Aile danışmanlığı ile toplumsal cinsiyet farkındalığının ne ilgisi var?
- 09:07 14 Aralık 2020
- Kadının Kaleminden
Ailenin, toplumun sağlığını korumak sadece kadının görevi değil. Yani “Yuvayı diş kuş yapar” gibi yüklemeler, toplumsal cinsiyet eşitsizliği yaratır ve bu eşitsizlik de tüm istatistiki verilere yansıdığı gibi kadında migren, ülser, alerji, kanser gibi psikosomatik rahatsızlıklara sebep olur. Benzer yüklemeler erkek için de geçerlidir. “Erkekler ağlamaz”, “Erkek adam… olur” gibi yüklemeler erkeklerin duygu ifadelerine ket vuruyor, yetişkinlik döneminde öfke kontrolsüzlüğü olarak yaşamına sirayet ediyor.
Ayşe Kısmet*
Bir üniversite bünyesinde düzenlenen Aile Danışmanlığı Sertifika Programı’nda yaşadığım bir olayı aktarmak ve Aile Danışmanlığı uzmanlık alanıyla, toplumsal cinsiyet farkındalığı arasında bağ kurarak, bir blog yazısı çerçevesinde tartışmak istiyorum.
Aile Danışmanlığı uzmanlık alanı, 2012 yılında yasalaştı ve sosyal hizmet uzmanı, psikoloji, sosyoloji, psikolojik danışmanlık ve rehberlik, tıp, hemşirelik ve çocuk gelişimi alanlarından en az 4 yıllık lisans bitirenlere bu unvanın verilmesi hakkı tanındı. Bu unvanı alanlar, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın onayıyla Aile Danışma Merkezi açabilecek ya da uzman olarak hem bu tip merkezlerde hem de kamu kurumlarında çalışabileceklerdir.
Aile Danışmanlığı-bireysel danışmanlık farkı
Benim katıldığım üniversitenin programı, 300 saati teorik, 120 saati uygulama olan programı, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Ana Bilim Dalı yürütüyor ve programın başladığı Eylül ayından beri, çeşitli kuramcıların aileye ve toplumsal sorunlara ilişkin ve teorik tespitlerinin hemen hepsinde, aile sisteminin bir bütün olduğu, anne-babanın bu sistemin önemli bileşenleri olarak, rollerinin ne olması gerektiği üzerinde duruluyor. Elbette ki kastedilen roller, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini pekiştiren roller değildir. Pek çok psikoloji kuramında ifade edildiği üzere, aile içinde iletişimin sağlıklı olabilmesi için her iki eşe de yani kadın ve erkeğe toplumsal cinsiyet rollerini gözetmeksizin, bazı görevler düşer ve danışmanlıklar, terapiler bu eşitlikçi anlayış üzerinden devam eder. Zira Aile Danışmanlığının, sadece kadının ya da sadece erkeğin danışmanlık almasıyla ilerleyebilecek bir süreç olmaması da bunun en açık kanıtıdır. Eşlerden sadece biri danışmanlığa/terapiye geldiğinde (toplumumuzda bu genellikle kadındır) bunun adı Aile Danışmanlığı değil; bireysel danışmanlık oluyor. Aile Danışmanlığı, karı-koca ve gerekirse çocukların da bulunduğu bir danışmanlık sürecidir.
Toplum sağlığını korumak sadece kadının görevi değil
Bundan da anlıyoruz ki ailenin, toplumun sağlığını korumak sadece kadının görevi değil. Yani “Yuvayı diş kuş yapar” gibi yüklemeler, toplumsal cinsiyet eşitsizliği yaratır ve bu eşitsizlik de tüm istatistiki verilere yansıdığı gibi kadında migren, ülser, alerji, kanser gibi psikosomatik rahatsızlıklara sebep olur. Benzer yüklemeler erkek için de geçerlidir. “Erkekler ağlamaz”, “Erkek adam… olur” gibi yüklemeler, aile hayatı içinde, erkeklerin duygu ifadelerine ket vuruyor, yetişkinlik döneminde öfke kontrolsüzlüğü olarak yaşamına sirayet ediyor. Bu da ailede karı-koca arasında iletişimsizliğe ve sorunlara yol açıyor. Erkek de böyle bir mağduriyet yaşıyor. Mutlu olmak için kurdukları yuva, onların kabusu olabiliyor.
Program boyunca farkındalığı yüksek olan akademisyenler, kendi derslerinde, kadının aile ve toplum içindeki mağduriyetlerinden en açık bir dille bahsediyor. Zaman zaman ben de kendisine katkılarda bulunduğumda, destekler nitelikte davranıyorlar. Aynı akademisyenler, dersinde tüm öğrencilerin katılımcılığını da çok önemsiyor. “Lütfen, hepimiz eşitiz, bu dersi beraber işlersek verimli geçer. Herkes deneyimlerini aktarabilir, sorularını sorabilir” biçiminde ifadelerle de sınıfı sık sık teşvik ediyor.
Bu açıklamanın ardından, katıldığım programda eğitim veren bazı akademisyenlerin profillerini aktarmalıyım. Elbette aktarımlarım haftada bir, 3 buçuk saatlik derslerin elverdiği sunumlar ve tartışmalar kadardır. Akademisyenlerin ikisi (bir kadın, bir erkek )toplumsal cinsiyet farkındalıkları yüksek, bunu yaşamın birçok boyutunda görebilen, algılayabilen, kendi uzmanlık alanına da uygulamaya çalışan uzmanlar. Bir akademisyen, toplumsal cinsiyet konusunda duyarlı, fakat farkındalığının çok yüksek olduğunu söyleyemem. Örneğin, “adam gibi bir eğitim” kavramını, ciddi, düzgün bir eğitim anlamında kullanıyor. Fakat toplumsal cinsiyet farkındalığı konusunda daha spesifik bir çalışmanın içinde olursa, bakış açısının ve kullanılan kelimelerin anlamını fark edeceğini düşünüyorum. Zira, bilişsel öğrenme alanıyla ilgili çalışan ve dilin, kelimelerin yaşamdaki etkisi ve gücünün farkında olan bir kadın uzmandır kendisi. Dördüncü akademisyen erkek ve tüm sınıfın şu veya bu nedenle rahatsız olduğu ayrımcı, ötekileştirici, alaycı, zaman zaman küçümseyici bir üsluba sahip bir uzman. Toplumsal cinsiyet farkındalığı konusu olduğunda, ya konu değiştiriyor ya bu konudan bahseden öğrencinin sözleriyle sınıfın dalga geçmesini sağlıyor ya da ‘kuramsal’, ‘teorik’ ifadelerle meseleyi çürüttüğünü zannediyor. Akademisyenin bu tutumu, sadece cinsiyet farkındalığı konusunda değil, kendisi gibi olmayan ve düşünmeyen her durum için geçerli.
Farkındalıkta ‘abartıya kaçmak’ nedir?
Sınıfın profilini ifade edecek olursam; 50 kişilik sınıfta sadece 2 erkek var. Bu iki erkek, birçok yerde görmeye alışık olduğumuz üzere, sanki onca kadının arasında azınlık psikolojisi yaşıyorlarmış gibi espri yapıyor. Oysaki azınlık psikolojisi yaşayan birey bırakalım rahatlıkla ve gür sesiyle ortamda şen şakrak espriler yapmayı, zaman zaman nefes almaya dahi korkar. -Burada kimsenin azınlık psikolojisi yaşamaması temennisini iletmeliyim.- Sınıftaki kadın öğrenciler kendilerine kadın değil bayan diyorlar ve çoğu ifadelerinde bayan-erkek ikilemesini kullanıyor. Aralarından bazılarının cinsiyet farkındalıkları yüksek. Hatta yüksek lisansta direkt olarak cinsiyet eşitliği çalışanlar olduğunu, ders aralarında yaptığımız sohbetlerden ve derslerde ara ara kullandığı ifadelerden biliyorum. Bazıları, direkt bu konuda çalışmasa da ve farkındalıkları çok yüksek olmasa da, konu hakkında bir duyarlılığa sahip. Yaptığımız sohbetlerde ve derslerde konu hakkında -abartıya kaçmadan- duyarlılığa sahip olduklarını ifade ediyorlar. ‘Abartıya kaçma’nın ne demek olduğu, nasıl abartıya kaçılabileceği konusunda henüz detaylı bir sohbetim olmadı ama cinsiyet farkındalığı konusunda nasıl abartıya kaçılır, doğrusu merak ediyorum. Sınıfta bulunan kadın öğrencilerin önemli bir bölümü konuya uzak görünüyor ve yine sayıları azımsanmayacak bir grup, başörtülü ve bu konudan itinayla uzak durmak istediklerini anlıyorum. Psikoloji alanında doktora yapmış, hem kendi bürosu olan hem de akademisyenlik yapmakta olan başka bir öğrenci kadınla yaptığımız sohbette (onun bakış açısını öğrenmek adına), ‘Cinsiyet parametresi sizce nasıl etkiliyor?’ diye sormuştum. Kadın öğrenci, -biraz ukala bir tavırla- ‘Yani siz hangi mahallelerde çalışıyorsunuz bilmiyorum ama… normalde etkilemez. Birçok kadın bu sorunu aştı’ biçiminde yanıtladı. Öğrencinin hem bu ifadesinden hem de vücut dilinden, ‘Cinsiyet eşitsizliği sorununu sadece alt gelir grubu yaşar’ mesajını alıyorum. Betimlediğim sınıf profili bile bu sorunun nasıl iliklerimize kadar işlemiş olduğunun kanıtı gibidir.
Gelelim olaya… Farkındalığı yüksek ve her türlü ayrımcılık konusunda son derece titiz davranan (zaten derslerine katılım oldukça yüksek) erkek akademisyen dersinde, kadınların evlilik hayatındaki ve iş yaşamındaki bazı olumsuz tutumlarından bahsediliyor. Bu konu sınıf tarafından tartışılıyor. Bazı arkadaşlar, erkek egemen kültürün baskın olduğundan ve kadınların yaşadıkları sorunların kaynağının bu olduğundan bahsediyor. Akademisyen, daha önceki yıllarda bir kadın bölüm başkanından ne kadar çok eziyet çektiğinden bahsediyor ve aslında biraz ortamı provoke edip, bu konuda tartışmayı derinleştirme amaçlı, ‘Bence kadınlar yönetici olmasınlar’ ifadesini kullanıyor. Burada özellikle belirtmeliyim ki, bu ifade, akademisyenin gerçek düşünceleri değil, sınıfı tartışmaya çekmek amacıyla ifade edilmiş düşünceler. Zira konu, pek az tartışılıyor.
Bu tartışma devam ederken, ben de söz aldım. Akademisyen ifadelerinin dışında, tüm arkadaşlara katıldığımı ve benim de kadın yöneticilerden ne kadar çok çektiğimi anlattım. Bir farkla… ‘Ben anlamayı seçtim’ dedim ve bazı detaylarıyla ve sınıfta ifade edilen yönleriyle de bağ kurarak, toplumsal cinsiyet farkındalığı konusunun aslında ne kadar önemli olduğunu anlattım. 20 yıldır sahada, profesyonel, aktivist bir sosyolog olarak... ‘Ben böyle görüyorum, böyle değerlendiriyorum’ dedim. Tabi bu konuşmayı yapmak hiç de kolay olmadı. Ben konuşmaya çalışırken, (başörtülü kadınlar olduğunu tahmin ettiğim) bir grup, biz bu konuyu tartışmak istemiyoruz, dediler. Daha önce sınıftaki bazı kadın öğrenciler, konu hakkında sadece duyarlılığa sahip kadın akademisyen dersinde, farkındalığa ilişkin iki kelam etmeme müdahale edip, biz bu konuyu tartışmak istemiyoruz, demişlerdi. Dersimize devam edelim demişlerdi. O gün ben kendi rızamla geri çekilmiştim. Bu son olaydaki müdahale etme isteği, sanırım bu olaydan alınan güvenle oldu. -Aile Danışmanlığı programında, ailenin sağlıklı yürümesini sağlayacak olanlar, toplumsal cinsiyet rollerinden bağımsız olarak, kadın ve erkektir, belirlemesine rağmen, halen sınıfta bu konuya bu tepkinin verilmiş olması, aslında son derece mantık dışıdır.- Fakat bu sefer, durum aynı olmadı. Programa katılan bir öğrenci olarak, bu konuda konuşmak ihtiyacındayım, müsaadeniz olursa akademisyen, diye sordum. Akademisyen, seve seve, buyurun dedi ve başından sonuna tüm konuşmalarımı destekleyici ifadeler kullandı. Bu konuşma sırasında sadece bu müdahale olmadı. Ben konuşmaya devam ederken, ara ara sınıf içine uğultulu sesler (öğrencilerin kendi aralarında konuşmaları ), bana yakın oturan öğrencilerin dışlayıcı bakışları da devam etti. Ara ara bu uğultulu sesler konusunda, ‘akademisyen sınıfta biraz gürültü var sanırım’ deyince, akademisyen bu gürültüye de kibarca müdahale etti ve ben nihayet konuşmamı bitirdim. Konuşmada sadece bu konuda farkındalığın önemine dikkat çekmedim, aynı zamanda Aile Danışmanlığı Sertifika Programı’nda bu konuda bir eğitim başlılığının olmamasının nasıl büyük bir eksiklik yaratacağından da bahsettim. Ve sonraki dönemler için eğitime böyle bir başlık eklenmesini önerdim.
Konuşmamı tamamladıktan sonra, sınıftan bir erkek öğrenci, dalga geçmek amacıyla güldü. Aynı öğrenci, yine başka bir eğitimde “adam gibi eğitim”den neyi kastediyorsun, diye sorduğumda, düşünce özgürlüğü var bu ülkede ve bu hakkı kullanıyorum, demişti. Oysaki başkasının konuşmasının ardından gülmek hem düşünce özgürlüğüne aykırı, hem de ahlaka mugayir, nezaketsiz bir davranıştır. Bu davranışın altında da aynı erkek egemen davranış biçimini görüyorum. Düşünce özgürlüğü olacaksa, o sadece erkeklere veya benim gibi düşünenlere tanınmalıdır. Günlük hayatımızda, sosyal ve siyasi hayatımızda, örneklerini bolca yaşadığımız tipik bir erkek egemen, tekçi ve bencil bakış açısıdır bu. Zira toplumsal cinsiyet farkındalığı kavramı gündelik yaşamda ve akademilerde de doğru tartışılmadığında, erkeklerin konfor alanını tehdit eden tehlike gibi algılanıyor. Oysa ki -derste de altını kalın harflerle çizdiğimiz üzere- erkek egemen sistem, erkeklere konfor alanı sunmuyor; aksine, erkekler açısından da eşitsiz bir dünya yaratıyor.
Bu geniş değerlendirmenin ardından, hemen konu hakkında farkındalığı ve duyarlılığı yüksek olan akademisyenin verdiği tepki ve konuyu sahiplenme biçimini de ifade etmeliyim. Her dersinde ve hemen her sözünde zaten toplumsal cinsiyet farkındalığı konusuna vurgu yapan bu akademisyen, bu davranışa, “Burada herkes düşüncelerini rahatça ifade edebilir, sıkıntı yok” diyerek bu tutumun önüne geçti.
Ders bittikten sonra ise, sınıftan bazı arkadaşların bana selam vermemeye çalıştıklarını fark ettim ve ben eve gelmek üzere yola çıktım. Durakta başörtülü öğrencilerden birini gördüm. Bana tedirgin, dışlayıcı, garip ve biraz da yargılayıcı ifadelerle baktığını hissettim. Oldukça güler yüzlü bir ifadeyle, iyi akşamlar, dedim. Sevecenlik bu arkadaşı biraz şaşırtmış gibiydi. İçimden, “iyi şaşırmalar, farkındalığı, eşitliği ve sevgisi bol günler” dedim ve yola devam ettim.
*Sosyolog