ÖHD’li Arzu Kurt: Yeni yargı paketi baskıcı zihniyetin somutlaşmış hali 2020-03-24 09:09:01   Dilan Babat   ANKARA - Hükümetin hazırladığı 3’üncü Yargı Paketi’nin baskıcı bir zihniyetin somutlaştırılarak kamuoyuna servis edilmiş hali olduğunu söyleyen ÖHD’li avukat Arzu Kurt, “Ayrımcı, nefret ve düşmanlığa dayanan, bir kesimi güçlendirirken diğerini baskılayan ve öngörülmesi mümkün olmayan sonuçlar doğuran bu yasalar hem hukuken hem politik olarak kabul edilemezdir” dedi.   Kamuoyuna “af yasası” olarak yansıyan 3’üncü Yargı Paketi’nin detayları kısmen belli oldu. Açıklanan pakette siyasi tutsaklar kapsam dışı bırakılırken, “af kapsamı” içerisine “uyuşturucu ticareti” girdi. Paketin içerisindeki başka bir düzenlemeye göre “örgüt lideri” olmamak kaydıyla 60 yaşından büyük hasta her tutuklu denetimli serbestlikten yararlanacak ve bu kişiler için denetimli serbestlik 4 yıl olarak uygulanacak. Ayrıca yargılamada, reform yapılarak evde infaz uygulamasına geçilecek ve yaşlılar ile hamileler ceza sürecini evde geçirecek. Tüm dünyayı etkisi altına alan ve Türkiye’de de hızla yayılan koronavirüs (Covid-19) salgını gittikçe tehlikeli bir hal alırken, cezaevlerinin derhal boşaltılması çağrıları ise şu an için sadece çağrı olarak kaldı.   Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) avukatı Arzu Kurt, 3’üncü Yargı Paketi’ne ilişkin değerlendirmelerde bulundu.   ‘Devletin affediciliği açısından ikiyüzlü bir durum ortaya çıkıyor’   3’üncü Yargı Paketi’ni birkaç açıdan ele almak gerektiğini belirten Arzu, “Tarihsel olarak baktığımızda, infaz hükümlerinin uygulanmasına siyasi suçların her zaman adli suçlardan daha ağır muamelelere maruz kaldığını, en geniş aflarda dahi siyasi tutsakların bu af dışında bırakıldığını biliyoruz. Burada devlet aygıtının affediciliği açısından ikiyüzlü bir durum ortaya çıkıyor. Mağdurun devlet olmadığı suçlarda, devlet mağdurun yerine geçip affetme yetkisini kendinde görebilirken, kendi soyut varlığına karşı işlenen suçlarda daha ketum davranıyor” dedi.   ‘Terörle Mücadele Kanunu’nda değişiklik yapılmalı’   Pakette kapsam dışı bırakılan “terör” suçlarından ceza almış tutsakların neden ve nasıl cezaevinde olduklarının sorulması gerektiğine dikkat çeken Arzu, şöyle devam etti: “Bu sayısı on binleri bulan kişiyi etkileyen önemli bir nokta. Yargı paketleri hazırlanırken ve öncesinde de sıkça tartıştığımız gibi öncelikli olarak Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK) değişiklik yapılmalı, bu kanun kapsamına alınan ‘terör’ kavramıyla alakasız pek çok fiil açısından düzenleme ve sınırlandırılmaya gidilmelidir. Bugün ‘terör’ suçlusu olarak tutuklu ya da hükümlü olan yüzlerce öğrenci, gazeteci, avukat ve siyasetçi düşünceleri sebebiyle, mesleki faaliyetleri ya da anayasal haklarını kullandıkları için hapishanelerdedir.”   ‘Var olan mağduriyet bir kez daha katmerlenmekte’   Adil yargılanma hakları ihlal edilen tutsakların aleni usulsüz ve hukuksuzlukla aldıkları cezalar sebebiyle mağdur edildiklerini ve temel insan hakkı olan yaşam haklarının da tehdit edildiğini kaydeden Arzu, “Eşitsiz, nefret ve ayrımcılığa dayanan bu infaz düzenlemesiyle var olan mağduriyet bir kez daha katmerlenmektedir. Bu nedenle, ivedilikle tahliye edilmeleri gerektiği gibi genel anlamda maruz kaldıkları adaletsizlikte onarılmalıdır. Bu talep, iktidar ve devletin politik tutumlarını aşan bir insan hakları meselesidir. Derhal siyasi tutsakları kapsam dışında bırakan bu düzenleme eşitlik ve adalet temelinde düzenlenmeli ve siyasi tutsaklar tahliye edilmelidir” ifadelerinde bulundu.    ‘Koşul kriter belirtmeksizin derhal risk grubundakiler tahliye edilmeli’   Koronavirüsten önce de birçok hukuk ve insan hakları kurumlarının uzun yıllardır düzenli olarak hasta ve yaşlı tutsakların infaz koşullarına dair ciddi çalışmalarının olduğunu söyleyen Arzu, buna dair ulusal ve uluslararası çapta raporlar, tespitler ve önerilerin üretildiğini, yaşam ve sağlık hakkını önceleyen, cezaevi koşullarında kalması mümkün olmayan mahkumların tahliye ve tedavi yollarının belirlendiğini ifade etti. Arzu, “Tüm dünyayı ve insanlığı tehdit eden Covid-19 virüsünün hedefinin de en büyük risk grubunun yaşlı ve hastalar olduğu bilimsel bir gerçekken, tahliyelerinin hayati önem taşıdığı aşikar. Öncelikli olarak yapılması gereken, hiçbir ayrım, kriter, koşul belirtilmeksizin derhal bu risk gruplarındaki mahkumların tahliye edilmesidir. Ancak tahliye edildikten sonraki süreç için bu konuda hukukçu, hekim ve ilgili uzmanların konuyla ilgili çalışmalarına başvurulmalıdır” sözlerini kaydetti.   ‘Tutuklu ya da hükümlülerin haklarını güvence altına almalıyız’   Pakette yer alan “elektronik kelepçe” uygulamasının hala tartışmalı bir infaz yönetimi olduğunu vurgulayan Arzu, konuşmasına şöyle devam etti: “Bazı kısa süreli hapis cezalarında veya infazın belirli şart ve aşamalarında kullanılması özgürlüğü kısıtlarken bir yandan mahkûmun sosyal bazı haklarını da korumayı amaçlamaktadır. Bizim burada hak savunucuları olarak yasa koyucuya alternatif yolları göstermekten ziyade, tutuklu ya da hükümlülerin haklarını güvence altına alma misyonumuz vardır. Hasta ve yaşlı mahkûmlar açısından düşünülmesi gereken cezanın infazından önce sağlıklı olma hallerini korumaktır. Tahliye edildikten sonra bu salgın koşullarında hastaların nitelikli bir tedaviye, yaşlılarınsa infaza elvermeyecek boyutta azalan yetilerinin iyileştirilmesi, rehabilite edilmesi ve tam anlamıyla bir sağlık halinin tesisi için gerekli imkânların sağlanması önemlidir.”   ‘Olumsuz sonuçlarda devletin sorumluluğu olacaktır’   Arzu, kanunların yapılması sırasında farklı düzenlemelere yer verilmesinin amacının yalnızca hakkaniyeti sağlamak olduğuna dikkat çekerken, cinayet, cinsel istismar faili bir hükümlünün tahliye edilmesinden doğacak zararın ve tehlikeli kişilerle demokratik eylemleri nedeniyle ceza alanları bir tutmanın toplum vicdanında kabul edilebilir bir durum olmadığının altını çizdi. Arzu, “Özellikle istisnasız her kesimi doğrudan ve eşit olarak etkileyen bir salgın söz konusuyken hapishanelerde yaşanabilecek olumsuz sonuçlarda devletin sorumluluğu olacaktır. Ayrıca kamu vicdanı dediğimiz bir mefhum vardır ki, sonuçlarının ağırlığı oranında bu mevcut krizi derinleştirecektir. İktidarın otoritesi güçlendirmek amacıyla bir araç olarak kullandığı hukuk ve yargı mekanizmasının yarattığı tablo şu anda geri dönülmez boyutlara dönüşmenin kavşağında durmaktadır ve bu hatadan bir an önce dönülmelidir” şeklinde konuştu.   ‘Baskıcı zihniyetin bir ürünü somutlaşarak karşımıza çıktı’   İnfaz kanunundaki değişikleri kapsayan yargı paketinin hazırlıklarının yeni olmadığını ifade eden Arzu, iktidarın bunu koz olarak elinde tuttuğu değerlendirmesinde bulundu. MHP’nin tabanı ve seçmenlerinin sıklıkla talep ettiği infaz indiriminin AKP ile pazarlık konusuna dönüştüğünü söyleyen Arzu, “Bu yasa yapımı düşüncesi maalesef ki bağımsız, tarafsız ve adaletin tesisini önceleyen öznelerden çok politik saiklerle gelişti. Bu nedenle mevcut güncel politikalara, yargılamalara hakim olan ayrımcı ve kendisine uzak kesimlere karşı baskıcı zihniyetin bir ürünü somutlaşarak karşımıza çıkmıştır” diye ekledi.   ‘Bu yasalar hukuken ve politik olarak kabul edilemez’   Paketin hukuken açıklanacak bir durumu olmadığını vurgulayan Arzu, “Çünkü gerek maddi anlamda yasa yapımının evrensel şartlarını sağlama gerekse kanunların özünü oluşturan toplumsal ihtiyaçların gözetilmesi noktasından uzağız. Hukuk doktrininde belli şartları karşılamadan hazırlanan yasaları ‘yok hükmünde’ sayan görüşler dahi mevcuttur ve bizce de ayrımcı, nefret ve düşmanlığa dayanan, bir kesimi güçlendirirken diğerini baskılayan ve öngörülmesi mümkün olmayan sonuçlar doğuran bu yasalar da hem hukuken hem politik olarak kabul edilemezdir” diye belirtti.    ‘TMK’de geniş kapsamlı değişiklikler yapılmalıdır’   Arzu, tüm dünyayı etkileyen koronavirüsten kaynaklı temel insan hakkı olan yaşam hakkı için mücadele edilen bugünlerde söylenenlerin dikkate alınması gerektiğine dikkat çekerek, “Hapishanelerde öncelikle risk gruplarında bulunan hasta, yaşlı, çocuk ve çocuklarıyla kalan anne mahkûmlar derhal ve ayırt edilmeksizin tahliye edilmelidir. Cebir, şiddet içermeyen eylem, söylem ve düşünceleri nedeniyle mahkûm olan siyasi tutsaklar derhal ve koşulsuz olarak özgür bırakılmalı ve TMK’de geniş çaplı değişiklikler yapılmalıdır. Ağırlaştırılmış müebbet, müebbet ve uzun süreli hapis cezalarına çarptırılmış tüm mahkûmlar için eşit ve adil bir infaz düzenlemesi yapılmalıdır” diye konuştu.    ‘Siyasilerin hayatı keyfiyete bırakabilecek bir durum değil’   Cezaevlerinde 300 bini bulan tutuklu ve hükümlünün yaşam ve sağlık hakkının korunması için uygun adli kontrol şartlarıyla infaz ertelemeleri ve alternatif çözümler yaratılmasının önemine dikkat çeken Arzu, “Halihazırda uygunsuz koşullarda olan hapishanelerde mahkumların temel ihtiyaçları, hijyen malzemeleri ve salgına karşı tedbir ekipmanları ücretsiz karşılanmalı, fiziksel koşulları iyileştirilmelidir. Unutulmamalıdır ki, devletin en birincil görevi yurttaşlarını yaşatma yükümlülüğüdür. Özgürlük ve imkânları sınırlandırılmış, kendi imkânlarıyla tedbirler alamayacak durumdaki mahkûmlar açısından devletlere düşen pozitif sorumluluk ise çok daha fazladır. Bu nedenle siyasi suçluları cezaevlerinde bırakarak hayatlarını riske atmak keyfiyete bırakılabilecek bir durum değildir” dedi.