İnsanlık zindanlarda alarm veriyor…
- 09:06 23 Aralık 2021
- Kadının Kaleminden
“Erdoğan şahsının ülkesinde adalet sistemi tuzun koktuğu, hukukun guguklaştığı ve yargının siyasallaştığı gerçeklikte, zindanlar intikamcı cezalarla nazi toplama kamplarına dönüşmüştür. Mevcut iktidar 12 Eylül faşizminin asmayıp da besleyelim mi? diyerek itiraf ettikleri insanlığa karşı işledikleri suçları da katbekat aşan uygulamalarla bugün de aynı noktada durmaktalar.”
Wenda Dursend
Erkek egemen zihniyetin hastalıklı sistemi tarihsel diyalektiğinde cezalandırmayı, halka açık kamusallıkta simgesel olarak ritüel seremonisinde gerçekleştirirken, seyircinin ders almasının beklentisiyle hem caydırıcılık hem de yaşattığı vahşeti akıllara kazıyarak saldığı korku ile iktidar gücünü gösteren amacı taşıyordu. Faucault’nun “Hapishanenin Doğuşu” eserinde 16. 17. ve 18. y.y’da geneli Fransa’da gerçekleşen idamlara karşı halkın karşı çıkması üzerine iktidar, egemen gücünden gelen cezalandırma gücünün sarsılmasından korktuğu için yeni bir uygulama olan modern hapishanenin doğuşuyla birlikte tüm toplum üzerinde gizli iktidar gözünün her zaman etkili olduğu gözetim ve denetimle bir dönüşüm yaşadığı belirlemesinde bulunmuştur. Modern hapishane ile cezalandırma halka açık olmaktan çıkıp kapalı mekanlarda toplumdan izole edilen tutsaklar, ıslah etme nesnelerine indirgenerek ölüme terk edilmişlerdir. Böylece cezalandırma zamana yayılan ve bedenden çok ruha yönelik olarak dönüşmüştür. Bu dönüşüm ile cezanın sosyolojik bir enstrüman olarak modern dünyanın tüm kurumsal yapılarının oluşum ve doğuşunda hapishane sisteminin büyük kapatılma gerçeği söz konusu olmuştur. Modern iktidar herkesi bireyselleştirerek gözetim ve denetim altında tutarak mikro iktidar yoluyla kendini egemen kılmaktadır. Çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, ‘suçluyu’(!) hapishaneyle vb. kuşatarak bireyselleştirmiş, kayıt altına almış, sayısal hale getirerek kendini egemen kılmıştır. Egemen gücün zamanla hedefinin değiştiği bedenimizden vazgeçip cezaları artık bilincimize yönelttiği ve bunu da bilginin iktidarıyla kurumsallaştırarak meşruiyet kazandırmıştır. Günümüzde de şiddetin ve işkencenin üretim merkezine dönüşen hapishaneler tahakküm mekanları olarak merkezi konumunu korumaktadır.
Türkiye gerçeğinde ölüm çukurlarına dönüşen zindanlar, ölüme terk edilen başta hasta tutsaklar olmak üzere politik tutsaklar iktidarın bilinçli tercihi olarak düşman hukuku işletilerek her türlü usulsüzlük ve hak ihlalleri ile yine gündem başı olmaktadır. Aysel Tuğluk örneğinde olduğu gibi sağlığa erişim hakkının yok sayıldığı hasta tutsaklar düşman hukuku işletilerek ölüme terk edilirken, infaz düzenlemesiyle gözlem kurullarının insafına bırakılan tahliye kararları ve hücre cezalarıyla infaz yakma, tüm hakların gasp edildiği keyfiliğin hüküm sürdüğü bir gerçeklik olarak yaşanmaya devam ediyor. Yine yasalar mevcut egemenin suç ve ceza tanımıyla suç ve suçluyu kuran yerden şiddetine rıza üretiyor. Egemen gücün baskı, sömürü ve zulmüne başkaldırıp direnen ve mücadele eden kişi ve güçler terörist ilan edilirken, egemen eliyle yaşatılan terörizm ise hukuk kılıfıyla meşrulaştırılmaktadır. En ufak itiraz geliştiren, muhalefet eden herkes yargı şiddeti eliyle zindanlara kapatılarak etkisiz kılınarak teslim alınmak isteniyor. Böylece hukuki nesnelere dönüştürülen bireyler, yargılanma sürecinde her türlü kayıtsızlıkla, hukukun keyfi hükümranlığında cezalandırılmaları meşrulaştırılmaktadır. Hukuk kılıfında her türlü istisnai uygulamayı ‘suçlunun’(!) kimliğiyle meşrulaştırarak İmralı işkence sisteminde görüldüğü üzere herkesi bu yaşananlara seyirci kılarak işlediği ve işlemekte olduğu suça bir bütünen ortak etmektedir. Böylece kollektif suç ortaklığıyla kendilerinden hesap soracakları etkisiz kılmış oluyor.
AKP-MHP iktidarıyla zirveleşen faşizm bir bütünen baskı ve zor aygıtıyla ayakta kalmaya çalışıyor. Toplum, temel hak ve özgürlükler yok sayılarak büyük bir kapatılmaya alınmıştır. Tüm bu saldırıların ve baskıların kaynağını oluşturan İmralı işkence sistemi üzerinden rıza üretilerek buradan tüm zindanlara ve topluma yayılmaktadır. Tecridin kendisi insanlık suçudur. İktidar bu suçu işlemekteki ısrarını bizlerin derin sessizliğinden güç alarak yapmaktadır. Sessizlik halimizden güç alarak hepimizi işlediği suça ve faşizmine ortak etmektedir. AKP-MHP iktidarı Türkiye’sinde son bir hafta içinde zindanlarda ölüme terk edilen hasta tutsaklardan gelen acı haberler bir kez daha yaşanan vahşeti ortaya koymuştur. Hapishaneler sadece bedensel cezalandırma yeri değil, aynı zamanda egemenin iktidarını kutsadığı mekanlar olma özelliğini taşıyor. Tutsağın iradesini kırarak teslim almak amaçlı her türlü baskı ve usulsüzlük yapılmaktadır. Tutsağın kimliğini gerekçelendirerek yaptığı baskıyı normalleştirmeye çalışıyor. Sistematik baskı ve şiddet uygulamalarıyla iradeyi kırma ve kişiliği parçalama ile tutsakları teslim almayı hedefliyor.
Tüm bu teslim alma saldırıları karşısında zindanlar aynı zamanda direniş kalelerine dönüşmüştür. 12 Eylül Amed zindanında yaşatılan faşizme karşı Sakine Cansız’ın işkencecinin suratına tükürmesi, Kemal Pir’in faşizm karşısında ‘yaşamı uğrunda ölecek kadar seviyoruz’ diyerek direnişi yükseltmesi ve yine Mazlum Doğan’ın ‘teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür’ şiarı zindan direniş tarihine büyük bir mücadele ve direniş mirası bırakmıştır. Gelinen aşamada Erdoğan şahsının ülkesinde adalet sistemi tuzun koktuğu, hukukun guguklaştığı ve yargının siyasallaştığı gerçeklikte, zindanlar intikamcı cezalarla nazi toplama kamplarına dönüşmüştür. Mevcut iktidar 12 Eylül faşizminin asmayıp da besleyelim mi? diyerek itiraf ettikleri insanlığa karşı işledikleri suçları da katbekat aşan uygulamalarla bugün de aynı noktada durmaktalar. İktidarın ihtişamlı gücünde sarhoşluğu yaşayan AKP-MHP iktidarı çürümenin ve kokuşmanın sultasında zindanlarda Garibe Gezer, Abdürrezzak Şuyur, Halil Güneş, Vedat Çem Erkmen şahadetlerinin yaşanmasında baş failldirler. Zindanlar faşizmin sultasında sıradaki kim olacak şeklindeki ölüm randevusuna ayarlanmıştır. İktidar toplumun tek bir aykırı sesine tahammül etmeyecek noktada mutlak itaatini istemektedir. İktidarın bekası için güvenlikçi politikalarla toplum ve zindanlar disipliner iktidar tekniğiyle kendisini sürekli üreten şiddet sarmalında tutulmaktadır.
Tüm bu yaşananlar karşısında başta hasta tutsaklar olmak üzere tüm zindan direnişçilerinin sesi olmak için aileler tarafından başlatılan adalet nöbetini büyütmek ahlaki, vicdani ve politik bir sorumluluk olarak hepimizin önünde temel görev olarak durmaktadır. Bizlerin özgür yaşaması adına bedel ödeyen zindan direnişçilerinin sesini dışarıda büyütmek suretiyle, faşizmin beslendiği ve şiddetine rıza ürettiği ölüm sesizliğimizden çıkmakla ancak suç ortaklığından kendimizi kurtarabiliriz. Yarın çok geç olmadan zalimin karşısına dikilerek insanlık onurunu korumak adına hesap sormak için her birimiz öne çıkalım. Böylece kaybeden faşizm, kazanan direniş olacaktır.