‘Haber’ adıyla suçu yeniden üretmek 2025-12-04 09:03:00     “Kadına ve çocuğa yönelik şiddet ya da cinsel suçlarda faili görünmez kılan medya, toplumsal sorumluluğunu ne zaman yerine getirecek?”    Derya Ceylan   Kadına yönelik şiddetin, cinsel suçların ve buna karşı yükselen direnişin görünmez kılındığı her an, aslında politik bir tercihin tekrarlandığı andır. Haber merkezlerinde, ekranlarda ve dijital medyada yayılan görüntüler; kimi zaman failin şiddetini büyüten, kimi zaman kadını ya da çocuğu teşhir eden bir araca dönüşüyor. Bu dönüşüm, sadece yanlış bir haber dili değil, aynı zamanda toplumsal bir görmeme halinin ürünü olarak karşımıza çıkıyor.   “Medya ne yapıyor?” sorusunu bugün kime yöneltsek, önce kendimize mi yoksa topluma mı bakmalıyız? Dünya genelinde kadın ve çocuğa yönelik cinsel suçlar artarken, bu suçların görselleştirilme biçimleri de giderek sertleşiyor. Peki, bizim önceliğimiz ne? O görüntülere tekrar tekrar bakmak mı, yoksa şiddeti doğuran politik ve kurumsal yapıları görünür kılmak mı?   Bu soruların cevabını medyada aradığımızda, çoğu zaman karşımıza fail odaklı değil,  kadını ya da çocuğu teşhir eden, etik ilkeleri gözetmeyen bir pratik çıkıyor. Cumhuriyet gazetesinin dijital medya hesabından paylaşılan tecavüz girişimi görüntüleri, bir çocuğa yönelik cinsel saldırı haberinde çocukların yüzlerinin kapalı olduğu fotoğrafların kullanılması, ya da Suriye’de bir saldırı sonucu yaralanan bir çocuğun sırtındaki kanlı görüntü, şiddeti meşrulaştıran ve yeniden üreten medya pratiklerinin yalnızca birkaç örneği.   ‘Haber yapmak’ ile ‘ cinsel saldırıyı yeniden üretmek’ arasındaki çizgi   Agos gazetesinde yayımlanan “Türkiye’ye getirilen Ukraynalı yetimlere yönelik ihmal ve istismar zinciri” başlıklı haber, toplumsal açıdan bir suçun açığa çıkarılması noktasında oldukça önemliyken diğer yandan etik çizginin ne kadar kolay aşılabildiğini bir kez daha gösteriyor. Haberde, çocukların yaşları ve isimlerinin baş harflerine kadar ayrıntı verilmiş; benzer şekilde haberi alan birçok site de aynı dili tekrar etmiş.   Oysa çocuğa yönelik cinsel suçlarda öncelikli sorumluluk, çocuğu hiçbir biçimde teşhir etmeden, failin ve sorumlu kurumların açığa çıkarılmasıdır. Peki, bu haberde kim sorumlu tutuldu? Otelin işletme yönetimi? Yetimhaneler? Türkiye’deki çocuk koruma mekanizmaları? Hayır.   Görsel kullanımı, başlık tercihleri ve ayrıntı yoğunluğu, çocuğun yaşadığı travmayı yeniden üretirken; kurumsal ihmaller, devletlerin yükümlülükleri ve fail profilleri gölgede bırakıldı.   Bu durum, haberin gerçek amacından uzaklaşıp şiddeti meşrulaştıran eden bir içeriğe dönüşmesine neden oluyor. Yazılı ya da görsel medyanın büyük bölümü, aynı hatayı tekrar ederek bu dili yeniden üretiyor.   Medyanın sorumluluğu: Gizlemek değil, görünür kılmak   Bu yılın “Aile Yılı” ilan edilmiş olması da medyanın dilindeki çelişkiyi büyütüyor. Devlet politikaları aileyi kutsarken, kadınların, çocukların ve göçmenlerin karşı karşıya kaldığı şiddetin üzeri örtülüyor.   Tecavüz girişimlerini saklayan, kadın katliamlarında faillerin ifadelerini öne çıkaran, çocuğa yönelik cinsel suçlarda kurumların ya da kişilerin sorumluluğunu görmezden gelen bir medya, aslında şiddetin parçası hâline geliyor. Gizlemek politik bir tercihtir; bu tercihin bedelini ise kadınlar ve çocuklar ödüyor.   Bugün yapılması gereken şey;  kadını ya da çocuğu teşhir eden dilin terk edilmesi, failin görünür kılınması, kurumların yükümlülüklerinin hatırlatılması ve toplumsal sorumluluğun genişletilmesidir. Medya, şiddeti yeniden üretmek için değil, şiddetin kaynağını açığa çıkarmak için vardır.