Kıştan sonra benim şarkılarım duyulur!
- 09:08 8 Nisan 2020
- Kadının Kaleminden
“Umarım bu korona günleri herkesin kendi cehaletinden çıkış ve anlam gücüne yeniden ulaştığı insan ve doğanın özgürlüğünden yana ve ona saygıyı yeniden keşfettiği bir zamanın inşasına vesile olur. Tüm zorluklara rağmen bu koşullarda vicdanı ayakta olan güzel ve onurlu insanlığın tecrit ve ölüm getiren pandemi salgını ve buna neden olan pandemi iktidarlar karşısında özgür yaşamın çıkış yolu için didinmesi direnmesi çare çözüm için yol araması umudumuzu diri kılıyor..”
Zeynep Karaman
Bugünlerde hepimiz şartların zorunluluğundan kaynaklı Marguezin ‘Kolera Günlerinde Aşk’ adlı müthiş eserinin adından yola çıkarak korona günleri dediğimiz gönüllü tecridi yaşadığımız belirsiz, olağanüstü bir zamandan geçiyoruz.
Çoğumuz, halklar ve özellikle dünyanın tüm yoksulları, köleleri ve kadınları zaten egemenlerin tecridi altında kuşatılmış olarak, binlerce yıldır özgürlüklerimizden mahrum bırakılarak, yaşamlarımızı sürdürmeye çalışıyoruz.
Korona virüsü dünyada faşist iktidarlara karşı her ülkeden ve kesimden itirazların yükseldiği ve enternasyonal dayanışmanın özelliklede kadın hareketlerinde daha bariz olarak görüldüğü bir süreçte, gerçekten de bir yönüyle nimet gibi geldi. Korona salgını vesilesi ile sokaklardan evlere çekilmek zorunda kalan bir bakıma zorunlu tecridin devreye girdiği süreci yaşıyoruz. İtirazlar sokakları ve iktidarların temellerini sarsacak kadar güçlü iken birden bire kendimizi dört duvar arasında bulmanın şokundayız. Evde kal, hayat eve sığar vb. bir yığın ikna sloganlarını sistemle birlikte zorunlu-gönüllü olarak ürettik. Düne kadar bizi sokaktan çekmek için akla hayale gelmeyen vahşet saldırıları katliamları diğer yandan cezaevlerine doldurulan toplum, yaratılan tüm korku atmosferine rağmen yine de sokakları itirazları ile inletmekten geri adım atmamıştı. Ve şimdi zorunlu ve gönüllü olarak evde tecritteyiz...
Dünya toplumu hiç bu kadar yaygın bir tecridi eminim yaşamamıştır
Böylesi bir zamanda insan tecrit nedir diye yeniden yeniden sorma ve düşünme ihtiyacı duyuyor?
Yaşadığımız zaman ve özellikle mekanlar muhakkak ki bu sorulara verdiğimiz yanıtı etkileyecektir ama tarihsel bilinci yüksek olanların, bulundukları zaman ve mekandan azade derin cevapları olacağını da biliyoruz. İnsanlık tarihinin mücadele kişiliklerinde somutlaşmış (kadın-erkek )şair, ister filozof ister bilim insanı ister bilge ve peygamberlerde gözlemleme imkanına sahibizdir.
En basit haliyle kaynağını benzer olumsuz koşullardan alsa da iki tür tecrit vardır.
Birincisi ikincisinin de gelişim zeminidir.
Egemenler, iktidar alanlarını genişliğine ve derinliğine çok çeşitli sömürü araçları ve buna uygun taktik ve stratejileri ile geliştirirler. Tüm strateji ve taktiklerinin temelinde tecrit vardır. Sömürü düzenin egemenliği, başkalarının özgürlük alanının olabildiğince tecrit edilmesinden geçmektedir.
Özgürlükler aleyhinde yasaklamalar, vahşi işkence tezgahları, idamlar, cezaevleri, tecavüzler işgaller, savaşların zihinsel ve yapısal olarak egemenliğini hakim kılmanın tüm saldırı biçimleri olarak devreye sokulmaktadır. Deyim yerindeyse nihai amacına varmak için, özgürlüğe karşı cehennemin kapılarını sonuna kadar aralamakta, mahşerin dört atlısını doludizgin toplumun üzerine salarak iktidar tahtını, mutlak egemenliğini sonsuzca geliştirmek istemektedir. Mutlak sonsuz iktidara giden yol, diğer insanları ve toplumları özgürlük kaynaklarından tecrit ederek ulaşmaya çalışır. (Nedense Adornonun o meşhur tespiti geliyor aklıma; yanlış hayat doğru yaşanmaz) İnsan toplumu üzerinde önemli oranda gösterdiği başarıdan öyle sarhoştur ve öyle kibre kapılmıştır ki doğaya da sahip olmak, ona hükmetmeyi histerik ve şehvetle(hemde en doyurulamaz karadelik misali bir halet-i ruhiye içindedirler)gerçekleştirmeye çalışırken bunun kendi egemenliğinin de sonunu getireceğini görmeyecek kadar körleşmiş bir durumdadır.
Diğer yandan özgürlüklere bir saldırı olarak geliştirilen tecridin, zamanla insanda ve toplumlarda içselleşmesi bir bakıma insanın öz değerlerine, kimliğine yabancılaşmasına yol açmaktadır. Egemenlerin ideolojik ve yapısal olarak kendi sistemini inşa ettiği zaman ve zemin tamda bu yabancılaşmanın toprağıdır. Artık bu toprağa aklınızın alamayacağı her türden zehirli tohum ekilebilir! Bu yabancılaşmadan türetilen insan keşke sadece Sümer mitolojindeki Tanrı Enki’nin teşebbüs ettiği insan yaratımları kadar fiziksel kusurlu olabilselerdi. Günümüzde egemenlerin binlerce yıldır saldırılarla kevgire çevirmekten beter ettiği insanlığın önemli bir kısmının durumuna bakacak olursak elimizde adeta Mahşerin dört atlısının hem kendisi hem de korkunç sonuçlarını yaşayan tarifsiz bir yaratıkla karşı karşıya kaldığımızı görebiliriz. Önemli bir kısım dedim çünkü diğer yandan bu saldırılar karşısında çok büyük bedellerle mücadele eden Özgür insanın umudunu ayakta diri tutan milyonlarda her daim olmuştur.
Özgürlük tecrit edilebilir, bastırılabilir ama asla yok edilemez!
Bu tecrit sistemi nihayetinde toplumsal yaşamın doğası gereği bumerang gibi kendisini de vuracak bir sonu kaçınılmaz kılacaktır. En az Salgından yararlanan fırsatçılar kadar geleceğimiz için yaratıcı mücadeleyi geliştirmeliyiz.
Diğer yandan başka bir tür tecrit vardır ki işte bu özgürlüğün yalnızlığında saklıdır, biriciktir ve ne çok kıymetlidir biliriz. Tarih boyunca egemenlerin yoldan çıkmış, ayaktakımı, hain, Allahsız, şeytan, isyankar, cadı, terörist dedikleri insanlar ve topluluklar bu kıymetli yalnızlıkların varoluşlarıdır. Bu varoluşlarla olumlu tecritten söz edebiliriz. Egemenlerin vahşi ideolojik ve yapısal saldırılarına karşı gönüllü olarak kendini soyutlamak, gelen saldırıları azami düzeyde bertaraf etmek özgürlük isyanını hem ideolojik hem de yapısal olarak örgütlemek ve inşa etmek için gönüllü tecrit!
Bu bazen hristiyanlıkta olduğu gibi iki yüzyıllık yeraltına yani illegaliteye çekilerek varlığını sürdürmek, bazen de bir mağarada inzivaya çekilmek ruhsal ve düşünsel arınmadan geçerek egemenin mekanından ve zihninden kopuşu gerçekleştirmek ve özgürlüğe giden düşünce, yol ve yöntemleri belirlemek bazen de sadece ve sadece reddiyelerinin isyanını geliştirmek. Bu tecridin en zor ve en anlamlı olan diğer bir gerçekleşme biçimi ise, sistemin fiziksel olarak tutsağı iken ‘damıtılarak’ biriktirilen özgürlük anlamları ve toplumsal yaşamın nasılına dair geliştirilen cevaplarıdır. Burada merkezi uygarlık sisteminin kodlarını çözümleme ve ondan sonsuz boşanmanın “damıtılmış” anlamlarına ulaşıldığını İmralı Adası’nda yaratılan paradigmada görebilmekteyiz.
Kendimizi egemenlerin her tür saldırılarına karşı tecrit edebilirsek özgürlük eğilimlerimizi hem korur hem yeniden biriktirme mücadele gücünü ve iradesini sürekli imkan dahilinde tutma ve bunun hakikatinin egemen olması için şansımızı yükseltmiş oluyoruz.
Korona günlerinde bu zorunlu tecrit zamanlarını doğru değerlendirmek bunun arayışında olmak tabi ki umut verici. Nasıl ki korona günlerinin her tür fırsatçıları kendilerine göre bu zamanı kullanmaya çalışıyorsa, kendi iktidar geleceklerini örgütlüyorsa biz kadınlar halklar zincirlerinden başka kaybedecekleri olmayanlar ve vicdanı ile bu zamanda yürüyen tüm insanlar, en az fırsatçılar kadar kendi geleceğimizi düşünmek, belirsizliğin karamsarlığına girmeden bu tecrit günlerinde dahi mücadeleyi yaratıcı tarzda geliştirmek zorundayız.. Bu virüs nasıl ki insanlık ve doğa karşıtı yönetim tarzlarının bir sonucu ise bununla mücadelede elbette ki politik bir duruşla mümkün olacaktır. Bu cehennemin kapılarını sonsuza kadar kapatmak ve kendi cehennemlerinde tecrit etmek için mücadele irademizi yaratıcılıkla güçlendirmeliyiz. Umarım bu korona günleri herkesin kendi cehaletinden çıkış ve anlam gücüne yeniden ulaştığı insan ve doğanın özgürlüğünden yana ve ona saygıyı yeniden keşfettiği bir zamanın inşasına vesile olur. Tüm zorluklara rağmen bu koşullarda vicdanı ayakta olan güzel ve onurlu insanlığın tecrit ve ölüm getiren pandemi salgını ve buna neden olan pandemi iktidarlar karşısında özgür yaşamın çıkış yolu için didinmesi direnmesi çare çözüm için yol araması umudumuzu diri kılıyor.
Nisan’ın doğumu müjdelediği bahar günlerinde, yakınımda tomurcuğu patlamış asma ağacında kuş sesleri adeta şunu şakıyor; Güneş batar, gece olur; kıştan sonra benim şarkılarım duyulur!