Kadın Özgürlük Sözleşmesine…
- 09:01 2 Eylül 2020
- Kadının Kaleminden
“Erkek egemen iktidar cenahı toplumun en az yarısını oluşturan kadınlarla şiddetli bir gerilim ve çatışma halinde. Kadın kitleleri sayesinde elde ettiği varlığını yine onlar üzerinde kurduğu baskı ve gasp hareketiyle sürdürebileceği fikri onu daha agresif ve fütursuz yapıyor. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi’nin hedef alınması adeta siyasi ideolojik muharebeye dönüştürüldü…”
Figen Yüksekdağ
Uzun zamandır İstanbul Sözleşmesi üzerinden kopan fırtına, erkek egemen düzenle kadın kurtuluş hareketi arasındaki mücadelenin geldiği kopuş evresine işaret ediyor. Her iki tarafta doğal sınırlarına gelip dayandı ve ancak koparak kendine yol açabilir. İktidar cephesi bunun farkındalığı ile hareket ediyor. Bu nedenle çoğu kesim, özellikle de kadın hareketleri İstanbul Sözleşmesi etrafında kopan fırtına dinse, gündem soğumaya bırakılsa bile konunun kapanmayacağını biliyor. Zira mesele bir yanı ile gerçekten de “fıtrat” meselesi. Kadını köleleştirme, mutlak tahakküm altına alma isteği dinci, gerici, faşist iktidarın karakterinde var. O da böyle var olmuş, yapısal kimliğini böyle yaratmış. Ama kendi ideolojik siyasal yaratılışının gereğini sergilerken hesaba katmadığı bir şey var. Kadınlar artık “ilahi yaradılış” masallarıyla yönetilen bir kitle değil. İktidar partisinin tabanı da dahil olmak üzere milyonlarca kadın, doğuştan dövülmesi makbul, ikinci ya da dördüncü eş- “cariye” olması meşru, analık ve itaatkarlık performanslarına göre ölçülen varlıklar olmayı reddediyor. Gittikçe gericileşen iktidar ve onun oluşturduğu sosyal-siyasal yapılanmanın kendini her açıdan çağın karanlık dehlizlerinde hapsetme peşinde olduğunu biliyor.
Allah yarattı demeden kadına işkence eden, katleden erkekliği koruyup kollayan bir iktidarın hak arayan, esaret sınırlarını çiğneyen kadınlara “Allah sizi haklarda eşit ve özgür yaratmadı” diye özetlenebilecek bir zihniyetle yaklaşması da gittikçe çoğalan bir öfkeye yol açıyor. Kadınlara yönelik ağır cins kırımı, baskı ve saldırılar yükselirken bir yandan da baskı ve saldırı altındakilerin yapısal ve kökten bir değişim için içinde olduğunu görmek gerekir. Kopuşu zorunlu, sancıyı ve gerilimi kuvvetli kılan da bu zaten. Benzer şekilde erkek egemen iktidar cenahı da kadınlarla ve toplumun en az yarısı ile şiddetli bir gerilim ve çatışma halinde. Elbette bu çatışmaya yol açan yine iktidarın kendisi. Kadın kitleleri sayesinde elde ettiği varlığını yine onlar üzerinde kurduğu baskı ve gasp hareketiyle sürdürebileceği fikri onu daha agresif ve fütursuz yapıyor. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi’nin hedef alınması adeta siyasi ideolojik muharebeye dönüştürüldü.
Kadınların durmaksızın katledilmesi, en ağır işkencelere uğraması mağdur ve güvencesiz bırakılması siyasi iktidarın umurunda değil. Bir dönemin taht oyunları yüzü suyu hürmetine altına imza konulan İstanbul Sözleşmesi erkek iktidarın fıtratına aykırı.
Sözleşmeyi bozma harekatında koçbaşı rolü oynayan bir takım isim ve kesimlerin etkisinden ibaret değil bu süreç. Bugün değilse yarın, falan kişi ağzından değilse filan kişi ağzından önümüze getirilecekti. Ancak iktidar, kendisi açısından bir ara dönemle, takiye ile sembolize olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme hamlesiyle aslına rücu etmiş, başka bir dönem açtığını işaret etmiş oluyor. Artık cemaat adı altındaki darbeci, gerici, faşist yapılarla aradaki mesafe kapanıyor, ilişkiler yeniden düzenleniyor. Mesela İstanbul Sözleşmesi sürecinde doğrudan Saray’ı yönetmeye girişen AKP'li kadınlar da dâhil olmak üzere itiraz edenleri had bildirip, hakaret eden ve artık hiçte kendini derine, paralele gizleme gereği duymayan bir cemaat- iktidar ilişkisi, etkileşimi var. Türkiye'deki hâkim siyasi yapının doğduğu ve varlığını borçlu olduğu dinci- faşist merkez, açıktan bir IŞİD ya da İhvan hattından yönetilmesi konusunda basıncını arttırıyor. Üstelik dün FETÖ'cülerin olduğu gibi “paralel devlet” değil, Saray’ı dik açıyla kesen bir devlet gücü durumundalar.
İktidar partisi ve şefi bu zamana kadar koalisyon ortağının durumu kurtarma dengeleme hamleleri ile idare etti. Ancak bundan öteye yol yok. Yine İstanbul Sözleşmesi olayındaki gibi “kendi sözleşmemizi” yazarız şeklindeki cambazlıklar ise hiçbir tarafın gözünde beş para etmez. Dahası “artık şeriat ilanını zamanı geldi”, “ Hilafet ordusu kuruyoruz” diyenlerin, kılıçlı fetih gösterileri yapanların durduğu, duracağı yol iktidarın güçleri dinci gericiliği milliyetçi gericilik ile soslayıp yenilir- yutulur hale getiriyordu sözde. Herkes kararını buna göre verecek. Özellikle de 2023'te mutlak zaferini, altın devrini ilan etme hazırlığında olanlar, türlü taktik ve hilelerle kirli karanlık gerçeklerini örtmeye de çalışsalar asıl yüzleri ile ortada olacaklar. İstanbul Sözleşmesi’ne ve kazanılmış kadın haklarına hücum ederek, siyasetten aileye kadar çok geniş bir sosyal alanda toplumun direncini kırmaya uğraşıyorlar şimdi. Sosyal-siyasal dokunun, rızanın ancak kadını kontrol altına alarak sağlanabileceğini biliyorlar. Son saldırılar da var olan düzene, gidişata çoğu zaman bireysel ve kritik zamanlarda kolektif olarak itiraz eden kadınları zorla duruma razı etmeyi amaçlıyor. Ancak, kadın hareketini ve AKP içini, tabanını kapsayacak kadar geniş bir kamuoyunun tepkisi gösteriyor ki, işler umulduğu gibi gitmeyecek. Diğer yandan kadınlara, LGBTİ bireylere, iktidarın istediği gibi yaşamayan, düşünmeyen kesimlere yönelik saldırıları da durmayacak. Bu saldırganlık yapısı gereği durmaz; ancak birleşik bir iradi hareketle durdurulabilir.
Elbette bildikleri her yolla kadınların en küçük bir dayanaktan, güvenceden, hakkından mahrum bırakılarak tutsak edilmesi ve bu temel saldırı ile toplumsal- sosyal alanın baskı rejimine göre yeniden düzenlenmesi planını uygulamaya çalışacaklar. Ülkenin bünyesine uymayan, dikiş tutmayan tekçi erkek düzenini kadınlar üzerinde kurulan tahakkümle yerleştirmeyi zorlayacaklar. Bu, erkek egemen, sömürücü, kıyıcı iktidarlar tarihi bakımından çok da yeni bir şey değil. Hayati dönüşüm noktalarında, dönüşü olmakta zorlanan egemenler kadının bedeni, ruhu, özgürlüğü, gücü ve yaratıcılığını hep düşman bilmiş; esir alma yoluna gitmiş. Feodalitenin, aristokrasinin inşası ve onun içinden boy veren kapitalizmin tarih sahnesine çıkışı, milyonlarca kadının katledilmesi, çarmıhlarda yakılması, cadı- büyücü, iffetsiz ilan edilerek kırımdan geçirilmesi ile sağlanmış. Sistemlerini yerleştirmek isteyen erkek egemenler, kadının doğal, insanı direncini kırmak ya da zorla razı etmek için çok büyük saldırılar, savaşlar düzenlemiş. Bugünün Türkiye'sinde zihniyet ne kadar farklı olabilir ki? Nihayetinde kadınları köle pazarlarında satan canilerle aralarında ideolojik kan bağı var.
Rejimi kalıcı hale getirmek için devletin kurumsal olarak taban örgütü konumundaki aileye çivileri çakmak zorundalar. Son yıllarda ailede yaşanan kadın merkezli gelişim ve değişim ise, hiç işlerine gelmiyor. Onlar aile kurumu içinde esir alınmış, mecbur bırakılmış, şiddetle ıslah edilip kaderine “fıtratına” razı olmuş kadınlara ihtiyaç duyuyor. Bu nedenle en soluk cesaret ve kurtuluş ışığını karartmak için ısrarla saldırıyorlar. Kadınları önünü göremez hale getirip, koca, nişanlı, sevgili, baba adı altındaki katil, canavar, tacizci, sapık ve saplantılı erkekler karşısında çaresiz ve umutsuz bırakarak teslim olmaya zorluyorlar. Elbette her zaman Saraydaki hesap sokağa, hayata uymaz. Şiddet ve ölümden beslenen egemen siyasi yapının bütün saldırılara, baskı ve kuşatmasına rağmen, kadınların dinmeyen tepkisi, isyanı bize bunu gösteriyor. Ama kabul etmeliyiz ki, iktidar güçleri bu denli stratejik, kendi miladını ilan etme, görüş açısıyla hareket ederken, kadınları, “Büyük zaferleri” için fethedilecek, düşürülecek bir kale gibi görürken, mevcut mücadele düzeyiyle yetinmek gibi bir şansımız yok. Kadınların hak ve yaşamını en geri ve köleleştirici, yasal çerçeveye hapsederek yüz yıl geriye atanlar, kendi “Muhteşem yüzyıllarına” kavuşacaklarını sanıyorlarsa çok fena yanılıyorlar. Onlara esaslı bir tarih ve toplum dersi vermekte kadınlara nasip olacak anlaşılan.
Bunun için demokratik tepki ve dayanışmayı daim kılmak kadar, toplumun yarısını oluşturan kadın milyonları aynı duyguda bilinçte, buluşturmak önemli. En ücra yaşam alanlarına kadar, her yere ulaşmak, hakikati taşımak ve yakınımızdakiler dâhil her yerdeki erkek sapmalarıyla amansız ve ama’sız bir mücadeleye tutuşmak; bu dönemde daha kritik bir anlam kazandı. Gelinen yer, kadınların kendi tarihini, yasalarını, yaşamını kazanması için dönüm noktasıdır. Dünyada çarpıcı biçimde yükselen, kitlesel kadın özgürlük dalgası da bu hakikatin bir makro kazanım alanı, enerjisi yarattığını gösteriyor. Yerel ve küresel konjonktür eş zamanlı olarak, kadınlara ileri düzeyde birliği ve yeni, sağlam kapsamlı bir kadın sözleşmesini işaret ediyor. Artık mesele sadece var olanı korumak, İstanbul Sözleşmesi gibi kazanımları savunmak değil, şahikasına varmış saldırılara büyük bir kadın özgürlük sözleşmesiyle ve hareketiyle cevap olmaktır. Yeni yaşamın ve doğa, kadın, emek, özgürlük, barış merkezli yeni bir toplumsal düzenin öncü kolu olarak yürümeye girişmektir. Bugün “Ölmek istemiyorum” diyerek katledilen, kanıyla yere katilinin adını yazan, kadınların anısı ve hesabı omuzlarımızda. Aslında çoğu isimsiz kadın, kendi kanıyla bir tarih yazıyor. Ölümleri, isyanı, haklılıkları, dökülen tüm kanı, bir kurtuluş ve kadın zaferi tarihine dönüştürmek hepimizin ellerinde.
*Kocaeli 1 No’lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu