15 Şubat komplosunun Orta Doğu’ya etkisi
- 09:01 12 Şubat 2024
- Güncel
Melek Avcı
ANKARA - PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik uluslararası komplo 26’ıncı yılına girerken NATO’nun Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında bölge hala savaş ve çatışmaların merkezi konumunda.
Orta Doğu’yu kasıp kavuran ve bir yere varamayan savaş bizi 9 Ekim 1998 ve 15 Şubat 1999 tarihine götürüyor. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni hayata geçirmesinin ilk adımı olan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ a yönelik komplonun ardından bölgenin savaş çıkmazı başlamıştı. PKK Lideri Abdullah Öcalan, Orta Doğu’ya müdahaleyi şu ifadelerle özetliyor: “Büyük Orta Doğu Projesi’nin hayata geçirilişinin kilit adımlarından biri ve ilki bana yönelik olan operasyondu. Ecevit’in ‘Öcalan’ın niçin teslim edildiğini bir türlü anlamadım? demesi boşuna değildi. Birinci Dünya savaşı nasıl Avusturya veliahdının bir Sırp milliyetçisi tarafından vurulmasıyla başlatıldıysa, bir nevi ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ da bana yönelik operasyonla başlatılmıştı… Konumumuz ve stratejimiz, geleneksel ve güncel olarak büyük önem arz eden Ortadoğu’daki bu dengeyi ve hegemonyayı tehdit ediyordu. Ya bu hegemonyanın yörüngesine girecek ya da tasfiye edilecektik."
BOP için ilk çatışmalar
Uluslararası hegemonik güçlerin çıkarları doğrultusunda ve varlıklarını sürdürmek üzere ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ komplo ile başlatılmıştı. Hem Kurdistan hem de Orta Doğu zenginlikleri, kaynakları iştah kabartıyordu. Kapitalist sistem ve faşizme karşı bir mücadele gelişirken rakiplerin buna el atması ve sistemi koruması gerekiyordu. Yükselen sol hareketler, Çin Devrimi ve SSCB’ye karşı kurulan NATO ve Batı Avrupa (AB altında örgütlenme) Üçüncü Dünya Savaşı'nın temel dayanaklarından birini oluşturmuştu. SSCB’nin devreden çıkmasıyla birlikte kartları yeniden dağıtmak ve bir dizayn gerekiyordu bu yüzden öncelikli engele yani Kürt hareketine ve PKK Liderine yönelme olmuştu.
Savaşı başlatmak için provokasyon saldırıları
ABD’nin Körfez müdahalesi ve komployla başlayan süreç 11 Eylül 2001’de İkiz Kuleler provokasyonuyla Afganistan ve Irak savaşını başlattı. Günümüzde Türkiye iktidarının işgal için sıkça kullandığı “terörle mücadele” adı altında Orta Doğu’ya NATO müdahalesi başlatıldı. Yeniden dizayn sürecine alınan bölgeye Kürtler ve Kurdistan toprakları da dahil edilerek “ılımlı İslam” modeli uygulamaya konuldu. AKP ise bu projenin en büyük destekçisi olarak ön sıralarda yer aldı.
El-Kaide’nin yatırımcısı Suudi Arabistan’a torpil
İkiz Kuleler saldırısını gerçekleştiren El Kaide’nin asıl ailesi olan Suudi Arabistan bir kenara bırakılarak Afganistan ve Irak işgali başlatıldı. 7 Ekim 2001’de Afganistan’da savaş başlatan ABD ve İngiltere, Usame bin Ladin'in yakalanması ve Taliban ve buradan beslenen diğer örgütlerin yok edilmesiyle harekâtı bitirecekti. 30 Ağustos 2021’de askerlerini tamamen geri çeken NATO’nun bir kaos yaratmaktan öteye gidemediğine tüm dünya şahitlik etti. Başta Taliban’ın gücü zayıflatmış olsa da ABD, Afganistan halkını ve kadınları bu örgütün eline terk etti. “Ilımlı İslam” planı daha da başarıya ulaşarak “radikal İslam” olmuştu. Savaşta binlerce kişi yaşamını yitirmiş, kadınlar şiddetin her biçimine uğrayan kesim olarak karşımıza çıkmış ve yine sağlanamayan “istikrar” kadınların aleyhine bir yaşama dönüştürüldü. Amacın barış ve “terörü yok etmek” olmadığı bir kez daha açığa çıkmıştı.
Irak’ın işgali ve bulunamayanlar
Afganistan’a ilk girişlerin ardından 20 Mart 2003’te ABD ve İngiltere öncülüğünde Irak Savaşı başlatıldı. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush, Saddam Hüseyin’in kitle imha silahları üretmeye ve saklamaya devam ettiğini, Irak'ın İran ve Kuzey Kore ile birlikte uluslararası bir "şer ekseninin" parçası olduğunu söylüyordu. Amerika, Saddam Hüseyin’in el-Kaide’ye destek verdiği ve kitle imha silahları bulundurması iddialarıyla güçlerini savaş açmaya ikna etti. Savaş sonucu Saddam yakalanarak idam edildi. Savaşın ardından Afganistan'ın aksine Saddam'ın el-Kaide ile bağlantısı ispatlanamadı ve büyük kitle imha silahları da bulunamadı. 2003-2011 yılları arasında Irak'ta 461 bin kişi yaşamını yitirdi ve 2004 yılında mezhep çatışmaları, iç savaş alevlendi. 15 Aralık 2011 tarihinde savaş resmi olarak sona erdi. Bu kaos ve çatışma ortamında emperyalist güçlerin bölge üstünde kontrolü daha da kolaylaşmış olacaktı. Birbirinden ayrılan halklar ve yeni ulus-devletçikler oluşturuluyordu. Zira başta da belirtildiği gibi Öcalan’a yönelik komplo işlerini kolaylaştırmıştı.
Bahar mı kış mı?
BOP ile Afganistan ve Irak’la derinleşen yeniden paylaşım savaşı elbette bu iki ülke ile sınırlı kalmayarak tüm Arap-İslam ülkelerini sararken herkes kendi gücünü ve varlık mücadelesini verme savaşına girmişti. Buradaki ulus devlet yapıları bir bir dökülüyor, parçalanıyor ve bölgenin demografik yapısına bu model artık uymuyordu, hiçbir zaman uymadığı gibi. Hal buyken 2011 yılında “Arap Baharı” denilen ayaklanmalar ve diktatörlerin devrilmesi süreci başladı. Emperyalist güçler elbette bu süreç içinde besledikleri çeteleri kendi lehlerine kullanmıştı ve projelerine hizmet eder hale getirmişti. ABD- NATO bu saldırıyla kış sürecini başlatıp AB devletlerinin sömürgesi olan ülkeleri kendine bağlamayı hedeflemişti. 15 Şubat’la başlayan süreç, Afganistan, Irak, Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen’de iç savaşlar, kaos ve istikrarsızlığı getirmişti. Bu “baharla” diktatörlüklerin yerini kontrol altında tutulacak ılımlı İslami hükümetler almıştı. Rusya, bu savaşın müdahili olarak müttefikleriyle birlikte devreye girdi. Rusya ve İran bu ittifak içinde çok aktif yer alırken, Çin ve diğer Şanghay Beşlisi üyeleri de bu ittifakı destekler pozisyonda durdu.
Bölgede bitmeyen iç savaş, silahlarla desteklenen cihadist örgütler, halklara şiddet ve zulüm ve büyük bir göçertmeye neden olmuştur. Çatışmalardan beslenen ve bölgeden çıkmayan NATO güçleri halklara yaşam alanını dar etmiştir. Irkçı, mezhepsel ve radikal gerici gruplar: DAİŞ, ÖSO, Hizbullah, Müslüman Kardeşler, Taliban bölgede adeta mantar gibi türetilmiş, Arap Baharı ile ortaya çıkacak olan devrim koşulları dahi bastırıldı ve daha gerici ve din üzerine kurulu iktidarları yaratıldı.
İstikrarsızlık ve savaş hali nereye kadar
Pastanın dilimlerine saldıranlar, milliyetçilikle dahil dinsel, mezhepsel, kültürel, ulusal birçok kuramı ve ideojiyi kimi zaman yan yana kimi zaman karşı karşıya getirerek istediğini elde etme gayretini sürdürüyor. “Üçüncü Dünya Savaşı bir gerçektir ve ağırlık merkezi Orta Doğu coğrafyası ve kültürel ortamıdır. Sadece ‘Üçüncü Dünya Savaşı’nın yoğunluk merkezi olan Irak’ta yaşananlar bile buradaki savaşın bir ülke ile ilgili olmadığını, dünya hegemonik güçlerinin çıkarları ve varlığı ile ilgili olduğunu gayet iyi açıklamaktadır. Bu savaş ancak İran’ın tamamen etkisizleştirilmesi, Afganistan ve Irak’ın istikrara kavuşturulması, Çin’in ve Latin Amerika’nın tehdit olmaktan çıkarılmasıyla sonlandırılabilir. Dolayısıyla savaşın daha ortalarındayız. Kesin bir şey söylemek sosyal bilimler açısından doğru olmasa da, savaş en az on yıllık (NATO’nun son stratejik planları da on yıllık bir süreyi öngörmektedir) bir süre daha devam edebilir. Bazen diplomasi, bazen şiddet yoğunlaşacaktır. Gündeme şiddetli ve kontrollü ekonomik krizlerle müdahale edilecektir. Alanların önceliği değişecek, ama şöyle veya böyle savaş komple olarak birçok alanda cereyan edecektir. Ancak savaşın bu temel doğası göz önüne getirildiğinde, bana yönelik 1998 operasyonunun neden uluslararası çapta yürütüldüğü ve NATO’nun en büyük Gladio operasyonu olduğu daha iyi anlaşılacaktır” sözleriyle durumu özetleyen PKK Lideri Öcalan’ın 25 yıllık tutsaklığı ve bin güne aşkındır tecridiyle beraber savaş 10 yılı aşmış ve hala sıcaklığını ve çatışma ortamını koruyor.
Çözüm İmralı’da
Tarihsel sürece baktığımızda 15 Şubat ile başlayan savaş halinin günlerdir eylemde, açlık grevlerinde, nöbetlerde ve yürüyüşlerde olan halkların, siyasetçilerin, insan hakları savunucuların “Çözüm İmralı’da” söylemini doğrular nitelikte karşımıza çıkıyor. Savaş halini iyi okumak ve başlangıç noktasına dönmek Kurdistan ve Orta Doğu için çözümü nerede arayacağımızı ortaya koyuyor.