‘2015’den bugüne katliamlar ve cezasızlık’ paneli 2021-10-09 15:07:01   ANKARA - “2015’ten bugüne katliamlar ve cezasızlık” panelinde yapılan konuşmalarda Suruç Katliamı’nın iyi araştırılması durumunda diğer katliamların  olmayacağına dikkat çekildi.   10 Ekim Ankara Katliamı Davası  Avukat Komisyonu ve 10 Ekim Barış Derneği, Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde “2015’ten bugüne katliamlar ve cezasızlık” paneli gerçekleştirdi. Panele Halkların Demokratik Partisi (HDP) Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu, HDP Antep Milletvekili Mahmut Toğrul, Türkiye İşçi Partisi (TİP) İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, Öğretim Üyesi Dr. Çiğdem Sever, 10 Ekim, Diyarbakır ve Suruç katliamlarının avukatları, aileler ve yaralılar katıldı. Moderatörlüğünü Özlem Akarsu Çelik’in yaptığı panele, Gazeteciler Fehim Taştekin, Hakkı Özdal ve Alican Uludağ  katıldı.   ‘Türkiye’nin İŞİD’e karşı aldıkları tutum ortada’   Yurt dışından online bağlanan gazeteci Fehim Taştekin 10 Ekim’de katledilenleri anarak başladığı konuşmasında DAİŞ'in salt ele alınmaması gerektiğini söyledi. “Hilafet metoforunu” kullandığından kaynaklı DAİŞ'e çok fazla katılımın sağlandığını kaydeden Fehim, “Türk devletinin bütün kurumları, güvenlik birimlerinin sorumsuzluğu İŞİD’e olan katılımı kolaylaştırdı. İŞİD Türkiye sınırlarında üç sınır kapısını ele geçirdi. Kürtler ve Amerikalılar ortak bir mücadele ile İŞİD ile karşı savaş başlattı. Kürtler  İŞİD’i Kobane’de söküp attıktan sonra Türkiye İŞİD ile mücadele adı altında sahaya indi.  Bu da aslında İŞİD’e, ‘Sen içeride saldırı düzenle beni hedef alma ben de Türkiye’de senin bir şekilde hareket etmene, finansman transferlerine göz yumacağım’ şeklinde bir işleyiş. Yargıya baktığımız zaman İŞİD üyeleri etkin pişmanlık yasasını kullanarak kolayca salıveriliyor.  Bu da devletin ve görevli birimlerinin İŞİD söz konusu olduğu zaman aldıkları tutumların süreci nasıl belirlediğini gösteriyor” dedi.    Ardından söz alan gazeteci Alican Uludağ ise DAİŞ'in yargılamalarındaki eksikliklere değindi.    ‘Devletin bilmediği bir şey yok’   Antep’te çok farklı kültürlerin bir arada yaşadığına dikkat çeken HDP Antep Milletvekili Mahmut Toğrul, “Devlet açısından bilinmeyen hiçbir şey yoktu. Bu patlamalardan çok önce Antep 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yürüyen bir dava vardı. İŞİD’lilerin hepsi fiziki olarak takip ediliyor. O raporda yurt dışından gelen bir çetenin Antep’e nasıl ulaşacağı, nerede konaklanacağına dair bütün bilgiler var.  Antep Lisesi’nin hemen arkasında da bir mekan hastane olarak kullanıldı ve oranın İŞİD’lilerin tedavi edildiği yer olduğunu herkes biliyor. Antep’te örgütlendiklerini gördüğümüz, hissettiğimiz bir durumdu. Bütün patlamaların planlayıcısı Ahmet Güneş ve Yunus Durmaz’dı. Bunlar Antep’te derneklerin başındaydı. Antep’in arka sokaklarında yüzlerce dernek kuruldu. Bu derneklerin hepsi İŞİD’lilere aitti. Dernek faaliyetini tamamlıyor, kurulunu yapıyor ve Gar Katliamı’nın olduğu gün 10 Ekim 2015 tarihinde kapatılıyor. Türkiye’de yaşadığımız beş önemli olayın faillerinin tamamının faaliyetlerinin ayak izleri Antep’ten geçmişti” diye belirtti.   ‘Mahkum edilmeliler’   Hukukçular ve gazeteciler için 10 Ekim’in dipsiz bir kuyu olduğuna değinen gazeteci Hakkı Özdal, “İŞİD’in bitmediğini geriye kalan kalıntıların Türkiye içerisinde olduğunu düşünürsek, İŞİD Türkiye’nin geleceği için bir problemdir. İŞİD’in iş birliği yaptığı hem idari hem siyasi durumu mahkum etmeliyiz. Buna göz yummak, soruşturma süreçlerini aksatan, katliamın ertesi gün sırıtabilen, bu katliamın kendi oy oranlarını arttırabileceğini söyleyen kişilerin de hem hukuki hem insani olarak mahkum edilmesi gerekiyor. 10 Ekim 9 Ekim’de kararlaştırılan bir durum değil. 10 Ekim devletin bir poziyon aldığı bir süreç. 10 Ekim, Türkiye’de devletin zor yoluyla bir mecrada yürüme kararıydı. Bu devletin yerel siyasete değil dış siyasete de yönelimi söz konusuydu” ifadelerinde bulundu.   ‘Ölü ve yaralılara öfke kusanlar iflah olmaz’   10 Ekim katliamı öncesinde HDP’nin seçimi kazanması, AKP’nin tek başına iktidar olmaması gibi durumların önemli olduğunu ama durumun tek başına bununla açıklanamayacağını dile getiren HDP Milletvekili Filiz Kerestecioğlu, “Sanıklar devlet üzerinden silah aldığını söylüyor ama Türkiye’nin en büyük katliamında devlet avukatların taleplerini reddediyor. Tüm bunlar varken sırıtabilirler. Mağdur olan insanlara, yaralı ve ölülere öfke kusan insanlar iflah olmazlar ve iflah olmalarını beklemeyeceğiz. Değiştirecek olan bizleriz. Başka yolu yok, Türkiye’yi bütün halklar ile birlikte biz yaratacağız” şeklinde konuştu.   ‘İŞİD’in meşrululuğu savunuldu’   Ardından konuşan avukat Şevin Kaya, 5 Haziran Diyarbakır katliamının hukuki sürecine değindi. Katliamın engellenebilir olduğuna dikkat çeken Şevin, “Ama açılan soruşturmaya jet hızıyla gizlilik kararı getirildi ve biz avukatların dosyaya ilişkin bilgi almamızın ya da toplamamızın önü kapatıldı. Her 3 katliam dosyası birbirine çok benziyor. Bunca yargılamalardaki ihmallerden daha çok bizi rahatsız eden bir iki durum vardı. Sanıklardan birinin avukatı IŞİD dinini ağır yaşayan bir örgüttür diyerek meşruluğunu savundu. Ama mahkeme buna hiçbir şekilde müdahale etmedi. Bu avukat başka bir celsede bize saldırdı. Dosya hala istinafta. Katliamların önünü açanların da yargılanmasını sağladığımız günlerin gelmesini umuyorum” dedi.   ’33 düş yolcusu ‘terör’ kolu olarak görülüyor’   Suruç Katliamı Davası avukatı Serdil İzol, Suruç katliamı davası ile Ankara Katliamı Davası arasındaki benzerliklere değindi.  Serdil, “İddianame nasıl hazırlandıysa 33 düş yolcusu bir ‘terör örgütü’ kolu olarak görülüyor. Hiçbirimiz yargılananların adil yargılandığı, soruşturmaların doğru yapıldığından söz edemiyoruz. Suruç katliamı iyi araştırılsaydı diğer katliamlar olmayacaktı. Bunları açığa çıkarmak için mücadele edeceğiz” diye konuştu.   ‘Talebimiz reddedildi’   Ankara Katliamı Davası avukatlarından Senem Doğanoğlu da insanlığa karşı suç yargılamasına dair değerlendirmelerde bulundu. Senem, “İnsanlığa karşı suç çağrısını sadece avukatlar değil müvekkillerimizle birlikte dile getirmeye devam ediyoruz. 12 Ekim 2015’te verdiğimiz dilekçede de bunu talep ettik. Ama katliamın devlete karşı işlenmiş bir suç olduğu belirtilerek talebimiz reddedildi. TCK’de evrensel yetki kuralı vardır. İnsanlığa karşı suçtan yargılanan failler bulundukları ülkeler tarafından da yargılanabilir. Ama IŞİD’lilerin hala var olması bu yetkinin kullanılmamasından kaynaklı. Bizim insanlığa karşı suçtan yargılama ve ceza almalarını istememiz tam da bundan dolayı önemli. Suriye’deki IŞİD’liler, ‘ben Türkiye’de yargılanmak istiyorum’ diyerek gelemesin diyeydi talebimiz. İnsanlığa karşı suçtan bir yargılama pratiği olsaydı bu kadar tehlikeli ve tehdit olarak görünen IŞİD’lilerin rahat nefes alamayacağı bir ortamın oluşmasına neden olacaktı” diye belirtti.   Kitlesel baskı ve kamuoyu oluşması vurgusu   Dosya kapsamında sadece sanık Erman Ekici’nin insanlığa karşı suçtan yargılandığını hatırlatan Senem, tüm sanıkların insanlığa karşı suçtan yargılanması gerektiğini dile getirdi. Firari sanıkların Suriye ve Irak’ta olduğunu bildiklerini kaydeden Senem, “Bunların soykırımcı, insanlığa karşı suç işleme konusunda propaganda suçu işleyen IŞİD’e biat ederek gittiklerinin altını çizerek insanlığa karşı suçtan yargılanması gerektiğini bir kez daha ifade ediyorum. Erman Ekici yargılama boyunca  doğru soruyu sordu. ‘Neden sadece ben yargılanıyorum’ dedi. Biz de teyit ettik, evet neden sadece Erman Ekici yargılanıyor. Tüm sanıklar yönünden de yeniden iddianame düzenlenmesini istedik. Mahkemenin insanlığa karşı suçtan ceza vermesi aynı zamanda kitlesel baskı ve kamuoyunun oluşmasına bağlı” ifadelerini kullandı.   ‘Mücadeleyi büyütmeye ihtiyaç var’   Dosya avukatlarından İlke Işık, mahkeme heyetinin değişmesinin başlı başına bir hukuk faciası olduğunu ifade etti.  İlke, “Mahkeme başkanı ‘adalet istiyoruz’ sözünü kesti.  O gün bir kez daha idrak ettik gerçekten bizim istediğimiz tek şey adalet. O güne ilişkin adalet istiyoruz. Bize ne diyorlar, ‘IŞİD katliamı gerçekleştirdi’. Ama adalet duruşma salonlarında tesis edilecek bir şey değil. Devletin en temel görevi hiçbir şey yapmadan adaleti sağlaması gerekiyor ama nitekim bunlar olmadığı için mücadele etmeniz gerekiyor. Toplam bir mücadele yürütmek durumundayız. Bunu yapabildiğimiz oranda adalete ulaşacağız. Hepimiz an ve an içindeyiz. Mitingin yapılmasının ne kadar gerekli olduğunu, ne kadar önemli bir talep olduğunu her gün an be an yaşıyoruz. Yürüttüğümüz mücadele adaleti görmemizi sağlayacak. Her açıdan sorumlular. Her aşamada bunu konuşmaya devam ediyoruz. Bunun için birlikte sürdürdüğümüz mücadeleyi büyütmeye ihtiyaç var” dedi.   ‘İktidar değişirse hesabını soracağız’   Panelin öğleden sonraki oturumunda ilk olarak konuşan TİP Milletvekili Ahmet Şık, “Kontrgerilla yapılanmaları ve cezasızlık süreçleri” üzerine değerlendirmeler yaptı. Halkın korkunç bir suç örgütü ile karşı karşıya kaldığını söyleyen Ahmet, devlet bağlantılı suç örgütü yöneticisi Sedat Peker’in itiraflarını hatırlatarak, “Sedat Peker, devletin ne olduğunu çok tariflemiyor sadece mevcut iktidarın bir kanadını hedef alarak bir şey anlatıyor. Ama kocaman bir suç örgütü var. AKP yitireceğini bildiği ieçin her şeyi kurban edebileceği bir durumdan söz ediyoruz” diye konuştu. Ahmet, ktidarın değişmesi için bir fırsat  olduğunu söyledi.     ‘Hafızamız var hesabını mutlaka soracağız’   Ardından CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da, “Katliam dosyalarına ilişkin izlenimleri ve cezasızlık süreçleri” üzerine konuştu. Türkiye’nin DAİŞ’i  “terör” örgütü olarak tanımadıkları için bir işlem yapılmadığına dikkat çeken Sezgin, “2015 tarihinde Yargıtay resen karar vererek,  İŞİD ‘terör örgütü’ tanımladı.  Yargıtay kararı çok iyi gösteriyor ki, İŞİD Türkiye’nin 70 ilinde adam yetiştirip Suriye’ye göndermiş ama bu örgütü listeye alınmamış.  Bu soruyu darbe komisyonuna Emniyet Genel Müdürü’ne sordum.  ‘Siz Türkiye’de IŞİD’i terör örgütü listesine aldınız mı?’ diye sordum. Ama Emniyet Genel Müdürlüğü alınmadığını söyledi. Türkiye’de yargı şu anda kurum olarak yok. Reyhanlı’da başlayan 10 Ekim’e olan süreçte yargının bu sanıklara karşı hoşgörü gösterdiğini hepimiz biliyoruz. Bu da yargının içinde bulunduğu durumdan kaynaklı. Hafızamız var, bunu yapanlardan göz yummalardan bağımsız hale getireceğimiz yargı önünde hesabını soracağız. Mutlaka adaleti gerçekleştireceğiz” diye belirtti.    ‘Yeni yöntemler devrede’   “Katliam dosyalarına ilişkin izlenimleri ve cezasızlık süreçlerine ilişkin konuşan gazeteci Gökçer Tahincioğlu, kontrgerilla ve güvenlik güçlerinin arasında gri bir boşluk bırakıldığını düşündüğünü dile getirerek, bu süreçte yeni yöntemlerin devreye girdiğini kaydetti.   ‘Yasal girişimler yapılmadı’   Ardından söz alan gazeteci, Hale Gönültaş, ”IŞİD’li kadınlar” konusu üzerine deneyimlerini paylaştı. Altındağ’da  kriminal bir takım davaları olan kişilere  DAİŞ’in Altındağ’da eğitim verdiğini söyleyen Hale, “Para, kadın ve rahat bir yaşam vaad edildi. Bu çocuklar ne için gittiğini bilmiyorlardı. 2013-14’te dönüşler başladı. Altındağ’da özellikle, çok varlıklı dönen ailelerle karşılaştım. Bu insanlar IŞİD’e gittikleri zaman kimlikleri alınıyor ve yeni kimlik veriliyor. Buraya gelerek nüfus cüzdanımı kaybettim diyerek yeni nüfus cüzdanı çıkartıyorlar. Bu konuda herhangi bir yasal girişimde bulunulmadı.  Aile olarak Suriye’ye gidenler, bir süre sonra çatışmada eşlerini kaybettiler. Türkiye’de bulunan aileler orada kalan torunları ve çocukları için bir takım girişimlerde bulundu. Devletle anlaşamadıkları için insan kaçakçıları ile anlaşıyorlar” sözlerini kullandı.   ‘Çocuklar ve kadınlar derin internet alanında satışa çıkarılıyor’   Beş ailenin evine gittiğini anlatan Hale,   çocuklara din adı altında eğitim verildiğine vurgu yaptı. Hale sözlerine şöyle devam etti:  “Çocuklar üzerindeki kıyafeti çıkarmak istemiyorlar, bıçak ve halatla oynuyorlar. Annelerin tarzından radikal oldukları belli. Bu çocuklar okula gönderilmiyorlar. Ankara’da çok fazla IŞİD militanı var. Dönenler çok oldu. Dönenlerin bir kısmı sekülerleşti. Kimileri Ulus, Altındağ, Samanpazarı’nda geceleri pavyonlarda çalışıyorlar. ‘Bunlar takipteler mi? Tekrar dönecekler mi?’ Bunlar bilinmiyor. Türkiye’de bulunan IŞİD’lilerin Suriye’den gelirken, yanlarında Êzidî kız çocukları getirdiler. Kadın ve çocukların büyük bir bölümü evlerinde zorla tutuluyor.  Çok sayıda kadın ve çocuk var. Êzidî aileler kendi imkanları ile çocuklarını IŞİD’in elinden kurtarmaya çalışıyor.  Emniyete haber vermiyorlar çünkü çocuklarının başına bir şey gelmesinden korkuyorlar. Bir derin internet var. Bu alanda IŞİD’in köle satış pazarı var. IŞİD’liler yanlarında getirdikleri kadınları ve çocukları buradan satışa çıkarıyor. Şengal ve Musul’da bulunan aileler ise, bu satışa katılıyor. Çocukları bulunan ailelere çocuklarını vermek için bu pavyonda çalışanlar arabuluculuk  yapıyorlar. Kadın ve çocuklar Ankara’da bulundukları yerden bir yere götürülüp Irak’tan gelen bir kadının yakınına teslim ediliyor. Bu kadın ve çocuklara Irak Büyükelçiliği’nden  pasaport alınıyor ve çıkarılıyorlar.  Şimdiye kadar 7 vaka gerçekleşti. Geçtiğimiz gün Ankara’da bir Êzidî çocuk gündeme gelmişti. Êzidî kız çocuğunu kaçıran 3 IŞİD’li serbest bırakıldı.”   ‘Adalet mücadelesi’   Katliamın üzerinden geçen 72 ayda kendilerine iyi gelen tek şeyin dayanışma olduğunu ifade eden 10 Ekim ailelerinden Avukat Mehtap Sakinci Coşgun, “10 Ekim aileleri katliamdan sonra en hızlı şekilde bir araya gelen ve dernekleşme süreciyle birlikte de mücadelenin büyük bir kısmını göğüsleyen insanlardan oluşuyor.  Bu büyük bir çabayla sürdürülen adalet mücadelesidir.  Ama hala başımızı yastığa koyduğumuzda geride kalanlar olarak ‘her şeyi yapabildik mi? Gerçek adalet gelmediğine göre bunu daha nasıl iyi bir noktaya çıkarabileceğimizi’ düşündüğümüz için gözümüze uyku girmiyor” diye aktardı.    ‘Cezasızlık, köklü bir sorun’   “İdari Yargı Süreçleri” konusunu ele alan İdare Hukukçusu Çiğdem Sever de cezasızlık meselesinin Türkiye’de tarihi köklü ve kötü deneyimleri olan bir durum olduğuna işaret etti.  Çiğdem, “Bir sistem olarak, kamu görevlilerinin ötesinde idare aygıtının kendisi bu tür zamanlarda önemli bir duruma sahip olabiliyor. Türkiye’de geldiğimiz nokta iyi bir süreç olmadı. Anayasa Mahkemesi ve Danıştay  ilginç bir hal almaya başladı. Türkiye’de ‘terör’den doğan zararlar var. Ceza ve idari dosya yargılamalarında onlarca istihbari yazışmalar var. Hiç kusur tartışması yapılmadan, Ankara’daki mahkemeler,  bu kanun sanki hukukta olmamış gibi bir yaklaşım sergiliyor. Bu süreçte verilen tazminatlar çok yetersiz olmanın ötesinde, bu zararda sistemin arızalarını gösterdi. Bu davalarda, kusur belirlendiği ölçüde ilgili kamu görevlilerine rücu edilmelidir. Ama hiçbir görevliye rücu edilmedi.  Anayasa Mahkemesi dört tane ihlal kararı verdi. AYM bu dört kararda kusur değerlendirilmesini yeterince yapılmadığını söyledi. İdari mahkemelerin ne yapacağını göreceğiz. Mücadele uzun bir mücadele” şeklinde konuştu.   ‘Suçlular dosyaya gizlilik kararı getirenler’   Suruç Katliam’ında yaralı olarak kurtulan Suruç ailelerinden Çağla Seven, ise şöyle konuştu: “Bir ateşin düştüğü yerde geride kalanlar olarak hepimiz el ele veriyoruz. Yeniden yeniden bunları birbirimize anlatıyor olabilmek hepimiz için çok kıymetli. O bombalar patladıktan sonra her şey bitmedi, geride kalanlar hep ‘terörize’ edildi. Bu insanları toplumla bağı bir şekilde kesilmeye çalışıldı. Katili tanıyoruz, mücadele etmeye devam ediyoruz. Mahkeme salonunda yaşanılan tiyatrolar yaşanmaya devam ediyor.  20 duruşmadır bomboş sandalyelere durumumuzu anlatıyoruz.  Ciddiyetsiz, yaramızı daha da kanatan bir adalet mekanizması bize adalet diye gösteriliyor. Suruç dosyasına 18 ay gizlilik kararı verildi. Bu dosyalar muhalif insanlardan bir şekilde kaçırıldı.”   ‘Bugün izin mücadele ediyoruz’   10 Ekim Ankara Katliamı dosyası adına Avukat Sevinç Hocaoğulları da hukuk mücadelesinin büyütülmesi gerektiğine dikkat çekti. Sevinç, “Verdiğimiz mücadele geçmişle hesaplaşma değil. Bugün için mücadele ediyoruz. 10 Ekim katliamı kapanmış bir sayfanın aydınlatılması değil, bu süreç devam ediyor. Bu davalar bizim için önemli. Meydanlar hala kapalı o yüzden adalet talebimizi en fazla adliye alanlarında, katledildiğimiz yerde dile getirdik. Hukuk mücadelemiz bu şekilde ön plana çıktı. Bu katliam gerçekleşmeyebilirdi ve bu katliamın gerçekleşmesinde sorumlu olanların hesap vermesi gerekiyordu.  Ama her şeye rağmen mücadelemiz devam edecek”  ifadelerini kullandı.    Panel’in ardından  “Barışa Uçan Kanatlar” adlı serginin açılışı gerçekleştirildi.    Program, “6 Yılda Nelere Tutunduk”  söyleşisi ile sona erdi.