Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!

  • 09:06 11 Nisan 2020
  • Kadının Kaleminden
“Demokratik toplum inşasını yani ‘yeni yaşamı’ düşünmenin, üstüne konuşmanın tam da zamanı şimdi. Biz kadınlar dayanışmayı büyütmeyi, mücadele etmeyi ve ‘yeni yaşamı’, özgür ve eşit yaşamı inşa etmeyi başarabiliriz.”
 
Adalet Kaya
 
Fiziksel izolasyonun üçüncü haftasını geride bıraktık. Hepimiz tüm dünya halkları ile birlikte tuhaf, sıkıcı, manasız veya çok manidar, çelişkilerle dolu olduğunu düşündüğümüz günlerden geçiyoruz ve içinde bulunduğumuz hali farklı sözlerle olsa da esasında kollektif bir duyguyla tanımlıyoruz. Bir yandan da her zamankinden daha güçlü bir gözlemle devletleri izliyoruz. Hangi devlet nasıl politikalar izliyor, süreci nasıl yönetiyor, en çok kim ölüyor, virüs en çok nasıl yayılıyor? Sürü bağışıklığı politikası mı izleniyor? Sert önlemlerle korunmayı mı önceliyor? Belki ilk defa tüm dünya toplumları ortak bir kaygı içerisinde, ölümün uzağında olmak isteği ile gelişen kaygılı hal ve “tüm bunlar bittikten sonra ne olacak?” düşüncesi ile yaşamlarımızı sürdürüyoruz. Bilim insanları, uzmanlar, ekonomistler konuşuyor ve bir daha hiç bir şey eskisi gibi olmayacak diyor. Ve dillerde dolaşan bir “yeni yaşam” söylemi gelişiyor. “Olmasın zaten bir daha hiç bir şey eskisi gibi olmasın!” Diye düşünüyoruz bir yandan var olan tüm eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri de hesaplayarak.
 
İlk defa deneyimlediğimiz bu süreç ve beraberinde gelişen eve kapanma hali ile normal zamanlarda da var olan ama görmezden geldiğimiz veya kanıksadığımız tüm eşitsizliklerle yeniden yüzleşiyoruz. Cinsiyete dayalı veya sınıfsal tüm eşitsizliklerin soğuk ve somut gerçekliğiyle yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Kapitalist sistemin yarattığı yaşamlarımızda  çılgınca tükettiğimiz her şey, hiç bir gerekliliğe denk düşmüyor artık. Sadece temel ihtiyaçlar ve suyun sabunun yettiği bir dünyaya uyumlanıyoruz gün be gün. Devletin ne garabet, ne ceberut bir aygıt olduğunu bir kere daha izliyoruz; tüm devletler ekonomik büyümeyi, sermayeyi ve politik manevraları insan hayatının önüne koydukça ve sanki virüsle mücadeleyi bir savaş stratejisi belirliyor gibi anlattıkça. Şehirler ve ülkeler arasındaki sınırlar, geçişler kapatıldıkça Türkiye’nin doğusu ve batısı arasındaki eşitsizlik de, Dünyanın doğusu ve batısı arasındaki eşitsizlik de ortadan kalkıyor toplumlar nezdinde, kolektif bir duygu ile. Uzun zamandır dillendirdiğimiz kapitalizmin krizi veya demokrasi krizi kaynağını vuruyor bu defa; işlemeyen sağlık sistemleri, yetersiz hastaneler, iyice kaygılandırıyor; evlere kapanıyoruz ve biliyoruz ki devletin en otoriteri de, en demokratik olanı da füzelere, mermilere ayırmış tüm bütçeleri. Maske yok, solunum cihazı yok hastanelerde. En önemlisi de hiç birinin yok; acil olarak devreye sokacağı bir halk sağlığı politikası. 
 
Tüm bunlar bir yana, tüm olağanüstü durumların, savaşların, doğal afetlerin ve son olarak yaşadığımız pandeminin de en çok kadınlara zarar verdiğini görüyor ve deneyimliyoruz üç haftalık süreç içerisinde. Zaten var olan şiddet halinin pandemi ile yaşanan kısıtlanmalar, sosyal ve ekonomik sorunların artması ve eve kapanma hali ile ev içi alanda kadına yönelik şiddet artıyor. Her kesimden evde kal çağrıları yapılırken, “evde kalmak” yaşamsal değerde önem kazanıyor. Kapanıyoruz evlere ve 20 günlük eve kapanmanın ardından 21 kadın öldürülüyor o evlerde, en yakınları tarafından. Eşleri, sevgilileri veya babaları, yani bir erkek tarafından. Pandemi ile var olan erkek egemen sistemin, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, ataerkil aile ilişkilerinin üstüne bir de sosyal tecrit, kadınların daha çok şiddet göreceği ve şiddetin görünmez olduğu, dört duvar arasında kalacağı durumlara alanlara dönüşüyor. Ev, birçok kadın için pandemiden daha öldürücü çünkü o evlerde devletin simülasyonu yaşanıyor. Eve kapandığımız bu günlerde tüm dünyada ev içi şiddetin arttığını yayınlanan raporlardan veya kadın örgütlerinin yaptığı çalışmalardan öğreniyoruz. Kadın örgütlerinin de baskısıyla hükümetler yasal düzenlemeler ve Kadınların sağlıkla ve can güvenliği içinde kalacağı alanlar, mekanlar yaratırken, biz bir sabah, kalan diğer belediyelere kayyım atandığı haberiyle uyanıyoruz. Kadın merkezlerinin, sığınma evlerinin kapatıldığı veya erkek yöneticilerin atandığı bir rant alanına çevriliyor halkın iradesi ile kazanılmış belediyeler. Bu halka, kadına, çocuğa hizmet edilmesin diye uğraşan bir devlet sistemi evrensel hukuk ilkelerini çiğniyor sıradan bir zalimlikle. Yerel yönetim sistemi işlevsizleştirilirken öte yandan merkezi yönetim tarafından da kadına yönelik şiddetle mücadele kapsamında hiç bir çağrı ve çalışma yapılmazken, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasanın etkin bir şekilde uygulanması açısından adli ve idari mekanizmalar uyarılmıyor, var olan sığınma evleri de süreç içerisinde kapatılıyor. 
 
Bir yandan evde kalmakla ev içi alanda gelişen şiddetle mücadele eden, artan bakım ve temizlik hizmeti ile emeği sömürülen, emeği yok sayılan, hiçleştirilen kadın, diğer yandan da hizmet veya üretim  sektöründe çalışmak zorunda olan ve işini kaybetme korkusu ile her gün cebelleşen, ücretli ve güvenceli bir şekilde izne ayrılamayan kadın. Yine dünya ülkelerine bakıyoruz pandemi ve sosyal tecrit ile birlikte hem hükümetler hem de Kadın örgütleri, ev içi şiddeti önleyici çalışmalar düzenlemeler, çevrimiçi kampanyalar başlatıyorlar. Ev içi şiddeti önlemek diğer yandan çalışmak zorunda olan kadınların ücretli ve güvenceli izne ayrılabilmeleri için uğraş veriyorlar. 
Kadın cinayetlerinin, çocuk istismarlarının, ev içi şiddetin her türünün ivme kazandığı pandemi günlerinde ev içi şiddeti önleyici tedbirler ve çalışmalar yapmayı planlayan kadın örgütlerinin gündemine infaz düzenlemesi düşüyor bir daha, tüm yakıcılığıyla. 
 
TBMM Adalet Komisyonundan çıkan ve yarın Meclis Genel kurulunda oylanacak bu infaz düzenlemesi ile şiddet uygulayan erkeğe, kadın katillerine, çocuk tecavüzcülerine, uyuşturucu tüccarlarına, cezada indirim veya infaz sürelerini kısaltan bir düzenleme ile kadın ve çocuğa yönelik şiddet suçu işlemiş olanlara lütufta bulunuluyor. Düşünen, sorgulayan, itaat etmeyen, özgür ve eşit yaşam uğruna mücadele ederek, “devlet”e karşı “suç” işlemiş sayılan tüm mahpusları düzenlemenin kapsamı dışında bırakarak “devlet” kendine bir kere daha kutsallık atfediyor. Bu düzenleme uluslararası hukuka, uluslararası sözleşmelere ve evrensel insan haklarına aykırıdır ve kadınların yargıya güvenini sarsacak, erkek şiddetini arttıracak, erken yaşta evliliklerin önünü açacak; derin toplumsal bir travma yaratacaktır. 
 
Otoriter de olsa, demokratik, sosyal, güvenlikçi veya liberal de olsa; nasıl olduğunun bir önemi olmadan kendi kutsallığını ve varlığını büyütüyor devlet. Evet bu bir kriz hali; görünen o ki kendi varlığını sürdürebilmek ve bu krizi aşabilmek tek dertleri, devlet aygıtının varlık sebebi güç; ve bu gücü zorbalıktan alıyor, daha çok zorbalaşmak düşünceleri. Halk sağlığı ya da kadın ve çocukların can güvenliği değil.
 
Biz kadınlara çok iş düşüyor, tüm dünya kadınlarına; “bir daha hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” diyor ya uzman kişiler, ekonomistler, siyaset bilimciler. Olmasın, bir daha hiç bir şey eskisi gibi olmasın! Demokratik toplum inşasını yani “yeni yaşamı” düşünmenin, üstüne konuşmanın tam da zamanı şimdi. Biz kadınlar dayanışmayı büyütmeyi, mücadele etmeyi ve “yeni yaşamı”, özgür ve eşit yaşamı inşa etmeyi başarabiliriz. Tarihsel, dev bir mirasa, çok büyük kazanımlara, mücadele yöntemlerine, çoğalma ve çoğaltabilme gücüne, örgütlü ve birlikte hareket edebilme yeteceğine sahibiz. Tüm bu süreci eksilmeden, güçlenerek ve dayanışma ile aşacağız.