İran-İsrail gerilimi... (1)
- 09:04 5 Ağustos 2024
- Dosya
İran, tarih ve olası gelişmeler!
HABER MERKEZİ - İran ve İsrail arasında son günlerde HAMAS’ın siyasi liderinin öldürülmesinin ardından başlayan yeni gerilim ve tartışmalar sürerken, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın yıllar önce yaptığı değerlendirmeler güncelliğini koruyor.
7 Ekim 2023 tarihinde HAMAS’ın İsraıl’e yönelik başlattığı saldırının ardından İsrail, Filistin halkına yönelik bir savaş başlattı. Savaşta İsrail, şimdiye kadar 40 bine yakın Filistinliyi katletti. İsrail’in Filistin halkına yönelik saldırılarının başladığı günden bu yana bölgedeki ülkelerin durumu, tutumu tartışılıyor. Başta da İsrail ve İran’ın durumu tarihsel süreç boyunca yaşadıkları gerginliklerin hangi aşamaya evrileceği gündeme geliyor.
31 Temmuz’da HAMAS’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’nin İran’ın başkenti Tahran’da suikastla öldürülmesinin ardından İran ve İsrail arasındaki gerilimin nasıl sonuçlanacağı daha çok tartışılmaya başladı. Konuya ilişkin birçok tartışma yürütülürken İran ve İsrail arasındaki durumun tarihsel gelişimi açısından PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın savunmalarında yaptığı değerlendirmeler oldukça çarpıcı bir noktada. Biz de PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın konuya ilişkin değerlendirmelerini iki bölüm halinde derledik.
Ulus devlete karşı tavır!
Savunmalarında İran’ı ele alırken 1979 İran İslâm Devrimi’nin Orta Doğu’ya özgü sınırları çizilen ulus-devlet minimalizmine ve denge sistemine karşı önemli bir tavır geliştirdiğine işaret eden Abdullah Öcalan, İran’ın en başından itibaren İsrail hegemonyasına karşı kendi hegemonyasını dayattığını belirtiyor.
Hegemonya peşinde koşan iki güç
Türkiye ve Arap ulus-devletlerinin İsrail’in varlığını mümkün kılan ulus-devlet sisteminin meşruluğunu kabul etmiş olmalarına rağmen İran İslam Devrimi’nin çizilen statüyü olduğu gibi kabul etmediğini buna karşı bir hegemonya geliştirdiğini belirten Abdullah Öcalan, “Günümüzde gözlemlenen İran-İsrail gerginliği sadece iki ulus-devlet arasında olmayıp, hegemonya peşinde koşan iki güç sistemi arasında cereyan etmektedir” diyor.
İran devlet geleneği
İran devlet geleneğinin nasıl oluştuğuna vurgu yapan Abdullah Öcalan, devamla şunu belirtiyor: “İran devlet geleneğinin kökeni Med Konfederasyonu’na kadar (M.Ö. 1000- 550) gitmektedir. Med-Kürtlerle benzer bir kültürü paylaşmaktadır. Zerdüştlük ve Mitraizm bu kültürün tarihte varlığını duyuran iki önemli kaynağıdır. İlk İrani devlet olan Pers İmparatorluğu tamamen Med Konfederasyonu’nun izleri üzerinde kurulmuştur. Bir nevi Medlerin de başat rol oynadığı bir imparatorluk aşamasına denk düşmektedir. İlkçağ köleliğinden antikçağ (M.Ö. 1000-500) köleliğine geçişte temel rol sahibidir. Grek ve Roma antik köleciliği varlığını Pers-Med yayılmacılığına borçludur. İskender fetihleriyle başlayan Helenistik Çağ (M.Ö. 300-M.S. 300) Doğu-Batı kültürü arasında yaratıcı bir sentezi ifade eder. Roma ile Partlar ve Roma (Bizans) ile Sasaniler (yaklaşık M.Ö. 100 - M.S. 630) arasında yüzlerce yıl süren dünya hegemonya savaşlarının yarattığı derin bunalım İslâmiyet’in hegemonik güç olarak yükselişiyle sonuçlanmıştır. İran devlet geleneği İslâmî fetihlerden Safevi Hanedanlığı’nın kuruluşuna kadar geçen (M.S. 650-1500) yaklaşık bin yıllık süre boyunca kendi kültürüne yabancı Arap, Türk ve Moğol Hanedanlıkları tarafından temsil edilmiştir. Şiilik Safevi Hanedanlığı’yla devlet ideolojisi haline gelmiştir. Modern İran’ın temelleri bu dönemde atılmıştır. Kürdistan üzerinde Osmanlı İmparatorluğu’yla giriştiği hegemonik savaş 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşmasıyla sonuçlanmıştır. Kürdistan modern çağa girişte ilk defa bu anlaşmayla ikiye bölünmüştür. Kürdistan’da olası modern bir devlet oluşumu bu bölünmeyle önemli darbe almıştır. Kürt beyliklerinde iç özerklik temelinde hegemonik güçle ortak yaşama politikası iyice yerleşmiştir.
Tampon ulus devlet kurgusu
Birkaç hanedan değiştiren İran devleti, Birinci Dünya Savaşından sonra tıpkı Türkiye Cumhuriyeti ve Afgan Şahlığı örneğinde olduğu gibi İngiltere’nin hegemonik hesapları sonucu modern bir ulus-devlet olarak yeniden inşa edilmiştir. Tıpkı M. Kemal’le uzlaşıldığı gibi, Rıza Şah’a da iktidar minimal bir İran karşılığında tevdi edilmiştir. İngiltere bu dönemde minimize ettiği Türkiye Cumhuriyeti, İran ve Afgan Şahlığı’nı Sovyet Rusya’nın güneye iniş yolu üzerinde birer tampon ulus-devlet olarak kurgulamış ve tesis etmiştir. Bu alanları klasik sömürge rejimlerine dönüştürmemesi güçsüzlüğünden değil, Sovyet Rusya’nın yayılmasından çekindiği içindir. Tampon devlet politikası 19. yüzyılın başlarından günümüze kadar genellikle başarıyla uygulanan bir İngiliz sistemidir. Rıza Şah Hanedanlığı İran kültür geleneğini bir tarafa bırakan Batı taklidi bir modernite programı uyguladı. Önce İngiltere, sonra ABD ve hatta İsrail’in uydu bir rejimi olarak ayakta tutulmaya çalışıldı. Orta Doğu ulus devletlerinin uydu devlet niteliği en açık biçimiyle son Pehlevi Hanedanlığı’yla sergilenmiştir. Asker ve polis gücüyle ayakta tutulan bu devletler hegemonik gücün desteğini çekmesiyle bir günde devrilmişlerdir. Pehlevi Hanedanlığı’nın sonu da böyle olmuştur.
Siyasi olduğu kadar kültürel bir devrim
1979 İran İslâm Devrimi siyasi olduğu kadar kültürel bir devrimdir. Bu devrim gücünü sadece Şii ulemanın örgütlenmesinden almadı; tersine esas gücünü İran halkının kökleri tarihin derinliklerinde olan toplumsal kültüründen aldı. Devrim başlangıçta tıpkı Fransız, Rus ve Anadolu Devrimlerinde yaşandığı gibi demokratik ulusal nitelikteydi. Geniş bir demokratik ulusal güçler ittifakına dayanıyordu. Komünistlerden, Şii ümmetçilerinden ve başta Kürtler olmak üzere diğer İrani halkların yurtsever kesimlerinin geniş dayanışmasından kaynaklanan demokratik ulus ittifakı zaferin esas sahibiydi. Ama tarihsel ve toplumsal yönetim geleneği daha güçlü olan Şii ulema ve orta tüccar (bazar) zümresi kısa süre içinde kendi hegemonyasını kurdu. Diğer müttefiklerini acımasızca ezdi. 1920’lerin Türkiye Cumhuriyeti’nde de benzer hegemonik bir süreç yaşanmıştı. Devrimin demokratik ulus temeli Şii ulema tarafından saptırılsa da, özünde kapitalist moderniteye aykırılık teşkil etmekteydi. Şii oligarşi tarihsel ve kültürel anlamı oldukça büyük olan bu anti kapitalist birikimi kapitalist sistemin hegemonik güçlerine karşı varlığını meşrulaştırmada bir koz olarak kullanmak istedi. Halen de bu temelde kullanmak istemektedir. İran oligarşisinin tüm çabası devrimin anti-modernist (antikapitalist) temelini Batılı hegemonik güçlere karşı bir silah olarak kullanarak, Ortadoğu ulus-devlet dengesinde onaylanmış ve itibarlı bir konuma yerleşmektir. Farklı bir modernite anlamında özünde kapitalist moderniteyle çelişkisi yoktur. Sistemle var olan çelişki, tıpkı Arap ulus-devletlerinde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci ve ikinci aşamalarında taktik hesaplarla sistem içinde azami pay elde etme, onaylanma ve desteklenme karşılığında yararlanmalarına benzer bir amaçla kullanılarak, aynı sonuçlar elde edilmek istenmektedir. İran geleneğinde güçlü bir konumda olan bazar’ın tipik tüccar pazarlığı söz konusudur. İran’da çelişki tam da bu noktada başlamaktadır. Güçlü kültürel gelenek kapitalist moderniteyle uzlaşmış bir Şia oligarşisini de kabul etmemektedir. Dolayısıyla İran’daki çelişkinin iki alternatif modernite arasında bir mücadeleye dönüşme şansı her zaman vardır. Türkiye ve Arap ulus-devletlerinin aksine kolayca tasfiye edileceğe de benzememektedir.”
İran oligarşi ve İsrail’in Orta Doğu üzerindeki hegemonik çatışması
Günümüzde İran oligarşinin İsrail’le Orta Doğu üzerinde hegemonik bir çatışmaya girdiğine dikkat çeken Abdullah Öcalan, “Özellikle nükleer çalışmalarını bu amaçla ikinci bir koz olarak kullanmaya çalışmaktadır. Şia geleneği tarihte de hegemonya peşinde koşmuştur. Arkasında binlerce yıllık hegemonik bir İran’ı silah olarak tutmakta, fakat kapitalist modernite koşullarında kendi gücünü abartmaktadır. Sistemin azami küreselleştiği bir çağda, eğer köklü modernite tercihine yönelmezse, İran Şia oligarşisinin başarı şansı çok zayıftır” diyor.
İki yol
İran’ın kendisini BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) ülkelerine benzeterek blok oluşturma hesapları yaptığını ifade eden Abdullah Öcalan, gelişmelerin olası yönlerine ilişkin şu değerlendirmeyi yapıyor: “AKP’nin İkinci Cumhuriyeti ile de anti-PKK temelinde kurmaya çalıştığı ittifakı Suriye ile birlikte genişletmek istemektedir. Tüm bu hesapların hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Diğer bölge ulus devletleri gibi İran ulus-devletinin önünde de sorunlarını iki eksenli çözme yolu vardır. Birinci eksenin çözüm vaadi, tıpkı Şahlık rejimi gibi sistemle uzlaşmaktır. Aslında Şia oligarşisi buna hazırdır. Ama sistem kendisini olduğu gibi kabul etmemektedir. Fakat yürütülen uzlaşma görüşmeleri ya barışçı yolla ya da savaş yoluyla kapitalist hegemonik güçler lehine sonuçlanmak durumundadır. İkinci olarak sorunların çözümü gündeme girdiğinde, sistemden radikal bir kopuş söz konusu olacaktır. Bu da hem Şia oligarşisi hem de Batılı hegemonik güçler (başta İsrail) çözümsüz ve güçsüz kaldıklarında devreye girmesi kaçınılmaz olan demokratik modernite çözümü olacaktır.”