Koronavirüs Kapitalizmin Krizidir

  • 09:08 24 Mart 2020
  • Kadının Kaleminden
 “Çürüyen kapitalist modernite karşısına demokratik bir moderniteyi koymak, bu bağlamda demokratik toplumu, demokratik ulusu inşa etmek tarihi bir görev olarak duruyor önümüzde. Süreç bittikten sonra değil, tam da sürecin içinde bunu örgütlemek gerekiyor. Çünkü biliyoruz ki tarihin belirli dönemlerinde yaşanan krizler, sonra yeni ve derin sömürü sistemlerine kucak açabiliyor.”
 
Dilan Dirayet Taşdemir
 
Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve kısa bir zaman diliminde küresel bir salgına dönüşen Koronavirüs, tüm dünyanın ana gündeminde. Dünyanın her yerinde hemen her gün yeni vakaların çıktığını ve ölümlerin artarak kritik bir aşamaya geldiğini izliyoruz. Günlerdir tüm topluma hakim olan korku, kaygı ve öngörülemezlik hali mevcut. Korona virüsün yayılmasıyla birlikte ortaya çıkan vahim sonuçlar virüsün nedenine odaklanılmasının önüne geçiyor. Herkesin şu an için yanıtını aradığı ilk soru bu virüsün iş, aş, sağlık ve ekonomik hayata yansımalarının nasıl olacağı sorusu.
 
Salgın karşısında yeterli sağlık hizmeti sunamayan siyasi iktidarlar, insanlara evlerine kapanmalarını söylerken, büyük çaresizlik içinde, olan biten konusunda bilgi sahibi olamayan insanlar iktidarların belirledikleri sınırlar içinde kendilerine çizilen kadere olmak zorunda kalıyorlar.
 
Tarih boyunca egemenler şiddeti ve rızayı iç içe geçirerek tahakkümlerini icra ettiler. Toplumu sürekli tehdit altındaymış hissiyatı yaratarak, korku ve paniği büyüterek kontrol etmeye çalıştılar. Şu an içinden geçtiğimiz süreç ise bambaşka bir siyasallığın gelişmekte olduğunu gösteriyor. Koronavirüs, toplumsal denetleme mekanizmalarının tahakkümle değil de rızaya dayalı olarak kendiliğinden gerçekleştiği bir tür büyük kapatılmanın adı oldu. Olağanüstü hal, sokağa çıkma yasağı nerdeyse her kesim tarafından yüksek sesle dillendiriliyor.
 
Ancak bu büyük kapatılmanın, kapitalist modernitenin geliştirdiği egemen güç ilişkilerinden, ve yarattığı ekolojik yıkım ve sömürü sistemlerinden bağımsız olmadığını bilmemiz gerekiyor. Ortaya çıkan baş döndürücü sonuçlara değil, birlikte asıl olarak nedenlere odaklanmak zorundayız. Bu virüsü kendiliğinden ortaya çıkan ani bir doğal afetmiş gibi algılamak doğa düşmanı, ataerkil kapitalist uygarlığın şifrelerini okuyamamak anlamamak anlamına gelir. Bizden istenen görünene itaat etme ve bilme arzusundan vazgeçmedir. Çünkü hiçbir sorumluluk almayan iktidarlar meselenin özü sorgulandıkça asıl suçlunun kendi yarattıkları düzen olduğunun açığa çıkacağının farkındalar.
 
Büyük kapatmayı çözüm olarak sunan “evden çıkmayın evde kalın” diye çağrı yapan bir siyasi iktidar, toplumun asgari düzeyde sağlık, barınma, iş, aş ve güvenlik sorunlarına adil çözüm sunması gerekirken oralı bile olmuyor. Avrupa devletlerinin ‘sosyal devlet’ bağlamında sundukları destek programları da haklı olarak halka güven vermiyor, yaşam ve gelecek kaygısını gidermiyor. Bizde ise AKP iktidarının hala bu soruna dair en ufak bir çözümünün ve görünür, etkin bir destek sunma durumunun olmadığını görüyoruz. AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın açıkladığı tedbir paketinde sermayeyi bu süreçten en az zararla kurtarmak tek hedefken, yaşlılara kolonya dağıtımı dışında halka ayrılan bütçe yok.
 
Öte yandan evde kalmak karantinaya girmek herkes için eşit bir hak mı? Kimler yarını düşünmeden evinde rahatlıkla karantinaya girebilir sorusu ise bu bağlamda önemini koruyor. Çünkü ezilenler ve emekçiler için bu rızaya dayalı kapatma bile büyük bir lüks. Korona virüsünün etki gücünde sınıf, cinsiyet ve yaş bağlamında farklı biçimlerde etkilenildiğini sınıfsal, cinsiyetçi ve ayrımcı (yaşlılara yönelik tutum) farkları rahatlıkla görmek mümkün.
 
Bu yönüyle Koronavirüs anlatıldığı gibi hiç de demokratik değil. Bunu görünmez kılmanın sloganı ise aynı gemideyiz söylemi. Oysa ortaklaşma ve dayanışmanın bir tezahürü olarak sunulan bu söylem aslında eşitsizliğin ve ayrımcılığın perdesi durumunda. Kapitalist modernite çağında bırakalım geniş çaplı bir salgını, neredeyse nefes almanın dahi sınıf, cinsiyet, yaş gibi kategorilerden bağımsız ele alınamayacağını biliyoruz. Sağlık sisteminin paralı hale getirilmesi, sadece parası olanın nitelikli sağlık hizmeti alabildiği, salgın ortamında ancak kendini idame ettirebilecek olanların evde kalabildiği bir ülkede yoksulların, emekçilerin, kadınların virüsün doğal hedefi olduğunu, AKP’nin bunun önüne geçmek için hiçbir sorumluluk almadığını uygulanan politikalardan görebiliyoruz.    
 
Gelinen aşamada daha bütünlüklü bir siyasete, derin bir sorgulamaya ve güçlü bir muhalefete ihtiyaç var. Bizler bu muhalefeti yürütmekle, toplumu savunmakla mükellefiz. Çürüyen kapitalist modernite karşısına demokratik bir moderniteyi koymak, bu bağlamda demokratik toplumu, demokratik ulusu inşa etmek tarihi bir görev olarak duruyor önümüzde. Süreç bittikten sonra değil (?) tam da sürecin içinde bunu örgütlemek gerekiyor. Çünkü biliyoruz ki tarihin belirli dönemlerinde yaşanan krizler, sonra yeni ve derin sömürü sistemlerine kucak açabiliyor, otoriter sistemleri güçlendirebiliyor Halkların ve ezilenlerin tarihsel birikimleri yok sayılıyor. O yüzden, tam şimdi toplumu savunmak adına hep birlikte asıl soruyu sorma ve kapitalist moderniteye meydan okuma zamanı gelmiştir.
 
Kapitalist modernite aslında bir kriz ve eşitsiz bir birikim sisteminin adıdır. Şimdi yaşadığı kriz de özsel ve küresel boyuta erişmiştir. Koranavirüs, doğayı aşarak dünyayı kendi imalatı olarak gören, kar hırsıyla yanıp tutuşan, her şeye rağmen kendisini kadir-i mutlak olarak gören kapitalist sistemin insanlığa sunabildiği tek gerçek olarak karşımızda duruyor. Kapitalizmin toplumum tüm hücrelerine yayılan bir kanser olduğu tespiti şimdi her zamankinden daha canlıdır. Kendi deneyimine tanrısallık atfederek toplumsal değerlere savaş ilan eden, tüm tarihsel ve toplumsal birikime meydan okuyan bu sistem Korana virüsün temel nedenidir. Bu yönüyle düşündüğümüzde Korona virüs bu sistemin krizidir.
 
Dünyanın tamamını etkisi altına alan, yaşamlarımızı etkileyen bu sürecin öncesi ve sonrası elbette herkesi daha uzun süre etkileyecektir. Ama nasıl bir dünya ile karşılaşacağımız bütünüyle mücadele pratiklerimizle belirlenecek. Yeni bir zihniyet kalıbı ile düşünme biçimine ve sorgulamaya girişmek hepimiz için ilk adım olabilir. Bu dünyayı buradan söküp başka bir yerde kurma şansımız olmadığına göre yeni bir yaşam mümkün mü sorusunu daha fazla sormalıyız. Modernitenin demokratikleştirilmesine dayalı bir zihniyet dünyasını inşa edebilirsek gerçekten adaletin tesis edildiği, sömürüsüz bir dünyayı var edebiliriz. Cinsler arasında eşitlik, adil bir gelir dağılımı, nesneleştirilmeyen ve fethedilmesi tahayyül edilmeyen bir doğa anlayışı dayanışma ve komünal bilinç halklar lehine krizden çıkışın yeni adresi olabilir.
 
Bu radikal kötülük karşısında daha güçlü sorgulamalara gitmeden zihinsel bir değişim yaşamadan tedbirler almak, suni, geçici çözümler üretmek olacaktır. Bu tutum sadece yeni virüslere kapı aralar. Çözüm, inşa edilecek yeni toplumsallıktadır. Toplum kendi öz savunmasını da bu bilinç ile sağlayabilir. Yeni bir yaşamı mümkün kılacak olan şey, özgürce düşünebildiği için eyleyebilen canlıların ortak eylemi olacaktır. Toplumu savunmanın her şeyden önemli olduğu günlerden geçiyoruz. Ya hep birlikte demokratik toplumu inşa edeceğiz ya da kapitalist modernitenin barbarlığına, bedelini bizim ödediğimiz krizlerine ve salgınlarına mahkûm olacağız. İlkini yaratmak bizim elimizde, örgütlü güç olabilmemizde.