Yaşamın ezgilerine eşlik eden komünist bir kadın: Kutsiye Bozoklar

  • 09:05 15 Temmuz 2019
  • Portre
Sibel Özalp
 
HABER MERKEZİ - Hayatını "Yaşamak direnmektir" şiarıyla bütünleştirmiş komünist kadın militan Kutsiye Bozoklar, 16 Temmuz 2009’a dek ürettikleriyle; yani aramızdan ayrılışının 10’uncu yılında, hala yaşamımızın ezgilerine eşlik etmeye devam ediyor.
 
Geçmişten günümüze kimi zaman silahla kimi zaman söz ile kadınların teslim olmama geleneği sürüyor. Bu geleneğe bağlı kalma örneklerinden sayabileceğimiz Kutsiye Bozoklar, 56 yıllık ömrünün 36 yılını tekerlekli sandalyede geçirip bir an bile teslim olmadı. Arkadaşlarının “Işık Kutlu”su olarak bilinen Kutsiye, 68 kuşağının yetiştirdiği devrimcilerinden. 20 yaşındayken polis kurşunuyla tekerlekli sandalyeye mahkum edildiği günden itibaren kavgasını ve mücadelesini kalemiyle sürdüren Kutsiye, aklını ve yüreğini işçi sınıfının, emekçilerin ve kadınların kurtuluşuna adadı. 19 Mart 1973 tarihinde mücadele arkadaşı Ahmet Muharrem Çiçek ile birlikte gittiği evde polis baskınına uğradılar. Ahmet Muharrem başına sıkılan kurşunla infaz edilirken, Kutsiye yaralı kurtuldu. Bel kemiğine denk gelen kurşun nedeniyle yaşamının geri kalan kısmını tekerlekli sandalyede geçiren Kutsiye, o çok sevdiği gökyüzünün altında hep direndi ve her an “yaşamak direnmektir” dedi.
 
Lisede boykot eylemlerine katıldı 
 
Yazar, gazeteci, köşe yazarı ve şair olan Kutsiye Bozoklar, 1953 yılında Mersin’de dünyaya geldi. Mersin’li, Köy Enstitüsü’lü bir öğretmenin ikiz çocuklarından biri. Kutsiye ve ikizinin ortaokul yıllarında devrimci düşünceyle tanışmalarını sağlayan babaları oldu. Kitabı, insanı ve şiiri sevmeyi babasından öğrendiğini belirten Kutsiye, annesini ise “Sessiz ama sarsılmaz  bir kaya gibi arkalarında hayatı boyunca duran” olarak tanımladı. Kutsiye’nin babasının erken gelen ölümü onların yaşamını üç kişilik bir komüne dönüştürdü. Geçimi, okulu ve sonrasında da kavgayı bölüşeceklerdi.
 
68 devrimci başkaldırı döneminde lisede olan Kutsiye, not ve puanlama sistemini boykot eylemlerine katıldı. O dönemi kendi sözleriyle şöyle anlatmıştı Kutsiye: “68'li yıllardı, görkemli bir altüst oluş dönemi. Çin'den Amerika'ya kadar gençlik başkaldırıyordu. İnsanlar ‘Dünyayı istiyoruz, hemen şimdi istiyoruz’ diyorlardı. Kızıl Dany, Kızıl Rudy, Büyük Proleter Kültür Devrimi. Heyecanla izliyorduk biz de tüm olanları. ‘Gerçekçi olun, imkansızı isteyin’ deniyordu. Doğrusu bu sözü şimdi de çok severim.”
 
Komünleri Mersin’den İstanbul’a taşındı
 
Dönemin tüm genç devrimcileri gibi, Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Çetin Altan rüzgarını hissetmiş, “Devrim Dergisi”nin tedrisatına dokunmuştur. Ardından TİP eleştirileri ve “Aydınlık” dergisiyle tanışan Kutsiye, lise biterken kararını verdi: Yaşamı devrimci yaşayacaktı. Liseden sonra İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ne girdi, kardeşi de İstanbul Teknik Üniversitesi’ne (İTÜ). Komünleri adeta Mersin’den İstanbul’a taşınmıştı.
 
Ardından gelen 12 Mart askeri muhtırasıyla açılan balyoz hareketleri; baskı, yasak, cezaevi, idam… Mücadeleye karar vermiş olarak kendisi gibilerini bulmakta zorlanmayan Kutsiye, gizli gençlik örgütü Devrimci Gençlik Birliği’nden (DGB) sonra İbrahim Kaypakkaya önderliğinde yeni bir örgütle yola devam etti.
 
Daha radikal yeni bir mücadele dönemi 
 
Faşizme karşı öfke dolu olduğunu ve öfkenin de kendisine göre hoş bir duygu olduğunun altını çizen Kutsiye, o dönemdeki yeni örgütlenmelerini şöyle açıklıyordu: “Faşizme karşı mücadele edilmesi gerektiğine inanıyordum. O zaman ortada ‘Şafak’tan başka mücadele edelim diyen hareket yoktu kanımca. Hoş, şimdi de farklı düşünmüyorum. Sezar'ın hakkını Sezar'a vermeli. DGB adını duydunuz mu bilmiyorum. Devrimci Gençlik Birliği, bizim birçok arkadaşımız o saflardan geçti. Şafak'ın gizli gençlik örgütlenmesi. Ardından Şafak'tan köklü bir kopuş... Ve daha radikal bir mücadele dönemi başladı. Bu yeni mücadele dönemi yaşam biçimlerimizi de yeniden düzenlememizi emrediyordu.”
 
‘Vurulup yattığım yerden gökyüzünü görüyordum’
 
12 Mart’ın saldırısıyla karşılaşmakta gecikmeyen bu yeni devrimci çalışmaları sürecinde Meral Yakar, Ali Haydar öldürüldü, İbrahim yakalandı. Yerlerini doldurmak, çalışmaları yeniden düzenlemek adına Kutsiye ile Ahmet Muharrem, 19 Mart günü daha genç olan arkadaşlarıyla buluşacaklardı. Ancak Ahmet Muharrem Çiçek ile birlikte gittiği evde polis baskınına uğradı. İlk vurulup yığıldığı duvar dibinden bir çuval gibi fırlatıldığı araba kasasında gözlerini göğe çeviren Kutsiye, o anı şöyle anlatıyordu: “Orada vurulup yattığım yerden gökyüzünü görüyordum. Balkonumsu bir yerdi. Duvara çarpıp düştüm ve başımın altına iki tuğla koydum sürünerek. Yattığım yerden gökyüzünü görebiliyordum; Şolohov'un ‘Ve Durgun Akardı Don’ romanında bir devrimci tipi vardır: Gönüllü Bunçuk. Kurşuna dizilirken, başını gökyüzüne çevirir ve o güzelliğe takılıp kalır. O tür durumlarda bir tuhaf oluyor insan. Belki, gülünç, çocuksu... İnan, ben de İlya Bunçuk'a takılıp kalmıştım. ‘Evet, haklıymış. Gökyüzü ne kadar güzel’ diye.”
 
‘Kusura bakmayın, ölmedim’
 
Ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanelerde her türlü işkence ve işkencecilere maruz kalan Kutsiye, bunlara karşı da direnişini sürdürdü. Onlara inat, yaşama devam kararını böyle verdi ve “Yaşamak direnmektir” sözünün kaynağı da o an oldu. Hastaneye bir polis minibüsünde karga tulumba götürüldü. Hastanede, kendi deyimiyle “karşı taraftakiler” ölümünü beklerken, o yaşamaya karar verdi. Ölüm tutanağı için gelenlere “kusura bakmayın, ölmedim” yanıtını verdi. O zamandan sonra yaşamak, direnmek oldu Kutsiye Bozoklar için. “Direnmeyi yaşamak kılmayı ve de düşmana inat yaşamayı” ilke edindi.
 
‘Söz uçar, yazı kalır’
 
Kutsiye Bozoklar, sonraki 2 yılı Ankara GATA’da tutuklu hasta olarak geçirdi. İdam cezası istemiyle yargılandı, 1974 affında ise tahliye oldu. 3 kişilik komünleri, dostları, yoldaşları durmadan çoğalan Kutsiye, genç devrimcilerin doğal öğretmeni ve pek çok genç devrimcinin devrim kanalına aktarıcısı oldu. O yıllarda, “sessiz ve kaya gibi sağlam” olarak tanımladığı annesi, bir gün Kutsiye’ye “Kızım bunca okuyorsun, artık yazmalısın. Söz uçar, yazı kalır” der. Annesinin bilgeliğine güvenerek sonrasında yazmaya başlar Kutsiye.
 
12 Mart’ın ardından 12 Eylül
 
Kutsiye’nin yazmaya başladığı sıralarda 12 Eylül askeri darbesi gerçekleşti. 12 Eylül, 12 Mart’ın yarım bıraktığını tamamlayacak, devrim ve sosyalizm düşüne ait ne varsa hepsini bitirmek isteyecekti. Dönemin en büyük tehlikesi örgütsüz kalmak, kavganın dışına düşmek, inanç ve değer yitimine uğramaktı. Kutsiye için yeni devrimci çalışma alanı da burası olacaktı. Yaşamı direniş olan Kutsiye, yazılarıyla umutsuza umut, yolunu şaşırana yol gösteren oldu. 12 Eylül tutsaklarının zindan hayatlarını Kutsiye’nin mektupları güzelleştirmişti. Sadece düz yazı değil, şiirleri de içerdekilere ışık taşıdı. 12 Eylül yenilgisi, yenilgi romanı, pişmanlık edebiyatı Kutsiye’nin satırlarında keskin bir eleştiriye uğradı. O günlerde daha çok içerdeki tutsaklara mektuplarda dile gelen bu eleştiri, devrimci basının yeniden legal alana merhaba demesiyle birlikte dergi gazete yazarlığıyla binlere birden ulaşmaya başladı.
 
1988 yılının başlarında yayın hayatına başlayan Emeğin Bayrağı dergisinde köşesi vardı Kutsiye’nin. Her ay orada kavganın, sevdanın ve sosyalizmin sesi, Kutsiye’nin kaleminden şiir gibi dizilmekteydi. “Işık Kutlu” mahlasıyla “Ortakça”, “Kollektif” gibi köşelerinde yazıları yayımlanıyordu. Emeğin Bayrağı’nda 5 yıl yazdı, ardından Atılım’da yazmaya başladı. Ağır hasta hallerinin dışında, köşe yazarlığını hiç aksatmayan Kutsiye için gazete yazarlığı sevinçli bir yeni başlangıç, hatta bir bakıma yaşam periyodunun düzenleyicisi gibiydi.
 
‘Karanlığı süpürüyorum, size aydınlığı getirmek için’
 
Devrim ve sosyalizm mücadelesinde sanat ve edebiyatın mücadelenin dinamolarından biri olması gerektiğini dile getiren Kutsiye, devrimci sanatı ise kısa bir anektodla şöyle anlatıyor: “Mersin'de sabaha karşı bir erkenci kahvesinden çıkıp sokaklarda dolaşan sanatçı, bir çöpçüyle selamlaşmış ve ona sormuş; ‘Ne yapıyorsun?’ demiş, bu erken saatte. Cevap vermiş bizimkisi; ‘karanlığı süpürüyorum, size aydınlığı getirmek için.’ Devrimci sanatçı karanlığı süpüren kişidir. Ve ben devrimci sanattan da aynen bunu anlıyorum. Dünyanın ve insanlığın aydınlığa ve geleceğe doğru yürümesine hizmet eden sanat, devrimci sanattır. Ama bir şey ‘sanat’ olmadan, devrimci sanat olmaz bunu da anımsatmak istiyorum.”
 
‘Yaşamak direnmektir’
 
Yaşamı boyunca kalemini elinden bırakmayan ve siyasi konuların yanı sıra, kadın sorunlarına da değinen yazar Kutsiye, slogan haline gelen “Yaşamak direnmektir” sözlerini de ilk kez kullanan sanatçı olarak bilinir. Bu iki sözcüğü bir şiire dize yaptığında bir gün dillerde ezgi, dillerde slogan olacağını düşünmemişti muhakkak. Kutsiye için bu iki sözcük, yürümeyi unuttuğu günden beri yaşamın tümü oldu. 68 kuşağından devrimci, yazar Kutsiye, tedavi gördüğü Ankara Başkent Hastanesi’nde 16 Temmuz 2009 tarihinde 56 yaşındayken hayatını kaybetti.
 
Kutsiye Bozoklar’ın eserleri
 
Kutsiye Bozoklar, yaşamını yitirene kadar Atılım gazetesinde “Ortakça” köşesinde “Işık Kutlu” imzasıyla yazılar yazdı. Sanat ve Hayat dergisinin Yayın Kurulu Başkanlığını yürüttü. “Yaşama Dair”, “Umuda Yazılı Sözler”, “Hep Aynı İnatla”, “Sanat ve Mücadele”, “Türkiye Bu Tadı Seviyor mu?”, “Hayatı Ellerinden Tutmak”, “Emperyalist Küreselleşme ve Yalanlar”, “Hangi Kültür” ve “Kavga Düştü Payıma” adlı kitapları yayınlandı. Ölümünün ardından ise Akademi Yayınları, yazılarını “Sosyalizm, insan, hayat” ile “Sosyalizm ve insan kadın” adlı kitaplarda derledi.
 
16 Temmuz 2009’a dek ürettikleriyle; yani aramızdan ayrılışının 10’uncu yılında, hala yaşamımızın ezgilerine eşlik etmeye devam ediyor.