‘HES ve maden projeleriyle Kürdistan insansızlaştırılıyor!’ 2025-05-26 09:04:20   Memihan Zeydan    WAN - Wan EKO-DER üyesi Ayşe Ergün, Maden ve HES projeleriyle Kürdistan’daki ekolojik tahribatlarla insansızlaştırmanın amaçlandığını belirterek, “Artan kentleşme, betonlaşma da bir nevi özel savaştır” dedi.   Kürdistan’da yalnızca toplumsal değil, aynı zamanda doğanın da savaş koşullarında yaşadığı bir yıkım var. Devletin özel savaş politikaları sadece halkı hedef almakla kalmıyor; dağları, dereleri, ormanları da susturmayı amaçlıyor. Wan’da doğa, sermayenin ve siyasi çıkarların kıskacında her gün biraz daha yok ediliyor. Büyük şirketler, iktidar destekli projelerle doğanın kalbine hançer saplarken, ekolojik tahribat artık gözle görülür bir yıkıma dönüşmüş durumda.   Wan Ekoloji Derneği (EKO-DER) üyesi Ayşe Ergün, Wan yürütülen ekolojik talana ilişkin değerlendirmelerde bulundu.   Madencilik, HES…   Wan’ın ekosistemiyle dikkat çeken bir bölge olduğunu ifade eden Ayşe Ergün, “Zilan, Hoşap çayı gibi birçok akarsuyu, deresi olan bir bölge. Son zamanlarda ise büyük tahribatların olduğunu görüyoruz. Örneğin son süreçlerde Wan’da artış gösteren madencilik faaliyetleri. Bunlar çok büyük riskler arz ediyor. Bunların yanı sıra Hidroelektrik santrali (HES) projeleri, mera yasakları ve yoğun güvenlik politikaları ile birlikte var olan ekosistem geri dönülmez tahribatlara uğruyor” dedi.   Sazlık alanlarda yüzde 40 oranında azalma    Ekolojik tahribatın Van ve çevresi açısından genel görünümüne değinen Ayşe Ergün şöyle konuştu:“2010 ve 2024 yılları arasında sazlık alanlar yaklaşık 15 bin hektarken, 2024 yılına geldiğimizde bu alanların 9 bin hektara düştüğünü görüyoruz. Bu, yaklaşık yüzde 40 oranında bir azalma demek. Meralara baktığımızda ise yerel halkın bu alanlara ulaşamadığını görüyoruz. Bunun temel sebebi, uygulanan güvenlik politikalarıdır. Bu politikalar nedeniyle insanlar söz konusu alanları kullanamıyor ve ihtiyaçlarını karşılayamıyor; öyle ki, kendi tarlalarına bile ulaşamıyorlar. Bugün Geliyê Zîlan’daki HES projesine baktığımızda, bu proje nedeniyle insanlar temel kaynaklardan biri olan suya dahi erişememektedir.”   HES’in amacı: Topraksızlaştırma    HES projelerinin ciddi oranda bir kirlilik yarattığını vurgulayan Ayşe Ergün, “Yakın zamanda Koçköprü Barajı’nda yaptığımız araştırmalarda orada çöplerin birikmesi sonucunda hava kirliliğinin oluştuğunu ve bununla da sorunların beraberinde getirdiğine şahit olduk. Kaldı ki orada ki yerel halkta o HES projesinden yararlanan bir yerde değil. HES projeleriyle amaçlanan şeylerden biri de bölgeyi topraksızlaştırma ve  insansızlaştırmaya yönelik kuruluyor. Bugün Gelîyê Zîlan’ın HES projelerinden önceki doğasına baktığımızda müthiş zengin bir doğası var. Birçok hayvanı, florayı besleyen bir yerde. Fakat şu an yüzde 25’lik bir kısmının HES projeleri ile tahrip edildiğini görüyoruz. Yani orada hem insan yaşamı hem de doğa tahribatlara uğratılıyor” şeklinde konuştu.   ‘Ekolojiye zarar verilmesi de özel savaştır’   Ayşe Ergün, her geçen gün artan betonlaşmalarında doğrudan ekolojiyle bağlantılı ve tahribata sebep olduğunu ifade ederek, “Biz eko kentler kurmayı hedefliyoruz ama şu an ortaya konulan imar planlamalarının hiçbir biri ekolojiye uygun değil. Hiçbiri eko kentlere uygun planlanmıyor. Örneğin Erçek Gölü’nün sit alanı olması, buranın imara açılması gibi. Büyük şirketlere peşkeş çekilerek sermaye odaklı imar planlamaları yapılıyor. Ve bunun Kürdistan özelinde ele aldığımızda bilinçli olarak yapıldığını da çok net görebiliyoruz. Bugün artan kentleşme, betonlaşma da bir nevi özel savaştır” sözlerini kaydetti.   ‘Kapımızın önü bile imara dahil ediliyor’   Betonlaşmanın belli bir seviyesi olması gerektiğini ama bunun tersine betonlaşmanın olduğu çok sayıda yerde ekolojik alanların yok edildiğine vurgu yapan Ayşe Ergün, “Şu an kendi evimizin bahçesinde bile çok fazla bir yeşil alandan söz edemiyoruz. Çünkü kapımızın önü bile imara dahil ediliyor. Bunun önüne geçmek için imar planlarının ekoloji göz önünde bulundurularak yapılması gerekiyor. Bu şekilde planlamalar ekolojik kentler oluşturmak adına önemli adımlardır. Bu noktada belediyelere de çok iş düşüyor tabi eğer belediyeler imar planlamalarında bu doğrultuda adımlar atılmasına özen gösterirlerse betonlaşmaya değil eko kentlerin kurulmasına hizmet etmiş olurlar” diye konuştu.   ‘Ekolojik tahribatlarla insanlar göçe mecbur bırakılıyor’   Ayşe Ergün, göç ve ekolojinin birbiriyle bağlantısı olduğuna dikkat çekerek, buna dair ise Gelîye Zîlan örneğini verdi. Gelîye Zîlan’da yapılan HES ile beraber alanın tamamıyla insansızlaştırıldığına vurgu yapan Ayşe Ergün, “Göçe zorlanarak, mecbur bırakılarak doğa insansızlaştırılıyor. Sonuç itibariyle topraktan, toprağından koparılan insanlar söz konusu. Ve artık oldukları yerde bir geçim sağlayamadıkları için mecburen göç ediyorlar. Göçle ekolojik tahribatlar birbirlerine göbekten bağlıdır. Doğ ve insan ilişkisinin koparıldığı yerlerde göçlerin arttığını görebiliyoruz. Bilhassa Kürdistan çok fazla göç veren bir noktada. Bu da doğrudan ekolojik tahribatla ilgisi olan bir konudur” ifadelerine yer verdi.   ‘Ekolojik mücadele gücünü halkın direnişinden alıyor’   Kürdistan coğrafyasında yaşayan insanların esasında doğayla iç içe olmaya yatkın olduğunu belirten Ayşe Ergün, ekolojik talanın önüne geçilmesi için bilinçlendirme çalışmaları yapılması gerektiğine değindi. Ayşe Ergün, “Kürdistan insanı topraktan kopan değil ekolojik bir yerdedir. O yüzden yerel halkı tekrar toprakla birleştirme ve yaşamlarını öyle bir noktadan örmeye yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Bunun yanı sıra halkın bilinçlendirilmesi de önemlidir. Kadınlar, gençler ve çocuklarla eğitim atölyeleri yapılabilir. Toplumsal ekolojiyi anlatmalı ki bizim bu yönde çalışmalarımız var. Örneğin Gîyadîn’de  (Diyadin) maden çalışmaları için yapılan 45 günlük eylemde tamamen yerel halk yer aldı. Bu gösteriyor ki halk ne kadar güçlüyse ekolojik mücadelede o kadar güçlü oluyor” şeklinde konuştu.