Hakikat savunuculuğunda jineoloji ışığında yaratılan çıkış yolu

  • 09:04 1 Haziran 2020
  • Kadının Kaleminden
“Erkeğin duygusuyla, aklıyla yaratılan aşk; kadının kendi varlığını erkeğin varlığına armağan etmesinin istendiği, sahip olan-sahip olunan olduğu, tepeden tırnağa düşürülmüş, kirletilmiş ve modernitenin kurmacasının hem kadında hem erkekte dolayısıyla toplumda kendini ebedileştirme çabası olarak gün yüzüne çıkmıştır.”
 
Ceylan Çağır
 
"İtaatsizliği cezalandırmak ve özgürlüğü disiplin altına almak için, aile geleneği, kadınları aşağılayan, çocuklara yalan söylemeyi öğreten ve korku hastalığını yayan bir terör kültürünü sürdürmektedir. İnsan haklarının evde başlaması gerekir."
 
Eduardo Galeano
 
Tarihi ve etimolojik olarak aile, bir üretim birimidir. Latince’de aile, babanın "reis"in iktidarına tabi kılınmış köleler, kadınlar, çocuklar vs.dir. Kültürel olarak yüklenen bütün anlamların dışında aile esasen bir kamusal alan/özel alan meselesidir. (Tabii kültürün siyasal kullanımı, neye hizmet ettiği, kimin kültürü olduğunu belki ayrıca açmak gerekir). Kamusal alan/Özel alan ayrımı Antik Yunan kültüründe oluşmaya başlamıştır. Yunan kent devletlerinin kurulması ile birlikte ‘koine’ ve ‘oikos’ olarak adlandırılan iki farklı yaşam alanı ortaya çıkmıştır. ‘Koine’ özgür yurttaşların (bahsi geçen özgür yurttaşlar erkeklerdir) ortak kullandığı polis/kamusal alanken, oikos/özel alan kadının ve çocuğun yeri olan hanedir. Antik Yunan düşüncesinde en temelde kadın emeği ve köleler üzerine kurulan bu sistemde kamusal alan özel alandan kesin sınırlarla ayrılmıştır. Kamusal alan yalnızca eşitler arasındaki ortak yaşamdır ve orada kadına yer yoktur. 
 
Arendt’in tarifiyle kamu alanı, agonistik bir şekilde politik seçkinler arasındaki itibar kazanma, adını sonraki nesillere bırakma ve görünümler alanıdır. Sonraki nesillere aktarılan tarihsel, kültürel, iktisadi miras erkeğin, egemenin, burjuvazinin tarihidir. "Herkese açık" anlamına gelen kamu, kimsenin kimse adına konuşmayıp herkesin kendi fikrini bir aracıya gerek duymadan ifade etmesi olarak idealize edilse de gerçekteki karşılığı tarihsizleştirilen kadının her boyutuyla kamusal alandan silinmesidir. Yurttaş olarak dahi görülmeyip yıllarca oy hakkı için, eğitim hakkı için eşit işe eşit ücret için mücadele etmesi ve güncelde de kadınların "yaşamak istiyoruz" diyerek yükselttikleri sesin boğulmaya çalışılmasıdır. Erkeğin-devletin kurallarıyla işleyen kamusal alanın tersine özel alan erkek için, devletin de katkısı ve korumasıyla kuralsızlığın hüküm sürdüğü, özgürlük alanı olarak kurgulanmıştır.  “Özel alan ise hukuksal düzenlemeden 'azade' alandır. Böylece aile hukuk açısından görünmez kılınmıştır."( Tarihin Cinsiyeti- Fatmagül Berktay ) Erkeğe sınırsız özgürlükler sunan özel alan (aile) yasal belli düzenlemeler ile yine erkeğin iktidarını sürdürebilmesi için güvenceli alana dönüştürülmüştür. Uzunca bir süre Türk Medeni Kanunu "Koca birliğin reisidir" hükmü ile ev içi tecavüzün yasal bir yaptırımı, karşılığının olmaması ev içini kadınlar ve çocuklar için cehenneme çevirmiştir. Kamusal alanda başkalarının karşısında zaman zaman iktidarı tehlikeye giren erkeğin özgürlüğü ve "kırılgan erkekliği" ailenin sınırları içinde kadının ve çocuğun üzerinde kurduğu baskı ile onarılıp, dışarıda sarsılan otoritesini içeride tekrar ayaküstüne dikilir. Dışarıda sıradan olsa bile içeride "kral"dır, ilah'tır. Kadınların yaşamları ise tamamen bu ailesel yaşam çerçevesinde şekillendirilir.  "Bu ilişki dışında hiçbir sorunu gündemine almayan, düşünme yetisi ailesiyle sınırlandırılmış kadın, canlılığını da peşinen kaybetmiş oldu. Bu bağlamda eril iktidarın en büyük amacı olan özgür öznenin yitimini de getirir. 
 
Görünüşte her türlü sınırları aşmış, ekonomik ve hukuksal anlamda liberal haklar zırhını kuşanmış özgür özneler yaratırken; özünde küçük dünyalarında tıkılmış nesneler yaratılmıştır." Kamusal alandan dışlanan kadınlar için yaşam ev içi görünmeyen emeğin gönüllü işçiliği, kutsal annelik ve kocanın vezir edilmesi döngüsünde bir simülasyon olarak kurgulanmıştır. Öylesine ince ince işlenmiş, öyle boşluksuz ilmek atılmıştır ki özel alan yaratımı erkeğin çok bilinçli kurnazlığının ürünüdür. Her bir ilmek aşk, annelik, yuva diyerek atılmış ve içi zifiri karanlık, dışı pembe panjurlu olan o ev örülmüştür. Erkeğin duygusuyla, aklıyla yaratılan aşk; kadının kendi varlığını erkeğin varlığına armağan etmesinin istendiği, sahip olan-sahip olunan olduğu, tepeden tırnağa düşürülmüş, kirletilmiş ve modernitenin kurmacasının hem kadında hem erkekte dolayısıyla toplumda kendini ebedileştirme çabası olarak gün yüzüne çıkmıştır. Kamusal alanda yasaklanan cinsellik ancak evlilik ile yaşanılır, denetlenmiş cinsellik ve aşırı uyarılmış bir türlü tatmin olmayan erkeğin, kadını fethetmesi cinselliğin doğallığından ve anlamlılığından uzaklaştırılmasıdır. Sacayağının bir diğeri olan "kutsal annelik" ise tarihsel bağlamından, emeğin kutsallığından,  kadının toplumsallığından koparılmıştır.  Saçını süpürge yapmasıyla birlikte cennetin ayağının altına serilmesi şansını yakalamış olsa da bir türlü yaranamaz kimseye, erkeklerin ağzından çıkan küfrün ilk kelimesinin "ananın" diye başlaması annelik "diye bir put yapmışsınız acıktıkça yiyorsunuz" dedirtiyor insana. 
 
Yuvanın dişi kuştan müsebbip yapımı başımıza kalmış gibi görünse de bu inşanın ideolojik malzemeleri, altyapısı erkek egemen zihniyetin elleriyle kazılmıştır kadınlar ise emekle "bir güzel hayal" duvarlarını örmüştür bu aldatmacanın. Muhtemelen bunun bir örneği daha yoktur. Öyle ki erkeğin temelini attığı özel alanda bir büyük başarı ile her şey gizlenmekte, özel alan diye ev içi-aile içi sorunlara müdahale edilmesinin önü kesilmekte "benim eşim, benim çocuğum" denilerek adeta mülkiyetin dokunulmazlığından bahsedilmektedir. Kadının aile içinde, özel alanda yaşadığı tüm sömürü, cinsel istismar, şiddet mahremdir. Tüm bunlar özel alanın yaratımı için sacayağı görevindedir.
 
 Bu kara tabloya bakıpta umutsuzluğa kapılmayalım elbette; bahsi geçen ailenin ömrü, özgür bireylerin yanyanalığı ile oluşan, toplumsallıkla iç içe yürüyen özel alan/kamusal alan ayrımının olmadığı doğal topluma nazaran insanlık tarihinin yüzde ikilik bölümünde inşa edilmiştir. Ve nihai bir kurtuluş sağlanamamış olsa da bağrında nice direniş, isyan ve karşı koyuşla sökülüp atılmaya çalışılmıştır. Trajedi de iktidarın, mülkiyetin gücünün toplumsal ilişkileri nasıl bir yapı bozumuna uğrattığıyla başlıyor. Doğal toplum yaşantısından neolitik döneme geçiş süreci binlerce yılın bilgi birikimi ile refah düzeyine ulaşmış olan toplumun, yerleşik yaşamla birlikte artık ürünü biriktirmesi ve koruması kendi varlığının köküne dinamit yerleştirmek anlamına gelen devletli uygarlığın doğuşunu sağlamıştır. Doğal toplumdan neolitiğe geçişte insanın yabancısı olduğu artık ürün ile tanışması ve onu örgütlemesi yeni bir düzeni, iktidarı, mülkiyeti yaratmıştır. Yeni düzen, iktidar ve mülkiyet beraberinde yeni yaşamsal düzenlemeler getirdi. Yerleşik tarım kültüründe erkeğin işlevinin etkili olması cinsiyete dayalı iş bölümünü keskinleştirmiş, artık ürünün korunması için ve tek elde kalması için ilk erkek askeri birlikleri oluşturulmuştur "yaşlı erkeğin tecrübesi, güçlü adamın askeri maiyeti, kutsallık lideri şaman ittifakı ile güç kazanacak ve ana düzenin karşısına yeni silahlarıyla çıkacaktır." ( Demokratik Uygarlık Manifestosu)  Bütün bu toplumsal inşa süreci;  özel alanın yaratımını, mirasın aktarımında babası belli çocuklara sahip olmak için kadının tekelleştirilip eve kapatılmasını, doğayla arasına duvar örülmesini beraberinde getirmiş ve artık aile icadı edilmişti. Atıf yaptığımız doğal toplum ve erken neolitik çağda zaten kamusal alan/özel alan ayrımı yoktur. Bireyin toplumsallıkla kendini var ettiği, en büyük cezanın toplum dışı kalmak olduğu bu dönemlerde "sevgi mahşeri bir olaydır toplumun huzurunda yaşanır."
 
Özgür toplumda, özgür kadının ve erkeğin fikir-yürek birlikteliği ile yaşamsallaştıracağı özgür eş yaşamın, sınıflı devletli uygarlıkta toplumla bağı koparılmış, özel alan/kamusal alan ayrımı ile yaşamın doğal akışı bozulmuş ve kapalı kapılar ardında yaşanan erkeğin egemen olduğu, kadının köle olduğu bir aşk yaratılmıştır. 
 
Eş yaşam ilişkilerini bu efendi-köle ilişkisinden kurtarmanın yolu ilişkiyi toplumsal sınırlara çekmektir. Bunun için özel alanın ortadan kaldırılması belirleyicidir, toplumsallıktan koparılıp evlere hapsedilen, yalnızlaştırılan, yabancılaştırılan, salt cinsel güdü eksenli ilişki geliştiren kadınlar ve erkekler küçük dünyalarında kapitalist sistemi her an yeniden üretmektedirler. Kapitalizmde kadınlar kamusal alanda belli boyutlarıyla yer bulsalar da burada esas hedeflenen çarkın dişlileri arasında öğütülmeleridir. Kadın için kamusal alan yeni sömürü alanı olmuştur.  Görünürde eşitlik yaratırken özünde köleliği iki katına çıkarmıştır bir yanda evde akşam sarı toz bezi onu beklerken diğer yanda her sabah konfeksiyonda dikiş makinası, bankada evraklar, markette düzenlenmesi gereken raflar onu bekler. Kapitalizm özel alan ile kadından çalınan özgürlüğü, kamusal alanda yer bulan kadına yanılsamalı bir özgürlük olarak sunar ve zihinleri bulandırır. Esasen kadının kamusal alana katılımı sisteme ucuz iş gücü olma temelli olduğu için özel alandaki ilişkiye, ev içi-aile içi kölelik ilişkisine müdahale edip onu dönüştürmesi beklenemez. Aksine kamusal alanda, özel alanın varlığı/ağırlığı her adımında kadının ensesindedir. Özel alanın demokrasi ve insan haklarından yoksun olması, kadının toplumsal yaşama gerçek anlamıyla katılımını da engeller. Bu engelleme resmi bir yasa olarak işlemese bile "elalem ne der" kuralı yıkılması zor bir sözlü yasa olarak resmi yasaya gerek bile kalmadan kadının yaşamını domine eder.  Özünde iki alanda özgürlükten uzaktır. Kadının dışarıda çalışıp aile ekonomisine, ev içi emeğinin yanı sıra bu yönüyle de katkı sunması çoğu zaman bir şeyi değiştirmez. Egemen olan aile babasının otoritesi altında bulunan bireylerin emeği ona aittir. Aile içi sömürünün bir boyutu kadına ait olan ekonominin erkeğin hanesine geçirilmesidir. Kadının emeği de parası da kocasına aittir. Üstelik özel alanın domine edici etkisi sadece kadın için değil erkek için de somuttur. Bireylerin yaşamı köle-efendi girdabında debelenen eş yaşamlar ile şekillendirilir, "kocası, karısı, çocuğu, evi vs." dışında hiçbir sorunu gündemine almayan, ilgisi tamamen ailesiyle sınırlandırılmış kadın ve erkek ahlaki-politik toplumun yitiminde eril iktidarın başat roldeki yardımcılarıdır. Aile birimi toplumsal sorunların değişimi, dönüşümü ve çözümü için insanın kendi potansiyelini fark etmesi ve fedakarlaşmasının önünde büyük bir engeldir.
 
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile özel alan/kamusal alan ayrımı iç içedir birbirini besler. Kamusal ve özel alanda nesne konumunda olan kadın, özne konumunda olan erkektir. Özel alan kamusal alan ayrımının ortadan kaldırılması ile toplumsal cinsiyet eşitsizliği de çözümlenecektir.
 
 Bu bağlamda feminist teori ve Kürt Kadın Özgürlük Mücadelesinin" Özel olan politiktir " sloganıyla adı konan gerçekliğe karşı özel alanı lağvedici bir hareket olarak tarihine tanıklık etmekteyiz; kadın kurtuluş ideolojisi, kopuş teorisi, xwebûn oluş, özgür eş yaşam ve erkeği öldürmek gibi kuramlarıyla inşa edilmiş "kadınlığın" ve "erkekliğin" yıkımını dolayısıyla da kadının da erkeğin de toplumsallaşmasını sağlamıştır. 
 
Jineoloji'de yine bu kuramlar sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Kadının kamusal alanın dışında bırakılmasında; Platon’un akıl dışı olanları( özelde kadınları) mağaraya hapsettiği, akıllı olanları( erkeler ve aristokrasiyi) mağara dışında olanlar olarak kurguladığı mağara metaforu bir boyutuyla özel alan/ kamusal alan ayrışımıdır. Hegel'de "devletin kontrolü duygulu-belirsiz olan kadınların eline geçmemeli" diyerek kamusal alanda kadına yer olmadığını vurgulamıştır ki bu hala toplumda etkisini sürdüren bir anlayıştır. Kadının statüsünü belirleyen tek tanrılı dinlerin ise sürülecek tarla olarak kadını çitlerle çevrili bir mülkiyet olarak tanımlayıp,  özel alanda "kadın nasıl olmalıdır”ın sınırlarını çizmiştir. Hem ideolojik hem pratik uğraşlarla inşa edilen kadınlık kimliğine karşı, her başkaldırıda kamusal alanın kapılarını tutan erkekler birliği tarafından kadınların önleri kesilmiştir. Bilgeliğiyle topluma şifa olan kadınların bilgisinin çalınıp kamusal alandan yakılarak çıkarılmış, Virgina Woolf ve dönemin kadınları üniversite kütüphanelerine, akademiye alınmamış, Fransız devrimine ön sıralardan katılan kadınlar eşitlik talebini yükselttiği an kamusal alandan evlerine yollanmıştır. Bunun en acımasız örneği olarak Olympe de Gouges giyotine gönderildiğinde gazeteler "Olype de Gouges, devlet adamı olmak istedi ve yasa onu, cinsine yakışan erdemleri unuttuğundan dolayı cezalandırıldı." diye yazmıştır.  "Herkesin yeri" olduğu söylenen kamusal alanda bahsi geçen "herkesin" ancak ve ancak erkek olabileceğini tarihimizden ve bugünümüzden biliyoruz. Aynı zamanda yine biliyoruz ki özel alan,  aile ve bununla bağlantılı olarak kadınlık rolleri,  içinde bulunduğumuz dünyan ve tüm bu görünümler sosyal bilimin, toplum mühendisliğinin ürünüdür. Bütün bu kurguya karşı hakikatin savunuculuğunu yapan jineoloji hepimiz için bir çıkış yolu olduğunu bir kez daha bir kez daha hatırlatmaktadır.