinde açlık çekmektedir. Çocuk yoksulluğu ve çocuk yoksunluğu yalnızca ekonomik eşitsizliklerin değil, sosyal devletin bilinçli bir biçimde işlevsizleştirilmesinin sonucudur. Yetersiz beslenme, nitelikli eğitime erişememe, barınma sorunları ve sosyal hizmetlerin yokluğu her geçen gün toplumu daha fazla çökerten bir çürüme sarmalı yaratmaktadır. Çocukların yaşam şartları, içinde bulunduğumuz toplumsal düzenin adaletsizliği en çıplak biçimde ortaya koymaktadır.    Çocuklar için araştırma komisyonu olumlu bir adım   Son aylarda en çok konuştuğumuz şey çocuklara adalet sistemi içerisinde yetişkin gibi muamele etme çabalarıdır. Bu yönlü yapılması planlanan düzenlemelerle çocuklar adeta çocukluktan çıkarılmak istenmektedir. Halbuki biz çocukların kanunla ihtilaflı hale gelmesinin önüne geçmenin yolunun daha fazla hapsetmek değil koruma, önleme ve onarma üçlüsünü esas almaktan geçtiğini biliyoruz. Bu vesileyle dün parlamentoda kurulan çocukların kanunla ihtilaflı haline gelmesinin kök nedenlerinin, çocukların suçla ilişkilenmesinin önünü açacak mekanizmaların araştırılması için kurulan araştırma komisyonunun çok geç dahi olsa sivil toplum kuruluşlarının, DEM Parti Çocuk Komisyonu'nun ve çocuk hak inisiyatiflerinin çabasıyla kuruluyor olmasını olumlu bir adım olarak görüyoruz. Bu sürecin çocuklar başta olmak üzere alanında çalışan sivil toplum kuruluşları, hukukçular, akademisyenlerle beraber yürütülmesi ve orta akıl ile çocuk adalet sisteminin sil baştan düzenlenmesi gerektiğini de hatırlatmak istiyoruz.    Çocukları öğüten bir sisteme dönüştürülen MESEM’ler kapatılmalıdır   Bir yandan yoksullaştırılan çocuklar, bir yandan da iktidarın sermaye yanlısı politikaları nedeniyle MESEM’lerde işçileştirilen ve bu nedenle yaşamını kaybeden çocuklar gerçeği olarak toplumsal çürümenin en acı göstergesi olarak karşımızda duruyor. Sadece bu yıl içerisinde şimdiye kadar en az 78 çocuğun iş cinayetinde yaşamını kaybettiği, her ay neredeyse 7 çocuğun işçileştirildiği için hayatını kaybettiğini biliyoruz. Bizler MESEM'leri konuşurken iş cinayetlerine, iş katliamlarına, daha fazla çocuğun ismini saymamak için bugün yani 20 Kasım'da çocuk haklarını konuştuğumuz bu günde MESEM’lerin çocukları öğüten bir sisteme dönüştürüldüğü ve bu sistemin çocuğun emeğini, yaşam hakkını, eğitim hakkı gibi pek çok hakkını aynı anda gaspeden bir sisteme dönüşmesi sebebiyle MESEM’lerin kapatılması gerektiğinin ve çocukların yaşam ve eğitim hakkının güvence altına alınması için çalışmalar yapılması gerektiğini bir kez daha vurgulamak istiyoruz.   İstismar, çocukları her gün tehdit eden bir meseledir   Çocuk istismarı ise yine Türkiye'deki bütün çocukları ilgilendiren ve güncel bir risk olarak her çocuğu her gün tehdit eden bir mesele olarak karşımızda durduğunu rakamlarla da ifade etmek istiyoruz. Türkiye İstatistik Kurumu'na göre 2023 yılında güvenlik birimlerine giden veya görüntülenen mağdur 242.875 çocuğun %12'ye yakınının cinsel istismara maruz kaldığını bize gösteriyor. Bu oran yaklaşık 29.000 çocuğa denk geliyor ve yine 29.000 çocuğun %85'inden fazlasının kız çocukları. TÜİK doğum istatistikleri 2024 verilerine göre 2024'te 15 yaşın altında 122, 15-17 yaş arasında 5.952 çocuğun doğum yaptığını söylüyor.    Artışın en önemli sebebi cezasızlıklardır    Çocukların evlerinde kaldıkları yurtlarda, okullarda kimi kez ebeveynleri, kimi kez öğretmenleri, kimi kez de en yakınları tarafından uğradıkları istismar vakalarındaki artışın en önemli sebebi mahkeme süreçlerinde uygulanan cezasızlık mekanizması ve iktidarın bir kereden bir şey olmaz yaklaşımıdır. Siyasi erkin dolaysız, yargı erkinin ise dolaylı yoldan istismarcılara yönelik koruyucu tavrı çocukların güvenceden yoksun bırakılmaktadır. Bugün Cizre'de görülen davanın sonuçları ve orada faile verecek olan cezanın da bir kez daha cezasızlığı onaylamamasını umut ederek okullarda çocukları istismara açık bırakan risk dahi olsa çocuklar ve istismarcıları aynı ortamda tutan mekanizmanın çocuk istismarını artıran en önemli sebep.    Kürt çocuklar uygulanan özel savaş    Kürt çocuklar Türkiye'deki diğer tüm çocuklarla aynı sorunlara sahip olmasının yanı sıra Kürdistan'da uygulanan özel savaş politikalarından dolayı farklı sorunlarla da karşı karşıya kalmaktadır. 20 Kasım 1989'da imzalanan Çocuk Hakları Sözleşmesi'nde olan ancak Türkiye'nin yıllardır uygulamadığı anadilinde eğitim hakkına Kürt çocuklar ve anadili Türkçe olmayan çocuklar hala erişememektedir. Bu salt pedagojik bir sorun olmanın ötesinde farklılıkların reddiyesi, tekliğin methiyesi anlamına gelmektedir. Bu sözleşmenin 36. yılında daha fazla şerhler ile çocuk ihlallerinin yapmaması çağrısını bir kez daha yinelemek istiyoruz. Yüzyıllardır hemen tüm alanlarda uygulana gelen tekçi politikalar nedeniyle Türkçe dışında yapılacak eğitimin önüne engeller konulmaktayken sembolik düzeyin ötesine geçmeyen seçmeli derslerin ise öğrenciler veriler tarafından seçilmesi, öğretmen yetersizliği başta olmak üzere idarecilerin türlü bahaneleriyle ne yazık ki engellenmektedir.    Bağımlılık sorunu toplumsal bir krize dönüştü   Bağımlılık ve çocuk başlığımızda Türkiye'deki çocukları hedef alan bir başka toplumsal kırılma alanı olan madde bağımlılığı yer alıyor. Derin yoksulluk, cezasızlık politikaları, sosyokültürel ve psikososyal destek mekanizmalarının yokluğu nedeniyle bağımlılık sorununun toplumsal bir krize dönüştüğü görülmektedir. Sorunlar karşısında çocukları ve gençleri korumaya dönük kapsamlı ve sürekli çalışmalar yürütülmemekte, toplumsal hayatı derinden etkileyen bir çöküş tablosuna sebep olmaktadır.   Deprem bölgelerindeki çocuklar ihtiyaçlarını karşılayamıyor    Ve deprem ve çocuk başlığımızda; 6 Şubat depreminin üzerinden 3 çocuk hakları günü geçmiş olmasına rağmen deprem bölgelerindeki çocukların deprem ihtiyaçlarının karşılanmadığı, temel haklarına erişemediklerini söylemek ne yazık ki mümkün değil. Her yıl tekrar ve tekrar yerinden edilen çocuklar ve depremden etkilenen yurttaşlar önce çadırlara, çadır kentlere, daha sonraki konteyner kentlere, şimdi ise kentin çeperlerine inşa edilen daha büyük konteyner kentlere yerleştirilmektedirler. Bu durum çocukların sosyalleşme alanlarının, okullarının değişmesini gerektirirken çocuklar için büyük mağduriyetlere sebep olmaktadır. Depremin üzerinden 3 yıla yakın zaman geçmiş olmasına rağmen hala en temel ihtiyaç ve hak olan barınma hakkına bile erişilememesini düşündüğümüzde iktidarın deprem bölgesini 3. kez sınıf tekrarı ettiğini söyleyebiliriz.    Barışın varlığı ana dilinden mahrum edilmemesi demektir   Sonuç olarak iç açıcı olmayan bu tabloyu önümüze koyduğumuzda çocuklar için çocuklarla beraber eşit, adil, özgür bir ülke inşa sorumlumuzu bir kez daha hatırlatıyoruz. Barış ve Demokratik Toplum Sürecinin en çokta çocukların yaşamını, olumlu değişikliklere sebep olacağına olan inancımızla mücadele azmimizin arttığını ifade etmemiz gerekiyor. Barışın varlığı demokratik toplumun inşası demektir. Çocukların işçileştirilmemesi demektir. İş cinayetlerinde yaşamını yitirmemesi demektir. Ana dilinden mahrum edilmemesi demektir. İstismarla, ihmalle, istismarla yüz yüze bırakılmaması demektir. Yoksullukla, yoksullukla baş başa kalmamasının gerektiğini, gerekliliklerini oluşturmak demektir. Bu sebeple bizler Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı altında 36. yılını karşıladığımız Çocuk Hakları Sözleşmesinin her bir maddesinin Türkiye'deki her bir çocuk için uygulanıncaya dek bu süreci büyüteceğimize, mücadele edeceğimize, çocuklarla birlikte barışı ve demokratik toplumu inşa edeceğimize olan inancımızı bir kez daha vurguluyoruz.”