Almanya ziyareti ve bir tutuklanma hikayesi…
- 09:07 25 Kasım 2019
- Kadının Kaleminden
“Günün birinde kapıyı açıp ismimi söylediler ve ‘Serbestsiniz’ dediler. Arkadaşlarımla kitap okuma hevesim kursağımda kalmış, kısa sürmüştü. ‘Yerime hasta arkadaşlardan birisini çıkarın’ dediysem de tutukladıkları gibi bu sefer de cezaevinden apar topar çıkardılar… Çünkü o gün Tayyip Erdoğan’ın Almanya’ya ziyareti vardı ve bir Alman vatandaşı cezaevinde tutulamazdı...”
Gül Güzel
Kürt halkının bilinen o kara tarihi olan,1999 ile başlayan ve hepimizin oldukça yoğun bir şekilde yaralarımızı sarmaya, direnmeye çalıştığımız bir süreç. Öyle ki bazen iki sayfa kitap okumaya zamanımız olmuyor. O yüzden, etrafımdakilere zaman zaman “Ben cezaevine girip, orada arkadaşlarımla bir süre kalıp, kitap okumak istiyorum” diyorsam da herkes şaka yaptığımı düşünüp, gülüp geçiyordu. Bense bütün kalbimle bu dileğimi hep tekrarlıyorum.
Nihayet dileğim kabul oluyor ve...
Alman kadın arkadaşım ile 2003 yaz tatiline gitmeye karar verdik. Ağustos ayı. Biz İstanbul Havaalanı’nda giriş kontrolündeyiz. Alman arkadaşım benden önce pasaportunu kontrol ettirip, geçti. Sıra bana gelince, polis, “Sizin bir vukuatınız var. Bizimle geleceksiniz” deyince ben de şaşkınca polise bakıp, “Ne vukuatım olacak ki? Benim hanlarım, hamamlarım yok ki vergi kaçakçılığım olsun” deyip, işi şakaya vuruyorum. Ama polis ciddi ciddi “Bizimle gelin” deyip, beni bir odaya götürüyor. O gece Yeşilköy Havaalanı’ndaki hücrede kaldım. Hücrede o kadar çok pire ve bit vardı ki. Üzerimden bir taraftan öteki tarafa zıplatıp duruyorlar. Pislik ve kirden öyle beslenip, büyümüşler ki abartmıyorum, nerdeyse sivrisinek büyüklüğündeler... Hala hatırladıkça tüylerim diken diken oluyor. Hiç unutmuyorum. Sabaha kadar sinek kovalar gibi, gazete ile üzerimden pireleri kovalamaya çalıştım. Sabah beni oradan alıp, İstiklal Caddesi’ndeki Terörle Mücadele Şubesi’ne götürdüler. Ama yolda sürekli, “Eğer cezaevinde adli suçlular bölümüne giderseniz, çabuk bırakılırsınız” şeklinde teklifler yapıldı. İstiklal Caddesi’ndeki şubede de yine 3 gün ve gece hücrede kaldım. Hücre temizdi. Bir kişilik deri ranza ve bir tane yün battaniye vardı.
Hücre bodrum katında olduğu için sürekli lambalar yanıyordu. O yüzden ben ne zaman gündüz ne zaman gece olduğunu şaşırmaya başladım. Orada her sabah bir parça ekmek, birkaç tane siyah zeytin ve biraz beyaz peynirden ibaret bir kahvaltı veriliyordu. Ama ben hiç bir şey yemiyordum. Gelen avukattan süt almasını rica ettim. Avukat sütü getirdi. Ama avukat gidince, o sütü benden aldılar. Ben yine inadım inat, hiç bir şey yemedim. Hatta gazetede benim açlık grevine girdiğim yazılmıştı. Geldiğimde arkadaşlar “Yemek ne yapacaksın? Sen orda bol bol sinek yemişsindir!” şakasını yaptıklarında, havaalanı hücresindeki pirelerle bitler aklıma geldi ve iğrenmekten irkilerek, güldüm.
Beni niye tuttuklarını bana soruyorlardı
3 gün boyunca tek kişilik kaldığım hücreden, büyük bir odaya götürüyorlardı. Yuvarlak masa soruşturması... Yuvarlak büyük bir masa ve etrafında toplanan 6-7 kişi sürekli bana sorular soruyor ve sanki beni niye tutukladıklarını bilmiyorlarmış gibi, benim niçin tutuklandığımı kendilerine anlatmamı istiyorlardı. Tabii onlar sordukça, ben de onlara aynı şekilde farklı sorular soruyordum. Nihayet bazıları 6 sene Almanya’ya gelip, kriminal polislik çalışması hakkında eğitim gördüklerini, Almanca öğrendiklerini ve benzeri şeyler anlatmaya başladılar. Bir ara biri ayağa kalkıp, “Güya biz seni sorguluyoruz ama aslında sen bizi sorguluyorsun. Biz senden hiç bir bilgi alamadık ama sen bizden bir sürü bilgi aldın” dedi.
Hadi gidelim ev baskınına!
Soruşturma odasında büyük bir dolap vardı. Bir defasında oraya götürüldüğümde iki genç kadın dolaplarda bir şeyler aramakla meşguldü. Benim varlığımdan hiç rahatsız olmadılar. Çünkü ben zaten onların tutsağıydım ya... Biri çok heyecanlı ve torbaya birkaç kitap ile üç renkli puşi yerleştirerek, “hadi gidelim, ev baskınına, bakalım tutuklamak için evinde yeterli delil var mıymış, yok muymuş?” diye gülmeye başladı. Konuşmalarından anladım ki, Gazi Osman Paşa’da bir eve baskına gidiyorlar.
Nihayet cezaevindeyim!
3. gün beni nöbetçi hakime götürdüler. Ama tutuklanacağımı herkes önceden biliyordu. Yalnız hepsinin üzüntüsü, benden bekledikleri veya umut ettikleri bilgileri alamamış olmasıydı. Hakim de zaten önceden hazırlandığı şekilde, biyografime dair bilgilerimi sorduktan sonra, “terör örgütü üyeliği”nden tutuklanmama karar verdi. Tutuklanma kararından sonra Bakırköy Kadın ve Çocuk Cezaevi’ne götürmek için arabaya bindirdiler. Yol boyunca yine adli tutukluların koğuşuna gitmem için ısrar ettiler ama ben, “Beni hangi örgüte üye olmakla suçlayıp, tutukladıysanız, onların koğuşuna gideceğim” diye dayattım. İlk gece Türk Solu kadın koğuşunda kaldım. Sabah olunca arkadaşların olduğu koğuşa verdiler. Koğuştan içeri girince, önce hepimiz bir şok yaşadık. Çünkü koğuştakilerin çoğuyla birbirimizi tanıyorduk. 2002 seçimlerinde birlikte İstanbul GOP’da (Gazi Osman Paşa) çalışmıştık. Tabii seçimlerden sonra hemen hemen bütün çalışanlar tutuklanmış ve ‘uzun süre kara gömme’ ve benzeri çok ağır işkenceler yapılmıştı. Bu yüzden de sağlık durumları çok kötüydü. Birbirimizle sarılıp, hasret gidermeden önce herkes bir ağızdan “Senin burada ne işin var” diye sordu. Ama ben halimden memnun ve sevinçle “Sizin ne işiniz varsa, benim de o işim var” dedim. Şaka sanılan dileğim gerçek olmuş ve ben arkadaşlarımla artık bol bol kitap okuyacaktım... Gerçekten de öyle olmaya başladı ve günün birinde Gülazer Akın ile o zaman Gebze Cezaevi’nden Fatma arkadaşı tedavi olmak için İstanbul’a, yani kaldığımız cezaevine getirildiler.
‘Deniz kenarında güneşlenmeye’ çıkıyorum
Günün birinde, “Bugün hava çok güzel ve ben havalandırma sürecinde deniz kenarına gideceğim” deyip, havlumu omzuma atıp, yürümeye başlayınca herkes şaşırıp kaldı. Benim delirdiğimi sanıp, “Hevale Gül burada deniz yok. Sen nasıl denize gideceksin? Hem de yukarıdaki gözetleme kulübelerinde askerler var. Onlar seni görürler. Yapma, etme” diyorlar ama ben aklıma koymuşum, deniz kenarında güneşleneceğim! Çıktım ve yere battaniyeyi serip iki saat güneşlenip, içeriye geldim. Tabii güneşlendikten sonra kendimi çok iyi hissediyordum. Aslında umutlarımı, hayallerimi kimsenin benden alamayacağını kendime de kanıtlamıştım. Gözlerimi kapatıp, denizin hışırtısı ve ılıklığını, dalgaların yumuşaklığını ayaklarımda hissetmiştim. Hayal benim, kimse benden hayallerimi alamamıştı bugünkü gibi... Sonrasını anlatmaya içim elvermiyor. Çünkü günün birinde kapıyı açıp ismimi söylediler ve “Serbestsiniz gidebilirsiniz” dediler. Üzüntüden perişan, harap, sürekli ağlıyorum. Çünkü uzun bir süre arkadaşlarımla cezaevinde kitap okuma hevesim kursağımda kalmış, kısa sürmüştü. “Yerime bir başkasını çıkarın. Hasta arkadaşlardan birisini mesela” dediysem de tabii ki tutukladıkları gibi bu sefer de cezaevinden apar topar çıkardılar. Çünkü o gün Tayyip Erdoğan’ın Almanya’ya ziyareti vardı ve bir Alman vatandaşı cezaevinde tutulamazdı...
Ben terörist
Cezaevinden çıkardılar ama bu sefer de beni bir misafirhaneye götürdüler. Çünkü, ülkeyi terk etmem gerekiyormuş. Hani ülkeyi bölmeye çalışan teröristmişim ya! Bana yurtdışına çıkmam için uçak bileti bulunana kadar 3 gün de orda kaldım. Misafirhane tamamen bir işletme, ticaret mekanıydı. Kadınlardan farklı şekilde yararlananlardan, uyuşturucu satmaya varana kadar, her türlü kirli iş yapılıyordu. Bir de giriş kapısının duvarında misafirhanedekilerin isim listesi vardı. Listenin en üst kısmında benim ismim ve karşısına ‘Terörist’ yazmışlardı. Ben, siyasi yapımdan dolayı ‘terörist’ olmuştum. İşte o yüzden, bu ‘terörist’ kelimesini çok seviyorum. Çünkü benim dışımdakilerin hepsinin isminin karşısında fuhuş veya dolandırıcı/hırsız yazılıydı.