Tülay Hatimoğulları bir yıllık süreci değerlendirdi: Umut var, güven hâlâ zayıf 2025-12-23 09:01:49   Melek Avcı    ANKARA - DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının ardından geçen bir yılı değerlendirdi. Tecrit, kayyım rejimi, yargı operasyonları ve özel savaş politikalarının süreci zayıflattığını vurgulayan Tülay Hatimoğulları, “Barış toplumsallaşmadan kalıcı olmaz” dedi.   Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Kürdistan ve Türkiye’deki siyasal sürecin bir yılını değerlendirdi. Sürecin toplumsal karşılığının güçlü olduğunu belirten Tülay Hatimoğulları, tecrit uygulamaları, kayyım rejimi ve yargı operasyonlarının barışın toplumsallaşmasının önündeki en büyük engeller olduğunu söyledi. 2026 yılından beklentilerinin ise barış ve demokratik toplumun ana kolonlarının güçlü örgütlülüğü ve iktidarın barış ve demokratikleşmenin kalıcılığı için atması gereken somut adımları olduğunu kaydetti.    “Bu bir ilk adım ama yeterli olan bir adım değil çünkü bundan sonraki aşamada özellikle yasal ve hukuki düzenlemelerin gerçekleşmesi bu sürecin ilerletilmesi bakımından çok önemli ve somut bir adım olacak.”    *“Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” açıklandığında hem Türkiye’de hem de Kürt toplumunda güçlü bir beklenti dalgası oluştu. Aradan geçen sürede DEM Parti cephesinde somut olarak hangi adımlar atıldı?    Bu çağrı bütün Türkiye'de çok büyük bir heyecan ve umut yarattı. Sadece Kürt halkı için değil, Türkiye'deki bütün halklar ve her kesim açısından çok büyük bir umut ışığı oldu. Bu anlamıyla çok önemliydi. Barış için bir ömürdür mücadele eden bir yapı olan DEM Parti olarak, elbette Kürt halkı ve Türkiye halkları açısından bu umudu büyütmeye, yeşertmeye ve sonuç alabilmeye odaklandık. ‘Bekle gör, hele bakalım ne olacak’ yaklaşımı içinde olmadık. Barışı inşa etmek ve barışı toplumsallaştırmak için çok sistemli bir çalışma yürüttük. Tabii ki bu süreçte izlediğimiz bazı metotlar oldu. Neydi bu metotlar; öncelikle bu sürecin sağlıklı ilerleyebilmesi için parlamento, Meclis ayağının oluşmasını çok önemsedik. Sayın Öcalan da kendisiyle yapılan görüşmelerde zaten bunu hep ifade etti. Komisyonun kurulması bu anlamıyla olumluydu, önemliydi. Komisyon uzun dinlemeler yaptı ve komisyondan beklenen en önemli noktalardan biri Sayın Öcalan'ı ziyaret etmesiydi. O da gerçekleşmiş oldu. Neden komisyonu ve Meclis ayağını bu kadar önemsedik çünkü bu sürecin ilerleyebilmesi için Kürt’ün yasal ve hukuki olarak tanınma sürecinin bir ilk adımı olarak gördük. Özellikle altını çiziyorum. Bu bir ilk adım ama yeterli olan bir adım değil çünkü bundan sonraki aşamada özellikle yasal ve hukuki düzenlemelerin gerçekleşmesi bu sürecin ilerletilmesi bakımından çok önemli ve somut bir adım olacak.    Bizim attığımız bir diğer adım da barışın toplumsallaşmasını sağlamak. Bu anlamıyla çok ciddi halk toplantıları gerçekleştirdik. Gerçekten binlerce halk toplantısı, halk buluşmaları, mahallelerden tutun da kent merkezlerine kadar çok sayıda buluşmalar ve toplantılar… Halk toplantılarında özellikle Sayın Öcalan’ın yapmış olduğu çağrının ne anlama geldiğini değerli halkımızla birlikte istişare ettik. Hem biz süreç hakkında bilgilendirmelerde bulunduk hem de oradan bazı geri dönüşler aldık: Bu süreçten halkın beklentisi ne? Bu çok önemli. Bunun yanı sıra yine bu süreçte yaptığımız son derece önemli bir iş, barışın toplumsallaşması ve herkes tarafından sahiplenilmesiyle ilgiliydi. Türkiye'deki bütün emek-meslek örgütleri, odalarla, sivil toplum örgütleriyle, sendikalarla ve aklımıza gelebilecek her kesimle; yine kadın hareketiyle, feministlerle, gençlikle, ekoloji mücadelesi yürüten hareketlerle görüşmeler ve buluşmalar yaptık. Aynı zamanda mütedeyyinlerle ve özellikle Alevilerle çok ciddi buluşmalar gerçekleştirdik. Elbette ki sadece bu görüşme ve buluşmalarla yetinmedik. Mitingler, açıklamalar, sempozyumlar, paneller yaptık… Bu bir senelik süre boyunca bütün bunları gerçekleştirdik. Belki birazdan daha detaylı konuşacağımız bir uluslararası konferans da gerçekleştirdik. Uluslararası diplomaside ve diasporada da bu anlamıyla çalışmalarımız oldu.     “İktidara yakın medya gruplarınca Sayın Öcalan'la yapılan görüşmeler üzerinden bir tahrifatla karşı karşıya kalıyoruz bazen. Bunlar hep yanlış giden şeyler. Bu bariyerler aşılmalı. Bir yılda somut olarak yapılmış olan en önemli şey komisyonun oluşması ve komisyonun adaya gitmiş olması. Asla bunun önemini azaltmak amacıyla söylemiyorum fakat bu yetmez.”   *DEM Parti’nin barış, çözüm ve demokratik dönüşüm yönlü adımlarına karşı devletin ve iktidarın verdiği refleks nasıl oldu? Tecrit, kayyım, baskı mekanizmaları, kriminalizasyon siyaseti… Sizce bu bariyerlerin sürece etkisi ne ve bu yıl içerisinde en görünür kırılma nerede yaşandı?     Bu süreçte hakikaten oynadığı rol özellikle müzakere ve diyalog bağlamında son derece önemli. Tecrit yeterince kırıldı mı diyecek olursak, hayır yeterince kırılmadı. Sayın Öcalan'ın her kesimle görüşebileceği koşulların oluşmasını son derece önemli buluyoruz. Fakat henüz bu seviyeye gelinebilmiş değil. Kayyım meselesinde bir yol alındı mı? Hayır, alınmadı. Hala belediyelerimizde kayyım var, belediye eş başkanlarımızdan bir kısmı tutuklu. Kayyım rejimi devam ediyor. Kayyım rejimi sadece bizimle de sınırlı kalmadı. Kayyım rejimi, Türkiye sathına da tamamen yayıldı. Kendi yönetim anlayışlarına uymayan, onlara biat etmeyen her kesime de kayyım atıyorlar. Sermaye gruplarına kayyım atanıyor, üniversitelere kayyım atanıyor. İBB'ye dönük operasyonla kayyım rejimini daha da geniş bir yelpazeye yaymış durumdalar. AKP iktidarının muhalefeti ve siyaseti kriminalize etme ve bu konudaki müdahaleleri ne yazık ki çok sert bir şekilde devam ediyor. Bir yandan barış ve demokratikleşme derken, öte yandan bazı görüşmeler var, atılmasını beklediğimiz adımlar var; fakat henüz bu konuda yeterince bir yol alınmadı. Mesela deniyor ki süreç tıkanmış mıdır; elbette tıkanmış diyemeyiz ama istenilen düzeyde bir yol alma hali var mı? Yok. Mesela komisyonun Sayın Öcalan'ı ziyaret etmesi gündeme geldiğinde biliyorsunuz birçok problem yaşandı ve bu süre sürekli uzatıldı. En son bir ziyaret gerçekleştirildi. Ziyaretin tutanakları kamuoyuyla paylaşılmadı.   Bırakın kamuoyuyla paylaşılmasını Meclis’in kendi komisyonunun doğrudan üyeleri ile paylaşılmaması, gerçekten bir akıl tutulması. İktidara yakın medya gruplarınca Sayın Öcalan'la yapılan görüşmeler üzerinden bir tahrifatla karşı karşıya kalıyoruz bazen. Bunlar hep yanlış giden şeyler. Bu bariyerler aşılmalı. Bir yılda somut olarak yapılmış olan en önemli şey komisyonun oluşması ve komisyonun adaya gitmiş olması. Asla bunun önemini azaltmak amacıyla söylemiyorum fakat bu yetmez.  Bugün hukuki somut adımların atılması gerekiyor. Gittiğimiz bütün halk buluşmalarında ve kurum ziyaretlerinde şu soruyla karşılaştık, ‘bu sürecin ilerleyebileceğine dair güveniniz ne kadar?’ Çok önemli bir soru. Barışın toplumsallaşabilmesi için toplumun bu sürecin başarıya ulaşabileceğine inanması gerekiyor. Toplumun bu sürece inanması, barışın toplumsallaşması için elbette biz mücadele ediyoruz ama DEM Parti’nin verdiği emek yetmez. İktidarın da bazı somut adımları atması gerekiyor. Nedir bu somut adımlar? İlk elden, herhangi bir hukuki ve yasal düzenleme gerektirmeyen adımlar; AİHM kararlarının hayata geçirilmesi. Sevgili Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'ın yargılandığı Kobani Kumpas davası ile ilgili büyük dairenin çok önemli bir kararı var. Bu sağlansa toplumda büyük bir güven oluşacak. İkincisi AYM kararları; Can Atalay ile ilgili AYM kararı var, uygulanmıyor. Osman Kavala, Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman ve bütün Gezi tutsaklarını da kapsıyor. Kürt siyasetçiler başta olmak üzere bu ülkede sol sosyalist devrimcilerden çok sayıda insan hapishanede esir olarak tutuluyor, hepsi serbest kalmalı. Evet, bu bir yasal süreç gerektiriyor fakat hasta mahpuslar, 30 yıl yattığı halde infazı yakılmaya devam edilenler var. Kürt halkından, ‘henüz en minik adımlar bile atılmadan biz nasıl güveneceğiz’ diye soru geliyor.    Amacımız müzakerede sonuç almak    Kaygıları olan ikinci bir kesim ise Alevi toplumu. Özellikle bu iktidarın yaratmak istediği rejim kaygı yaratmaktadır. 15 Temmuz'dan sonra Türkiye'de çok büyük bir rejim değişikliği yaşandı. Rejim daha da otoriterleşti, merkezileşti. Başta Aleviler olmak üzere sol sosyalist kesimlerin şöyle kaygıları var; ‘Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve DEM Parti'ye çok inanıyoruz, güveniyoruz ama bu iktidarın süreci araçsallaştırma ihtimalini çok yüksek görüyoruz.’ Bu yaklaşım iki, üç insandan gelmiyor… Çok geniş bir kesimden geliyorsa, ciddiyetle değerlendirmeliyiz. Halkımıza ve bu kaygıları besleyen kesimlere diyoruz ki ‘biz kendimize güveneceğiz.’ Bu süreç bir inşa süreci dolayısıyla başta kendi örgütlü mücadelemize ve örgütlü gücümüze güveneceğiz. AKP ile devletle bir görüşme var ama bu görüşmeler devam ederken, mücadelenin müzakereyi destekleyen bir düzeyde güçlü olması, müzakerede sonuç almamızı hızlandıracaktır. Hedefimiz; barışı toplumsallaştıran güçlü bir hareketle müzakereyi güçlendirmek ve müzakerede sonuç almayı daha da hızlandırmak…    “Tıpkı 90'lı yıllarda nasıl bir kenetlenme yaşandı, nasıl bir örgütlenmenin içine girildiyse şimdi de benzer bir örgütlenmeye ihtiyacımız var. Başta yurtseverler, sosyalistler ve devrimciler olmak üzere bu ülkenin sosyal demokratları ve her kesimi bu şekilde örgütlenmek zorunda.”   *Peki barış ve müzakere söylemi sürdürülürken, sahada derinleştirilen bu özel savaş pratikleri süreci nasıl sabote ediyor ve toplumsal barışın zeminini nasıl aşındırıyor?   Hepimizin çok dikkatli olması gereken bir nokta özel savaş politikaları. Çünkü bir yandan barış ve demokratik toplum süreci ilerlerken mevcut olan iktidar ve devlet anlayışı ‘terörsüz Türkiye’ vurgusunu sürdürüyor. Öncelikle Kürt sorununun bir ‘terör’ sorunu olmadığını herkes kabullenmeli ve buradan yol alınmalı. Kürt sorununun bir güvenlik meselesi olmadığı net bir şekilde anlaşılmalıdır. Kürt sorunu siyasal, toplumsal, iktisadi, sosyolojik bir sorundur ve çözülmelidir. Bu ülkede milyonlarca Kürt yurttaşımız yaşıyor ve Türkiye Cumhuriyeti'nin asli unsurlarıdır. Dolayısıyla demokratik bir cumhuriyetin inşa edilme sürecinde mutlaka görülmeliler. Yasal ve hukuki olarak görülmeliler. Biz süreci buradan okuyoruz. Ancak ‘terörsüz Türkiye’ diyen devlet anlayışı, özellikle Kürdistan coğrafyasında ve Kürt halkının yoğun yaşadığı batı kentlerinde özel harp politikasını derinleştirmiş ve yaymış durumda. Buradaki tehlikeyi şuradan okumalıyız: Uyuşturucu çeteleri… Kadınları bu çetelerin ağlarına düşürmeye kalkışarak kadınlar üzerinde yürütülen bir özel politika söz konusu. 90'lı yıllarda Kürdistan coğrafyasında köyler yakıldı, boşaltıldı, yargısız infazlar gerçekleşti. Bütün bunlar Kürt halkını biledi, daha fazla örgütlenmesini sağladı. Çünkü yaşatılan işkence ve acılar Kürt halkını birbirine daha fazla kenetledi. Hem nitelik olarak bir örgütlenme hem ideolojik olarak bir kenetlenme ve aynı zamanda bir kitleselleşme sürecine girildi. Kürt halkının mücadelesi buradan büyük bir direniş hikayesiyle ortaya çıktı, bugüne kadar geldi. Şimdi hem kadınlara hem gençlere dönük uyuşturucu ve fuhuş meselesiyle 90'lı yıllarda yapamadıklarını bu yöntemle yapmaya kalkıyorlar. Bu yüzden çok hayatidir, çok tehlikelidir. O nedenle biz Barış ve Demokratik Toplum sürecinde barışın toplumsallaşmasını örgütlerken mahallelerde, okullarda yukarıda bahsettiğim tehlikenin bulunduğu her yerde örgütlenmeye çok önem vermeliyiz. Tıpkı 90'lı yıllarda nasıl bir kenetlenme yaşandı, nasıl bir örgütlenmenin içine girildiyse şimdi de benzer bir örgütlenmeye ihtiyacımız var. Başta yurtseverler, sosyalistler ve devrimciler olmak üzere bu ülkenin sosyal demokratları ve her kesimi bu şekilde örgütlenmek zorunda.    DEM Parti olarak bu konuda kendimize büyük bir vazife çıkarmaktayız ama yetmez. Bu çok büyük ve derin bir toplumsal mesele. Bugüne kadar baskıyla, tankla, topla, silahla, işkenceyle, yargısız infazla başaramadıklarını bugün bu yöntemlerle başarabilme olasılığını zayıf görmemeliyiz. Ciddiye almalıyız… Beyni uyuşmuş, uyuşturucu bağımlısı bir gence istediğiniz kadar telkinde bulunun onu ikna edemezsiniz. Bir tıbbi tedavi gerektirir. Dolayısıyla böylesi bir süreçle karşı karşıya kalmadan gençlerle temas kurarak, örgütleyerek, bilinç aşılayarak ve ideolojik bir donanıma sahip olmasını sağlayarak bu çetelerin elinden kurtarabiliriz.     “Sayın Öcalan da biz de şunu çok net ifade ettik; bu operasyonlar barışın toplumsallaşmasının önünde çok önemli bir engeldir ve bu süreci sabote etmektedir. İktidarın bu operasyonları derhal sonlandırması gerekiyor.”   * Bütün bunların yıl sonunda toplumda yarattığı karşılığı nasıl okuyorsunuz? Halkın ilgisi ve sahadaki temaslar size nasıl bir eğilim gösterdi?   Barışı herkes çok özlüyor ve barışı sadece Kürt halkı değil, bütün Türkiye halkları çok istiyor. Yaptığımız bütün buluşmalarımızda halkta inanılmaz bir heyecan var. Ancak iktidara dönük bazı ciddi güvensizlikler olduğu için mesafeli bir duruş da var. Barışın toplumsallaşmasının önündeki en önemli engeller atılması gereken adımların atılmaması ve CHP'ye, muhalefete yönelik gerçekleşen yargı operasyonları. Bu yargı operasyonları CHP tabanı, sosyal demokrat kesim ve birçok odak içinde barışın toplumsallaşmasını frenliyor. Sayın Öcalan da biz de şunu çok net ifade ettik; bu operasyonlar barışın toplumsallaşmasının önünde çok önemli bir engeldir ve bu süreci sabote etmektedir. İktidarın bu operasyonları derhal sonlandırması gerekiyor. Bir yandan 100 yıllık Kürt sorununa çözüm oluşturmaya çalışıyorsunuz, diğer yandan sizin tabanınız ve seçmeniniz olmayan Türklerle kavga ediyorsunuz. Bu olmaz. Şu anda iktidar bunu yapıyor. Bu toplumsal olarak büyük bir çelişkidir. Toplum bu çelişkileri görüyor, okuyor, anlıyor… Bu çelişkilerden dolayı ‘DEM Parti ve Kürt Hareketine güveniyoruz ama iktidarın bu süreci yönetme biçimi ve yürüttüğü yargı operasyonlarından dolayı güvenmiyoruz’ diyorlar. Bu az buz bir şey değil, bu önemsenmeli. Biz bunu MHP ve AKP ile yaptığımız görüşmelerde kendilerine de ilettik. Türkiye toplumunun tamamı barış istiyor. Ama bu barışın nasıl tesis edileceği ile ilgili birçok kesimin kafası karışık. Barışın toplumsallaşmasını sağlamak, toplumun kafasındaki soru işaretlerini gidermek DEM Parti olarak bize düşen bir görev olduğu gibi AKP'ye, MHP'ye, CHP'ye ve parlamentoda temsili bulunan siyasi partilere ve bütün kesimlere düşmektedir.    “Kadınlar bütün bu zorluklara rağmen tarih boyunca örgütlendi, sesini duyurdu, erkek egemenliğine ve baskılara itiraz etti. Geriye dönüp baktığımızda en önemli deneyimlerden birinin Kürt kadın hareketinin deneyimleri olduğunun da altını özellikle çizmek isterim. Bunun da gelişmesinde Sayın Öcalan'ın çok büyük bir payı var.”   *Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü talebi ile kadınların barış mücadelesi arasında stratejik bir bağ olduğunu vurguluyorsunuz. Bu yıl boyunca kadın özgürlük çizgisi, barış sürecinin neresinde konumlandı?   Sayın Öcalan'la ilgili kadınların yürüttüğü çalışma son derece özgün ve önemli. Bugün kadınlar Sayın Öcalan'ı özgür yaşar ve özgür çalışır bir konumda görmek istiyor. Sayın Öcalan kendisi de ifade ediyor… Biz kadınlar, Ortadoğu'da dinin ve feodalizmin ağır etkisi altında bir yaşam sürdürüyoruz ve bu çok zor bir yaşam. Bir yandan siyasal İslam'ın ağır etkisi ve baskısı, öte yandan erkek egemen zihniyetin en derin örüntülerinin bulunduğu feodal sistem… Orta Doğu coğrafyasında kadın olmak zor. Kadınlar bütün bu zorluklara rağmen tarih boyunca örgütlendi, sesini duyurdu, erkek egemenliğine ve baskılara itiraz etti. Geriye dönüp baktığımızda en önemli deneyimlerden birinin Kürt kadın hareketinin deneyimleri olduğunun da altını özellikle çizmek isterim. Bunun da gelişmesinde Sayın Öcalan'ın çok büyük bir payı var. Geliştirilmiş olan paradigma bunun önünü açtı. Çok katı, mücadele edilmesi son derece zor olan siyasal İslam ve feodalizmin örüntülerine bir isyan hareketi bu aynı zamanda.  Her fırsatta belirtiyorum. Çok önemsiyorum gerçekten; Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki kadın hareketleri Kürt kadın hareketini şu an önemle inceliyor. Çok önemli ve ön açıcı bir deneyim. 27 yıla yakın bir süre tecrit altında tutulmuş çok önemli bir aktörün hatta bu sürecin baş aktörü olan bir insanın fiziki özgürlüğünü, kadınların istemesi kadar doğal bir şey yok. Kadın hareketi dünyanın her yerinde Sayın Öcalan'ın fiziki özgürlüğünü talep etti. Bununla ilgili çok önemli kampanyalar gerçekleşti. Bu kampanyalar sadece Türkiye sınırları içinde kalmadı. Ortadoğu'dan, Afrika'ya, Latin Amerika'ya, Avrupa ülkelerine kadar yerli kadın hareketleri tarafından da Sayın Öcalan'ın özgürlüğü talebi yükseltildi. Sayın Öcalan özgür yaşar ve özgür çalışır koşullara sahip olmalı çünkü bugün bir süreç yürütülüyor. Barış ve demokratik toplum sürecinin başarıya ulaşması için Sayın Öcalan’ın herkesle görüşüyor olması gerekir. Bu sürecin ilerletilmesinde bunun çok önemli bir nokta olduğu herkesçe bilinmeli.    “Somut olarak bu komisyonda bütün siyasi partilerin üzerine düşen görev ve sorumluluklar var. Yeni yasa yapım süreci…Bu yasa yapım sürecinde somut adımlar atılmalı ve bu somut adımlar atılırken, komisyonda yaşadığımız meselenin benzerini yaşamamalıyız.”   *Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü için yürütülen kampanyalar, Kürt halkı ve demokrasi güçleri açısından belirleyici bir başlık haline geldi. İktidarın politikalarında, umut hakkına bakışında ya da CHP’nin tutumunda sizce bir değişim emaresi oluştu mu?   Umut hakkı hayata geçmeli. Bu her insanın doğal hakkı olduğu gibi özellikle bu sürecin baş aktörü olan Sayın Abdullah Öcalan için bunun altı daha kalın çizilmeli. Bu sürecin yürütücüsünün hapishanede kalması olmaz. Mesela yaptığımız uluslararası konferansta Güney Afrika deneyimini anlatan isim şunu söyledi; bu süreç başladığında Nelson Mandela dışarı çıktı. Görüşmeleri ve sürecin ilerletilmesini dışarıda sürdürdü. Bu örnek çok mühim bir örnek. Türkiye'de biz bunu neden uygulamayalım? Umut hakkı aynı zamanda Avrupa Parlamentosu tarafından da önemsenmiş, vurgulanmış bir konu. Dolayısıyla bunun olmaması için hiçbir neden yok. Bunun olmaması için ne hukuki ne insani ne de politik bir engel var. Siz bir süreç yürütüyorsunuz. Süreç yürüttüğünüz, örgütün lideri olan, Kürt halkının ve bütün Orta Doğu halklarının çok önemsediği, dikkate aldığı, görüş ve önerilerini hayata geçirebilen bir baş aktör var. Sizin bu süreci ilerletebilmek için bu baş aktörü dışarı çıkarmanız lazım. Nelson Mandela örneğinde olduğu gibi. Bunun önünde de tek engel iktidarın ve devletin bu sürece nasıl yaklaştığıyla ilgili olacaktır. Yoksa başka bir engel yok, olmamalı da.     CHP'yi de ayrıca sordunuz. CHP adaya giden heyete isim vermedi, doğru. Şu ana kadar yaptıkları açıklamalarda komisyonda kalacaklarını ve bundan sonraki komisyon faaliyetlerinde olacaklarını ifade ettiler. Bu önemli bir açıklamadır. Elbette adaya giden heyete bir temsilci vermemeleri büyük bir eksiklik. Bu eksikliği zaten dile getirdik. Bundan sonra izlenmesi gereken yol ve yöntem şu olmalı; bu ülkeyi yönetmeye talip bir ana muhalefet partisinin Kürt sorununu gerçekten bir asli mesele gibi ele alıp, somut adımların atılması konusunda da rol üstlenmesi lazım. CHP'nin kongresini izledik, programlarına katmış oldukları yenilikler önemli. Ama bu gerçekten bir ülkeyi yönetmeye talip bir parti için yetmez. Somut olarak bu komisyonda bütün siyasi partilerin üzerine düşen görev ve sorumluluklar var. Yeni yasa yapım süreci…Bu yasa yapım sürecinde somut adımlar atılmalı ve bu somut adımlar atılırken, komisyonda yaşadığımız meselenin benzerini yaşamamalıyız.   Burada ne demek istiyorum? Çok net şu: CHP’nin çıkarılacak yasaları desteklemesi gerekiyor. Çünkü bu yasalar ortak bir mutabakatla çıkmalı. Bu yasaların içeriğinin nasıl doldurulacağı da elbette çok önemli. Bir kere gerçekten herkesi kapsayan yasalar olmalı. Mesela PKK ile ilgili özel bir yasadan bahsediliyor. Hatta PKK de yaptığı açıklamalarda, çıkacak bu özel yasanın silahsızlanma sürecini daha da hızlandıracağına dair açıklama yapmıştı. Silahsızlanma sürecinin hızlanması için bu özel yasanın bir an önce çıkması lazım. İçerik olarak da kategorilere ayrıştırılmaması gerekiyor. Ez cümle diyeceğim; ana muhalefet partisine de, diğer partilere de, en önemlisi iktidara da sorumluluk düşüyor. Çünkü teklifi ve paketi onlar getirecekler büyük olasılıkla. Elbette biz de kendi tekliflerimizi hazırlamış durumdayız. Çıkarılması beklenen yasalarla ilgili hukuk komisyonumuz zaten aylardır bir çalışma yürütüyor, içerik de hazırladılar. Ama en nihayetinde özellikle ihtisas komisyonunda yasanın çıkmasıyla ilgili iktidara çok büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Dolayısıyla hem bunun içeriklendirilmesi hem komisyona geldiği aşamada bütün partilerin desteklemesi son derece önemli ve kıymetli olacak.   “Bütün bu kaos ve karmaşanın içinde barış, demokrasi ve ufku sosyalizme açılan bir enternasyonalist mücadelenin yürütülmesi son derece elzemdir.”   *Partiniz demokratik çözüm, eşit yurttaşlık ve özgür toplum perspektifini aynı zamanda uluslararası bir hatta taşıyor ve bir konferans yapıldı. Bu yıl uluslararası diplomasi, diaspora çalışmaları ve küresel demokratik çevrelerle ilişkilerde nasıl bir mesafe alındı? DEM Parti küresel zeminde hangi stratejik hattı örüyor?   Bugün, Suriye'de yaşayan Kürtler, Rojavalılar da barışı en fazla isteyen kesimdir. Çok başarılı olan Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı’nı gerçekleştirdik. Bu konferansa dünyanın dört bir yanından insanlar geldi. Çatışma ve çözüm deneyimlerine sahip olan; Güney Afrika'dan, Katalonya'dan, Bask ve IRA deneyimleri aktarıldı ve çok önemliydi. Farklı coğrafyalarda barış süreçlerinde yaşanan zorlukları bu konferansta konuştuk. Bu konferans bize aynı zamanda şöyle bir bilinç de açtı. Barış gerçekten savaşın sürdürülmesinden çok daha zor. Bu süreci deneyimlemiş olan bütün konuşmacılar kendi deneyimlerini anlatırken bunu ifade ettiler. Türkiye'deki barış sürecinin deneyimi ile Katalonya, Güney Afrika, İrlanda deneyimi tıpatıp aynı değil. Bu çok kendine özgü, dünyadan akademisyenlerin, düşünürlerin, özel olarak üzerinde akademik olarak da çalışma yürütebilecekleri son derece özgün bir süreç. Türkiye sınırları içinde yürüttüğümüz çalışmaların dışında diasporada da yürüyen çok ciddi çalışmalar var. Latin Amerika'dan Avrupa’ya, Ortadoğu'nun birçok ülkesine kadar barış sürecini konuşuyoruz. Bu anlamıyla da ciddi bir diplomatik faaliyet yürütüyoruz. Barış sınırları aşan bir şeydir ve bunun tesis edilmesi için de bu şekilde çalışmalarımızı yürütüyoruz. Önemli hedeflerimizden birisi barışın ve demokratikleşmenin sadece kendi ülkemizde değil sınır tanımadan bir enternasyonal mücadele içerisinde güçlenmesi ve büyümesidir. Gerçekten bütün ezilen ve sömürülenlerin ortak kurtuluş paradigması olan sosyalizmin güçlenmesi ve uluslararası bir perspektifle bunun güçlenmesi içindir. Bir enternasyonalist çalışmanın içinde de olduğumuzu belirtmek isterim.    Tabii, Kürt sorununun Türkiye'de çözümü, burada somut yol alınması çok net bir şekilde Suriye'yi, Irak'ı, İran'ı da pozitif olarak etkileyecektir çünkü Kürt halkı sadece Türkiye'de yaşamıyor, dört parça Kürdistan'da yaşıyor. Barış, demokratikleşme paradigmasını sadece bir iç mesele olarak görmüyoruz. Kürt sorunu boyutuyla öyle görmediğimiz gibi küresel boyutuyla da öyle görmüyoruz. Bunu iki başlık altında söyleyebiliriz. Birincisi, Kürt sorununun çözümüyle ilgili diasporada uluslararası düzeyde yürütülen çalışmalar var. Barış ve demokratikleşme dediğimiz sürece küresel düzeyde ihtiyacımız var. Çünkü dünya savaşların, çatışmaların, askeri yatırımların arttığı bir döneme geçmiş durumda. 3. Dünya Savaşı'nın arifesi derken tam da bunu kastediyoruz. Dünyada sağcı, ırkçı, erkek egemen eğilimlerin son derece arttığını hatta birçok ülkede de bunların seçimlere yansıdığını gördük, görüyoruz. Buna karşı barış sesinin yükselmesi gerekiyor. Bugün Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte savaşın sadece Ortadoğu'da kalmadığını ve gittikçe batıya yayıldığını görüyoruz. Batı ülkelerinde, sosyal politikalara ayrılan bütçede bir azalma, silaha ayrılan bütçede bir artış gözlemliyoruz. Bir yandan Çin-Tayvan arasında büyük bir gerilim var. Ama bütün bu gerilimlerin aslında özeti, emperyalist güçler yeni bir paylaşım savaşı içinde. Bu savaş teknolojik, ticari, enerji koridorları savaşı olarak karşımıza çıkıyor. Bütün bu kaos ve karmaşanın içinde barış, demokrasi ve ufku sosyalizme açılan bir enternasyonalist mücadelenin yürütülmesi son derece elzemdir.    “Barış gerçekleştikçe demokratikleşmenin önü açılır. Demokratikleşmenin önü açıldıkça barışın kalıcılaşması garanti altına alınır.”   *Yine, inşanın kadınların, gençlerin ve emekçilerin hak mücadelesiyle de bütünleşmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Bu yıl bu toplumsal tabanlarda DEM Parti’nin öne çıkan pratikleri nelerdi? Toplumun farklı kesimlerinde nasıl bir politik yankı oluştu?   Barış ve demokratik toplum sürecinin ana kolonları var. Sayın Öcalan, 27 Şubat'ta yaptığı çağrısında da ifade etmişti. Süreç tek başına Kürt sorununu çözmeye odaklı bir süreç değil. Bir yandan Kürt sorununun çözümüne öte yandan Türkiye'nin demokratikleşmesinin önünün açılmasına odaklanmıştır. Demokratik olmayan bir Türkiye'de barış kalıcı olmaz. Geçici anlaşmalar, geçici pratik adımlar olur. Sonra her şey başa sarabilir. Barışın kalıcılaşmasının yolu, Türkiye'nin demokratik bir dönüşüm yaşamasıdır. Bunu kimyadaki karşılıklı tepkime gibi de düşünebiliriz. Barış gerçekleştikçe demokratikleşmenin önü açılır. Demokratikleşmenin önü açıldıkça barışın kalıcılaşması garanti altına alınır.    Barış ve demokratik toplum sürecinin ana kolonları neler olmalı? Birincisi çok güçlü bir kadın hareketine ihtiyaç var. Kadın hareketi Türkiye'de açık ara diğer karma çalışmalardan çok daha güçlü, kararlı bir şekilde, ittifak içinde sürebilen bir hareket. Ama daha da güçlenmesi, daha da yayılması ve toplumsallaşması çok önemli. Bugün Türkiye'de kadın cinayetlerinin yoğun yaşandığı, İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilmiş bir atmosferdeyiz. Yargı kadın cinayetlerinin, şüpheli kadın ölümlerinin önünü açıyor. Böylesi bir süreçte barışa en fazla ihtiyaç duyan biz kadınların yürüteceği mücadele, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini güçlendirebileceği gibi barış mücadelesinin de ana kolonunu oluşturacaktır. Yine ekoloji hareketi en önemli kolonlardan birisidir. Bugün sadece Türkiye'de değil, dünyada emperyalist sistem çok büyük bir doğa talanı içinde. Türkiye'ye dönüp baktığımızda; Türkiye'nin batısı çok uzun bir zamandır maden şirketlerinin istilası altında. Şimdi ise özellikle Kürdistan bölgesi hedef seçilmiş durumdadır. Türkiye'deki bütün kesimler olarak, hangi siyasi partiden, etnisiteden ve inançtan olursak olalım en hızlı ortaklaşabileceğimiz nokta ekoloji mücadelesidir. Muğla mitinginde bunun örneğini gördük. Muğla ekoloji mitingi bence çok önemli bir model. Aynı şekilde Dêrsim ekoloji mitingi de öyle. Dolayısıyla ekoloji mücadelesi yine barış ve demokratik toplumun ana kolonlarından birisidir.   Yine emek mücadelesi… Türkiye'de 50 milyonun üzerinde insan, açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Yoksulluk ve açlık artık Türkiye'de son derece hayati bir mesele. Şöyle bir klişe söz kullanırdık, bıçak kemikte. Şimdi bıçak kemiği kesti, bıçak ilikte. İnsanlar bir kuru ekmeğe muhtaç. İnsanlar artık sebze halinde ezilmiş ve atılmış olan sebzeyi, meyveyi çocuklarına götürüyor. Dolayısıyla emek ve ekmek mücadelesi son derece yakıcı bir hal almış durumda. Emek hareketinin, yoksulların, barınamayanların örgütlenmesi son derece önemli. Böyle bir örgütlenme yine barış ve demokratik toplum mücadelemizin ana kolonlarından birini oluşturmalıdır. Gençlik hareketi zaten bir ülkede olmazsa olmazdır. Bir mücadelenin başarıya ulaşabilmesi için emek, ekoloji, kadın hareketi, Alevi hareketinde; bütün hak mücadelelerinde gençlik motor güçtür. Bugün Türkiye'de yaşadığımız en büyük eksiklik gençlik örgütlerinin zayıf olmasıdır. Hem sosyalist gençlik hem yurtsever gençliğin hem sosyal demokrat gençlerin yeterince örgütlü, güçlü, sürükleyici ve öncü bir pozisyonda olmayışı hepimizi zayıflatan bir duruma dönüşüyor. Ortaokuldan liselere, liselerden üniversitelere kadar, gençliğin kendi içinde güçlü bir örgütlenmeye gitmesi son derece önemli. Gençliği örgütlü olan bir toplumun önünde hiçbir şey duramaz. Ana kolonlardan biri de gençliktir.  Türkiye'de son derece önemli bir Alevi hareketi de var. Alevi hareketinin daha da güçlenmesi ve barış sürecini sahiplenmesi son derece önemli. Sistem karşıtı mütedeyyin örgütlenmesi yine güçlenmeli. Mesela geçmişte bu çok daha güçlüydü. Orada da ciddi zayıflıklar var. AKP'nin güçlenmesinin sistem karşıtı Müslüman İslami örgütlenmenin zayıflamasına sebep oldu. Fakat, antikapitalist Müslüman örgütlenmesi bizlere çok şey kattı/katar. Hem Türkiye'de hem bölgemizde siyasal İslam'ın bu kadar güçlendiği ve çalışma yürüttüğü bir yerde IŞİD, El Kaide, El Nusra, HTŞ, Boko Haram, Taliban gibi örgütlenmelerin başta kadınlar olmak üzere insanların yaşamını bu kadar olumsuz etki altına almış bir dönemde antikapitalist ve demokratik çizgideki Müslüman örgütlenmenin önemi çok büyük.   “Barış ve demokratik toplumun gelişmesi için yasaların çıkarılması çok önemli. Barış ve özgürlük yasaları beklentisi var. Komisyonun şimdi üzerine düşen en önemli görevlerden biri budur. Mesela silahsızlanmanın hızlanmasını sağlayacak bir özel yasa.”   *Yeni yıla girerken barış süreci, demokratik dönüşüm ve toplumsal mücadelenin geleceği açısından en kritik fırsatları ve riskleri nerede görüyorsunuz? DEM Parti olarak 2026 yılı için temel beklentiniz ve siyasi önceliğiniz nedir?   2026'ya daha umutla bakıyoruz. Barış ve demokratik toplum sürecinin başlamış olmasının yarattığı bir umut bu. 2026'da biz bu umudun bir somutlukla kalıcı bir barışa dönüşmesini bekliyoruz. Bunun için çalışacağız. Bu süreçte bizleri bekleyen kritik şeyleri de görmek zorundayız. Bardağın dolu tarafını gördüğümüz kadar boş tarafını da görmeliyiz. İki tarafı iyi şekilde analiz etmeliyiz. Negatife dönüşme olasılığı olan neler var, riskleri ne? Sulandırılabilir. Zamana yayılabilir. Zamana yayıldıkça bu süreç ciddiyetini kaybedebilir. İç ve dış güçler tarafından provoke edilme olasılıklarını arttırabilir. Provokasyonlara açık bir sürece dönüşebilir. Bütün bunlar risktir. Başta iktidar ve devlet olmak üzere muhalefetin de bir kesimini buna eklemek isterim, bu süreci araçsallaştırmak isteyebilir. Süreci dar manada kendi çıkarlarına kurban etmek isteyebilirler. Lehte de aleyhte de bunu yapabilirler. Kalkıp bu süreci birileri bozmaya, sulandırmaya, araçsallaştırmaya kalkarsa hem kendine hem bütün Türkiye halklarına zarar verir. O yüzden biz bu riski görmek zorundayız ve bu riski elimine etmek, zayıflatmak zorundayız.    İkinci bir şey bu son derece önemli; bir yandan barış ve çözüm süreci devam ederken, öte yandan özel harp politikasıyla devlet orada başka bir şey yapıyor. Halkın örgütlülüğünü, halkın hücrelerinin içine sızarak çözmeye çalışmak çok tehlikeli. Bu büyük bir risktir. Süreci parantez içinde “bir tasfiye ve zayıflatma sürecine evirmeye çalışmak” da bir risktir. Bu risklerin hepsini görmek ve azaltmaya çalışmak hepimizin ortak görevi. Şöyle bir eleştiri de yapmak isterim. Kimi kesimler bu riskleri ortaya koyup “bu süreç bitirilmeli” diyor. Bu yanlış. Biz bu riskleri görerek bu sürecin yürütülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ama bu riskleri zayıflatmak örgütlü mücadeleyle mümkündür. Bir diğeri fırsatlar meselesi. Sadece DEM Parti için değil, bütün demokrasi güçleri, bütün barış ve demokratik toplumun ana kolonları olabilecek gençlik, kadın, ekoloji, emek, Alevi hareketi, antikapitalist Müslüman hareketi, sayamadığım bütün kesimler açısından inanılmaz derecede bir örgütlenme ve mücadele alanı açılır bu dönemde. Neden? Silahların sustuğu bir yerde, mevcut iktidarlar ve devlet anlayışı kimseyi tırnak içinde “terörle” yaftalayamaz. En azından o kısmen onun elinden alınıyor.    2026'da biz ne bekliyoruz? Barış ve demokratik toplumun gelişmesi için yasaların çıkarılması çok önemli. Barış ve özgürlük yasaları beklentisi var. Komisyonun şimdi üzerine düşen en önemli görevlerden biri budur. Mesela silahsızlanmanın hızlanmasını sağlayacak bir özel yasa. İkincisi infazda eşitlik yasası, terörle mücadele kanunu, bütün bunlar 2026'nın ana gündemleri olmalı. 2026'daki en önemli beklentilerimiz güçlendirilmiş bir yerel yönetimler anlayışı üzerinde çalışmak. Hem yasal düzlemde hem mantalite anlamında çalışmamız gerekiyor. Çünkü demokratik toplumdan bahsedeceksek bunun en önemli adımlarından biri yerel demokrasiyi, yerel yönetimleri güçlendirmektir. Fakat şunu da belirtmeliyim, aldığımız duyumlara göre AKP'nin şu anda yerel yönetimlerle ilgili tasarrufu tam tersi, yerel yönetimlerin yetkilerini azaltmaya dönük bir çalışma yürüttüklerini duyuyoruz. Umarız böyle bir şeyle gelmezler çünkü biz demokratikleşme beklerken mevcudu da geriye çekecek adımların atılması hakikaten demokratikleşmeyi çok daha fazla zorlaştırır. Umarız böyle bir şeyle gelmezler önümüze.