Faşizme karşı direniş ve örgütlü duruş: Ulrike Meinhof
- 09:01 9 Mayıs 2019
- Portre
Sibel Özalp
HABER MERKEZİ - Bugün gazeteci ve devrimci Ulrike Meinhof’un aramızdan ayrılışının 43. yılı. Sahip olduğu burjuva yaşamını elinin tersiyle iten Ulrike, devrimciliğin illegal yaşamının en ağır koşullarını seçti ve hücresinde asılarak öldürüldüğü 9 Mayıs 1976 tarihine kadar Stammheim Cezaevi’nde tecrit koşullarında tutuldu.
Ünlü bir gazeteciydi Ulrike Meinhof. Sahip olduğu burjuva yaşamı elinin tersiyle itti ve yüreğiyle bilincini aydınlatan özgürlük düşü için profesyonel devrimciliğin illegal yaşamının en ağır koşullarını seçti. 68 kuşağının Almanya kanadının sosyalist devrimci lideri Ulrike, faşizme karşı mücadele etti. Ölümünün üzerinden 43 yıl geçtikten sonra bile Avrupa solunun en çok tanınan ve en tartışmalı isimlerinden biri. Gazeteciliği bırakıp, yeraltında mücadele verme kararı aldığından beri yaşamı ve hatta ölümüyle de egemenlerin kabusu olmaya devam ediyor.
Yaşamında belirleyici olan kişi Renate Riemeck
Ulrike Marie Meinhof, 7 Ekim 1934 tarihinde Nazizmin ülkede iktidar olduğu siyasi bir ortamda Oldenburg’ta doğdu. Yahudilere karşı yapılan soykırımın izleri belleğinde küçük yaşta yer eden Ulrike’nin annesi sosyalist, babası ise Alman milliyetçi protestan, nasyonel sosyalizme inanmış, nazi faşizmine derinden bağlı sanat tarihçilerinden biriydi. 5 yaşındayken babasını, 14 yaşında ise annesini kaybeden Ulrike ve kardeşi Wienke’nin vasiliğini annelerinin arkadaşı tarihçi ve enerjik bir Hristiyan barış aktivisti olan Renate Riemeck üstlendi. Ulrike’nin çocukluk yaşamında belirleyici olan kişi de Renate oldu. Her zaman arkadaşları ve öğretmenleri ile tartışan ve davranışlarından dolayı asla ödün vermeyen Ulrike, sol sosyal demokrat bir muhitte yetişti.
‘Yeni bir Rosa Luxemburg’u dinledim’
Ulrike, çok genç yaşta silahlanmaya ve atom bombasına karşı ilerici Hristiyanlarla komünistlerin oluşturduğu harekete katıldı. İlahiyat öğrencisi Peter Meier ve siyasal bilimler öğrencisi Jürgen Seifert’le birlikte 1958’de Münster’de atom bombasına karşı mücadeleyi savunan “Das Argument” adlı bildiri gazetesini çıkardı. Öğrenciler arasında saygınlık kazanan Ulrike, 20 Mayıs 1958 günü Münster’de Hindenburg Meydanı’nda kurulan kürsüde, bin 200 kişinin dinlediği bir konuşma yaptı. Jürgen Seifert, Ulrike için “O gün ilk kez yeni bir Rosa Luxemburg’u dinledim” dedi.
Münster’den Hamburg’a taşındı
Ocak 1959’da Münster’deki arkadaşları tarafından delege seçilen Ulrike, Federal Almanya ve Batı Berlin’den atom bombası aleyhtarı 20 komiteyi temsilen, 318 delegenin katıldığı Özgür Berlin Üniversitesi’ndeki öğrenci kongresine katıldı. Orada komünist sola yakın bir çizgide atom bombasına karşı mücadeleyi savunan Konkret gazetesinin yayın müdürü ve Almanya Komünist Partisi (KPD) üyesi Klaus Rainer Röhl’le tanıştı. Eylül 1959’dan itibaren de bu gazeteye makaleler yazmaya başladı. Bir yıl sonra yayın komitesine üye olunca öğrenimini yarıda bırakıp Münster’den Hamburg’a taşındı.
Konkret’in yayın yönetmeni oldu
Genç bir kadının Konkret’in başına geçmesi ve Klaus’dan daha iyi yönetmesi bazı erkek redaktörleri rahatsız etti ancak Ulrike artık KPD için çalışmaktaydı ve Konkret’in de yayın yönetmeni olmuştu. Aralık 1961’de Klaus Rainer Röhl ile evlendi ve kısa süre içinde ikiz kızları oldu. Ulrike, radyo ve televizyon için programlar hazırladı ve bazen büyük gazete ve dergilerde de yazıları yayımlandı. Hamburg’un aydın ve ilerici orta sınıfı içerisinde tanınan biri olan Ulrike, gazetecilik kariyeriyle militan yaşantısını uzun yıllar sorunsuz bir şekilde sürdürdü.
Haziran 1967’de Almanya’da polis ve basın terörü doruğa çıkmıştı. Ulrike’nin eşi gazetenin mali sorunlarına çare bulmak adına tiraj kaygısıyla Konkret’te “pornografik bölümler” açmıştı. Bu gidişattan memnun olmayan Ulrike’nin Klaus ile ilişkisi bitmeye yüz tuttu ve Aralık 1967’de Ulrike iki kızıyla beraber Berlin’e taşındı. Konkret’in yayın yönetmenliğini bıraktı ancak bir yıl boyunca gazeteye makale vermeyi sürdürdü.
‘Silahlanmayan ölür, ölmeyenlerse canlı canlı cezaevlerine gömülür’
1967’den sonra toplumsal sorunlarla ilgili gazeteciliğe yönelen Ulrike, okulların, işçi lojmanlarının ve cezaevlerinin sefaletini sergilemek için yazılar kaleme aldı. Bu yazılar Ulrike’yi, bu alanda seferber olmuş Alman Sosyalist Öğrenciler Federasyonu (SDS) militanları ve çalışma gruplarıyla yakınlaştırdı. 1968’de KPD’nin Batı Almanya Anayasa Mahkemesi tarafından radikal bir militan grup olduğu gerekçesiyle kapatılmasının ardından Alman Komünistler tarafından Alman Komünist Partisi (DKP) kuruldu. Aynı yıl SDS liderlerinden Rudi Dutscke suikaste uğradı.
Rudi’nin ardından Ulrike, Konkret’te şunları yazdı: “Rudi’ye sıkılan kurşunlar şiddet karşıtlığı düşünü sona erdirdi. Silahlanmayan ölür, ölmeyenlerse canlı canlı cezaevlerine, ıslahevlerine, toplu konutların kasvetli betonlarına gömülür.” Suikastın gerçekleştiği günün akşamı aralarında Ulrike’nin de bulunduğu bin kişiden fazla kalabalık, Axel Springer Yayınevi’ne geldi. Ulrike artık yazı masasından kalkmış ve olayların içine girmişti.
Andreas Baader ve Gudrun Ensslin ile tanıştı
1968 yılında düzenlenen sabotaj eylemlerini eleştirmekle birlikte “İnsanları değil mülkiyeti koruyan” yasaya karşı bir isyan olarak değerlendirdi ve Konkret’teki makalesini Fritz Teufel’in şu yazısıyla bitirdi Ulrike: “Bir alışveriş merkezini ateşe vermek, yine de bir alışveriş merkezi işletmekten iyidir.” Bu yazı sonrası Ulrike, Gudrun Ensslin ve Andreas Baader ile tanıştı. O dönem polis tarafından aranan ikili, bir dönem Ulrike’nin Berlin’deki dairesinde saklandı.
Andreas Baader’in kaçırma eylemine katılanların hepsi kadındı
Bir süre sonra polis tarafından aranan Andreas tutuklandı. Ulrike ve Gudrun çevresinde toplanan grup, Andreas’ı kaçırma kararı aldı. Bu karar grubun, devrimci bir örgüt kurma yolunda ilk somut eylemi oldu. Bu kaçırma planı, Ulrike’nin hayatının da dönüm noktası oldu. Andreas’ın bir kitap çalışması içinde olduğu gerekçesiyle götürüldüğü Alman Merkez Enstitüsü binasında gerçekleşen kaçırma eylemine katılanların hepsi de kadındı. Gardiyan eşliğinde getirilen Andreas, silahlı çatışmayla kaçırıldı.
Aranan bir suçluydu artık
Eylemin planlanmasına başından itibaren katılan Ulrike, bu eylemden sonra illegal yaşama başladı. Daha önce sık sık giderek çalışmalar yaptığı kütüphanedeki eylem sırasında Ulrike’nin, olay yerinde her şeyden habersizce şaşkın kalması planlanmış ancak o eylem sırasında bu planı uygulamayarak, camdan atlamış ve illegal yaşama adım atmıştı. Fotoğrafı ülkenin birçok yerinde asılı, aranan bir suçluydu artık.
‘Kızıl Orduyu Kurmak’
Ulrike ve arkadaşları, 21 Haziran 1970’de sahte Suriye pasaportlarıyla Doğu Almanya’ya, oradan da Filistin Kurtuluş Örgütü’nün karargahlarından birine yerleşti, Ürdün’de silah eğitimi ve patlayıcı maddeleri kullanmayı öğrendi. Andreas’ın kaçırılmasından 3 hafta sonra Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (RAF) ilk metni “Agit 883”te, “Kızıl Orduyu Kurmak” başlığıyla yayımlandı. 29 Eylül 1970 günü Ulrike, ilk kez bir banka soygununa katıldı. Grup, çalıntı otolar ve sürekli değiştirdikleri kılıklarıyla çoğu kez kent içinde serbestçe dolaştı. RAF Örgütü, 1970-1972 yılları arasında çok sayıda bankada kamulaştırma, polise, Amerikan ordusuna ait binalara ve mahkemelere saldırılar düzenledi. Bu süreçte birçok RAF üyesi ve polisin öleceği çatışmalara girdiler.
1972’de Sosyal Demokrat Parti/Hür Demokratik Parti (SPD/FDP) koalisyon hükümeti, Avrupa’da benzersiz bir uygulama olan Radikaller Kararnamesi’ni çıkardı. Almanca “Berufsverbot” (meslek yasağı) başka dillerin sözlüklerinde yerini almıştır. Günümüz Türkiye’sinde olduğu gibi devlet, otomatik olarak kamusal alanda çalışanların düşüncelerini kontrolden geçiriyor, binlerce kişiye meslek yasağı koyuyordu.
‘Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim’
1972 yılı, aralarında Ulrike Meinhof, Andreas Baader ve Gudrun Ensslin’inde bulunduğu kurucu kuşaktan birçok ismin yakalanarak bir daha asla çıkamayacakları tecrit hücrelerine atıldıkları tarihti. Artık yaşamları, bir propaganda sahnesi olarak algıladıkları mahkeme salonları, tecride karşı yürüttükleri açlık grevleri ve RAF’ın ikinci jenerasyonunun onları özgürleştirmek adına yaptığı eylemlerden oluşuyordu. Ulrike, bu dönemde çocuklarına yazdığı mektupların birinde üzülecek bir şey olmadığını, onları üzenin kapitalist sistemin kendisi olduğunu, kapitalizmin bekçisi rejimin kendisini hapiste tuttuğunu ve asıl kapitalizme, devlete, düzene karşı öfkeli olunması gerektiğini anlattı ve “Üzgün olmaktansa, öfkeli olmayı yeğlerim” dedi.
Cezaevi koşullarına karşı açlık grevi
Avukatlarıyla 4 gün boyunca görüştürülmeyen Ulrike, tutuklama yargıcının karşısına çıkarıldıktan sonra Köln-Assendorf Cezaevi’ne götürüldü. Ulrike’nin her gün hücresi, eşyaları ve üstü arandı, haftada bir kez banyo yapmasına izin verildi ve avluya üç gardiyanın gözetimi altında çıktı, tutukluluk süresi boyunca da tek bir arkadaşıyla bile görüştürülmedi. Cezaevi koşulları ve ağır psikolojik işkencelere karşı birçok kez açlık grevi yaptı.
Hücresinde şüpheli ölümü
Ulrike, 1976 yılında Stuttgart’da bulunan özel güvenlikli cezaevi Stammheim’daki hücresinde 9 Mayıs günü asılı halde bulundu ve intihar ettiği öne sürüldü. Bu iddia birçok insana inandırıcı gelmediği gibi Uluslararası İnceleme Komisyonu da Ulrike’nin intihar ettiğini kanıtlayacak kesin delil bulunamadığını, buna karşılık bir sürü kanıtın asılmadan önce ölmüş olduğuna işaret ettiği sonucuna vardı. Bütün adalet mekanizması Ulrike’nin intihar ettiğini iddia etti. Ancak Ulrike’nin yakınları, avukatları ve bazı doktorlar, gece hücresine gelen birileri tarafından boğulduktan sonra asıldığına inandı. Apar topar yapılan otopsi ve yok edilen deliller bu iddiayı güçlendirmektedir.
Yapılan otopside ise Ulrike’nin beyni yakınlarının rızası alınmadan “sapkın” davranışının biyolojik nedenlerini incelemek üzere çıkarıldı. İki çocuk annesi “işi gücü olan” bir kadının silahlı bir örgüte katılmasının ancak “hasarlı” bir beynin ürünü olabileceğini düşünen bazı doktorlar, Ulrike’nin beynini 30 sene boyunca gizleyip birçok kez test yaptı. Ulrike’nin kızının çabaları sonucu annesinin beyni 2002’de aileye iade edildi.
Otopsinin düzgün yapılmadığı ortaya konuldu
Almanya Gazeteciler Birliği eski başkanı ve sol- yeşil politikacı Jutta Ditfurth, 6 yıllık çalışmasının ardından 2007’de yayınladığı Ulrike Meinhof biyografisinde otopsinin düzgün yapılmadığını ortaya koydu. Jutta, cezaevinde Ulrike’nin odasına yakın bir yere çıkan kimsenin bilmediği bir yangın merdiveni olduğunu, Ulrike’nin grup arkadaşlarıyla arasında hiçbir problem olmadığını ve intihar ettiği söylenen havludan kesilerek yapılan ipi odada kesecek makasta iz bulunmadığını araştırmalarıyla ortaya koydu.
‘Almanya’nın savaş sonrası en önemli gazetecisiydi’
Alman kadın rejisör Helma Sanders-Brahms ise, Ulrike için “O, Almanya’nın savaş sonrası dönemde sahip olduğu en önemli ve aynı zamanda en iyi yazan gazeteciydi, hala da öyle. Onun analizleri, netlik ve keskinlik açısından bugün bile o yıllar hakkında okuyabileceklerinizin en iyisi. Metinleri o kadar yoğun ki, hayata geçirilmek için ısrar ediyorlar. Okuyanlara, adaletsizliğe karşı mücadelenin zorunlu olduğunun ve maddi açıdan olmasa da, en azından ahlaki olarak mücadele etmeye değdiğinin garantisini veriyorlar. Onu karşı taraf için tehlikeli yapan buydu” dedi.