‘Dört duvar arasında ihlaller gizleniyor’ 2025-05-15 09:02:22   Elfazi Toral   İSTANBUL - Cezaevlerinde ağır hasta tutsakların durumuna dikkat çeken İHD Eş Genel Başkan Yardımcısı Gülseren Yoleri, temel insan haklarının pazarlık konusu yapılmaması gerektiğini vurguladı.   Türkiye ve Kürdistan’da cezaevlerinde tutulan, özellikle siyasi tutsaklara yönelik hak ihlalleri tablosu her geçen gün ağırlaşıyor. Hasta tutsakların tedavi haklarının engellenmesi ve infazlarının yakılmasıyla birlikte, cezaevi koşulları çıkmaz bir hâl almış durumda. Tutsakların cezaevinde maruz kaldığı tecrit uygulamaları ise yaşam hakkı ihlalini giderek derinleştiriyor.   28 Nisan’da İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) açıkladığı güncel rapora göre, cezaevlerinde en az 335’i ağır olmak üzere toplam bin 412 hasta tutsak bulunuyor. Raporda, bu tutsakların 161’inin kadın, bin 251’inin ise erkek olduğu tespit edildi.   Cezaevlerinde işkence ve kötü muamele vakalarına her gün yenisi eklenirken, sadece Marmara Bölgesi’nde bulunan 17 cezaevinde, 3 ayda bin 249 ihlalin yaşandığı ve bu ihlallerden 500’ünün işkence ve kötü muamele olduğu vurgulandı. Ceza ve Tevkif evleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, 7 Nisan itibarıyla Türkiye genelinde 395 açık ve kapalı cezaevinde toplam 403 bin 60 tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Öte yandan, Adalet Bakanlığı’nın 5 Aralık 2024 tarihinde Meclis’te bir soru önergesine verdiği yanıta göre, yalnızca 11 ay içinde 709 tutuklu hastalık nedeniyle yaşamını yitirdi.   Tutsaklara dair giderek derinleşen bu hak ihlali tablosuna ilişkin İHD Eş Genel Başkan Yardımcısı Gülseren Yoleri değerlendirmelerde bulundu.   İHD’nin kurulduğu tarihten bu yana cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleriyle ilgili çalışmalar yürüttüğünü söyleyen Gülseren Yoleri, cezaevlerinde yaşanan çok yoğun ve çeşitli hak ihlallerini kamuoyu ile paylaştıklarını belirtti.  Gülseren Yoleri, “Özellikle dört duvar arasında yaşanan ve dışarıya başka şekillerde duyurulması güç olan sorunların, dış dünyaya da duyurulması, yetkililere iletilmesi ve çözüm üretilmesi için yoğun bir çabamız var. Özellikle bazı ihlal başlıklarının öne çıktığını görüyoruz. Son süreçte yoğun olarak işkence ve kötü muamelenin öne çıktığını görüyoruz. Tecrit uygulamasına bağlı sorunların öne çıktığını görüyoruz. Adalete erişim, infazda eşitlikteki aykırılıklar yine bu süreçte öne çıkan ciddi hak ihlalleri arasında yer alıyor. Ve bu hak ihlalleri arasında özellikle sağlık ve tedaviye erişim önemli bir alan tutuyor. Mahpusların sağlıklı kalmalarını sağlayacak koşullar bakımından da hapishanelerde ciddi sorunlar var. Biz, özellikle sağlık ya da tedaviye erişim dediğimiz zaman, mahpusların tutulma koşullarını da değerlendiriyoruz. Örneğin, kalabalık koğuşlarda hastalık riskinin artması, yeterli beslenme ya da yeterli hijyen koşullarına erişip erişemedikleri gibi bazı kriterlerin de mahpusların sağlık ve tedaviye erişiminde mutlaka tartışma konusu yapılması gerektiğini görüyoruz”  dedi.   Dört duvar arasında ihlaller gizleniyor   İHD’nin 11 yılı aşkındır her hafta “F Oturmaları” adıyla hasta tutsakların sağlık sorunlarına dikkat çektiğini dile getiren Gülseren Yoleri, tutsakların ağır hastalıklarına rağmen tahliye edilmediklerini kaydetti. Hasta tutsakların önemli bir bölümünün cezaevi koşullarından kaynaklı hastalandığını vurgulayan Gülseren Yoleri, “Mahpuslar, yaşayamayacak durumda olmalarına rağmen, bu durum raporlarla da tespit edilmiş olmasına rağmen hapishanede tutulmaya devam ediliyor. Ve hapiste yaşamlarını yitirdiklerini görüyoruz. Kamuoyuna yansıyan bilgiler oldukça sınırlı. Özellikle 2024 yılı raporumuzu yayınlarken bu konunun altını ısrarla çizmiştik. Çünkü kamuoyuna yansıyan mahpus ölümüne ilişkin bilgi 32 kişiydi Türkiye genelinde. Ancak Adalet Bakanlığı, 5 Aralık’ta Meclis’te bir soru önergesine verdiği cevapta sadece 11 ayda 709 mahpusun hastalık nedeniyle yaşamını yitirdiğini açıkladı. Dolayısıyla biz, tespit etme gayretimize rağmen yaşanan sorunların oldukça azını görünür kılabildiğimizi görüyoruz. Bu da, dört duvar arasında gerçeklerin ve ihlallerin gizli kalmasının boyutunu göstermesi bakımından oldukça dikkat çekici” diye belirtti.    Bin 412 hasta tutsak   Gülseren Yoleri sözlerine şöyle devam etti: “İnsan Hakları Derneği olarak 28 Nisan’da 2025 hasta mahpus listemizi güncelledik ve kamuoyuyla da paylaştık. Bu raporumuzda tespit edebildiğimiz kadarıyla, 161’i kadın, bin 251’i erkek olmak üzere en az bin 412 hasta mahpus bulunduğunu belirledik. Bu hasta mahpusların durumlarına dair yapılan ayrıntılı incelemede, ağır ve ölümcül olarak tarif edebileceğimiz 335 mahpusun bulunduğunu, bunlardan 230’unun tek başına yaşamasının mümkün olmadığını, 105’inin ise hapishanede yaşayabilmesi için desteğe ihtiyaç duyduğunu, 188 mahpusun hastalıkları nedeniyle sürekli kontrol altında tutulmak zorunda olduklarını, 515 mahpusun ise hastalıkları belirtilmiş olmasına rağmen değerlendirme için yeterli raporlara erişilemediği için bu liste dışında kaldığını belirttik. İnfaz Kanunu’nun 16. maddesi çerçevesinde hasta mahpusların serbest bırakılarak dışarıda tedavi imkanına ulaşması gerektiğini her zaman vurguladık. Adli Tıp Kurumu (ATK) raporu şartı ve ‘toplum güvenliğine tehdit’ kriteri gibi sorunlu ölçütler içeriyor. Bu da mahpuslara yönelik ayrımcılığa ve keyfi uygulamalara zemin hazırlıyor. Adli Tıp Kurumu’nun Adalet Bakanlığı’na bağlı olması ve çalışanlarının Adalet Bakanlığı’ndan maaş alıyor olması, kurumun bağımsızlığını ve tarafsızlığını zedeliyor. Bu nedenle bilimsel ve tarafsız kuruluşların hasta mahpuslarla ilgili değerlendirme raporları vermesi ve buna ilişkin yasal düzenleme yapılması gerektiğini her daim dile getirdik.”   Tutsakların yaşamı tehdit altında   Adalet Bakanlığı’nın 2024 yılında hasta tutsaklara dair paylaştığı verileri hatırlatan Gülseren Yoleri, “Adalet Bakanı, 11 ayda 709 mahpusun hastalık nedeniyle yaşamını yitirdiğini söylüyor. Dolayısıyla biz, beslenme yetersizliği, kalabalık koğuş, tecrit, işkence dediğimizde, hastaneye götürülüp getirilirken yaşanan sorunların mahpusların yaşam haklarına doğrudan etki ettiğini görmeliyiz. Tedavi edilmeyen en basit hastalık bile mahpuslar için ölümle sonuçlanabilir. Bu nedenle, altını çizdiğimiz sorunların mahpusların yaşamını tehdit ettiğini ve çözümünün yaşam hakkının korunması açısından elzem olduğunu belirtmek istiyoruz. Devletin bu konudaki sorumluluğu da göz ardı edilemez. Yasaların da belirttiği gibi, mahpusların sağlık hakkını koruyacak, insan onuruna yaraşır bir infaz sistemine ihtiyaç var. Bu sorumlulukları yerine getirmeyen yetkililerin yaşanan ağır sonuçlarda doğrudan payı olduğunu düşünüyoruz. Özellikle cezasını tamamlamış olmasına rağmen serbest bırakılmayan ağır hasta mahpuslar konusunda, yasal düzenlemelerin uygulanması gerektiğini tekrar vurguluyoruz” dedi.    ‘Hiçbir temel insan hakkı pazarlık konusu yapılamaz’   Türkiye’de sürece dair yaşanan son gelişmelere değinen Gülseren Yoleri, “Bu süreçte ilk etapta Devlet Bahçeli’nin umut hakkı ve tecrit üzerinden bazı tespitleri oldu” dedi. Atılan adımı “Bir anlamda memnuniyet verici” olarak değerlendiren Gülseren Yoleri, bazı sorunların çözümü noktasında umut yaratmış olduğunu söyledi. Gülseren devamına şunları ekledi: “Altını ısrarla çizmemiz gereken bir nokta var: Hiçbir temel insan hakkı pazarlık konusu yapılamaz. Bugün süreç adı altında yürüyen görüşmeler var. Bu süreçte umut hakkı dediğimiz şey, aslında temel bir insan hakkıdır. Tecridin yarattığı ağır sonuçlar, bir işkenceden vazgeçilmesi gerektiğine dair irade, istek ya da taleptir ve burada da insan haklarının korunmasından söz ediyoruz. Hasta mahpuslar meselesinde de bu böyledir. Süreç olumlu ilerlerse, hasta mahpuslar serbest bırakılır mı? Umut hakkı bağlamında bir yasal düzenleme olur mu? Ağır tecrit uygulamasından vazgeçilir mi? Bu sorulara cevabımız şudur: Hiçbir temel insan hakkı pazarlık konusu yapılamaz. Bu yüzden bu süreçte bunun altının çizilmesi önemlidir. Çünkü iktidarın yaklaşımı, bu meseleleri pazarlık konusu yapmaktır. Biz insan hakları savunucuları olarak bu temel soruna dikkat çekmek ve insan haklarının korunmasını talep etmek durumundayız.”   ‘Problem sadece yasalarda değil, uygulamalarda da var’   Gülseren Yoleri son olarak şöyle konuştu: “Bizim asıl üzerinde durduğumuz konu, mahpusların pazarlık konusu yapılmaması. 16. maddeyle ilgili daha önce de bazı değerlendirmelerde bulunmuştum. İnfaz Kanunu’nun 16’ncı maddesinin değiştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu yüzden bu maddenin düzgün bir şekilde yeniden düzenlenmesini bir ihtiyaç olarak görüyoruz. Problem sadece yasalarda değil, uygulamalarda da var. Bu uygulamalardan bir an önce vazgeçilmesi ve insan haklarına uygun bir şekilde kişi özgürlüğü ve güvenliğinin teminat altına alınması gerekiyor. Biz, ulaşabildiğimiz mahpuslara dair bilgileri kamuoyu ve yetkililerle paylaşıyoruz. Ancak ulaşabildiğimiz bilginin ne kadar sınırlı olduğunun en açık göstergesi, Adalet Bakanlığı’nın 5 Aralık tarihinde hastalık nedeniyle yaşamını yitirmiş mahpuslara ilişkin açıkladığı sayı oldu. Bu rakam oldukça çarpıcıydı. Bu, ülkeyi yönetenlere de Meclis’e de bir mesaj niteliğindedir. Bunun doğru okunması ve hapishanelerde yaşanan hak ihlallerinin ciddiye alınması gerekiyor. Bu yaşanan sorunların takibi ve ortadan kaldırılması için insan hakları, hukuk ve yasama alanlarında bir plan ve program hazırlanması gerekiyor. Bu nedenle saydığım tüm kurum ve ilgililerin hapishanelere daha duyarlı yaklaşmaları ve çözüm odaklı bir program geliştirmeleri temel bir ihtiyaçtır.”