Brezilya'dan Türkiye'ye neofaşizmde ekoloji mücadelesi
- 09:03 15 Mart 2019
- Kadının Kaleminden
“Ekoloji mücadelesini sıkıştırılmak istendiği naiflikten öte kendi asgari ön kabullerine; faşizm, iktidar, sömürü ve sömürgecilik, kapitalizm ve ulus devlet karşıtı bir mücadele olarak sahiplenmek, sadece yerel değil enternasyonal olarak da bu çizgide sıkı durmamız gerekiyor diyebiliriz.”
Yağmur Yurtsever
Neofaşizm tartışmalarında en simge isimlerden biri olan Tayyip Erdoğan'ın yanına, Brezilya yeni başkanı Bolsonaro da eklendi. Neofaşizm, ekonomi ve siyasetin yer değiştirmesi ve ikna araçlarının yerini zor araçlarına bırakması olarak pek çok kez açıklandı. Bu, biz ekolojistler için sanıldığından fazla önem taşıyan bir mesele diyebiliriz. Ekoloji mücadelesinin, ekosistemlerin insan toplumlarından ayrıksı algılanmanın çok ötesine geçildiği, toplumsal olanın da ekolojik olduğunun pek çok ekoloji kurumu ve örgütü tarafından içselleştirildiğini mutlulukla görebiliyoruz. Sadece noeliberal ekonomi politikaları değil aynı zamanda neofaşist hükümetler ve onların baskı ve şiddet rejimleri de bir o kadar ekolojistlerin gündemi oldu. Neoliberalizm, devreye soktuğu zor araçlarıyla insan toplumları içinde ve arasında sömürü ve iktidar ilişkilerini yeniden düzenlerken bir yandan da neoliberal ekonomi politikalarını 'insana dair' tanımlayıp, insan türünün ekosistemlere saldırılarını meşrulaştırmaya çalışıyor.
Ekoloji mücadelesi ilk saldırı alanlarından biri
Olağanüstü Hal’de (OHAL) ekolojistlere yönelik gözaltı, tutuklanma, operasyonlardan ilk Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ÇED süreçlerinin peşkeş onay süreçlerine dönüşmesine, otoriterleşmenin yaşam alanlarına ve ekoloji mücadelesine saldırısı Türkiye'den de aşina olduğumuz bir durum olmaya başlamıştı.
Bunun bir örneğini de Brezilya'da yeni seçilen Başkan Bolsonaro ile görüyoruz. Bolsonaro, ekolojistlerin gündemine ilk olarak, görevi öncelikle yağmur ormanlarını korumak olan Çevre Bakanlığı ile Brezilya'nın ekonomisinde en önemli paya sahip tarımın büyümesinde sorumlu Tarım Bakanlığı'nı birleştirme teklifiyle güçlü bir giriş yaptı. Demokrasiden kurtulmaya denk düşecek şekilde, zaten demokratik olmayan 'temsili demokrasiyi' temsiliyet ve demokrasi iddialarından çıkarmak diyebiliriz.
Türkiye’de de bakanlıklar birleştirildi
Türkiye'de de 2011'de dönemin Başbakanı Erdoğan yine pek çok bakanlığı değiştirmiş ya da birleştirmişti. Köylülüğün ve tarımın bitirilmesine yönelik neoliberal politikalar bağlamında, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına dönüşmüş, bu dönüşüm kısaca geçimlik tarıma karşı endüstriyel tarımın bir politika olarak getirilişinin ilanı olmuştu. Aynı zamanda da zaten Büyükşehir Belediye Kanunu ile çok sayıda köy mahalleleşmiş ve belediyeye bağlanmışken, belediyeye bağlanmayan köylerin de sorumlu bir bakanlık kalmamasıyla kamu tarafından güvencesi bitirilmiş olmuştu. Aynı bakanlık, 16 Nisan referandumunda uyum torba yasası adı altında çıkartılan 703 Nolu Kanun Hükmünde Kararname ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile birleştirilerek Tarım ve Orman Bakanlığı’na dönüştürüldü. Hali hazırda güvencesizleştirilen tarımın yanı sıra gıda ve sucul ekosistemler de güvencesizleştirilmenin yanı sıra ranta açılmaya hazırlanmış oldu.
Ormanlara saldırının önü açıldı
Yine Çevre ve Orman Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile birleştirilerek Çevre, Orman ve Şehircilik Bakanlığı’na dönüştürülmüş, Kuzey Ormanları başta olmak üzere pek çok orman ekosistemine yönelik saldırının önünü açmıştı. Görevi orman ekosistemlerinin korunması olan bakanlıkların, geçimlik tarım yapan köylünün tarlasında kullandığı suya para ödediği, tarım ve kırsal politikalarının geçimlik tarıma da köylüye de savaş açtığı bir atmosferde, ormanları endüstriyel tarım şirketlerine gümüş tepside sunacağı da açıktı, böyle de oldu.
Yağmur ormanlarından yaşayan kabileler de tehdit altında
16 Nisan Referandumu ile Türkiye'de bakanların milletvekili olma zorunluluğu da kalktı, yeni yönetim biçimi zaten tatmin edici olmayan bir demokrasiyi de ortadan kaldırmış, yerine holding kurumsallığını getirmiş oldu. Aynı Erdoğan gibi, holding yönetim kurulu tipi kabine kuran Bolsonaro hükümeti için, bu basit olarak yağmur ormanlarının imara ve tarıma açılması, endüstriyel tarıma peşkeş çekilmesi anlamına geliyordu. Yağmur ormanlarının sadece ilkokulda öğrendiğimiz tabirle 'dünyanın akciğerleri' olduğunu değil, aynı zamanda modern olmayan yerli kabilelerin de yaşadığı bir ekosistem olduğunu hatırlamak gerek. Bu anlamda hali hazırda yağmur ormanlarına yapılmakta olan ve göz yumulan saldırılara direnen yerli kabilelerin de ciddi bir soykırım tehdidi altında olduğunu belirtmek gerek .
Dolayısıyla, yağmur ormanlarının korunmasının sadece bir ekosistemde insan türünden ayrıksı yaşam hakkı olmadığını söyleyebiliriz. Bolsonaro ekolojistlerin verdiği tepkinin 'ideolojik bir mesele' olduğunu sık sık söylüyor. Bunu reddedecek halimiz yok, hatta Bolsonaro'dan Erdoğan'a, sağ popülist liderlerin ve ekolojistlerin ideolojilerini ayrı ayrı ortaya koymak gerekli. İki ucunun da son derece politik olduğu, popülist ekosistem saldırılarını ortaya dökmek gerekli görünüyor.
Öncelikle kısaca popülizme değinelim. Popülizm, 2000’li yılların siyasetinde, akademide de çok önemli bir tartışma oldu. Basitçe 'biz'in siyaset eliyle kurulması ve temsili demokrasiyle meşrulaştırılmaya çalışılmasıdır diyebiliriz. 'Biz'in kurulması, ulus devletin ideolojisinin toplumsallaşması adına büyük bir rol oynadığı gibi hakim ulusun kimliğinin içeriğini de deforme edebilir. Sağ popülizm 'biz'i hali hazırda toplumsal alanda iktidar ve ayrıcalık sahibi olanlar olarak tanımlamaktır -sadece hakim ulusa mensuplar değil, aynı zamanda hakim ulusun egemenliği tarafından 'makbul' addedilmiş kimseler de- denebilir. Erdoğan'ın toplumsal muhalefeti topyekun düşman ilan etmesi gibi Bolsonaro da Brezilya'daki sosyalistleri düşman ilan etti, hatta Amazon ormanlarına yönelik saldırıları eleştiren Brezilyalı model Gisele Bündchen'e 'kötü bir Brezilyalı' diyerek kendini tipik bir sağ popülist örneği olarak ortaya koymuş oldu.
Baskı ve zor politikalarını devreye koydular
Kamuda küçülme ve kamu kuruluşlarını özelleştirme gibi neoliberal ekonomi politikalarına dört elle sarılmalarına rağmen Birleşmiş Milletler (BM) ve ona bağlı kuruluşlar dahil sivil toplum kuruluşlarına açıktıkları savaşla, ekonomik büyüme bahanesiyle Paris İklim Anlaşması'ndan çekilme iddiası ile, ırkçı, kadın düşmanı söylemlerden göçmen düşmanı, bireysel silahlanmanın önünü açan politikalara, sol sosyalist muhalefete karşı ilan ettiği savaş, basına uyguladığı baskı ve başka pek çok tanıdık politikayla, Bolsonaro'nun, Erdoğan'la çok benzer bir ekonomik büyüme iddiasıyla şekilde baskı ve zor araçlarını devreye soktuğunu görebiliyoruz. Bolsonaro'nun, Brezilya yerlilerinin yaşadığı 'Reserves' denilen özerk ve koruma altında olan bölgelerin oluşturulma ve düzenlenmesini, yerlilerin temsil kurumu olan Funai'den Tarım Bakanlığı'na devretmesiyle Brezilya yerlilerinin örgütü APIB, yağmur ormanlarında ormansızlaştırma ve yerlilerin yerinden edilmesi tehdidini ortaya koyan açıklamalar yapmaya başladı.
Yerlilere yönelik katliam planını duyurdu
PSOL (Sosyalizm ve Özgürlük Partisi) Başkan Yardımcısı ve aynı zamanda yerli bir kadın olan Sônia Guajajara, yerinden etmelerin başladığına dair açıklama yaptı. Aynı zamanda Funai, birleştirilen Kadın, Aile ve İnsan Hakları Bakanlığı'na bağlandı. Bolsonaro, yerlilerin korunması ve modern dünyadan uzak yaşama taleplerini yerine getirmede çalışan sivil toplum kuruluşlarını 'Brezilya'ya burunlarını sokmak' ile suçlayan tweetinde, “Bir milyondan az kişi gerçek Brezilya'dan izole bir şekilde buralarda yaşıyor ve STK'lar tarafından sömürülüyor ve manipüle ediliyorlar. Hep beraber bu vatandaşlarımızı entegre edeceğiz” diye bir tweet atarak yerli kabilelere yönelik yürüteceği katliam ve asimilasyon planını duyurmuş oldu.
İlk olarak iki bakan tepki gösterdi
Brezilya Tarım Bakanlığı'nın ve Çevre Bakanlığı'nın birleştirilmesi konuşulmaya başlandığında, gelen ilk tepkiler eski Tarım Bakanı ve eski Çevre Bakanı'ndan oldu. İki eski bakan da ayrı ayrı bakanlıkların görevlerinin birbirlerine tamamen zıt olduklarını, iki bakanlığın da çalışmalarına engel olacağını dile getirdi. Yağmur ormanı ekosistemlerine yönelik büyük bir saldırıya zemin hazırlayacak olmasının yanı sıra geçimlik çiftçiyi de mağdur edecek bu teklifin uygulanmaması gerektiğini dile getirdiler. Çünkü aynı Türkiye'nin holding yönetim kurulu tipi kabinesi gibi oluşturulan Brezilya kabinesinde endüstriyel tarım şirketlerinin etkisi çok büyük görünüyor.
Yerli insanların yanı sıra insan olmayan canlılara ve ekosisteme saldırı da 15. yüzyıldan beri sömürgeciliğin yöntemlerinden biri. Bu sebeple yerlilerin, Bolsonaro'nun 'gerçek Brezilya' dediği modern kapitalist Brezilya'dan uzak kalma talepleri sömürgeciliğe maruz kalmama ya da belirli bir ölçüde özerklik haklarının kendisi oluyor. Ekolojistler olarak sadece yağmur ormanlarını ya da herhangi ekosistemi savunurken, içinde yaşayan tüm halkların kendini yönetme hakkını da savunuyor ve ekoloji mücadelesinin sömürgecilik karşıtı bir mücadele olduğunun altını tekrar tekrar çizmiş oluyoruz aslında.
Tıpkı Hasankeyf gibi
Ilısu Barajı Projesi bahanesiyle sular altında bırakılmak istenen Hasankeyf'i de yine bu bağlamda ele alabiliriz. Proje kapsamında pek çok köyün zorla boşaltılmasının yanı sıra, sular altında kalacak ekosistemlerde pek çok canlı türünün, endemik türler de dahil olmak üzere, ekosistemlerle birlikte yok olacağı maalesef ki açık. Tarımla geçinen Hasankeyflilere TOKİ evlerine tıkılmak teklif edilirken, yeni yerleşke için 2017'de 2120 başvuruya karşılık 415 kişi hak sahibi olabilmişti ve konutların fiyatı 171 bin lira gibi fahiş bir fiyat olarak belirlenmişti. Tarımla geçinen Hasankeyflilerin yerlerinden edilmesinin yanı sıra büyük bir tarım arazisi de sular altında kalacak. Bir yandan da bir antik kent olan Hasankeyf ile birlikte farklı etnik ve dini grupların birlikte yaşam hafızası da yok edilmiş olacak.
Ekoloji mücadelesi ideolojik bir meseledir
Tam da bu anlamda Bolsonaro'ya hakkını vermek gerek. Yağmur ormanlarını, tüm ekosistemleri ve yaşam alanlarını savunmak politik ve 'ideolojik bir mesele'dir. Ama halkların yaşam alanlarını ve ekosistemleri ranta açma, ekonomik büyüme hırsının emek ihtiyacını, halkları yerinden etme ve asimilasyona maruz bırakma ile sağlamaya çalışma, geçimlik çiftçileri işçileştirme, modern olmayan yerlileri önce modernleştirip sonra muhtemelen kentlileştirerek işçileştirmek de bir o kadar politik ve ideolojiktir.
Bu anlamda, ekoloji mücadelesini sıkıştırılmak istendiği naiflikten öte kendi asgari ön kabullerine; faşizm, iktidar, sömürü ve sömürgecilik, kapitalizm ve ulus devlet karşıtı bir mücadele olarak sahiplenmek, sadece yerel değil enternasyonal olarak da bu çizgide sıkı durmamız gerekiyor diyebiliriz.
*HDP PM Üyesi