Pontos soykırımın asıl hedefi kadınlardı

  • 09:10 19 Mayıs 2019
  • Kadının Kaleminden
"Türkiye’deki resmi tarihçilerin verdikleri sayıya göre, 1918-1923 yılları arasında Pontos dağlarının tümünde toplam 25 bin partizan bulunuyordu. Bu sayının yarısı kadındır. Ve bundan 100 yıl önce dağlarda soykırıma direnen, savaşan partizanların ve komutanları olan kaptanların yarısının kadın olması bir tesadüf değildir. Son partizanın bir kadın olması tesadüf değildir."
 
Türkan Balaban
 
Karadeniz/Pontos kadını denildiğinde ilk akla gelen, özgür ruhlu, tutkulu, fedakâr, çalışkan, kıpır kıpır, neşeli, doğa aşığı gibi tanımlamalardır. Yüzyıllardır bu ruh ve davranış hali biz kadınlarda hiç değişmedi. Erkek egemenliğinin en ağır bastığı zamanlarda bile Pontos kadınının mutluluğu elinde tutan dinamizmi ve kararlılığı ayırt edilir. Sanki hiç şikâyet etmeden yorulmadan, dinlenmeden eşlerinin, çocuklarının, ailelerinin hatta dünyanın yükünü omuzlamış kadınlardır. Ama ruh hali değişmese de kadının yeri maalesef yıllar geçtikçe değişti. Toplumda daha az görünür oldular, okuma yazma oranları düştü. Bu yüzden Karadeniz/Pontos’ta kadın olmayı anlatabilmenin belki de en iyi yolu size dünü ve bugünü bir arada gösterebilmek.
 
Kadınlar matematik eğitimi görüyordu
 
Genç kadınlar Karadeniz kentlerinde okuma imkanına sahipti.  Trabzon Kız Okulu 1846 yılında faaliyete başlar ve daha sonra 1873 yılında Gümüşhane Kız Okulu kurulur. Sinop, Amasya, Ordu, Safranbolu, Giresun gibi birçok Karadeniz kentinde açılan yeni okullarla genç kadınlar erkekler gibi ücretsiz okuma hakkına sahipti. Ve bu genç kadınların sayıları artarak ilerler. 1870 yılında 250 öğrenci Trabzon'da öğrenim görürken, 1880 yılında sayıları 738’dir. Gümüşhane'de 1874'de 28 olan öğrenci sayısı, 1906'da 100'e ulaşır. Genç kadınlar bu okullarda sadece dikiş nakış gibi cinsiyetlerine yönelik dersler değil, Ekonomi, Matematik, Fizik, Tarih, Coğrafya, Fransızca gibi konularda da eğitim görür. Bugün büyük kentlerde yaşayanların bile büyük çoğunluğu kriket nedir bilmezken Trabzonlu kadınlar kriket oynuyordu. Okullarda, hastanelerde çalışan kadınlar vardı. Aradan 100 yıl geçmiş olmasına rağmen bugün Karadeniz kadını denilince akla sırtında sepeti, yükü olan kadınlar geliyor.
 
100 yılda gerileyen hayat
 
Peki, ne değişti 100 yılda? 100 yıl önce de Karadeniz kadınları köylerde bu işleri yapıyor, ağır koşullarda hem ev hem de bahçede, tarlada, ormanda çalışıyordu. Yine kentlerdeki kadınlar da toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yaşıyordu. Evin, ailenin sorumluluğunu üstleniyordu. Ama toplumda yer alma rolleri daha yoğundu. Okuma yazma oranları daha yüksekti ve sosyal hayatları daha farklıydı. Peki, dünya toplumları ilerlerken Karadeniz’de yaşanan bu gerilemenin sebebi neydi? Bunu anlayabilmek için 100 yıl öncesinde Karadeniz ve bugün Türkiye denilen coğrafyada yaşananlara kısaca bakmamız gerekiyor. Pontos’ta yaşananlar bir soykırım politikasının üçüncü etabıydı. Ne yazık ki de son olmayacaktı. 1876-1924 yılları arasında bizim coğrafyamızda Hristiyan halklarının yok edilip tek bir din ve tek bir millet kurma hedefiyle uluslara yaşatılan bu katliamlar zinciri hem binlerce insanın hayatını kaybetmesine hem de hayatta kalanların ekonomik ve sosyal açıdan mahvolmasına sebep olmuştur.
 
Kadınlar neden özellikle hedef alındı?
 
Pontoslu Rumlara karşı sürdürülen soykırımı sürecinde yapılan uygulamaların tartışıldığı Meclis oturumunda Nurettin Paşa’nın savunması aslında dönemin sorumlularının bakış açısını göstermek açısından anlamlıdır. Nurettin Paşa ‘Rum sevki sırasında herkesin gözü önünde yağmacılığın yapılması’ suçlamasına yönelik ‘izahlarının’ bir bölümünde kadınlara ve çocuklara yönelik zalim tutumunu şu cümlelerle savunuyor: “Kadınlara gelince, Pontusculukla meşbu, erkeklerine fikren, bedenen, malen muavenet ettikleri hakikattir. Yataklık, muhbirlik, cinayete teşkar kadınlar da mahkemelere sevk edildiler. Fikrimizce, memleketimizdeki Rumlar bir yılandır. Bu yılanların zehirleri kadınlardır. Bu yüzden erkeklerle aynı şeyi yaptık. Çocuklarından da ayırmadık.” 
 
Soykırım yıllarında Pontoslu Rum kadınlar Müslüman erkeklerin hedefindeydi. Sadece öldürmek değildi amaçlanan. Sadece kadınların fiziksel zayıflığından yararlanmak değildi hedef alınan. Kadın doğurgandı. Hayatın devamıydı. Bu yüzden de kadınlar cinsel anlamda da saldırılara uğradı. Amaçlanan kadınların varlığını öldürmek, aşağılamak ve küçük düşürmekti ve kiliselerde bile bunu yapmaktan çekinmiyorlardı. Tecavüz ve katliamlar karşısında yüzlerce kadın intiharı tercih edecekti. Kim şanslıydı? Tecavüze uğrayarak, kiliselerde diri diri yakılarak öldürülenler mi, hayatta kalarak son nefeslerini verinceye kadar yıllarca başka bir dinde, sevmedikleri bir erkeğin tecavüzüne uğrayarak, sevmedikleri bir hayatı yaşamaya zorlananlar mı? Yüzlerce kadın Müslüman olmaya zorlandı. Erkeklerin haremlerine kapatıldı. Çocuklarından ayrı düştüler. Eşlerinin, babalarının, kardeşlerinin katledilişlerine tanık oldular.
 
Kadınlar dağa çıktı
 
Ancak Pontos kadınları bu kadar ölüme rağmen korkmadı, direnenlerin saflarında yer almayı tercih ettiler. Silahlarını kuşandılar, erkek kıyafetleri giydiler ve dağa çıktılar. Küçük çocuklarını sırtlarına bağlayıp savaştılar. Ne Topal Osman ve adamları ne de Merkez Ordusu askerleri; erkeklerle mi, yoksa kadınlarla mı savaştıklarını biliyordu. Sevdiklerinin ölümü onları korkutmak yerine, eşi benzeri olmayan cesaret ve fedakarlıkla ateşledi. Türkiye’deki resmi tarihçilerin verdikleri sayıya göre, 1918-1923 yılları arasında Pontos dağlarının tümünde toplam 25 bin partizan bulunuyordu. Bu sayının yarısı kadındır. Ve bundan 100 yıl önce dağlarda soykırıma direnen, savaşan partizanların ve komutanları olan kaptanların yarısının kadın olması bir tesadüf değildir. Son partizanın bir kadın olması tesadüf değildir. Gözleri önünde bir Osmanlı çavuşu tarafından oğlu öldürülen Eleni adlı bir köylü kadınının, o çavuşu öldürüp dağa bir partizan olarak çıkması tesadüf değil, cesaret ve fedakarlıkla ilgilidir. Ve işte bu yüzden 1923 yılında mübadele anlaşması imzalanıp Hristiyan olan Rumların binlerce yıllık topraklarını terk etmeleri istendiğinde dağlardan yükselen tek bir “hayır” çığlığının bir kadına ait olması tesadüf değildir. “Ben Rum’um, ne dilimi ne dinimi değiştireceğim ve topraklarımdan gitmeyeceğim” diyen o kadının, Partizanların Kaptanı Eleni Çavuş’un 1924 yılının Aralık ayında bir mağarada son kurşununa kadar çarpışıp hayatını kaybetmesi bir tesadüf değildir.
 
Acılar mübadelede de sürdü
 
Bu kadar direnişe ve kararlılığa rağmen olmadı, öldüler, yenildiler. Sona gelindiğinde sürgün bekliyordu onları. 1924 yılında Lozan Anlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle birçok Hristiyan Rum aile Pontos topraklarından çıkarıldı. 189 bin kadın, çocuk, erkek bambaşka diyarlara sürüklendi. Binlerce yıldır yaşadıkları, hayat buldukları, nefes aldıkları, aşık oldukları, çocuklarını dünyaya getirdikleri, atalarının mezarlarının bulunduğu topraklardan sürüldüler. Yüzlerce kadın sürgün yollarında, Yunanistan’da karantina altında intihar etti, hastalıklardan hayatlarını kaybetti. Yaşama dair inançları kalmamıştı.
 
Ya geride kalanlar…
 
Ama aralarında özellikle çocukların ve genç kadınların bulunduğu birçoğu da bu coğrafyada yaşamaya devam etti. Kimsesizdiler, ölümün kucağındaydılar. Kimileri bir Müslüman erkekle zorla evlendirildi. Kimilerinin hayatlarını Müslüman aileler kurtardı ama dinlerini, isimlerini değiştirerek evlatlık aldılar. Büyüyüp kendi ailelerini kurduklarında çoğu çocuklarından, eşlerinden bile sakladı Rum olduğu gerçeğini. Kimi ölüm döşeğinde, kimi hastalığında ağızlarından kaçırdığı hasret dolu Rumca kelimelerle ifade ettiler. Gerçekliklerini, yalnızlıklarını, hasretliklerini.
 
Cumhuriyet sonrası kadınlar evde kaldı
 
Osmanlı döneminde toplumsal hayatta çok aktif rol oynayan Pontos kadını git gide eve kapandı, kapatıldı. Cumhuriyet sonrası özellikle 1950’li yıllara kadar Karadeniz kentlerinde doğan kadınlar ilkokula bile gönderilmedi. Çoğu okuma yazmayı öğrenemedi ya da kendi çabalarıyla öğrendiler. Bölgede yaşanan ekonomik bunalımlar sebebiyle erkeklerin sürekli şehir ve yurtdışına çalışmaya gitmesi de kadının yükünü iyice ağırlaştırdı. Çocukların bakımından hayvanlara, fındığın çayın toplanmasından tarla işlerine, ormandan odun toplamaktan evdeki yemeğe kadar her şey kadının omuzunda, hatta sepetinde takılı kaldı.
 
Okutulmayan kadınların yaşattığı dilromeyika
 
Ve okutulmayan kadınlar, kendi dillerini sessizce yaşatmayı başardılar. Çünkü Cumhuriyet sonrası tek dil, tek din, tek millet sloganına yaraşır bir şekilde ana diller yok edilmek istendi. Pontos köylerindeki okullar Rumca konuştukları için dayak yiyen birçok çocuğun anısına tanıktır. Zorla Türkçe öğrendi çocuklar. Okumayan askerde öğrenmek zorunda kaldı. Bugün ana dilimiz Romeyika/Pontiyaka biraz olsun yaşayabiliyorsa maalesef bu sebepten dolayı kadınlar tarafından yaşatılıyor.
 
Fotoğraflar:
 
Fotoğraf: Sosyal hayatın içindeydi kadın. 1910-Trabzon
 
Fotoğraf: Kadınlar sağlık alanında çalışıyordu. 1914 Trabzon Rum Hastanesi
 
Fotoğraf: 1914, Trabzon Soğuksu kriket karşılaşması
 
Resimler: Gjergj Kola