Çocukluğun gaspı: MESEM, savaş ve anadilin sessizliği 2025-10-26 09:02:08     “Devlet, sermayenin çocuk bedenine dokunmasına izin verirken buna ‘meslek’ adını veriyor. Ama gerçekte bu sistem, çocuğa erken yaşta itaat, yoksulluğa uyum ve sessizliğe alışma dersleri veriyor. Bu nedenle MESEM, ekonomik olduğu kadar etik bir yıkımın da adıdır.”   Ebru Güden    Kapitalist ve merkeziyetçi devletlerin kirli düzeni, en çıplak haliyle çocuk bedeninde görünür olur. Türkiye’de yıllardır yürütülen “çocuk politikaları”, aslında birer toplumsal mühendislik projesidir. “Mesleki Eğitim Merkezi” (MESEM) adı altında yoksul çocuk emeği piyasaya sürülürken, aynı çocuklar eğitim sistemi içinde dinselleştiriliyor, kimliksizleştiriliyor ve sessizleştiriliyor.   Çocuğa bırakılan tek alan, itaat etmek. Bu düzen, çocukları geleceğin umudu olarak değil, bugünün ucuz işçisi olarak görüyor.   MESEM: Yasal görünümlü bir ekonomik soykırım   Kâğıt üzerinde “meslek kazandırma programı” olarak tanıtılan MESEM, gerçekte çocuk emeğini "devlet" eliyle örgütleyen bir sistemdir. Sanayi bölgelerinde ve atölyelerde çalışan binlerce çocuk, günde 10 saate varan iş yüküyle karşı karşıya. Okul, bu çocuklar için artık bir hak değil; bir lüks haline gelmiştir.   İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre, son 12 yılda 770 çocuk iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Bu rakam, yalnızca bir istatistik değil; “ekonomik kalkınma” politikasının kanlı bilançosudur.   Bu ölümler kader değil, iktidarların planlı tercihidir.   "Devlet", sermayenin çocuk bedenine dokunmasına izin verirken buna “meslek” adını veriyor. Ama gerçekte bu sistem, çocuğa erken yaşta itaat, yoksulluğa uyum ve sessizliğe alışma dersleri veriyor. Bu nedenle MESEM, ekonomik olduğu kadar etik bir yıkımın da adıdır.   Savaş ve sömürü aynı hat üzerinde ilerler   Çocuk emeği ile savaş politikaları arasında doğrudan bir bağ vardır. Savaş yalnızca cephede değil; eğitimde, ekonomide, gündelik yaşamda da yürütülür. Milyonlarca çocuk, savaş koşullarında yerinden edilir, eğitimsiz bırakılır, kimliksizleştirilir. Bu çocuklar, hem işgücünün en alt katmanına hem de ideolojik manipülasyonun hedefi haline getirilir.   Militarist zihniyet okul kapılarında da yeniden üretilir. “Vatan için üretmek” ya da “devlet için çalışmak” gibi kavramlar, çocuk bilincine kazınır. Eğitim sistemi, böylece savaşın ideolojik uzantısına dönüşür.   Savaş, çocukların geleceğini yok etmez yalnızca; çocukluğun kendisini bir savaş alanına çevirir. Bugün iş cinayetinde ölen çocuk da, okulda kimliği inkâr edilen çocuk da, aynı "devlet aklının" kurbanıdır.   Dinselleşen eğitim: Bedenin ve zihnin teslimi   Kapitalist sömürüyü tamamlayan ideolojik hat, eğitimin dinselleştirilmesidir. Tarikat ve vakıf protokolleriyle şekillenen eğitim sistemi, çocuklara inanç değil, itaat pedagojisi aşılıyor. Bu yapı, sorgulayan değil, boyun eğen bireyler yetiştirmeyi amaçlıyor. Özellikle kız çocukları, “ahlak” adı altında düzenlenen etkinliklerle bedensel ve düşünsel özerkliklerinden koparılıyor. Eğitimin cinsiyetçi ve muhafazakâr yönü, ekonomik sömürüyü meşrulaştıran ideolojik bir çerçeveye dönüşüyor. Çünkü itaat eden birey, sorgulamayan işçidir.   Anadil: Çocuğun varoluşu   Her çocuk, kendi anadilinde düşündüğünde ve hayal kurduğunda dünyayla bağ kurar. Ama Türkiye’de milyonlarca Kürt, Arap, Süryani, Ermeni ve göçmen çocuk, anadilinde eğitim hakkından mahrum bırakılıyor. Bu yasak pedagojik değil; politik bir karardır.   Anadil, yalnızca bir iletişim aracı değil, varoluşun evidir. Bir çocuğun dilinden koparılması, onun belleğinin, kimliğinin ve düş gücünün parçalanması demektir. Bu yüzden anadilde eğitim, politik bir tercih değil, etik bir zorunluluktur.   Rojava’daki sistem tam da bu noktada alternatif bir model sunar: Her çocuk, kendi dilinde, eşit ve özgür bir eğitim alma hakkına sahiptir. Rojava’da çocuk, devletin değil, toplumun öznesidir. Eğitim, rekabetin değil dayanışmanın diliyle yürütülür; cinsiyet eşitliği, çok dillilik ve ekolojik bilinç temel ilkeler arasındadır. Bu anlayış, hem kapitalist sömürüye hem de tek dilli, tek kimlikli devlet modeline karşı bir ahlaki devrimdir.   Sonuç: Rojava’nın aynasında çocukluğun kurtuluşu   Bugün Türkiye’de çocuk emeği, dinselleşen eğitim ve savaş politikaları birbirini besliyor. Bu karanlık tabloya karşı Rojava’nın pratiği, çocuğu yeniden insanın merkezine koyan bir karşı-model sunuyor. Rojava Anayasası’nın 28. ve 41. maddeleri, çocuklara; her türlü şiddetten korunma, zorla çalıştırılmama, anadilinde eğitim, eşit toplumsal katılım ve cinsiyet özgürlüğü haklarını tanıyor. Bu haklar kâğıt üzerinde kalmıyor; komünlerde, meclislerde ve eğitim akademilerinde doğrudan uygulanıyor. Çocuklar, savaşın gölgesinde bile özgürlük fikriyle büyüyor.   Bugün çocukları korumak, yalnızca insani değil, politik bir sorumluluktur. Çünkü çocuk emeğine karşı durmak savaşa karşı durmaktır; anadil hakkını savunmak kültürel sömürgeciliğe direnmek, çocuğu özgürleştirmek ise toplumu özgürleştirmenin ilk adımıdır.   Rojava bize bunu öğretiyor: Bir toplum, çocuklarını koruyabildiği ölçüde devrimcidir, ahlaklıdır. Çünkü devrim, yalnızca iktidarların değil, vicdanın yeniden kuruluşudur. Ve her devrim, önce çocukların gülüşünü yani insanlığın vicdanını geri getirmekle başlar.