Alanların beyaz tülbentli anneleri: Bir çocuğum daha ölmesin diye sokaklardaydım 2019-06-10 09:04:48   Rengin Azizoğlu   DİYARBAKİR - Tecride karşı açlık grevi eyleminde olan çocuklarını yaşatmak için alanlarda olan annelerden Kudret Eryılmaz'ın bir oğlu DAİŞ'e karşı savaşırken Kobanê'de yaşamını yitirdi, bir kızı da kardeşinin izinden gitti. Devletin savaş yüzüyle 90'lı yıllarda tanışan Kudret, "Bir çocuğumun daha ölmesine izin veremezdim. Onun için sokaklardaydım” dedi.   Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven’in PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle başlattığı açlık grevi eylemi, İmralı'dan gelen çağrı üzerine 200'üncü günde sonlandırıldı. Aynı taleple dünyanın dört bir yanından açlık grevi eylemleri sürerken, beyaz tülbentli anneler de çocukları için direnişteydi. İlan ettikleri seferberlik sonrasında anneler, Diyarbakır’da, Gebze’de, Bakırköy’de, Kızıltepe’de, Van’da ve daha birçok yerde günlerce her türlü baskı ve şiddete karşı eylemlerini sürdürdü.    Diyarbakır Koşuyolu Parkı’nda da anneler çocukları yaşasın, tecrit kalksın diye 26 gün boyunca eylemdeydi. 5 anneyle başlayan direniş günler ilerledikçe onlarca, yüzlerce kişiye ulaştı. Açlık grevinin sonlanmasıyla anneler de eylemlerini sonlandırırken, bu süre boyunca alandan ayrılmayanlardan biri de Kudret Eryılmaz idi. Eylemin ilk gününden son gününe kadar alanda olan Kudret’in oğlu Yakup Eryılmaz 2 yılı aşkın süredir kaldığı Patnos Cezaevi’nde 87 gün açlık grevinde kaldı.   ‘Hizbullahçılar yüzünden göç ettik’   Silvanlı olan Kudret Eryılmaz, 45 yaşında. Hizbullahçıların Silvan’a saldırmalarının ardından 28 yıl önce göç ederek Diyarbakır’a yerleştiklerini anlatan Kudret, “Silvan’da 4 çocuk dünyaya getirdim. Oralar hep güzel gelirdi bana. Köyümüz çok güzeldi. Oranın hayatı, lezzeti bir başkadır. Köylülerle iç içeydik. Dert ortağıydık. Bizler birlikte oturur her şeyimizi paylaşırdık. Günler nasıl geçiyordu bilmiyorduk. Bunun yanında çok fazla da zulüm gördük. Kayınpederimi şikayet ettikleri için evimize baskın yaptılar.  Kayınbabamı buradan Van’a götürdüler. Kışın ortasındaydık. Yaptıkları işkenceden gözlerine kan oturmuştu. Kaburgalarını kırdılar, kafasını ezdiler. Hayvanlarımızı kapattılar, hepsi susuzluktan öldü. Yiyeceklerimizin tümünü döktüler. Her gün bunları yaşıyorduk artık dayanacak gücümüz kalmamıştı. ‘Sizler teröristsiniz, teröristleri besliyorsunuz’ diyorlardı. Bizi öldürmelerinin, dövmelerinin, aç bırakmalarının gerekçesi oymuş” diye konuştu.   ‘Biz o halayı tamamlayacağız’   9 çocuğu olduğunu belirten Kudret, çocuklarıyla olan anılarını şu şekilde anlattı: “Oğlum Rıdvan şehit düştü, kızım katılım yaptı Yakup da hapistedir. Kobanê savaşında şehit düşen oğlum daha 16 yaşındaydı. Hep derdim ona ‘Kürt olmak, Kürt mücadelesine katkıda bulunmak, o yükü üstlenmek çok zordur. Tutuklarlar, öldürürler’ diye. O da bana ‘Tamam anne ben çocuk olabilirim ama ben ruhen büyüğüm. Bunları anlayabiliyorum’ derdi. Kardeşlerinin en küçüğüydü ama hepsinden farklıydı. Yardım etmeyi severdi. Bana 'yoldaş ana' derdi. Ben diyordum oğlum bak biz hepimiz mücadele içindeyiz, sen oku. O da ‘Biz mendilimizi halay başında salladık, biz o halayı tamamlayacağız’ derdi. Kobanê savaşına katılım yaptıktan sonra bugün Koşuyolu’nda beklediğim gibi o gün de annelerle Suruç’ta ambulans bekledim. Her ambulansta koşardık kimi getirdiler bu sefer diye.”   ‘Oğlumu da orda hissediyordum'   Suruç’ta beklerken birgün Kobanê’de yaşamını yitiren 7 YPG’linin cenazesinin getirildiğini anlatan Kudret, “O gün büyük bir yağış vardı. Gök adeta yere iniyor gibiydi. Anneler bir yere sığındılar, ben ise yağmurun altında bekledim. Havva Anne beni uyardı ‘Gir içeri delirdin mi’ dedi. ‘Havva Anne benim kalbimde bir sızı, bir ateş düştü, ben giremem içeriye’ dedim. 7 şehit beni hüzne boğdu. Oğlumu da orda hissediyordum. Döndükten 10 gün sonra oğlumun şahadet haberini aldım. Suruç’a varır varmaz oğlumun cenazesine sarıldım. Oğlunu kendi elinle mezara koymaktan daha acı bir şey var mıdır? Ablası kardeşinin şahadetinden sonra ‘Ben onun silahını yerde bırakmayacağım’ dedi. Biz Suruç’a gidip gelene kadar kızım da gitmişti. O zaman ben yapayalnız kaldım. İnsanın çocukları yanındaysa dünya onun dünyasıdır ama yoklarsa her yer karanlık. Aç kalsan, çadırda yaşasan dahi çocukların yanındaysa yeterlidir sana” dedi.   ‘Başımdaki sarı kırmızı yeşil yazmamı çekip aldılar’   Cezaevindeki oğlunun ise daha 12 yaşındayken polise taş atma gerekçesiyle tutuklandığını ifade eden Kudret, tutuklandığı gün yüzlerce polisin evlerine operasyon düzenlediğini belirtti. Kudret, “Başımda sarı kırmızı yeşil yazmam vardı, başımdan çekip aldılar. ‘Sen Yakup’un neyisin?’ diye sordular ben de annesi olduğumu söyledim. Ardından Yakup’un ellerinde olduğunu söylediler. Evin altını üstüne getirdiler. Yakup okul okuyordu o zaman mahkeme kağıdı gelince derslere veremedi artık kendini. Bir kızı sevdi ve isteyin dedi. Nişanından 3 gün sonra ceza kesildi. Düğününün üzerinden 7 ay geçmişti baskılar yüzünden eve gelemez oldu. Oğlum bazen evin yakınına gelir bize el sallar giderdi, özlüyordu bizi. Eve gelemiyordu. Kafede sigortasız çalışıyordu. Bir gün telefon açtı, ‘Anne beni tutukladılar haberiniz olsun’ dedi” ifadelerini kullandı.    ‘Patnos’ta büyük işkencelere maruz kaldılar’   Yakup’un 2 gün nezarethane de kaldıktan sonra cezaevine götürüldüğünü dile getiren Kudret, “6 ay Diyarbakır Cezaevi’nde kaldı ardından Patnos Cezaevi’ne sürgün etiler. Buradaki hapishaneler daha iyiydi, Patnos’ta ırkçı gardiyanlar ve polisler var. Patnos’ta büyük işkencelere maruz kaldılar. Çocuklarımıza kanalizasyon suyunu içirdiklerini öğrendik, vücutlarında tuhaf şeyler çıkıyordu. Bir gün görüşteyken bize bir bardak su getirdi ve bizden o suyu insan hakları kurumlarına götürmemizi istedi. ‘Ne veriyorlar bize incelesinler yüzümüz içimiz hastalıkla doldu’ dedi. Getirdik, onlar ‘kirli su’ dediler. Artık 300 liraya yakın parayı su getirmek için harcıyorlardı. Orda büyük vahşetler var” diye belirtti.   ‘Dayak yedik, hakaretler işittik yine de pes etmedik'   Açlık grevleri başladığında Yakup’un da greve girdiğini kaydeden Kudret, o sürecin kendisini çok zorladığını söyledi. Kudret, “Yemek yemez olmuştum. Çocuklarıma ‘Benim midem ağrıyor, yiyemiyorum’ diyordum. Bazen ‘Yemeği niye yapıyoruz?’ diyordum, babası kızıyordu bana ‘Öyle deme. Evdekilere eziyet etme’ diye. Bizler çocuklarımızı yaşatmak için Ramazan’da oruçlu olarak sokaklardaydık, dayak yedik, hakaretler işittik ama yine de pes etmedik. Bu çocuğumu da kurban etmeyecektim. Onun için sokaklardaydım. Her zulme karşı çocuklarımızın hedefleri, inançları için direndik. Peşlerini bırakmadık” dedi.   ‘Biz bu devrimcilerin anneleriyiz'   Açlık grevi sürecinde görüşe gittiklerinde etraflarını askerin çevirdiğini aktaran Kudret, şöyle devam etti: “Bize psikolojik baskı yapıyorlardı. Onlardan korkmamızı ve görüşe gelmememizi istediler. Biz de diyorduk ‘Ne yaparsanız yapın biz bu devrimcilerin anneleriyiz, sizden korkmayız. Her zaman onların arkasında olacağız.’ Görüşe çıktıkları gibi ciğerimden gelircesine zılgıt çaldım, alkışladım, bağırdım ‘Bijî Berxwedana Zindana’ diye. Cezaevindekiler çok sevindiler. Bize, ‘En büyük moral sizin cesaret ve zılgıtlarınızdır’ dediler. Biz anneler geç kaldık. Çocuklarımıza borçluyuz, o 8 şehide borçluyuz bizler. Onları yaşatamadık, sokaklara daha erken çıkmalıydık, daha erken ayaklanmalıydık. Onları saygıyla anacağız. Onlar isimlerini altın harflerle tarihe yazdılar. Onlar Mazlum’un Kemal’in yoldaşlığına layık oldular. Onlar zulme karşı gözlerini kapatmadılar. Hedeflerine ulaştılar. Bizler Kürt doğduk Kürt olarak öleceğiz. Daima da bu davanın peşinde olacağız.”