Kobanê - Suruç direnişi ve sınırda Zerê analar
- 09:03 11 Haziran 2020
- Kadının Kaleminden
“Kobanê'deki savaşçılar da biliyorlardı ki, yalnız değiller. Sınır hattında oluşturulan eylemsel direniş gücü, Kobanê'de direnenleri de etkiliyordu…”
Gül Güzel
DAİŞ çetelerinin 15 Eylül 2014 tarihinde Kobanê’ye saldırmasının ardından belleklerden silinmeyecek bir direniş başladı. Saldırıya karşın direnişçileri yalnız bırakmayanlar da az değildi. Bu yüzden biz Avrupa’da bulunanlar da bu direnişi kendimizce mümkün mertebe desteklemek için o süreçte Kobanê yollarına düştük. Halkın çeşitli kademeleriyle geçirdiğimiz süreçler de unutulmayacak değerdeydi.
Almanya’dan giden 4 kişilik grup olarak, oradaki arkadaşların desteğiyle, Urfa’nın Suruç ilçesinden çıkarak, yaklaştığımız Kobanê sınır köyü Meheser, çatışmalardan kaynaklı oluşan toz ve dumanının oluşturduğu bulutun altına sığınmış görünümündeydi. Herkes yüzünü Kobanê'ye çevirmiş, pür dikkat bir beklenti içinde umutlarını besleyip, büyütüyordu. Demokratik Özerklik Bölge Yönetimi projesinde temsiliyet bulan tüm bileşenlerden oluşan her yaşta, kadınlı erkekli özgürlüğe kenetlenmiş her milletten ve inanıştan insanlar burada hem gözlemci hem de nöbetteydi.
Sınır hattındaki direniş gücü
Kurulan komünlerde pişirilen çorba ve çayların, yere kurulan ve ateşle ısıtılan büyük banyo kazanı ile kaynatılan sudan yapılıp, özgürlük nöbetindekilere sunulduğu yerdi burası. Aynı zamanda burası öyle enternasyonal bir yer olmuştu ki, kaldığın birkaç gün içinde dünyanın her tarafından gelen insanlarla karşılaşabiliyordun. Sendikacı, sanatçı, politikacı, öğrenci, işçi, memur, inanç temsilcisi vb. herkes ilk kez gördüğü birini, sanki çok eskiden tanıyormuş gibi bir yaklaşımla selamlayıp, ilgileniyordu. Herkesin amacı, tavır ve duruşlarından belli oluyordu. Kobanê topraklarının telin bu tarafında, birkaç yüz metre uzakta durarak, şehir merkezinin DAİŞ çetelerinden temizlenip, özgürleşmesini bekliyorlardı hep birlikte. Geceleri bir kaç yerde yakılan ateşlerin etrafında briketler veya tarlalardan getirilen taşların üzerine oturanlar, sabaha kadar ya Kobanê üzerine söylenen stranları dinliyor veya güncel durumunu değerlendirip, politik ifadelerle geleceği tartışıyorlardı.
Gençlerin enerjisi zaman zaman doruğa çıkıp, ateşin etrafında saatlerce halay çekmeleriyle noktalanıyordu. Analar yöresel giysileri içinde ortama güven ve canlılık verenlerdi. Başlarındaki beyaz tülbentleriyle demokratik özerkliği, ekolojik yaşam ve Kürdistan’ın birliği, özgürlüğü hakkında derin değerlendirmelere dalıyorlardı. Böylelikle, Kobanê'deki savaşçılar da biliyorlardı ki, yalnız değiller. Sınır hattında oluşturulan bu eylemsel direniş gücü, Kobanê'de direnenleri de etkiliyordu.
Nar ağacının gölgesindeki Xezal ana
Yaşlarının bilgeliğiyle, Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisinin ardından, Ortadoğu'daki sömürge alanlarını kuran gizli bir anlaşma olan, 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması’nın, Büyük Britanya ve Fransa hükümetleri arasında yapılmasıyla Kürdistan’ın dörde bölünmesine varan değerlendirmeleri bizi hiç de şaşırtmıyordu. ''Yapılan bu anlaşma ile tarlalarımız ve akrabalarımız duvarın öteki tarafında kaldı'' diyordu Kobanê merkeze 3 kilometre uzaktaki Misaynter köyünde nar ağacı gölgesinde oturan Xezal ana.
Konuşurken sinirden, isyandan, zaman zaman da çektiklerinin üzüntüsünden gözyaşlarına boğulan 70 yaşındaki Xezal ana anlatıyordu: ''Biz çok acı çektik. Çekmediğimiz, çektirmedikleri acı kalmadı. Biz aslında Suruç'a değil, Kobanê'ye bağlı köyleriz. Yaklaşık 100 sene önce çekilen dikenli tellerle hem ailelerimiz telin iki tarafından kalmış hem de malımız-mülkümüz. Bizim tarlalarımız telin Suriye tarafında kalmış. Tarlalarımızı sürmek, biçmek için kaçak yollarla telin o tarafına geçmek zorunda kalıyoruz. Ama bu kaçak geçişlerde yakalananlarımız olduğu zaman, elektrik direklerine bağlanıp, işkencelerle öldürülüyorlardı. Tarla ve akrabalarımızın telin öteki tarafından kalması yetmiyormuş gibi bir de arazilerimize binlerce mayın döşediler. Onun için çevre köylerden binlerce insanın bacakları kopuktur. Burası (Suruç) Kürtlerin yaşadığı yer olduğu için, devletin çok yönlü yok etme politikalarına uğradı. Buradaki toprakları sudan yoksun bırakarak kuruttular. Fırat Nehri’nin sularını Arapların getirilip, yerleştirildiği Harran bölgesine yönlendirdiler. O yüzden oradaki topraklar fazla suyun altında çürürken, bizim topraklarımız da susuz kalarak çölleşiyor. Bu tür uygulamalarla, yaşamımızı yok etme siyaseti hala sürüyor. Yapılan barajlarla da akarsularımız kesildi. Kuyulardan çıkardığımız sularla bağ-bahçelerimizi sulayıp, hayvanlarımıza su verebiliyorduk. Ama zamanla yeryüzü gibi yer altı da kurumaya başladı. Şimdi 100-200 metre derinlikten bile artık su çıkaramıyoruz. Gittikçe kuruyan topraklarımızda artık pamuk ve benzeri ürünleri yetiştiremediğimiz gibi hayvan da besleyemiyoruz. Bundan ötürü erkekler mecburen kaçak yollarla tellerin öteki tarafındaki Kobanê merkezine geçerek, getirdikleri kaçak çay ve elbiseleri satarak geçimimizi sağlamaya çalışıyorlardı. Üstelik arazimize döşenen mayınlardan dolayı, binlerce insanımız bu yollarda bacaklarını kaybetti. Devlet sisteminin yıllardır bu bölgeye uyguladığı politikadan dolayı buralar çölleşmeye ve bizler de fakirleşmeye mecbur bırakıldık. Adımız da kaçakçıya çıkarıldı.''
Bütün imkanlarıyla Kobanê'den kaçıp gelen akrabalarına sahip çıkmaya çalışan Xezal ana, “Yıllarca birbirimize hasret bırakıldık. Şimdi Kobanê'ye DAİŞ çetelerinin saldırıları yüzünden telin öteki tarafındaki akrabalarımız, bin bir zahmet ve zorluklarla sınırı geçip, bu tarafa geldiler” diyordu.
Kobané özgürleşene kadar bekleyeceğim!
Misaynter köyündeki mültecileri ziyaret ettiğimizde, gençlik çadırından 60 yaşlarında mavi gözlü biri elindeki bayrakla bizi karşılamaya çıkıyor. Bizi görmekten memnun ve elinde taşıdığı bayrağın verdiği gururla selam veriyor. İlk önce kendisine Kürtçe selam vermeme o da Kürtçe karşılık veriyor. Biraz sohbet etmek istediğimde tebessüm ederek ''ben Kürt değilim. Onun için kusura bakma Kürtçe bilmiyorum'' diyor. Elinde sımsıkı tuttuğu bayrağa bakarak, kendinden bahsetmesini rica ediyorum. O devam ediyor: ''Kürt olmasam da enternasyonal bir ‘teröristim’ ben. 25 gündür (25 Ekim 2014) burada Kobanê direnişi için nöbetteyim. Kobanê özgürleşene kadar da burada nöbet tutmaya devam edeceğim. Kobanê özgürleşince gidip ömrümün sonuna kadar yaşayacağım. Ben aslen Yugoslavya- Priştina'lıyım. Şimdiye kadar Sinop Gaziler köyünde yaşadım. Ama artık burada- Kobanê'de yaşayacağım. Demokratik özerklik, komünal, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplumu inşa etmek için Kobanê'de bulunup, Öcalan yoldaşın demokratik toplum projesi kapsamında yaşama kendimi katacağım. Öcalan yoldaş, sistemlerin menfaatleri uğruna birbirine düşman edilen ırkları, dinleri, dilleri ve cinsleri geliştirdiği projelerle birbiriyle barıştırarak, birlikte özgürce yaşayabileceklerini gösterdi. Böyle bir yaşamın mümkün olduğunu ve gerçekleşebileceğinin kanıtı olarak Kobanê'de yaşayacağım.”
Sohbet ettiğim bu Priştinalı, herkesin kendisine “Rıfat amca” dediği enternasyonalist, “Karker Kobanê” kod adlı Rıfat Horoz’du. Düşündükçe, hala pozitif enerjisi ve tebessümü gözümün önünde canlanan Karker Kobanê, daha sonra sınırı geçip, hayalindeki şehre geçmişti. Ne yazık ki, 25 Haziran 2015’te cani DAİŞ çetelerinin yaptığı saldırıda, 252 kişi katledilirken, bunlardan biri de Karker Kobanê idi.
Kürdistan’ın Zerê anası
Meheser köy meydanındaki Kobanê direnişi nöbetinde Van'dan gelen Zerê ana, burnundaki hızması, yaşlılıktan dolayı küçülen bedeni, yöresel kıyafetiyle dikkatimi çekiyor. Ayakta dimdik durarak, gözlerini Kobanê yönünden ayırmayan ananın omuzuna hafifçe değdiğimde, yüzünü bana çeviriyor. Hiç tereddüt etmeden boynuma sarılarak, yanaklarımdan öpüyor. “Kurban olduğum sen de mi buradasın?” diyor ve yüzü gülücüklere boğuluyor. “Ana Kobanê için ne düşünüyorsun” diye sorduğumda, sağ elini zafer işaretiyle havaya kaldırarak yanıtlıyor: “Artık Kürt halkı özgürleşecek. Kürdistan’ımız birleşip tek parça olacak. Bu uğurda ya hepimiz öleceğiz ya da Kürdistanımız özgürleşecek. Artık bundan sonra başka türlü olmaz. Birlik olup, özgürleşmeliyiz. Özgürleşene kadar burada kalıp, hiç bir yere gitmeyeceğim.” O Kürdistan'ın 75 yaşındaki Zerê anası idi.
Kobanê tarihi ve DAİŞ terörüne dair
Kobanê’nin ismi Compané'den geliyor ve kuruluşu 1912'lere dayanıyor. Almanların Bağdat demir yolunu yaparken, işçilerin kalabileceği bir yer inşa etmesiyle başlayan yerleşim alanı ilk başlarda tren istasyonu, daha sonra küçük bir yerleşim alanı, daha sonra etrafında 400’e yakın köyün oluştuğu bugün toplam nüfusu yüz binleri aşan bir şehir haline geliyor.
2012'den beri Rojava toplum sözleşmesiyle yönetilmeye başlandı. Bu nedenle hedef alındı ve DAİŞ çetelerinin saldırılarına, katliamlarına maruz kaldı. Rojava toplum sözleşmesi, DAİŞ çetelerini besleyen kapitalist emperyalist sistemlerin de hedefi halinde ve bu yüzden onların verdiği en modern ve ağır silahlarla yok edilmeye çalışılıyordu. Bu silahların çoğunun, Kobanê isminin oluşmasında etken olan Almanya’nın üretimi olması da çok ilginçtir. Kobanê her şeye rağmen direndi.
YPG/YPJ güçlerinin gösterdikleri olağanüstü mücadeleyle hala çetelerin eline düşmeyen Kobanê uzun süre kan revan içinde kaldı. Her gün şehit kanlarıyla sulanıyordu. Kobanê'nin her an düşeceğinin umudu içinde olanlar, hayat boyunca hayal kırıklığı yaşayacaklarını artık anlamaya başlayacaklardı. Neden Kobanê/Rojava bu kadar saldırı altında diye düşündüğümüzde, oranın yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin yanı sıra bir de Rojava Toplum Sözleşmesi’ne kısaca göz atmamız yeterli.
Rojava Toplum Sözleşmesi’nde şunlar yer alıyordu:
“Din, dil, dil, inanç, mezhep ve cinsiyet ayırımının olmadığı, eşit ve ekolojik bir toplumda adalet, özgürlük ve demokrasinin tesisi için, demokratik toplum bileşenlerinin siyasi-ahlaki yapısıyla birlikte çoğulcu, özgün ve ortak yaşam değerlerine kavuşması için, kadın haklarına saygı ve çocuk ile kadınların haklarının kökleşmesi için, savunma, öz savunma, inançlara özgürlük ve saygı için, bizler demokratik özerk bölgelerin halkları; Kürtler, Araplar, Süryaniler (Asuri ve Arami), Türkmenler ve Çeçenler olarak bu sözleşmeyi kabul ediyoruz.
Demokratik Özerk Bölge Yönetimleri; ulus devleti, askeri ve dini devlet anlayışını, aynı zamanda merkezi yönetimi ve iktidarı kabul etmez.
Demokratik Özerk Bölge Yönetimleri; bütün etnik, toplumsal, kültürel ve ulusal oluşumların kendilerini kurumları aracılığı ile ifade etmeleri için toplumsal mutabakata, demokrasiye ve çoğulculuğa açıktır.
Demokratik Özerk Bölge Yönetimleri; ulusal ve uluslararası barışa, Suriye'nin sınırlarına ve insan haklarına saygılıdır.”
7 bölüm, 94 maddeden oluşan Toplumsal Sözleşme’nin hayata geçmesi için Dışişleri ve Meşru Savunma Bakanlığı başta olmak üzere, 27 bakanlıktan oluşturuluyor. İşte bu nedenledir ki DAİŞ terör örgütü ve yandaşları bu Toplumsal Sözleşmenin hayat bulduğu Rojava'nın üç kantonundan biri olan Kobanê'yi bombalarla yok etmeye çalıştı.