Kayıp yakınları: Cezasızlığa karşı adalet mücadelesi sürüyor

  • 14:13 5 Ekim 2024
  • Güncel
HABER MERKEZİ - Kayıp yakınları, bu hafta da gerçekleştirdikleri eylemde, cezasızlık politikalarına karşı adalet ve barış arayışını sürdürmekte kararlı olduğunu vurguladı.  
 
İnsan Hakları Derneği (İHD) ve kayıp yakınları, “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” şiarıyla Amed, Colemêrg ve Êlih'te bu hafta da eylemlerine devam etti. 
 
Amed 
 
İHD ve kayıp yakınları, “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” şiarıyla Amed’in Rezan (Bağlar) ilçesinde bulunan Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde bir araya geldi. Kayıpların fotoğraflarının taşındığı eylemde bu hafta, 1992 yılında Pasûr (Kulp) ilçesinde üç uzman çavuş tarafından Narin Otel’de katledilen Vahit Narin’in hikayesi paylaşıldı. Vahit Narin'in hikayesini İHD Kayıp Komisyonu üyesi Fırat Akdeniz okudu.
 
'Kayıplarımızın mezarı olsun'
 
Açıklama öncesi kısa bir konuşma yapan Cumartesi Anneleri'nden Hanım Tosun, gözaltında kaybedilmelerin temel nedeninin, Kürt dili ve kimliğine yönelik saldırılar olduğunu vurguladı. Hanım şunları söyledi: "Onlar dillerine, kültürlerine ve kimliklerine sahip çıktıkları için gözaltına alınıp kaybettirildi; devletin hedefi oldu. Onlar yapınca siyaset oluyor, biz yapınca neden olmuyor? Bizler kayıplarımızı soruyoruz. Neden kaybettirildiler? Herkesin kendi diliyle konuşma, kimliğine sahip çıkma hakkı var ama konu Kürtler ve Kürdistan olunca her şey yasak oluyor. Bir an önce kayıplarımızın akıbetini gün yüzüne çıkarsınlar. Bizler devletten bunu istiyoruz. Demokrasi istiyoruz diyorlar, eğer demokrasi istiyorsanız bizlere, İstanbul'da Galatasaray Meydanı’na, Koşuyolu’ndaki halimize bakın. Onların akıbetini ortaya çıkarın. Bizler kayıplarımızın önünde saygıyla eğiliyoruz, kayıplarımızın mezarı olsun."
 
Sokağa çıkma yasağı ve yakılan iş yerleri
 
Vahit'in kaybedilişini anlatan İHD Kayıp Komisyonu üyesi Fırat Akdeniz, ilk olarak olayın nasıl başladığına değindi. Fırat, "2 Ekim 1992’de Kulp merkezde çıkan çatışmada üç askerin yaşamını yitirmesi üzerine ilçe merkezi ablukaya alındı. Akşam karanlığı basmak üzereyken Kulp ilçesi güvenlik güçleri tarafından tarandı. Dükkanlar yakılıp yıkılırken, sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve ilçenin dış dünya ile bağlantısı kesildi. Kulp’a giriş-çıkışlar yasaklandı, evler tek tek arandı, çok sayıda insan gözaltına alındı. Sokağa çıkma yasağı dört gün sürdü. Yasağın sonunda Kulp merkezi harabeye dönmüş durumdaydı. Şehirde hasar görmemiş ev ve iş yeri kalmadı. Kulp’un tek oteli olan Narin Otel de yakılan iş yerlerinden biriydi" dedi. 
 
Cenazesi otelle beraber yandı 
 
Ardından, çatışmanın olduğu gün üç uzman çavuşun Narin Otel'i basarak Vahit Narin’i katlettiğini söyleyen Fırat, şöyle devam etti:  anlatıldığı hikaye şu şekilde devam etti: "Çatışma günü saat 14.00 civarında, üç uzman çavuş Narin Otel’in bodrum katına tekmeyle kapıyı kırarak girer. Askerler bodrumda bulunan otel müşterilerini lobiye çıkartıp ardından sırtlarına dipçiklerle vurarak herkesi yüzüstü yere yatırır. Yüzüstü yatanlardan biri, uzman çavuşa 'Ben de asker çocuğuyum, neden böyle yapıyorsunuz?' diye sorunca uzman çavuş, 'PKK’liler buradan ateş etti bize' der. Yerde yüzüstü yatan otel müşterilerinden biri, 'Hepimiz buraya sığındık, kimse buradan ateş etmedi' cevabını verir. Otelde Vahit Narin, müşterilerle beraber Vahit Narin’in oğlu ve akrabaları da bulunmaktadır. Daha sonra askerlerden biri, 'Narin hanginiz?' deyince, yüzüstü yatırılanlar arasında 'Benim' diyen Vahit Narin, askerler tarafından lobinin arka tarafına götürülür ve o an iki el silah sesi duyulur. Vahit Narin, iki uzman çavuş tarafından katledilir. Otelde bulunanlar karakola götürülür. Otelin deposunda bulunan ipekböceği kozaları askerler tarafından bütün odalara dağıtılır ve kozalar ateşe verilir. Vahit Narin’in cansız bedeninin içinde bulunduğu otel yakılır."
 
Dosya AİHM’e taşındı
 
Vahit'in katledilmesinden sonra açılan davada yıllarca hukuki bir değişiklik olmadığını dile getiren Fırat, “Daha sonra otopsi işlemleri için savcılık tarafından aile çağrılır. Otopsi işlemlerine katılan Vahit Narin’in oğlu şikayetçi olur. Yıllarca devam eden bu süreçten bir sonuç elde edilmez. Aile, daha sonra dosyayı AİHM’e taşır. AİHM, bu davada Türkiye’yi mahkûm eder” ifadelerine yer verdi. 
 
Eylem, açıklamanın ardından oturma eylemi ile sona erdi. 
 
Êlih 
 
İHD ve kayıp yakınları, 653’üncü haftalarına giren eylemlerinde, Gülistan Caddesi'ndeki İnsan Hakları Anıtı önünde basın açıklaması yaptı. "Kayıplar bulunsun, failler yargılansın" yazılı pankartın açıldığı eyleme, İHD Eş Genel Başkanı Hüseyin Küçükbalaban ve birçok kişi katıldı. Hüseyin, kayıpların akıbetini sormaya devam edeceklerini belirterek, kayıp yakınlarının mücadelesine dikkat çekti ve "Sadece kayıplarımızı bulmanızı değil, barışı da istiyoruz" dedi.
 
Bu hafta, Amed’in Farqîn (Silvan) ilçesinde, 20 Eylül 1994'te kaçırılan ve o tarihten sonra kendisinden bir daha haber alınamayan 55 yaşındaki Ahmet Biçimli'nin akıbeti gündeme getirildi.
 
Hizbullah İzi
 
İHD Êlih Şube yöneticilerinden Melek Atalay, Ahmet Biçimli'nin hikâyesini okudu. Evli ve 7 çocuk babası olan Ahmet Biçimli'nin, Farqîn'in Korit (Umur) köyünde yaşadığını belirten Melek, şunları söyledi: “1994'ün ortalarında, eşi ve yengesiyle birlikte köyünden Farqîn’e gitmek üzere yola çıkan Ahmet Biçimli, yolda yüzleri maskeli bir grup Hizbullahçı tarafından durduruldu. Kimlik kontrolü yapmak isteyen grupla tartışma çıkınca ‘dikkatli olması’ konusunda tehdit edildi. Bir başka sefer, yalnızca eşiyle birlikteyken yine kimlik kontrolü için durduruldu ve sürekli tehditler aldı.
 
Bu olaylardan yaklaşık beş ay sonra, 20 Eylül 1994'te tekrar Farqîn’e giderken, Heremşeytan köyü civarında Hizbullahçılar tarafından bir kez daha yolu kesildi. Çobanların anlattığına göre, gözleri arkadan bağlanarak zorla beyaz bir araca bindirildi. Olayı gören çoban, daha sonra gördüklerini inkâr etti ve tanıklık yapmaktan kaçındı. Akşam eve dönmeyince ailesi, o gün Silvan'a giden tanıdıklarına Ahmet’i sordu ancak herhangi bir bilgi alamadı. Eşi, oğlu ile birlikte Silvan İlçe Jandarma Komutanlığı’na giderek Ahmet’in akıbetini sordu, ancak yine bir sonuç alamadı. Daha sonra, Hizbullah’a ait sığınakların bulunduğu bilinen bir köye, o gün gözleri bağlı birinin götürüldüğünü öğrendiler. Aracı olabileceğini söyleyen bazı köylüler, bir miktar para toplamalarını, böylece Ahmet Biçimli’yi kurtarabileceklerini söylediler. Aile parayı hazırladı, ancak sonuç alamadı. Biçimli ailesinin devlet nezdinde yaptığı tüm girişimler sonuçsuz kaldı. O günden sonra Ahmet Biçimli’den bir daha haber alınamadı.”
 
Açıklama, yapılan oturma eylemi ile sona erdi.
  
Colemêrg
 
İHD Colemêrg Şubesi ve kayıp yakınları, 143’üncü haftalarına giren eylemlerinde, Gever (Yüksekova) ilçesindeki Sanat Sokağı’nda bir araya geldi. Bu haftaki eylemde, 24 Ağustos 1996 tarihinde Colemêrg’in Xenanis köyünde operasyon sırasında askerler tarafından gözaltına alınan ve bir daha haber alınamayan 5 çobanın akıbeti sorgulandı. Eyleme, Gever Belediye Eşbaşkanı Şoreş Diri ve çok sayıda kişi katıldı.
 
İHD üyesi Pınar Zengin, operasyon sırasında 5 çobanın gözaltına alındığını ve yapılan tüm başvurulara rağmen çobanların akıbetine dair bir bilgiye ulaşılamadığını belirtti. Pınar, “Çobanların akıbetine dair yapılan başvurular cevapsız kaldı, bu sebeple aileler Hakkari Valiliği'ne başvurdu. Valilik, ‘söz konusu çobanların gözaltına alınmadığını, kendi iradeleriyle PKK'ya katıldıklarını’ belirten bir yanıt verdi. Aileler, Hakkari'de görev yapan üst rütbeli bir askeri personelin Susurluk Komisyonu'nda birçok yasa dışı eylemle ilgili ifade verdiğini medyadan öğrendi. Aileler, avukatları aracılığıyla bu askeri personel H.O'nun komisyon tarafından dinlenmesini talep etti. H.O, 26 Ağustos 1996'da gözaltına alınan çobanların askerler tarafından katledildiğini itiraf etti. Ancak bu itiraflara rağmen, cezasızlık politikası devreye girdi ve açılan davada ilerleme kaydedilemedi” dedi.
 
‘5 insanın akıbeti açıklansın’
 
Pınar, soruşturmalarda ilerleme sağlanamaması üzerine kayıp çobanların ailelerinin 16 Mayıs 2004'te AİHM'e başvurduğunu belirtti ve şöyle devam etti: “Başvuru sonucunda Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin yaşam hakkını düzenleyen ikinci maddesini ihlal etmekten ve 13. madde uyarınca etkili başvuru hakkını sağlamadığı gerekçesiyle mahkûm oldu. Ailelere tazminat ödenmesine karar verildi. Böylece Türkiye yargısının örtbas etmeye çalıştığı ‘Otluca Köyü Katliamı’ dosyasındaki gerçekler, uluslararası bir yargılamayla gün yüzüne çıktı. Yargı eliyle inşa edilmeye çalışılan cezasızlık duvarı, bu ülkedeki insan hakları mücadelesinin en büyük engelidir. Yasalar belli kurallara bağlıdır ve insan yaşamının kutsallığını hiçe sayan hiçbir ahlaki ya da hukuki gerekçe kabul edilemez. Mücadelemizle bu zihniyeti yıkacağız. Hakkari Otluca Köyü'nde kaybolan 5 insanımızın akıbeti açıklansın, sorumlular yargılansın.”
 
Eylem, oturma eylemiyle sona erdi.