Kayıpların akıbetini sordular

  • 12:14 27 Temmuz 2024
  • Güncel
 
HABER MERKEZİ - Kayıp yakınları bu haftaki eylemlerinde 32 yıl önce katledilerek cenazesi zırhlı aracın arkasında sürüklenen ve Özgür Gündem gazetesinin “İnsanlık sürükleniyor” manşeti ile hafızalara kazınan Mesut Dündar’ın faillerini sordu. Kayıp yakınları Colemêrg ve Dêrsim'de de bir araya gelerek kaybedilenlerin akıbetini sordu.
 
İnsan Hakları Derneği (İHD) ve kayıp yakınları Amed, Dêrsim ve Colemêrg'de (Hakkari) kaybdilen yakınlarının akıbetini sorarak faillerin yargılanmasını istedi. 
 
Amed
 
İHD Amed Şubesi ve kayıp yakınlarının her hafta, “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” talebiyle gerçekleştirdiği eylem 807’nci haftasında devam etti. Koşuyolu Parkı’nda bulunan İnsan Hakları Anıtı önünde gerçekleştirilen eyleme, çok sayıda kayıp yakını ile İHD üyesi katıldı. Açıklamada kayıpların fotoğraflarının yer aldığı pankart açıldı. 
 
Bu hafta 1992 yılında Şirnex’in (Şırnak) Cizîr (Cizre) ilçesinde kaybettirilen Mesut Dündar’ın hikâyesi paylaşıldı.
 
‘Yoğun işkencelere maruz bırakılıyor’
 
Mesut Dündar’ın kaybedilme hikayesini paylaşan İHD Amed Şubesi Kayıp Komisyonu üyesi avukat Berfin Elçin, “Çocukken menenjit hastalığına yakalanan Dündar maddi imkânsızlıklar nedeniyle tedavi olmadığı için zihinsel engelli olarak yaşamanı sürdürmektedir. Mesut Dündar, Cizre’de yapılan gösterilerde sarı, kırmızı, yeşil flamaları taşıdığı için 3 kez gözaltına alınır ve yoğun işkencelere maruz kalır. 1992 yılının Temmuz ayında Cizre Emniyeti’ne bağlı polisler, ailesi ile birlikte yaşayan Dündar’ın evine baskın yaparak; ‘Mesut’u Elazığ akıl hastanesine götürmek için geldiklerini’ söyler. Polisler, Mesut ve babasını evden alarak götürür. Daha sonra Mesut’u Cizre Hastanesi’ne yatırırlar. Ancak Mesut, korkup hastane camından atlayarak kaçar” dedi.
 
‘Ölümle tehdit edildi’
 
Polisin, 3 gün boyunca Mesut’un babasını da yanlarına alarak civar köylerde Mesut’u aradığını belirten Berfin, bu sırada babasının yoğun işkenceye maruz kaldığını kaydetti. Berfin, “Baba, oğlunu bulamaması durumunda ölümle tehdit edilir. Baba, onu getireceğine dair söz verince polislerce serbest bırakılır. Mesut Dündar eve geri dönmez, ancak her gün ailesini telefonla arar. Bu sırada polisler de her gün evlerine baskın yapar. Dündar’ın ailesini telefonla aradığı bir gün, polisin eve baskın yapmaması üzerine aile yakalandığını düşünür” sözlerine yer verdi.
 
Berfin, hikâyenin devamında şu ifadelere yer verdi:
 
“6 Eylül 1992 tarihinde Mesut Dündar’ın cenazesi, Sulak köyü Şeyh Değirmenci Su Değirmeni’nin yanında elleri arkadan bağlı boğulmuş bir halde bulunur. Sulak köyünde olayı gören çok sayıda görgü tanığının beyanlarına göre; Mesut Dündar’ı olay yerine getiren biri polis 3 silahlı sivil giyimli kişilerdir. Olay yerine gelen askerler, cenazenin altında bubi tuzağı olabileceği gerekçesiyle cenazeyi bir zırhlı aracının arkasında sürükler. Özgür Gündem gazetesinin 19 Kasım 1992 tarihli manşet haberinde ‘İnsanlık sürükleniyor’ fotoğrafı uzun yıllar hafızlara kazınır. Mesut Dündar’ın cesedinde yoğun işkencelerden kaynaklı, kesiğe bağlı çok sayıda yara izine rastlanır. Daha sonra cenaze ailesine teslim edilir.
 
AİHM mahkûm etti
 
Mesut’un infazıyla ilgili Savcılık, ailenin ifadesine başvurmaz. Aile, 13 Eylül 1994 tarihinde Cizre Cumhuriyet Savcılığı’na yazılı başvuruda bulunur. Cizre Cumhuriyet Savcılığı, 12 Nisan 1996 tarihinde ailenin ifadesini alır. Olaydan yaklaşık 4 yıl sonra ailenin ifadesinin alınmasının nedeni, ailenin 3 Mart 1995 tarihinde AİHM’e başvurulmuş olmasıdır. AİHM, 2005 Yılında Mesut Dündar davasında ‘yaşam hakkı ihlalinden’ Türkiye’yi mahkûm eder.”
 
Açıklama yapılan oturma eylemi ardından sona erdi.
 
 
Colemêrg
 
İHD Colemêrg (Hakkari) Şubesi ve kayıp yakınları, kayıplar bulunsun, failler yargılansın şiarıyla eylemlerinin 133’üncü haftasında bir kez daha Gever ilçesinde bulunan Sanat Sokağı’nda bir araya geldi. KESK Platformu Gever şubesi üyeleri, DEM Parti, DBP ilçe örgütü yöneticileri eyleme destek verdi. Eylemede, “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” pankartını yanı sıra katledilen ve kaybedilenlerin fotoğrafları taşındı. Bu haftaki eylemde 24 Temmuz 1994 yılında Colemêrg’in Şemzînan (Şemdinli) ilçesinin Bêsosin köyünün Bêgalte mezrasında gözaltına alındıktan sonra katledilen ve akıbeti faili meçhul bırakılan Naci Şengül, Salih Şengül, Hayrettin Öztürk ve 11 köylünün katledilmesi olayını kamuoyuna paylaşarak akıbetleri soruldu.  
 
'Gözaltında kayıplar politikasından vazgeçmeye çağırıyoruz'
 
 Zorla kaybetme suçu cezasızlık sisteminin varlığında gerçekleştiğini ve devam edecek iklimi bulduğunu söyleyen İHD Colemêrg Eşbaşkanı Sibel Çapraz, insanlığa karşı işlenen suçlarda hukuk yolunun açılmaması insan haklarının sistematik ve yaygın olarak ihlal edilmesine neden olduğunu söyledi. Cezasızlık sisteminin, toplumu hukuktan ve adaletten uzaklaştırdığını, huzur ve güven içinde geçen bir toplumsal yaşamı imkansızlaştırdığını söyleyen Sibel, “133 haftadır Hakkari’den gözaltında kaybetme suçunun cezasız bırakılmasına itiraz ediyoruz. Hükümeti ve adli makamları kaybedilenlerin varlığının inkârı ve kaybedenlerin cezasız bırakılmalarından ibaret olan gözaltında kayıplar politikasından vazgeçmeye çağırıyoruz” dedi.   
 
'Baskı ile karşılaşan köylüler göç etmek zorunda kaldı'
 
Şemzînan ilçesinin Bêsosin köyünün Bêgalte mezrasında Yarbay Ali Çamurcu'nun başında bulunduğu jandarma düzenlediği ve insanları evlerinden çıkarıp köy meydanına toplayan askerlerin, erkekleri ekibi baskın çırılçıplak soyduğunu aktaran Sibel, baskın günü köylülere ağır işkenceler yaptığını söyledi. Olay günü yaşananları kabul etmeyerek tepki gösteren iki kadının ağır şekilde şiddet gördüğünü ifade eden Sibel, “Evler yakıldı, hayvanlar telef edildi. Naci Şengül, ve beraberindeki 6 kişi diğer köylülerin gözü önünde işkenceye uğradı ve gözaltına alındı. Olayın duyulması ile köye gelen akrabaları Salih Şengül ve Hayrettin Öztürk ve diğer 5 köylüde hemen orada gözaltına alındılar. Gözaltına alınmamak için direnen bir başka yurttaş ise köy meydanında katledildi. Olayın yankılanmasının ardından gözaltına alınanların akrabaları ve sivil toplum örgütleri gözaltına alınanların serbest bırakılması için her ne kadar  çağrılar yapsa da bu çağrılar karşılık görmedi. Olay dönemin Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Sema Pişkinsüt tarafından TBMM'ye taşındı, dosya gündemleştirilmeden kapatılmaya çalışıldı. 14 köylüden ise bir daha haber alınamadı. Naci Şengül, Salih Şengül, Hayrullah Öztürk’ün aileleri tıpkı diğer aileler gibi cumhuriyet savcılığına başvuruda bulundu. Olayı inkar eden resmi kurumlar takipsizlik kararı ile ailelerin başvurusunu sümenaltı etmek istedi. Büyük baskı ile karşılaşan köylüler de göç etmek zorunda kaldı” ifadelerini kullandı. 
 
'İşlenen katliam Ahim tarafından kayıt altına alındı'
 
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı makamına 2011 yılında bir askeri erin mektup gönderdiğini belirten Sibel, “Olayın yaşandığı dönemde karakolda askerlik görevini yerine getirdiğini, köylülerin 5 gün boyunca ağır işkenceler gördüğünü, JİTEM’ci olduklarını söyleyen sakallı kişiler tarafından tabur içinde açılan bir çukura götürülen köylülerin silahlarla tarandığı ile ilgili olarak beyan verdi. Savcılık olayın araştırılması için görevlendirmeler yaptı. Yarbay Ali Çamurcu ve Astsubay Fatih Akça’nın cinayet,  gasp, düşüğe neden olma, köyü terk etmeye zorlama gibi suçlardan yargılanmaları için izin istenirse de soruşturma izni verilmedi. Aileler AİHM’ye başvuruda bulundu. Her ne kadar Türkiye yargısı köyde çatışma çıktığı iddiası üzerine bir savunma hazırlamış olsa da olay yeri tutanakları, meclis raporları, görgü tanıklarının beyanları üzerine karar veren Avrupa İnsan Hakları mahkemesi büyük dairesi Türkiye’nin AİHS’nin ‘Yaşam hakkını’ düzenleyen 2’inci maddesi ‘işkence yasağını’ düzenleyen 3’üncü maddesi ve ‘özgürlük ve güvenlik hakkı’ başlıklı 5’inci maddelerini hilal ettiğine karar verdi. Böylelikle işlenen katliam Ahim tarafından kayıt altına alındı” dedi. 
 
'30 yıldır adalet arıyoruz'
 
 Naci Şengül, Salih Şengül, Hayrettin Öztürk ve katledilen diğer köylüler için 30 yıldır adalet aradıklarını söyleyen Sibel, “Gözaltında işkence ile katledilen insanlarımızın hayatları kanun maddeleri içindeki sınırlamalara tabi tutulmadan insanlığa karşı işlenmiş suçlar gerekçesi  ile ele alınmalı ve sorumlular bir an önce adil bir yargı önünde hesap vermelidir. Buradan yetkinlere bir  daha sesleniyoruz; Naci Şengül, Salih Şengül, Hayrettin Öztürk ve diğer köylülerin akıbeti açıklansın, sorumlular yargılansın” dedi. 
 
Açıklama ardından 1 dakikalık oturma eylemi düzenlendi. 
 
 
 
Êlih
 
Êlih’te İHD ve kayıp yakınları, eylemlerinin 643’üncü haftasında Gülistan Caddesi’ndeki İnsan Hakları Anıtı önünde bir araya geldi. “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” pankartının açıldığı eyleme, insan hakları savunucularının yanı sıra Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), Medeniyetler Beşiğinde Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma, Dayanışma, Birlik ve Kültür Derneği (MEBYA-DER) yöneticileri katıldı. 
 
Eylemde konuşan İHD Êlih Şubesi yöneticisi Erkan Kolkaldıran, kayıpların akıbetleri bulunana ve failleri yargılanana kadar mücadele edeceklerini söyledi. 
 
Ardından Êlih’te 29 Temmuz 1992 tarihinde 3 kişinin silahlı saldırısında yaralanan ve 30 Temmuz günü yaşamını yitiren Özgür Halk Êlih Temsilcisi Çetin Abayay’ın hikâyesi okundu. 
 
Çetin Abayay’ın hikayesi şöyle: “Çetin Abayay, 1992 yılının Mayıs ayı başlarında Özgür Halk’ın Êlih Temsilcisi olarak çalışıyordu. Defalarca gözaltına alındı, 29 Temmuz’da saat 19.30’da evine giderken saldırıya uğradı. İkisi 18-19 yaşlarında, biri 25 yaşlarında olan 3 saldırgan, daha sonra yanındaki arkadaşına da ateş etmek istedi ama silahları tutukluk yapınca kaçtılar. Abayay, silahlı saldırıda ağır yaralandı, Batman Devlet Hastanesi’ndeki ilk müdahalenin ardından kaldırıldığı Diyarbakır Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 30 Temmuz günü yaşamını yitirdi.”
 
Buradaki açıklama da oturma eyleminin ardından son buldu.
 
Dêrsim
 
İHD Dêrsim Şubesi de, “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” talebiyle Sanat Sokağı’nda açıklama yaptı. 1009’uncu kez gerçekleştirilen açıklamaya, Dêrsim Milletvekili Ayten Kordu, siyasetçi Sabahat Tuncel, siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin yanı sıra çok sayıda kişi katıldı. Eylemde 27 Temmuz 1992 de valiliğin tahsis ettiği ve içerisinde 4 kişinin bulunduğu bir araçla kaçırılan ve 13 gün sonra Xarpet’te Karşıyaka Kartaltepe mevkiinde boş bir arazide gömülü olarak bulunan Ayten Öztürk’ün hikayesi anlatıldı.
 
Açıklamada ilk olarak konuşan Ayten'in babası Hıdır Öztürk, kızını katleden JİTEM’in sorgulanmadığını ve katliamın yaşandığı tarihten bu yana hukuksuzluklarla karşılaştıklarını kaydetti. Devlete çağrıda bulunan Hıdır, faillerin ortaya çıkarılmasını ve dönemin jandarma alayı ile valisinin yargılanmasını istedi. Kızı için Kürtçe ağıt yakan Hıdır, hak, hukuk, adalet talebinde bulundu.
 
‘Yükümlülükler yerine getirilmeli’
 
Ardından Ayten Öztürk’ün hikayesini paylaşan İHD Dêrsim Şube Eşbaşkanı Gürbüz Solmaz, Ayten Öztürk’ün kaybettirilme hikayesini okuduktan Ayten’in işkence ile katledilip bedeninin   kaybedilmesinin uluslararası hukuka aykırı olduğunu ve bu yüzden zaman aşımına tabi olamayacağını söyledi. Gürbüz devamında şu ifadeleri kullandı:  “1009. haftamızda siyasi ve adli makamları bir kez daha Ayten Öztürk dosyasında Uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmeye ve ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için etkili bir giderim yolu sunmaya çağırıyoruz.” 
 
'4 kişi bulunan beyaz bir araçla kaçırıldı'
 
Ayten'in babası ve 3 kızı ile karakola çağrıldığı ifade edilen hikayede üç kardeşin daha sonra  Dêrsim'den sürüldüğünün anlatıldı. Hikayede,  "Hıdır Öztürk’ün Dersim’de kalan kızı Ayten Öztürk, Mazgirt ilçesine bağlı Akpınar'daki Tunceli İl Özel İdaresi'ne ait bir fabrikada çalışıyordu. 27 Temmuz 1992 akşamı mesai çıkışı sonrasında içinde 4 kişi bulunan beyaz bir arabayla kaçırıldı. Kaçırılan Ayten, 8 Ağustos 1992 tarihinde Elazığ Karşıyaka Kartaltepe mevkiinde, bir eli dışarıda kalmış şekilde gömülü olarak bulundu. İşkenceden tanınmayacak hale gelmiş Ayten'in kimlik teşhisi giysilerinden yapılabildi. Ancak işkence bulguları otopsi raporunda yer almadı, doktorlar detaylı otopsi yapmadı. Açılan soruşturma hızla kapatıldı. Bizzat JİTEM komutanı Cem Ersever ve JİTEM elemanı Abdülkadir Aygan, Ayten Öztürk’ün Yeşil ve ekibi tarafından OHAL Valiliği’nce, Yeşil’e tahsis edilen beyaz Land-Rover araç ile kaçırdığını, daha sonra Diyarbakır JİTEM’e götürdüğünü ve burada üç gün boyunca işkence gördükten sonra infaz edildiğini açıkladı ve bu açıklamalar basında da yer aldı" ifadelerine yer verildi.
 
'Dava cezasızlıkla sonuçlandı'
 
Ardından hikâye Ayten'in babasının suç duyurusunda bulunmasına ve bunun üzerine dosyanın yeniden açılmasına dair aktarımlarla devam etti. Hikâye şu şekilde devam etti: "İşkence ile katledenler, bedenini kaybedenler ve insanlığa karşı bu suçu örtbas edenler biliniyor olmasına rağmen, dosyada tanıklar, deliller, itiraflar olmasına rağmen dava, 21 Eylül 2022’de zamanaşımından düşürülerek cezasızlıkla sonuçlandı. Tüm yasal yolları tüketen ama sonuç alamayan aile, 2013 yılında Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. 21 Nisan 2016 tarihinde Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 17. Maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında, etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verdi. Kararın bir örneğini ihlal sonuçlarının ortadan kaldırılması için Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdi. Ancak sonuç yine değişmedi; dava zamanaşımından düşürülerek cezasızlıkla sonuçlandı.”