Denizlerin ablası TİP’in ilk kadın sesi Şekibe Çelenk: Ölene kadar isyanı yaşadı
- 09:11 10 Mart 2020
- Portre
Habibe Eren
ANKARA - Yaşamını yitiren “Denizlerin ablası” Şekibe Çelenk’i anlatan kızı Serpil Güvenç, “Annem ölene kadar isyanı yaşadı. ‘Demirel ölmeden ölmeyeceğim, ben onun öldüğünü göreceğim’ dedi. İsyankar biriydi, düzene isyan ediyordu, yaşanan koşullara ve kötülüğe isyan ediyordu. Mücadeleci bir insandı. Helal olsun Şekibe Çelenk’e. Helal olsun anneme. Çünkü aynı zamanda o benim yoldaşımdı” diyor.
1968 gençlik hareketi önderleri ve Türkiye Halk Kurtuluş Örgütü (THKO) kurucuları Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam sürecine tanıklık eden ve en zorlu anlarında hep yanlarında yer alan Şekibe Çelenk, 21 Şubat günü Ankara’da yaşamını yitirdi.
"Denizlerin Şekibe ablası" olarak bilinen Şekibe Çelenk'in cenazesi Karşıyaka Mezarlığı’na 60 yılını birlikte geçirdiği Denizlerin avukatlığını yapmış olan Halit Çelenk’in mezarına defnedildi.
1921 doğumlu Şekibe Çelenk, her sene Denizlerin mezarına gidiyor, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’le konuşuyor, mezarların otlarını temizliyor, mezarlarını okşuyordu. Yıllardan sonra ilk kez bu 6 Mayıs’ta Denizlerin mezarını ziyaret edemeyecek Şekibe Çelenk…
Şekibe Çelenk kimdir?
Hukuk okurken bir yandan tekstil fabrikalarında çalışıyor
Şekibe’nin Selanik göçmeni dedesi Türkiye’nin ilk makine mühendislerinden ve Macaristan’da tahsil alıyor. Annesi de Selanikli ve Halkevleri’nde ders veren bir kadın olan Şekibe, Selanikli aydınlanmacı bir ailede büyüyor. Bursa’da liseyi okuyan Şekibe, ardından “Ben avukat olacağım” diyor ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanıyor. Ailenin Şekibe’ye para verecek durumu olmadığı için o dönem 10 liralık bursla okumaya çalışıyor. Proleterliğe erken başlayan Şekibe, hukuk okurken bir yandan da tekstil fabrikalarında çalışıyor. Biriktirdiği para ile çok az olan bursu biraz desteklemeye çalışıyor. Daha sonra İstanbul’da aynı sınıfta olan Halit Çelenk’le tanışan Şekibe’nin aşk ile birlikte devrimci ruhu da giderek büyüyor. Sol çevrelerle ilişkili olan Halit ve Şekibe, eski ve yeni TKP’li arkadaşları ile birlikte zamanla sol çevrenin içine giriyorlar. O dönem Nazım Hikmet’i ziyaret etmeye çalışıyorlar ancak göremeden geri dönmek zorunda kalıyorlar.
Öğretmenlik yapması engelleniyor
İki sosyalist birbirlerini bulduktan sonra Halit’in Antakyalı olmasına karşın Şekibe’nin ailesi ‘kültürler uyuşmaz’ diyor ama ‘Halit’ten başkasıyla evlenmem’ diyor Şekibe. Ve iki aşık üniversite son sınıfta evleniyorlar. Sonrasında bir süre Antakya’da staj yapıyorlar. Şekibe kızı Serpil’e hamile kalınca Samsun’a gitmeye karar veriyorlar. Samsun’da aynı yazıhanede çalışıyorlar Şekibe ve Halit. Şekibe belki de kentin tek kadın avukatı olarak insanlara davaları anlatıyor ancak feodalitenin ve kadını yok sayan bakış açısının daha yoğun olduğu o dönemde Şekibe’yi dinleyen müvekkiller ‘bir de bey anlatsın’ diyerek telkinlerde bulunuyor. Buna bir süre dayanan Şekibe mesleğini değiştirmeyi kafasına koyuyor ve öğretmenlik yapmaya karar veriyor. O zaman iktidarda olan Demokrat Parti ciddi bir antikomünizm propagandası yapıyor ve adı “komüniste” çıkan Şekibe öğretmenlik ihtiyacı bulunmasına rağmen engelleniyor.
Altındağ’da gecekondularda konut hakkını anlatıyor
Hukuk Fakültesi’nden hocaları Türkiye işçi Partisi (TİP) kurucularından Mehmet Ali Aybar ile yolları kesiştikten sonra her ikisi de TİP’e üye oluyorlar. 27 Mayıs hareketi olduktan son 1961’de Ankara’ya gelen Halit ve Şekibe parti çalışmalarında aktif rol alıyor. Şekibe TİP’in Merkez İlçe Başkanı oluyor Halit ise Genel Yönetim Kurulu ve Parti Sekreteri oluyor. Tandoğan’daki evlerinde TİP üyeleri, sendikacılar devamlı olarak ağırlanıyor. Mehmet Ali Aybarlar, Behice Boranlar bu evde sık sık kalmaya başlıyor. Şekibe ise kadın kimliği ve sosyalist kimliği ile birlikte parti çalışmalarına gönülden destek vererek Altındağ’da gecekonduları geziyor, yoksul halka konut hakkını anlatıyor. Kimi zaman kızı Serpil’i yanına alarak, halkla birebir temas kuruyor.
TİP’in ilk kadın sesi
1963’de TİP belediye seçimlerine giriyor. Partinin girdiği ilk seçimde ilk radyo konuşmasını Şekibe yapıyor. Radyoda kadın sesi ile TİP’in planı hakkında konuşan Şekibe, kısa sürede tüm dikkatleri üzerine çekiyor. Sabaha kadar “O siz miydiniz” diye eve telefonlar geliyor. TİP 1965 seçimlerinde 15 vekil ile Meclis’e giriyor. O dönem Şekibe Meclis’te olan Lastik İş Başkanı Rıza Kuas ile beraber, sendikacılarla beraber işçiler için kanunlar hazırlıyor. Ardından TİP’te bir takım ihraçlar yaşanıyor. Şekibe, onur üyesi olduğu için TİP’ten atılmayan tek kişi oluyor, yaşamının sonuna kadar da TİP üyeliğini sürdürüyor. Bu sırada partiden uzaklaşırken davayı ve mücadeleyi bırakmıyor. Halit Çelenk, Denizlerin ve diğer öğrencilerin davalarına bakıyor. Şekibe de avukat olduğu için bu davaları takip ediyor, izliyor ve elinden ne geliyorsa yapıyor.
Şekibe'nin kızı, aynı zamanda yoldaşı Serpil annesini anlatıyor…
Buraya kadar Şekibe’nin hayatını özetledik. Ardından geri kalanları da Şekibe’nin kızı yazar, çevirmen ve siyasetçi Serpil Güvenç’ten dinleyelim. Serpil’le röportaj için Bahçelievler’deki evlerine gidiyorum. Güler yüzlü bir şekilde beni kapıda karşılayan Serpil, ardından içeride ağırlıyor. Sohbetin olmazsa olmazı çayı getiriyor. Ben de bu sırada kütüphanedeki kitaplara bakıyorum. Bir yandan 2020’den 68’lere doğru gidiyorum. Duvar’da Halit ve Şekibe Çelenk'in, Denizlerin siyah beyaz fotoğrafları. Kütüphanede yüzlerce kitap… Her yanı derin bir anı ve hafıza kokan bir oda…
Serpil’le başta Karl Mark’tan konuşuyoruz, sonra konu konuyu açıyor şu an gündemde olan ve ciddi bir derecede can yakan mülteci sorunu konuşuyoruz. Mültecilere yönelik artan kin ve nefreti konuşurken, Serpil bunu sınıf çelişkisiyle açıklıyor. Aslında öfkeyi yurttaşların birbirine değil devlete göstermesi gerektiğini belirtiyor. Bu sırada Anna Seghers’in ilk baskısı 1949’da çıkan “Ölüler Genç Kalır” kitabını öneriyor ve bunu “Mutlaka okumalısın” diyor. İki saatten fazla süren bu sıcak sohbetin ardından röportaja başlıyoruz.
Şekibe’nin Denizlerle yolları kesişiyor
Şekibe’nin hayatını anlatan Serpil, ardından Denizlerle nasıl yollarının kesiştiğini anlatıyor. Deniz’in idam sehpasına gitmeden önce “Şekibe Abla’ya çok selam söyleyin bize çok emeği geçti” sözünü hatırlatıyorum ve aralarındaki ilişki ve mücadeleyi soruyorum. Serpil, başlıyor anlatmaya. “Deniz daha çok İstanbul’da ama Sinan Cemgil, Yusuf Aslan bizim evden çıkmaz. Hüseyin İnan gelir. Nurhak’ta yaşamını yitiren Alpaslon Özdoğan, THKO kurucularından Gülay Özdeş, Mahir’in arkadaşları Dev-Genç’in hukuk bürosundan devrimci gençler ve sayacağımız çok sayıda kişi evden çıkmazlar. Deniz, Mahir ve Hüseyin bunların hepsi TİP üyesi çocuklar. Ya atılmışlar ya da bu işi ‘Biz parti ile götüremiyoruz’ diye ayrılmışlar. Ondan sonra Amerikan elçisi Komer’in arabası yakılmıştı. Onun davası var. Babam o davaya girdi, annem de takip ediyordu. Salon o kadar kalabalık ve izdiham var ki annem ayakkabısını kaybetti. Yani sürekli olarak onların yanında yer alıyor.”
‘Gelenler ya hapse giriyordu ya da dağda yaşamını yitiriyordu’
Denizler Bahçelievler’de oturan Şekibe’nin evine çok yakın olan bir bankanın Emek Şubesi’ni soyuyorlar. Denizler’in “Şekibe Ablalar anlayacak mı” diye oradan annesinin evine yürüdüğünü aktaran Serpil, şöyle devam ediyor: “Bakıyorlar farkında değiller. İçi rahat bir şekilde çıkıyorlar. ‘Şekibe Ablalar anlamadıysa kimse anlamaz’ diyorlar. Dağa çıkmadan önce Alpaslan’ın yeşil kazağı ile salonda oturduğunu hatırlıyorum. Yusuf, arkadaşlarına kızdığı zaman kalp kırmamak için pufa ters dönüp otururdu. Ardından dava süreci başlıyor ve sonrası daha da kötüye gidiyor. Eve gelen yaşamını yitiriyor dağda. Artık dayanacak gibi bir süreç değildi. Gelenler ya hapse giriyordu ya dağda yaşamını yitiriyordu. Annemin evlatlarıydı. Oğulları olmadığı için onların hepsini çocuğu gibi görüyordu. Belki bizden daha çok evlatlarıydı ve seviyordu.”
‘O insanları kurtaramadığınızı düşünün nasıl bir yürek yangını’
Annesinin Denizlerle ve devrimci gençlerle ilişkisine değinen Serpil, aynı davaya inandıkları için birbirilerine daha bağlandıklarını ve düzeni değiştirmek için mücadele ettiklerini belirtiyor. Serpil, “Bu müthiş bir olay. Bu düzen değişecekti. Bu düzeni kim değiştirecekti; işte bu kadar güzel gençler değiştirecekti. Onlar, insanın insanı sömürmediği, insanların onuru ile yaşadığı insanların ırklarından, cinslerinden ya da toplumsal kökeninden ve düşüncelerinden dolayı hiçbir şekilde ayrımcılıkla karşılaşmadığı bir emekçi iktidarını kurmayı hedefliyorlardı. Bunu bilimsel sosyalizme inan insanlar kuracaklardı. Kimdi bunlar; Deniz, Hüseyin, Yusuf, Sinan, Mahir ve daha nicesi… Bir defa büyük bir saygı, sevgi ve yoldaşlık vardı aralarında. Ve o insanları kurtaramadığınızı düşün. Bu ne biçim bir yürek yangınıdır. Anlatacak gibi değil” diyor.
‘Ölene kadar isyanı yaşadı’
Denizler idam edildikten sonra ağır bir mahkeme süreci başlıyor. Şekibe, ailelerle mahkeme salonlarına gidiyor ve hiçbir şekilde aileleri yalnız bırakmıyor. Serpil, o süreci yaşayan biri olarak şöyle anlatıyor: “Annem bir an bile onları yalnız bırakmadı. Mahkemelerden çıkarlardı bizim eve gelirlerdi, annem yedirir, içirir, giydirirdi. Yusuf Şarkışla’da yaralı yakalandığında kimse yanına giremedi. Numune Hastanesi’ne zincirle yatırdılar, kapıda iki tane er bekliyordu. Babam giremedi, kendi babası bile giremedi yanına, annem nasıl ikna etti bilmiyorum ama Yusuf’u görmeyi başardı. Yusuf annemin dolmasını çok severdi. Annem elinde dolmayla gitti. Bir taraftan Yusuf’a dolma yediriyor bir taraftan da yaşadıklarını dinliyordu. Yusuf, asılmadan önce annem yüz yüze görüştüğü tek insan oldu. Bu durum anneme çok koydu. Annem hiç kabul edemedi. Ne yaşananları ne de Süleyman Demirel’in meclisteki bağrışını kabul edebildi. Annem ölene kadar isyanı yaşadı. ‘Demirel ölmeden ölmeyeceğim, ben onun öldüğünü göreceğim’ dedi. İsyankar biriydi; düzene isyan ediyordu, yaşanan koşullara ve kötülüğe isyan ediyordu. Mücadeleci bir insandı. Hiçbir şekilde kabul edemedi. O yetmedi tabi ister istemez benimle ilgili olaylar oldu. Polisler geldi hiç itiraz etmedi. ‘Aman götürmeyin evladımdır’ demedi.”
‘Mezarı okşar onlarla konuşurdu’
“Annem ölünceye kadar yaşadıklarını affetmedi” diyen Serpil, şöyle devam ediyor: “Ha ne yaptı. 12 Eylül’de olsun, sonrası olsun hep mücadele etti. Biri içeri mi alındı, annemin gitmesi mi gerekiyordu, annem giderdi. Çocukların mezarını ziyaret etmeyi bir kere olsun unutmadı. Son sene babam gidemedi. Annem babamın hazırladığı mezar başındaki konuşmaları aldı, okudu. Karanfil bırakırdı. Mezarı okşar, onlarla konuşurdu. Babam öldükten sonra da annem gitti. Onları hiç yalnız bırakmadı. Aslında mücadeleyi hiç bırakmadı. Benim oğlumu devrimci yapan annemdir. Oturur anlatırdı. Torunlarla yoldaşlık ilişkisi vardı.”
‘Hiçbir yaptığını anlatmadı, ‘satmadı’
Serpil, annesi Şekibe’nin her anını devrime adadığını ve mücadele ile geçirdiğini belirterek, “Çok güzel yaşadık. Mesela 1977 kanlı 1 Mayıs’ında ben hamileydim, beni alana götürmediler. O 1 Mayıs’ta annem, babam ve eşim oradaydı. Biz sabahladık. Dönecekler mi dönmeyecekler mi bilmiyorduk. Babamla her yere giderdi, mümkün değildi oturması. Böyle bir yaşamda kapitalist düzenin içinde olmuşsanız satarsınız tüm bunları. Şimdi mesela etrafınıza bakın. Herkes şu kadar yaptığını iki kat satıyor. Annem hiçbir yaptığını anlatmadı, hiçbir yaptığını ‘satmadı’. O yaptı. Çünkü devrim demek ya da sosyalizm mücadelesi demek onun hayatının bir parçası. Yapılması gereken, yaşanması gereken bir olay. Bu metalaşamaz ki. Devrimin satışı olmaz. Devrimci mücadele mâl değildir ki satılsın. Böyle yaşadı. Her anını yaşadı. Kim gelirse saklar, karnı açsa doyururdu. Cezaevine bir şey mi alınacak alır, bir şey mi dikilecek diker. Emniyete mi gidilecek gider, Meclis’e mi gidilecek giderdi. Bütün bunları yaşadı. Ve o ufak tefek kadın o yükü kaldırdı. O minnacık cüssesiyle bütün bunları yaşadı ama sıradan bir olaymış gibi, yaşanması gereken bir olaymış gibi yaşadı” diye konuşuyor.
‘Hiç şikayet etmeden çekti, şimdi oğullarına kavuştular’
Şekibe’nin yaşamını yitirdikten sonra en çok “Gidemeyecek çocuklara, onların mezarını ziyaret edemeyecek” diye üzüldüğünü belirten Serpil, şöyle ekliyor: “Ama hayatında devrim kadar sevdiği bir şey daha vardı o da babam. Ama ne biçim aşk. Annem çok bedel ödedi. O sevginin bütün güzel taraflarını, babamın ağır siyasi yaşamının bedelini paylaşarak, hiç de şikayet etmeden çekti. ‘Niye başkasıyla evlenmedim, niye bu kadar sıkıntı çektim’ demedi. Çok idareli yaşadı. Ben üniversiteye gelene kadar annemin diktiği şeylerle geldim. Hiç şikayet etmedi. Çok sevdi o adamı, bir de devrimi çok sevdi. İkisini de sonuna kadar yaşadı. Helal olsun Şekibe Çelenk’e. Helal olsun anneme. Çünkü aynı zamanda o benim yoldaşımdı. Annem olduğu için çok mutluyum, çok emeği var bende. Şekibe Çelenk aynı zamanda benim yoldaşımdı onun için kaybettiklerim yalnızca anne baba değil. Ben aynı zamanda iki tane sevdiğim yoldaşımı kaybettim. Onlar şimdi birbirlerine, oğullarına kavuştular. Işıklar içinde yatsınlar.