‘Devlet kadını koruma taahhüdünden çekildi’

  • 09:03 14 Nisan 2024
  • Güncel
 
 
Melike Aydın
 
İZMİR - Kadına yönelik şiddet ve katliamı önlemekle sorumlu olan mekanizmaların en başından itibaren sorunlu işlediğini söyleyen KCDP aktivisti Hilal Susuz, “İstanbul Sözleşmesi de 6284 sayılı kanun da öldürülen kadınların kanlarıyla yazıldı” dedi. 
 
Kadına yönelik şiddet her geçen gün artarken, önleyici mekanizmalar hayata geçirilmiyor. Ajansımızın derlediği “şiddet çetelesi”ne göre 2024 yılının ilk üç ayında 90 kadın katledilirken, 56 kadın ise şüpheli şekilde yaşamını yitirdi. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun (KCDP) verilerinde ise erkek şiddetiyle katledilen kadın sayısı 92, şüpheli ölüm ise 59 olarak yer aldı. 
 
Katliamların artışında iktidarın İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etme kararı ve kadın katliamlarına yaklaşımının etkili olduğuna dikkat çeken KCDP aktivisti Hilal Susuz kadın katliamının önlenmesinde yargı, eğitim, kolluk, siyaset gibi kurumların bir mekanizma olduğunu ve bu mekanizmanın devletin en tepesinden itibaren çarpık işlediğini ifade etti. 
 
‘Devlet kadını koruma taahhüdünden çekildi’
 
Kadın kırımının artmasında iktidarın yürüttüğü politikaların büyük etkiye sahip olduğunu ifade eden Hilal, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ardından kadını aile içi şiddetten koruyan 6284 sayılı yasanın uygulanmasında da aksaklıklar yaşandığına dikkat çekti. Sözleşmeden çıkılmasıyla devletin aslında kadınları korumaya dönük bir taahhütten imzasını çektiğinin ifade eden Hilal “Bunun topluma büyük etkisi oluyor. Sadece topluma değil; Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kadınları şiddetten koruyan, önlenebilir olan kadın cinayetlerini, kadınlar öldürülmeden mekanizmaları hayata geçirmekle yükümlüdür. Bu mekanizmaların biri bile işletilmeyince bütün mekanizma işlememiş oluyor” şeklinde konuştu.
 
‘Katledilen kadınların yüzde 20’sinin koruma kararı vardı’
 
2023 genel seçimlerinde kadınlar üzerinden kirli ittifaklar yapıldığını ve en fazla kadının katledildiği ayın  “seçim ayı” olduğunu hatırlatan Hilal, “Zaten devletin başındaki insanlar bunu pazarlık konusu yaptığı zaman, bir kadın karakola gittiğinde ciddiye alınmaz ki. Aslında mekanizmanın en tepesi zaten politik olarak tamamen düşmanca yaklaşıyor. Karakollara gittiğimizde de yansıması böyle oluyor. Bunun en büyük sebebi tamamen yasa yapıcıların, ülkeyi yönetenlerin kadın düşmanı politikalarıdır. Elimizdeki veriler de bunu gösteriyor. Mart ayında öldürülen kadınların yüzde 20’sinin koruma kararı var. Bu çok büyük bir rakam.  Kadın ölmek istemiyorum diye kendisini koruyacak mekanizmaya başvurmuş ama korunmamış öldürülmüş. Ve bu sadece bilinen vakalar. Geri kalan yüzde 80’inin koruma kararı var mı bilmiyoruz. Kadınlar koruma kararına rağmen öldürülüyor. Bunlar tesadüf değil birbiri ile bağlantılı konular” şeklinde ifade etti.
 
‘Emsal davada devlet mekanizmaları yargılandı’
 
Koruma kararına rağmen katledilen Serpil Erfındık ile ilgili davada Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) ilk kez, devletin mekanizmalarını ve memurlarını sorumlu tuttuğunu aktaran Hilal, bu davanın aslında kadın mücadelesinin kazanımı olduğunu ifade etti. Memurlar hakkında görülen dava sonucunda dönemin Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürü ve karakol baş komiseri hakkında koruma kararının tebliği ve takibi görevini yerine getirmediği için ceza verildiğini belirten Hilal, sözlerini şöyle sürdürdü: “Orada kimler görevliyse ‘koruma kararını tebliğ ettim’ deyip kenara çekilemez. Onu takip etmek zorunda. O kadının korunduğunu takip etmek zorunda. Yani bir kadın sadece kâğıt üzerinde korunamaz ki. Kadını öldürmeyi kafasına koymuş insan takip ediyor, birçok yerden taciz ediyor, ettiriyor. O yüzden bu mekanizmaların etkin uygulanması gerekiyor. Demek ki takip etmediği için ceza alan baş komiser gibi başka komiserler de var. Sadece takip etmek değil, kadın korunuyor mu korunmuyor mu bunun aktif olarak takip edilmesi gerekiyor.”
 
‘Kadınlar kutsal ailelerde katlediliyor’
 
İktidarın kadın özgürlüğünü değil aksine Orta Çağ’da olduğu gibi kadınların kamusal alandan çekilmesini istediğini dile getiren Hilal, “Kadınlar çocuk doğursun, sadece evdeki işlerden sorumlu olsun ama onların işlerine karışmasın. Eşitlik bütünlüklü olarak ataerkinin kaldırılması kökten değişmesi demek. Her seçimde ‘aile’ diyor oysa o kutsal ailelerde katlediliyor kadınlar. Boşanmalardan dem vuruluyor ama şiddetsiz boşanabilen kadınlar diğer kadınların gözünde şanslı gözüküyor. Kadınlar boşanmak istediği için şiddet görüyor. Kimi zaman can güvenliği için her şeyini bırakıp kaçmak zorunda kalıyor” ifadelerini kullandı. 
 
‘Cezasızlık delil toplama aşamasında başlıyor’
 
Cezasızlığın kadına yönelik şiddetin önünü açtığını, öncelikle hukukun uygulanması gerektiğini dile getiren Hilal, kadın katliamlarında ya da şüpheli ölümlerde kovuşturma ve soruşturma sürecinin etkin yürütülmediğini kaydetti. Hilal “Mesela tasarlama var mı buna bakmıyorlar. Fail indirim alabilmek için türlü türlü şeyler söylüyor. Kadınların, o mahkeme salonunda da, bedeni toprak altında olan olunca da bitmiyor. Ne de olsa kendini savunamayacak! Anlık elem ve öfkeye kapılmış denip indirimler verilebiliyor. Ya da deliller toplanmıyor; tanıklar dinlenmiyor, parmak izleri bulunmuyor gibi. Kimi davalarda cinayete teşvik eden, kadını öldürüleceği yere planlayarak götüren kişiler yargılanmıyor. Şebnem Köker davasında failin olay zamanındaki telefonu değil olaydan sonra aldığı telefon hattı incelendi, parmak izleri olan kişiler bulunamadı denerek mahkemeye getirilmedi. Bir sürü olay örgüsü varken failler delil yetersizliğinden beraat ettirilebiliyor.  Failler de bunu biliyor zaten. Bir kadın öldürülmüş ama nasıl ölmüş umurunda değil kimsenin” şeklinde dile getirdi.
 
‘Aileler delillerin peşinden koşmak zorunda kalıyor’
 
Kayıtlara “şüpheli” olarak geçen ölümlerin çoğunun katliam olduğunu söyleyen Hilal, derinlikli araştırmaların yapılmadığını, birçok davanın açılmasını mücadele sonucu sağladıklarını dile getirerek “Kadınlar mağdur sıfatında olsa bile suçlanıyor, erkek ceza alsa bile kendini suçlu görmüyor. Çünkü o mahkeme sürecinde tek suçlanan kadın oluyor. Nedeni, indirimlerin çokça verilmesi. Ceyda Yüksel Davası’nda cinsel isteği reddetmenin ‘erkeğin elem ve öfkesine sebep olduğu’ gerekçesiyle indirim yapıldı. Kadın, öldürülmemek için cinsel saldırıya boyun eğmek zorunda denmiş oldu. Aslında bu kadar uydurma gerekçelerle verilen indirimler de cezasızlıktır. Sadece kadın cinayetlerinde değil, bütün alanlarda hukuk çiğneniyor. Anayasa kararları çiğneniyor. O nedenle kimse o hukuk sürecinin adaletli işleyeceğine inanamıyor. Aileler delillerin peşinden koşmak zorunda kalıyor, savcı rolüne bürünüyor” şeklinde ifade etti.
 
‘İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı toplum dönüşebilirdi’
 
Kadın katliamlarının önlenmesinden sorumlu olan mekanizmaların erkeklerin dönüşümünün sağlanmasından da sorumlu olduğunu dile getiren Hilal, şöyle konuştu: “Bu iktidar toplumsal cinsiyet eşitsizliğini körüklüyor. Toplum, kültürler değişir dönüşür bu zaman ister. Bunu devlet destekleyebilir. İstanbul Sözleşmesi öyle bir sözleşmeydi ki uygulansa devletlerin başka bir politika yapmasına gerek yoktu, birçok şeyin kökten çözüldüğünü görecektik ama bunun için siyasal bir irade gerekiyor ve şu anki siyasi iktidarda bu irade mevcut değil. O yüzden şu an toplumumuzun dönüşmesinden bahsediyorsak siyasi iktidarı dönüştürmek gerekiyor. Bu toplum, kadınların hangi bahane ile öldürüldüğüne bakmıyorsa, sen ne yaparsan yap, o kim olursa olsun kadını öldüremezsin diyorsa bu mücadelenin sonucudur. Toplum dönüşüyor ama bunu da istemiyorlar” şeklinde konuştu.
 
‘Payımıza mücadele düşüyor’
 
Son olarak kadınların payına mücadelenin düştüğünü dile getiren Hilal, “İstanbul Sözleşmesi de 6284 sayılı kanun da öldürülen kadınların kanlarıyla yazıldı. Sadece çalışma, okuma değil tüm haklarımızı istiyoruz. Kadın cinayetlerinin yaşandığı günlere uyanmak istemiyoruz. Bu karanlığı aşmak mücadele ile olur.  Tüm kadınları ve LGBTQ+’ları mücadeleye davet ediyorum” dedi.