1930'larda tabuları yıkan kadın: Marlene Dietrich
- 09:02 6 Mayıs 2019
- Portre
Sibel Özalp
HABER MERKEZİ - Sinema dünyasının cinsiyetçi ve ırkçı tabularını yıkan Marlene Dietrich, 6 Mayıs 1992’de yaşamını yitirdi. Nazi propaganda filminde oynamayı reddeden, “erkeklere özgü olduğu” iddia edilen kıyafetler giyerek, ekran önünde bir kadın ile öpüşen Marlene, 1930’larda tabuları sosyal ve seksüel baskıya başkaldırarak yıktı.
Maria Magdalena Dietrich, bilinen adıyla Marlene Dietrich Alman asıllı sinema oyuncusu ve şarkıcıdır. Uzun kariyerine kabare şarkıcısı olarak başlayan Marlene, 1920’lerde Berlin’de film endüstrisine adım atarak 1930’larda Hollywood’ta parladı. Kadınlarda “maskülen giyim”in öncüsü olarak kabul edildi. II. Dünya Savaşı sırasında cephelerde şarkı da söyleyen Marlene’in kariyeri 1950-1960’larda yükseldi ve zamanının en önemli ikonlarından biri haline geldi. Oscar adayı olan Marlene, Amerikan Film Enstitüsü’nün listesine göre gelmiş geçmiş en önemli 9’uncu kadın oyuncudur. İki ayrı dilde çekilen Der Blau Engel/The Blue Angel (Mavi Melek) filmi, Marlene için bir dönüm noktasıydı. Filmde canlandırdığı Lola-Lola karakteri onun, uluslararası bir film yıldızı olarak tanınmasını sağladı.
Hitler rejimi karşıtlığı
Hitler rejimine karşı mücadelesiyle de bilinen Marlene, bir cazibe simgesi olmaktan fazlasını hak ediyor ve onu kadınlar için önemli yapan unsurları gözden geçirmek gerekiyor. 27 Aralık 1901 tarihinde Almanya İmparatorluğu döneminde Schöneberg’te dünyaya gelen Marlene, Max Reinhardt Tiyatro Okulu’nda eğitim gördü. İlk önemli rolünü Die Tragödie der Liebe (Aşk Ağlatısı) filminde oynayan Marlene, 1923 yılında bu filmin yönetmen yardımcısı Rudolph Sieber ile evlendi. 1925-1929 yılları arasında Berlin ve Viyana’da sürekli sahneye çıkan ve filmlerde rol alan Marlene, sinema dünyasının, toplumsal cinsiyet ve ırkçılık konularını gündemine alan ve bunların altını dolduran ilk ve en ünlü kadın aktivistiydi. “Erkeklere özgü olduğu” iddia edilen kıyafetler giyiyor, ekran önünde bir kadın ile öpüşüyor ve Nazi propaganda filminde oynamayı reddediyordu. 1930’larda tabuları sosyal ve seksüel baskıya başkaldırarak yıktı.
Almanya’yı terk etti
Almanya’nın 1920-1930’lardaki sinema tarihini, siyasi tarihten ayırt etmek olanaksız çünkü Hitler yönetiminin yaşattığı sarsıntılar elbette sanat ve fikir dünyasını da etkilemişti. 1920’lerin fırtınalı Berlin’inde kameralarla tanışan genç kadın Marlene’in hayatı, 1930’da Hollywood’a yaptığı kısa ziyaret ve “Mavi Melek” filmindeki rolle değişti. Bu filmin başarısı Nazi yönetiminin Marlen’e daha dikkatle eğilmesine yol açtı. Hitler Hükümeti, Marlene’den propaganda filmlerinde rol almasını isteyince yaşadığı süre boyunca her zaman sevdiğini söylediği ülkesini Almanya’yı terk etti. Alman vatandaşlığından çıkarak Amerikan vatandaşlığına geçen Marlene, 2. Dünya Savaşı boyunca Stratejik Servisler Ofisi (bugünkü CIA) için Nazi karşıtı şarkılardan oluşan albümler kaydetti ve toplama kamplarında öldüren bir rejimle mücadele etmeye karar verdi.
‘Alman olarak doğdum ve bu her zaman böyle kalacak’
Marlene, Nazi Almanyası’nı terk ettikten sonra ABD’ye yerleşti ve filmleri Almanya’da yasaklandı. Hitler aleyhine konuşmalar yapan Marlene, savaş sırasında cephede ABD askerleri için şarkılar söyledi. Bir konuşmasında da, “Alman olarak doğdum ve bu her zaman böyle kalacak” diyerek, ülkesine bağlılığını ifade etmişti. Sinemanın ve müziğin yanı sıra edebiyat ve şiire de yakın duran Marlene, keman ve piyano çalıyordu. Dishonored (Onursuz Kadın), Shangai Express (Şanhgay Ekspresi), Scarlet Empress (Kızıl İmparatoriçe) gibi önemli filmlerde tartışılmaz oyunculuk yeteneğini ortaya koydu ve aynı zamanda çarpıcı açıklamaların da kadınıydı.
Yaşamına da yansıttığı başkaldırı örneği
Marlene’in ekran önünde sergilediği ve yaşamına da yansıttığı başkaldırılarının bir örneği 1933’te Atlantik üzerinden Paris’e giderken gerçekleşti. Beyaz bir takım elbise giyen Marlen’i, bir görevli eğer pantolon giymeye devam ederse tutuklanacağı konusunda uyardı. Çünkü o dönemde 2013’e kadar bile teknik olarak Fransa’da kadınların pantolon giymesi yasaktı. Marlene ise bahsi ikiye katladı ve Paris’e inerken, üzerinde bir erkek ceketi, şapkası ve güneş gözlüğü vardı. Trenden indi, polis memurunun koluna girdi ve yürümeye devam etti. Marlene’in bu ve benzer davranışlarıyla ilgili daha sonra anılarından ve fotoğraflarından oluşan bir galeri açan Kate Lemay şunları söylüyordu: “Günümüzde bu çok önemli görünmeyebilir fakat 1930’larda bu çok önemliydi. Erkek kıyafeti giyen başka kadınlar elbette ki vardı fakat Marlene bunu seyirci önüne taşıdı. Üstelik birçok seyirci için normalleştirdi.”
‘Marlene evine dön’
Marlene’in doğduğu yer olan Berlin ile olan ilişkisi savaştan sonra sıkıntılı bir hal aldı. 1960 yılında Almanya’ya ilk kez döndüğünde “Marlene evine dön” pankartları ve çağrılarıyla karşılanan Marlene, memleket özleminin verdiği alçak gönüllülükle olsa gerek, Almanların ona olan duygusal bağını aşk ve nefret ilişkisi olarak tanımlıyordu. Marlene, kendisiyle birlikte ilk akla gelen “Tepeden tırnağa sevgiyim” adlı şarkısını o günlerde dilinden hiç düşürmedi. 1961 yılında “Nürnberg Kararı” adlı filminin ilk gösterimi Berlin’de yapıldı. Son turnesini 1975 yılında İngiltere, Belçika, Amerika, Kanada ve Avustralya’da yaptıktan sonra Marlene, Paris’teki evinde inzivaya çekildi ve 1979’da yayınlanacak otobiyografisini yazdı. 6 Mayıs 1992’de ölümüne kadar da Paris’te inzivada kaldı.
Berlin’de toprağa verildi
Yıllarca hasret kaldığı memleketine cansız bedeniyle geri dönen Marlene, Berlin’e defnedildi. Bir efsane olarak sürdürdüğü sinema kariyeri ona geniş hayran kitleleri kazandırmıştı. Yakın arkadaşlarından Ernest Hemingway, “O sesiyle bile kırabilir kalbinizi” diyordu, “Ve sonra bir tek sözcükle iyileştirebilir yaranızı.” Siyasi duruşu, dik kafalılığı, Afrika gibi ülkelerdeki yardım çalışmalarına katkısı onun oyunculuğu kadar konuşulan özellikleri haline geldi. Cephede söylediği şarkının ismi olan “Lili Marlene”di takma adı. Yaşamının çoğunu ABD’de geçirmesine rağmen kişisel tarihi aslında 20’inci yüzyıl Avrupa tarihinin bir özeti gibiydi.
10 sene sonra Alman vatandaşlığına geri alındı
Yaşamını yitirdikten 10 yıl sonra 2002’de, Almanya tarafından vatandaşlığa geri alındı Marlene. 2003’te anısına Berlin’de “Forever Young-Sonsuza Dek Genç” başlıklı bir sergi açıldı. 2009’da mektup koleksiyonu açık artırmaya çıktı. Marlene’in özel eşyaları 2014’te Los Angeles Hollywood Müzesi’nde sergilendi. Ernest Hemingway’den gelen mektupları dahil 250’yi aşkın özel eşyasının sergilenmesine ön ayak olan kişiler ise Marlene’in torunları oldu.
‘Özgür kadını temsil etti’
Bu yıl dünyanın önemli kabare şarkıcılarından Ute Lemper, İstanbul’da “Marlene Dietrich ile Randevu” gösterisini sahneleyerek, Marlene’in hayatını anlattı. Gösteri öncesi konuşan Ute, “Marlene, ahlaki ve politik olarak cesur ve açık sözlüydü. O özgür bir kadını temsil etti” dedi.