‘Tüm kayıplarımız için adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz’ 2025-10-11 13:54:32   HABER MERKEZİ - Kayıp yakınları, dört kentte gerçekleştirdikleri eylemde, “Tüm kayıplarımız için adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz” dedi.   Kayıp yakınları ve İnsan Hakları Derneği, Amed, Êlih, Riha ve Colemêrg’de yakınlarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle bu hafta da eylemlerine devam etti.    Riha    Kayıp yakınları, gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle Riha'nın Xelîlî ilçesinde bulunan Novada Park önünde ilk eylemlerini gerçekleştirdi. Ellerinde kayıplarının fotoğraflarıyla “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” pankartı taşıyan kayıp yakınlarına çok sayıda insan hakları savunucusu da destek verdi. Basın açıklamasını kitle adına İnsan Hakları Derneği (İHD) Riha Şubesi Eşbaşkanı Songül Arpa okudu.   Bugün kaybedilmesinin üzerinden 46 yıl geçen Bedirhan Tüysüz’ün akıbetini sormak için toplandıklarını söyleyen Songül Arpa, davanın takipsizlikle sonuçlandığını belirtti. Songül Arpa, “6 Mayıs 1979’da yenilenen Hilvan belediye başkanlığı seçiminde bağımsız belediye başkan adayı olarak seçime giren Nadir Temel seçimi kazandı. Seçimler sonrasında Hilvan’daki şiddet ortamı daha da ağırlaştı. Dönemin Adalet Partisi milletvekili Mehmet Celal Bucak, aynı zamanda yüzlerce silahlı adamı olan Bucak Aşireti’nin devletle işbirliği yapan kanadının ağasıydı. Kendisiyle işbirliği yapmayan Urfa’daki aşiretler, Bucak’ın hedefindeydi. Siverek ve Hilvan’da yerleşmiş bulunan Tüysüz ailesi de bu aşiretlerden biriydi.     Bedirhan Tüysüz’ün 13 yaşındaki oğlu ve eşini rehin aldılar. Bedirhan Tüysüz’e, ‘Ailen elimizde, gel konuşalım’ diye haber gönderdiler. Bunun üzerine Bedirhan Tüysüz olay yerine geldi, ancak onu zorla araca bindirip kaçırdılar. Tüysüz’ün, Bucaklara ait Söğütlü köyünde zorla alıkonulduğu belirtilmesine rağmen ailenin bu iddiası araştırılmadı; savcılıklara yaptıkları suç duyuruları takipsizlikle sonuçlandı” dedi.   ‘Vazgeçmeyeceğiz!’   “Tüm kayıplarımız için adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz” diyen Songül Arpa, son olarak şu ifadeleri kullandı: “Tüysüz’ün akıbetini açığa çıkaracak etkin bir soruşturma yürütün. Tüysüz ailesinin ‘En azından bir mezarımız olsun’ talebini karşılamak için harekete geçin. Kaç yıl geçerse geçsin, Bedirhan Tüysüz ve tüm kayıplarımız için adalet istemekten; devletin evrensel hukuk normları içinde hareket etmek zorunda olduğunu hatırlatmaktan vazgeçmeyeceğiz. Kayıplarımızı unutmadık, unutmayacağız.”   Eylem, 1 dakikalık oturma eyleminin ardından alkışlarla son buldu.   Colemêrg    Kayıp yakınları ve İHD Colemêrg (Hakkari) Şubesi, 196’ncı haftada 15 Ağustos 1995 yılında kaybolan Hacı Ahmet Er’in akıbetini sordu. Gever (Yüksekova) Sanat Sokağı’nda gerçekleşen açıklamaya kayıp yakınlarının yanı sıra demokratik kitle örgütleri katıldı.   Açıklama metnini İHD Colemêrg Şube yöneticisi Eren Baskın okudu.   ‘Beyaz Toros’u övmek insan hakları garabetidir’   Trendyol uygulaması üzerinden “Beyaz Toros” baskılı ürünlerin satışa sunulmasına dikkat çekilen açıklamada, “Bir ülkede faili meçhul cinayetleri övmek, sahip çıkmak ve hatta gelecekte tekrar edeceğine işaret etmek tam bir hukuk ve insan hakları garabetidir. Biz insan hakları savunucuları sadece faili meçhul cinayetler için değil, aynı zamanda ‘Beyaz Toros’ savunucularının zihniyeti ile mücadele etmek için meydanlardayız. Yaşadığımız acılar, bu zihniyet ile nasıl mücadele edileceğini bizlere gösterdi. Son kaybımızın akıbeti ortaya çıkana kadar sokaklarda, meydanlarda ve adliyelerde yapılan bu insanlığa karşı suça sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz” denildi.     ‘Akıbeti faili meçhul bırakıldı’   Hacı Ahmet Er’in hikayesinin anlatıldığı açıklamada, “Hacı Ahmet Er, Çukurca’nın Kurudere köyünde ailesi ile birlikte ikamet etmekteydi. Köy yakınlarında çıkan çatışma sonrası Kurudere köyüne askerlerce bir operasyon düzenlendi. İnsanlar köy meydanında toplandı ve köylerini terk etmeleri için büyük bir baskı kuruldu. Köylerini terk etmek istemeyen insanlara şiddet uygulandı ve tehdit edildiler. Akabinde köyden ayrılmak zorunda kalan Hacı Ahmet Er ve kardeşi Hacı Mirat Er taşınabilmek için katır bulmak istediler. 15 Ağustos 1995 günü Hacı Ahmet Er’in oğlu Adnan Er, katır bulabilmek için yakınlarında bulunan Kavşak köyüne doğru yola çıktı. Bir süre sonra iki köy arasında silah sesleri duyuldu. Bunun üzerine Hacı Ahmet Er ve kardeşi Hacı Mirat Er, Kavşak köyüne giden oğlunu aramak için yola koyuldu. Evden çıktıktan sonra operasyonda olan askerlere denk gelen kardeşler gözaltına alındı. Götürüldükleri jandarma karakolunda ağır işkence gören iki kardeşten Hacı Mirat Er bir gün sonra serbest bırakıldı. Hacı Ahmet Er’in de serbest bırakılması için jandarma önünde toplanan aileye, Hacı Ahmet Er’in gözaltına alınmadığı bilgisi verildi. Aile, Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde kardeş Hacı Mirat Er ile başvuru yapsa da ilgili kurumlar Hacı Ahmet Er’in gözaltına alındığını inkâr etti. Yapılan başvuru, ‘kovuşturmaya yer olmadığına dair karar’ ile reddedildi. Hacı Ahmet Er’in akıbeti faili meçhul bırakıldı” ifadeleri kullanıldı.   Açıklamanın ardından eylem sona erdi.    Amed   İHD Amed Şubesi ve kayıp yakınları, eylemlerinin 870’nci haftasında Rezan (Bağlar) ilçesinde bulunan Koşuyolu Parkı'ndaki Yaşam Hakkı Anıtı önünde bir araya geldi. Bu haftaki eylemde, 1993 yılının Eylül ayında Pasûr (Kulp) ilçesine bağlı Şenê bölgesinde gözaltında alınan ve kendisinden bir daha haber alınamayan Mehmet Salih Akdeniz ile 10 kişinin akıbeti ve faillerini soruldu.    Mehmet Salih Akdeniz’in yeğeni Fırat Akdeniz, "Beyaz Toros" tişörtleri satanlara tepki gösterdi. Fırat Akdeniz, “Beyaz Toros, faili meçhulleri, devlet şiddeti ve cezasızlığın simgesidir” dedi. DEM Parti Amed Milletvekili Ceylan Akça ise, "yüzleşme" çağrısı yaptı.    Kayıpların hikayesi okundu   İHD Amed Şubesi Kayıp Komisyon üyesi Murat Yüksek, kayıpların hikayesini okudu. Kayıpların hikayeleri şöyle: "Mehmet Salih Akdeniz, Kulp ilçesi İnkaya köyünde ikamet ediyordu. 68 yaşında ve köyün muhtarı olan Mehmet Salih Akdeniz çevresinde sevilen ve misafirperverliğiyle bilinen biriydi. Köyü çiftçilik ve hayvancılıkla uğraştığından yazın Kulp-Muş sınırında bulunan Alaca köyüne bağlı Şenyayla bölgesine göç eder, Ekim-Kasım ayı içerisinde ise tekrardan köye inerlerdi.    1993 yılının Eylül ayında Alaca köyüne bağlı Şenyayla bölgesinde Tuğgeneral Yavuz Ertürk komutasında Bolu 2. Tugay Komutanlığı tarafından büyük bir operasyon yapılır. 9 Ekim 1993 tarihinde M. Salih Akdeniz, köye dönüş hazırlıkları yaptığı esnada gözaltına alınır. M. Salih Akdeniz, askerler tarafından gözaltına alındıktan sonra Alaca köyüne bağlı Kepir mezrasına götürülür. Orada bulunan köy sakinlerinden 10 kişi daha askerler tarafından gözaltına alınıp aynı bölgeye getirilir. Gözaltında tutulan 11 kişiye akrabaları tarafından yaklaşık bir hafta boyunca kendilerine yemek götürülür.    Gözaltına alınan herkesin eli bağlı ve sadece ziyaretçileri geldiğinde ve yemek yedikleri sırada ya da ihtiyaçlarını giderdikleri esnada bağları çözülüyordu. M. Salih Akdeniz’in eşi Pembe Akdeniz’in anlatımına göre en son eşine yemek götürdüğünde eşinin kendisine ‘bir daha yemek getirme, bizi buradan götürecekler’ dediğini söyler. Ertesi gün görgü tanıklarına göre M. Salih Akdeniz’le birlikte 11 kişi helikoptere bindirilerek oradan götürülür. O tarihten sonra M. Salih Akdeniz ve diğer köylüleri ne gören olur ne de onlardan haber alan olur. Ailelerin tüm resmî kurumlara başvurmalarına rağmen gözaltına alınanlardan herhangi bir bilgi elde edilmez.     1994 yılının hemen başında M. Salih Akdeniz’in kardeşi M. Emin Akdeniz, İHD Amed şubesine abisi ile birlikte gözaltına alınan kayıplar hakkında başvuruda bulunur. Aynı yıl içerisinde İHD Diyarbakır şubesi avukatları, M. Salih Akdeniz ile birlikte gözaltında kaybedilen 11 kişi ile ilgili davayı AİHM’e taşır. 2001 yılında AİHM, bu davada Türkiye’yi, kaybolan 11 kişinin ailesine toplam 311 bin sterlin ödemeye mahkûm eder. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bu suçu kabul ederek gözaltında zorla kaybedilenlerin ailelerine bu tazminatı öder. Olaydan yaklaşık 11 yıl sonra 2004 yılının Kasım ayında Kulp ilçesi Alaca köyünde bir çoban tesadüfen dere yatağında insan kemiklerine rastlar. Haberin yayılmasıyla birlikte bir kısım kayıp aileleri bulunan kemiklerin kendi kayıplarına ait olabileceğini düşünerek bölgeye gider. Kemiklerin bulunduğu alanda yanmış giysiler ve birtakım özel eşyalar bulunur. Aileler, bu eşyaların kendi kayıplarına ait olduğunu hemen orada tespit eder.    M. Salih Akdeniz’in oğlu da o esnada babasına ait tütün tabağını hemen tanır. O tütün tabağı evine misafir olarak gelen her kişiye ikramda bulunduğu tabakadır. Bu esnada kemiklerin hiçbirinde kafatası bulunmaz. Eşyalardan ve objelerden anlaşılacağı üzere cesetler öldürüldükten sonra yakılmıştır. Daha sonra Kulp Cumhuriyet Başsavcısı tarafından, bulunan bu kemikler hakkında soruşturma başlatılır. Ardından o dönemde ve o bölgede kaybedilen kayıp yakınlarından DNA testleri alınır ve kemikler ATK’ye gönderilir. Daha sonra kemikler ATK emanetinde kaybolur.    2013 yılı Ekim ayında Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi Kulp Alaca Köyü davasının açılmasına karar verir. 19 Eylül 2018 tarihinde 18. duruşması yapılan Kulp Alaca Köyü davasında, mahkeme operasyonu yöneten Tuğgeneral Yavuz Ertürk hakkında ‘yeterli ve ikna edici delil bulunmadığından sanığın beraatine’ kararını verir. Bu karara karşı yapılan istinaf başvurusu 9 Aralık 2020 tarihinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesi tarafından ret edilir. Bunu üzerine aileler temyiz talebiyle Yargıtay’a başvurdular.    Yargıtay 1. Ceza Dairesi, inceleme tamamlanmadan, evrensel hukuku yok sayarak 19 Mart 2024 tarihinde dosyada zamanaşımından düşme kararı verdi. Aileler, aynı yıl Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulundu. 870. haftamızda 11 köylünün gözaltında kaybedilmesi ile ilgili 31 yıldır devam eden cezasızlığa son verilmesini; maddi gerçeğin açığa çıkartılarak bu suçtan sorumlu olanların cezalandırılmasını talep ediyoruz.   Kaç yıl geçerse geçsin; Mehmet Salih Akdeniz ile birlikte gözaltında zorla kaybedilen, Celil Aydoğdu, Behçet Tutuş, Mehmet Şerif Avar, Hasan Avar, Bahri Şimşek, Mehmet Şah Atala, Turan Demir, Abdo Yamuk, Nusreddin Yerlikaya, Ümit Taş için, tüm kayıplarımız için adalet istemekten, devletin evrensel hukuk normları içinde hareket etmek zorunda olduğunu hatırlatmaktan vazgeçmeyeceğiz.”   Êlih   Êlih'te insan hakları savunucuları ve kayıp yakınları, eylemlerinin 706'ncı haftasında Gülistan Caddesi'nde bulunan İnsan Hakları Anıtı önünde açıklama yaptı. Bu hafta 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara Tren Garı’nda katledilen Veysel Atılgan, Meryem Bulut ve 102 kişinin failleri soruldu. Gar Katliamı'nda katledilen Atılgan ve Meryem Bulut'un hikâyesi, İHD Şube yöneticisi Raşit Çetinkaya tarafından okundu:   "9 yaşındaydı Veysel Atılgan. 10 Ekim günü sabah erkenden uyandı, kahvaltısını yaptı ve babasının elinden tutarak barış için yola çıktı. Giderken ablalarına gülümsedi, barış işareti yaptı ve poz verdi. Zelal ve Fatoş'un, biricik kardeşleri Veysel'i son görüşleriydi bu. Hain bomba onu babasının elinde yakaladı. 10 gün önce doğum gününde gelen sarı-lacivert saatini ve yeni kırmızı montunu hiç giyemeden kanat açtı sonsuzluğa Küçük Veysel. Ankara Garı'nın önüne 'barış güvercini' olarak gitti ama katliamın en küçük kurbanı olarak, yüreklere kazındı adı...   Ankara'daki barış mitingine saldırıda hayatını kaybedenlerden biri; Meryem Bulut. Ama hepimiz onu ‘Meryem Ana’ olarak tanıyoruz. Meryem Ana, bir ‘Cumartesi annesi’ idi. Ankara’ya Emek, Demokrasi Barış Mitingine giderken hep yanında olan 20’li yaşlardaki Melek, Meryem Ana’nın yolda aç kalmasınlar diye büyük bir paket hazırlayıp onunla otobüse bindiğini, Ankara’da alanda yerden Türkçe bir bildiriyi alıp, katlayıp cebine koyduğunu anlatıyor. Kortej oluşturulmaya başlanınca, yine Meryem Ana’nın şenliğe katılan bir çocuk heyecanıyla en öne geçip pankartı tuttuğunu söylüyor. Melek, saygı duruşundan hemen sonra da patlamaya, yani katliama tanıklık ediyor, hayatta kaldığına inanamıyor önce, sonra da Meryem Ana’nın öldüğüne. Melek, ‘Biz barışı sadece istiyoruz, ama ömrü savaşla geçmiş 70 yaşındaki Meryem Ana, barışa tüm kalbiyle inanıyordu’ diye ekliyor.     Evet, Meryem Ana sadece ‘barış, kardeşlik insanlık, kan akmasın' diyordu. Bu uğurda hep inançla azmetti, zulmün karşısında durdu. Savaşın biteceğine inanıyordu. Türk, Laz, Çerkes, Kürt, Ermeni ya da başka bir ırk, başka bir halk… Ne fark ederdi ki… Değişmezdi onun için… Ezilenler için her yerde en öndeydi. Meryem Bulut, başkent Ankara'da barış için toplanan ve en küçüğü henüz 8 yaşında olan 103 canla birlikte kalleşçe düzenlenen bir saldırıya kurban gitti. Onun ölüm haberiyle birlikte, sosyal medyada da birbiri ardına mesajlar paylaşılmıştı.    Tüm mesajlarda ‘Meryem Ana’ diye bahsediliyordu Bulut'tan. 70 yaşında, hala her eyleme katıldığı ve gülümseyerek broşür dağıttığını anlatan mesajlar, sonunda kayıp iki oğluna kavuşmuş olabileceğine dair mesajlar yayınlandı Meryem Ana'nın arkasından. Meryem Ana, Batman’da vasiyetine uygun bir şekilde toprağa verildi. Yoldaşları onun için yapılan anmada ‘Her Şeye Rağmen Barış’ pankartıyla oturdu. Bu defa en önde Meryem Ana değil, onun fotoğrafı vardı. O günkü acı ve çaresizliği, kulakları sağır eden çığlıkları unutmak mümkün değil.  Katliamın mağdurları ve adaletin bekçileri ise hala adaletin yerini bulacağı günü bekliyor."