Gültan Kışanak: Beni susturmaya hiçbirinizin gücü yetmeyecek 2024-01-15 18:24:05   ANKARA - Kobanê davasında savunmasında “Bu bir savunma değildir. Ben ve arkadaşlarım sanık değil, davacıyız” diyen Gültan Kışanak, “Suç işleyenler ortada, onları yargılayın. Vicdanımın sesini yargılayamazsınız. Beni yargılayamayacaksınız, beni susturmaya hiçbirinizin gücü yetmeyecek” dedi.    DAİŞ’in Kobanê’ye yönelik saldırılarına karşı 6-8 Ekim 2014 tarihinde gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek, Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu 18’i tutuklu 108 kişi hakkında açılan Kobanê Davası, Sincan Cezaevi Kampüsü’ndeki salonunda Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi (DBB)eski Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın savunmasıyla başladı.   Duruşmaya, Sincan Cezaevinde bulunan tutsaklar duruşma salonunda hazır bulunurken, diğer cezaevinde bulunan tutsak siyasetçiler duruşmayı Ses Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlandı. Duruşmaya Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları, Tülay Hatimoğulları, Tuncer Bakırhan, milletvekilleri, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) avukatları, ve çok sayıda izleyici katıldı.   Verilen ara sırasında duruşma salonunda yer alan tutsak siyasetçiler ile sohbet eden Gültan Kışanak, “Bijî berxwedana zindanan” dedi.    Ardından savunmasına devam eden Gültan, bir ceza davasıyla değil demokrasi ve barış mücadelelerine dair bir yargılama ile karşı karşıya olduklarını belirtti.    ‘Sanık değil davacıyız’   “Bu bir savunma değildir. Ben ve arkadaşlarım sanık değil, davacıyız” diyen Gültan, şöyle devam etti: “Bizler insan haklarına karşı, kadın haklarına karşı savaş açanların karşısındayız. Bizi yıllarca siyasi rehine olarak tutanlardan davacıyız. Bu kumpasları kuranlardan davacıyız. Barış ve çözüm konusunda bu kadar çaba sarf ettiğimiz halde hala savaşta ısrar edip bu ülkenin evlatlarını ölmeye öldürmeye gönderenlerden davacıyız. Barışı savunduk diye bizi yargılamaya çalışanlardan davacıyız. Bu siyasi rehinelik sürecimizde babamı, abimi, yengemi, yeğenimi, ablamı, amcamı, dayımı ve halamı kaybettim. Hiçbirinin son anlarında yanlarında olamadım, vedalaşamadım. Bu vesileyle Selahattin Başkan’a da babasının son anlarında yanında olamadığı için dayanışma duygularımı iletiyorum. Kendisinin onurlu duruşu nedeniyle kutluyorum. Bize güç veren bu onurlu duruşumuzdur. Bu ülkede hukuksuzluğun kökü bu kadar acımasızdır. Bunun adı kötülüktür. Bu kadar örgütlü bir kötülüğün olduğu yerde yapacak tek şey insanlık değerlerine, erdeme, onurlu bir yaşam duruşuna sonuna kadar sahip çıkmak ve ödetmek istedikleri bedellere rağmen ayakta kalmak ve mücadeleye devam etmektir.”   ‘Kadınların eşitlik mücadelesi suç değildir’   Savunmasını 3 ana başlık altında gerçekleştireceğini belirten Gültan, ilk olarak, “kadınların özgürlük mücadelesi” başlığı altında değerlendirmelerde bulundu. “Kadın yaşamın kendisidir” diyen Gültan, “Ne kadın bilincine sahip olduğum için ne feminist olduğum için ne de kadınlarla birlikte mücadele ettiğim için beni suçlayabilirsiniz. Ben sizi suçluyorum. Erkek devlet mantığıyla bu ülkeyi uçuruma sürükleyenleri suçluyorum. Darbeci yargı mensuplarını suçluyorum. Suçlu olan sizsiniz. Kadınların barış mücadelesi suç değildir. Kadınların eşitlik mücadelesi suç değildir. Yok mu sağınızda solunuzda bir FETÖ’cü. Kadınların demokrasi ve barış mücadelesine devam edeceğim diye yazılsın bir yere bu suç ise suç işliyorum” dedi.     ‘Türkiye Cumhuriyeti'ne ve iktidarına düşen Kobanê halkının yanında olmaktı’   Kobanê Davası’nda yargılanmalarının sebebinin çok açık olduğunu dile getiren Gültan, Kobanê’de İŞİD insanlık dışı uygulamalar yaptığını ve hala Türkiye’de Êzidi kadınların İŞİD tarafından satılmaya devam ettiğini kaydetti. Gültan, “İŞİD, yarın Şengal’de aynısını yapmasın diye yaptım. ANF’de, ‘Yarın geç olabilir ne yapacaksak şimdi yapmalıyız, Kobanê’de Şengal gibi olmasın İŞİD’i durduralım’ diye haber çıkmış. Bunun neresi suç? Böyle suç olabilir mi? İktidara diyorum; bu konudaki söylediğimiz sözleri takip ettsinler, bu davanın talimatlara verenlerin önüne koysunlar. Hani bu ülkede Kürtlere ayrımcılık yapılmıyordu? Hani eşit vatandaşlık, mütalaada, ‘kişinin siyasi düşünceleri, ırkı, cinsi, dili dava konusu değildir’ diyor. İŞİD’, durdurmak lazım, İŞİD Kürt kadınlara cinsel suçlar işliyor, katliamlar yapıyor demek benim siyasi düşüncelerim değil mi? Neden yargılıyorsunuz? Bunun cevabı mütalaada var. Mütalaada, Kobanê’de 200 binin üzerinde sivil insanın yaşadığını, ANF’de yaptığım açıklama konulmuş. Mütalaa kendisi yazmış, İŞİD’in adım adım geldiğini. Kadınlara karşı işlenen savaş suçları özellikle insanlık suçudur. Kadına işlenen cinsel suçlar insanlık suçudur, zaman aşımına bile tabi değildir. İnsanlık adına, kadınlar adına onlardan hesap sormak lazım. Türkiye Cumhuriyeti'nin ve iktidarına düşen Kobanê halkının yanında olmaktı. Eğer kabul etmiyorsan kimliği ile sorunun vardır. Kürt kadını olarak derdim ki; helal olsun bu devletin bir vatandaşıymışım, benim duygularımı anlıyor, derdim” sözlerini kullandı.    Mahkeme heyetine: Bu utançtan kurtulmak sizin elinizde    İŞİD’i durdurmak için çağrıların yapılmasının bir insanlık görevi olduğuna vurgu yapan Gültan, “Ben de bunu yaptığım için mi beni suçluyorsunuz. Bu dava, bunların suçlama konusu yapıldığı sürece kimin İŞİD’in yanında olduğunu, kiminde karşısında olduğunu gösteriyor.  Tarihe böyle geçecek, eğer namusa, ahlaki değerlere dair bir tutumunuz varsa bu konuları suçlama konusu olarak düşüreceksiniz. Sebahat, Selehattin, Gültan, Figen bunlar insanların ölümüne neden olmadı, hayatımız boyunca kimseye bir fiske dahi vurmamışızdır. Buradaki insanların ailelerinde bile şiddet yoktur, böyle erdemli büyüdük. Tarih diyecek ki; ‘Şu mahkeme heyeti İŞİD’in yanında durdu’ diyecek. İktidara buradan sesleniyorum; sabahtan akşama, ‘İŞİD bitsin diyorsunuz’ ben İŞİD’i durdurduğum için yargılanıyorum, neden yargılıyorsunuz? 2014 yılında ANF’de haber çıkmış, ortada ne bir dava var ne bir soruşturma var, kimsenin haberi yok. Ne zaman ki karşı hamle yaparız açıklaması saraydan geldi, Selahattin ve Figen başkan için tutuklanma kararı verildiği gibi bizi de toplayıp bunların içine koymuşlar. Bu utançtan kurtulmak sizin elinizde. Atanmış bir heyet ile karşı karşıyayız. Hiçbir şey hukuka uygun yapılmadı, Selahattin başkan beyanlarında ayrıntılı sundu. Sizden önce kararlar verildi, idam diye insanlara alkışlattılar. Herkes kendini kurtaracak ama siz bu karara imza attığınız için kurtaramayacaksınız. Süleyman Soylu, ‘siyaset gereği İBB’de terörist var dedim’ dedi ya yarın bir gün Erdoğan’da bende öyle bir şey yaptım diyebilir. İŞİD’in yanında mısınız? Yoksa İŞİD’e karşı insanlığı savunanları yargılayacak mısınız? buna karar verin, bu sizin siyasi sorumluluğunuz. Biz bir ceza tehdidinden korkuyor muyuz? Korkmuyoruz, bu benim sorumluluğum. Doğrunun, haklının, iyinin ve güzelin yanında oldum. Yanlışa ortak olmadım, buna başka kılıflar uydurmaya çalışmadım. Sizde bununla karşı karşıyasınız” diye belirtti.   ‘Diyarbakır Cezaevi’nde zorlanmadığım kadar zorlandım’    Kurdistan’daki sokağa çıkma yasaklarında Birleşmiş Milletlerin (BM) anımsatan Gültan, savunmasına şöyle devam etti: “Öz yönetim süreçlerinde bu insanlar susuz kaldı, suya erişsinler, ölmesinler dediğimiz için bizi yargılıyorsunuz. Nerede eşitlik, bin 200 sivilin ölümü iddiası ortada bulunurken, bu ölümleri cezasızlık kanuna alacaksınız ama Gültan Kışanak’ı idam ettireceksiniz. Bir milyonun üzerinde insan evlerini bırakıp, boş yerlere, dükkanlara, barakalara sığınmak zorunda kaldı. O insanların neler yaşadığını ben biliyorum. Böylesi bir dönemde belediye başkanı olmak kadar zor bir şey yoktur tarihte. Diyarbakır Cezaevi’ndeki vahşeti yaşamış bir kadın olarak söylüyorum: Esat Oktay’ın vahşi yöntemlerinin üzerimde uygulandığı dönemde, hiç o dönem kadar zorlanmadım. Diyarbakır’da 28 Aralık 2015’te -8 derece havada, sabaha karşı anons yaptılar ‘Çıkan çıksın çıkmayan hedef olur’ diye. O gün 23 bin insan Sur’daki ablukada üzerinde bir hırka, gömlek ve bebekleriyle Sur diplerinde kalmak zorunda kaldı. Belediye sabahtan akşama kadar istisnasız durmadan, belediye hizmetleri yapamayacak hale gelmişti, insanlar; ‘ekmeğimiz, suyumuz, elektriğimiz’ yok diyorlar. Belediyenin telefonları kilitlendi, aylarca. Keşke hepimiz daha çok şey yapabilseydik, o gün ölümler, yıkımlar o vahşet dursaydı. Bunu yapamadığımız için kendimi mahcup hissediyorum. Ama elimizden geleni yaptık. Başvurmadığımız yer, konuşmadığımız yer kalmadı. Bir kadın ve insan olarak bu kadar zorluk çeken insanlara sırtımı dönüp keyif çatamazdım. Bugün Meclis’te yapanlar gibi, yoksulların çocuklarını ölüme gönderdin, saraya gidin eğlenin. Bunu yapamadım, insanım, vicdanım var benim.    ‘65 yaşındaki kadının ölmemesi için yalvardık’    Fatma Ateş 65 yaşında bir kadın, sabahın köründe belediyelere telefonlar geliyor. Fatma Ateş, yaralanmış, kan kaybından ölecek. Telefon geldi saat 09.00’da. ‘Başkan annemizi oradan kurtarın’ diyor. Tam da o gün Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü Kati Piri, sekreteri Diyarbakır’a belediyeye ziyarete gelecek. Kati Piri’de buna denk gelince bizimle geldi. Valiye durumu anlattık, sağlıkçılar ‘biz gider alırız’ diyor. ‘Yeter ki Özel harekat ateş açmasın’ diyor. Vali bey, o dönem insani yaklaşabilen ender valilerden birisiydi ama bize; ‘Gültan hanım benim elimde bu konuda bir yetki yok, bu olaylarla ilgili vali yardımcımız Mehmet Demir’dir. Gidin onunla konuşun’ dedi. Bir kentin valisi, bir kentin belediye başkanı, milletvekilleri ile gidip bir şey yapalım diyor. Vali benim yetkim yok bu işleri organize eden vali yardımcısı diyor. Bu neyle izah edeceksiniz? Bunun izahı yok, bunun tek bir izahı vardır oda BM’nin raporunun söylediği gibi insan hakları askıya alınmıştır. Biz o gün saat 16.30’a kadar Fatma Ateş’in kan kaybından ölmesin diye yalvarıp durduk. En son ikna ettik ama ambulans gitmedi, çünkü ‘çıkarsa alın’ dediler. Fatma Ateş öldü ve bizi sokmadılar oraya. Bunun gibi daha nice hikaye… Bütün bunlar orta yerde dururken, Gültan Kışanak’ın ‘sokağa çıkma yasağı kaldırılsın’ isimli yürüyüşe  katıldığı fotoğraf var. Bütün bu dertlerimizi anlatmak için adliyeye gitmiş tüm vekillerimiz, ben de adliye önünde dertlerimizi anlatmak için basına konuşmuşum bütün suçum bunlar.  O tarafa yargılama yok, Gültan Kışanak, yürüyüşe katıldığı için ve basına demeç verdiği için yargılansın. O günlerde zaten benim konuşmaya mecalim yoktu, konuşsaydım konuşurdum, yuttum, yutkundum bir sivili çıkarabilmek için.    ‘Beni susturmaya hiçbirinizin gücü yetmeyecek’   Sur’un nüfusu 55 bin, 23 bini çıkmıştı ve hala o insanlar abluka altındaydı. Bugün Gazze’yi konuşuyoruz değil mi? Biraz da Sur’u konuşalım ki inandırıcı olsun. -8 derecede tüm belediye çalışanları toplayıp, sokak sokak insanların yardımı derdine düştük. Bu bir insanlık görevi, kimse bunun için beni yargılayamaz. Suç işleyenler ortada, onları yargılayın. Vicdanımın sesini yargılayamazsınız. Beni yargılayamayacaksınız, beni susturmaya hiçbirinizin gücü yetmeyecek. İnsan kalabilmek için yaşıyorum, insan olabilmek için vicdan sahibi olmak lazım. Hiçbir ceza tehdidi benim vicdanımın sesini susturamaz. Oradaki insanlar bir parça ekmek için direndiler, ölmemek için direndiler. Ekmek yok, su yok, silah, bomba sesi var ve bu insanlar feryat ettiler. Sur’un nüfusu 55 bin kişiydi, o süreçte 6-7 kez üç, dört saat ablukayı kaldırdılar ve sadece 23 bin kişi çıktı. Şimdi Sur’da yeni şeyler yaptılar, kamulaştırma ile insanların evlerine el koydular. Bunun için yaptılar, bu rantı yemek için yaptılar, onun için ben burada yargılanıyorum. Daha 1 ay önce orada yapılan Otel ve restoranları ihaleye açmışlar. Yoksulları oradan çıkarıp atma, zenginleri oraya yerleştirme operasyonuydu bunun için ben burada yargılanıyorum. Ne kadar kamulaştırılmış, halka kaç para verildi? Sur’da önce yaşayan insanlar kimlerdi, şu an kimlerdir, araştırın.    ‘ Bu savaş bir sınıfsal karakter kazanmıştır’   Sur’u talana, ranta açtılar. Bu kadar kanın, gözyaşının üzerinde birileri para kazandı ve utanmadılar bundan. Her şeye rağmen bütün bu acıya, travmaya rağmen dönemin Kültür Bakanı, Mahir Ünal gelsin tanık olarak dinlensin. Yıkımdan sonra bunların üzerine birileri konmasın diye İdris Baluken ile birlikte dönemin çevre ve şehircilik bakanın yanına gittik. Rant alanı çevirmeyin. Çağırın Mehmet Özhasaki’yi gelsin, dinleyin. UNESCO’ya kültür mirası olarak kabul ettirdik, kayyım KHK’sinin içerisinde maddeler ekleyerek belediyenin sit alanlarının hepsini ortadan kaldırdılar. Bu savaşın arkasında hırsızlık, çıkar, rant var. Bugün gelen askerlerin ailelerinin evlerinin halini görüyoruz. Bu savaş doğrudan doğruya sınıfsal bir hale gelmiştir. Bu savaş bir sınıfsal karakter kazanmıştır, bu savaşın yükünü yoksulun sırtına attınız. Yoksulun çocuğunu paralı asker diye ölüme gönderdiniz. Bu savaşa karşı çıkmak, bu ölümü durdurmak, herkesten önce işçilerin, emekçilerin ve yoksulların görevidir. Bunu durdurabiliriz. Bizim sırtımızdan para kazanmalarına izin vermemeliyiz. Yeter artık, kamulaştırmaya karşı çıktık diye insanı bu hale getireceksiniz öyle mi?”    ‘Bu coğrafyanın kaynakları kan kokuyor’   Verilen aranın ardından yeniden beyanlarını sürdüren Gültan, Cumhurbaşkanın çatışmada yaşamını yitirenlerin ailelerini arayarak, “Bir savaşın içerisindeyiz” dediğini anımsattı. 2009 tarihinde, Meclis’te sınır ötesi tezkereye ilişkin yaptığı konuşmayı okuyan Gültan, şunları kaydetti: “Bugün rakamları güncelleyerek, 100 binin insanın yaşamını yitirmesine yol açan bu trajediye son vermenin zamanı gelmedi mi? 20-25 yaşında gencecik, yaşama hayali olan insanların sırtına bunu yüklemek vicdansızlık değil mi? siyaset ne için var? Siyaseten bu sorunlara neden bir yol bulamıyoruz? Çünkü siyaseti, çözüm önerilerine, barış taleplerini yargılıyorsunuz. Böyle devam ettiği sürece bu ülke sorunlarını çözemez. Cumhurbaşkanı, ‘bulunduğumuz coğrafyanın jeopolitik maddiyatını ödüyoruz bu yüzden ekonomimiz böyle’ dedi. Ekonomi kayıplarımızın, bugün yaşanılan yoksulluğun gerekçesi jeopolitik konum olarak gösteriliyor. Bu ülkenin kaynaklarını heba ettiler, en önemli kaynağı barışı ve huzuruydu.  İçeride huzurunu temin edemeyen hiçbir yer işini doğru düzgün yapamaz. Bu kadar çok düşmanın varsa ve sorunlarına çözüm bulamıyorsan herkes istediği gibi kullanır. Neden çözüm bulamıyorsun? Neden Kobanê’ye sen yardım etmedin? Kürt petrolü kan kokuyor diye bir araştırma yapmıştım evet, bu coğrafyanın kaynakları kan kokuyor. Biz neden sorunlarımızı çözemiyoruz? Biz neden yurttaşlarımızı insan yerine koymuyoruz, Kürde senin hakkın var, sen bu coğrafyanın kadim halklarından birisin diyemiyoruz? Bu soruya doğru cevap vermeyen, bir sorunu çözme şansı yoktur. Basınla kavgalı, siyasetçilerle kavgalı. Ondan sonra bizi terörist ilan ediyor. En büyük terörist bu ülkenin geleceğini düşünmeyen, bu ülkeye iftira atan kişidir. Dünyanın her yerinde savaş ve çatışma ayrıştırır, milliyetçiliği körükler. Yazılı olmayan bir kuraldır bu, insan ilişkilerinde de bu böyledir.    ‘Çözme iradesi ve aklı göremiyorum’   Bu insanların yüzyılını neden heba ettiniz? AKP’ye yakın medyadan, ‘karşılıklı milliyetçiler artıyor başımıza bela açar’ diyorlar. Savaşın olduğu yerde milliyetçilik artar, militarizmin olduğu yerde insan hakları ihlal edilir. Konuşarak çözemeyeceğimiz hiçbir şey yok. Öyle devasa bir sorunumuz yok. Yeter ki çözmek isteyelim, ben bugün iktidarda, bu kadar büyük laflar eden insanlarda bir çözme iradesi ve aklı göremiyorum. Hepimizin üstünde durması gereken budur. Bu ülkeye hizmet etmenin en büyük yolu, barış, çözüm, diyalog sesini yükseltmektir. 64 yaşıma geldim, sürekli terörist lafını duyuyorum. Yazık değil mi bu ülkeye? Genç bir nüfus dünyanın aramayacağı bir şey ama gençlerimizi heba ediyoruz, emperyalist ülkeler oradan buradan işçi almaya çalışıyor. Ama biz bu kavgada, bu yoksullukta ya birbirini öldürüyor, ya mafyanın eline düşmüş yada yurt dışına kaçma peşinde. Ey iktidardakiler bunu neden yapıyorsunuz? dış siyaset bitmiş bir Putin kalmış oda beli değil. Kardeşim sen kendi halkınla barışmayı neden denemiyorsun, çok mu zor?”    ‘Barış mücadelesi kadınların yaşam mücadelesidir’   Kadınların güçsüz bırakıldığı için bir kavgaya girecek durumda olmadığını dile getiren Gültan, kadınların savaşın mağduru olduğunu kaydetti. Gültan, şöyle devam etti: “Bazı kadınların yaşamlarını yitirmesi, çatışma süreçlerinde taciz, tecavüze maruz kalmaları, ganimet olarak satılmaları, göç yollarına düşmeleri, şiddetin kanıksanması nedeniyle şiddetin artması bunların inanılmaz maliyeti var. Bu savaşın çıkmasına ve devam ettirilmesine karar veren erkekler ama en ağır bedelini yaşayan kadınlar. O yüzden dünyanın neresinde bir çatışma varsa kadınlar canlarını dişlerine takıp o savaşı durdurmak istiyorlar. O yüzden kadın mücadelesi, barış mücadelesidir. Barışın olmadığı yerde bizim kendimizi koruma şansımız yok. Kobanê’de İŞİD saldırılarında en az 300 bin kişi Türkiye tarafına geçti, çadırlarda kaldı. Bunların çok büyük bir kısmı kadınlar, yaşlılar ve çocuklar dı. Hepsinin gözü sınırdaydı, bir an önce çatışma bitsin evlerine dönmek istiyorlardı. Biz Kobanê’nin o durumunu gördüğümüzde kimse dönmez diyorduk ama insanlar döndüler. Kimse mülteci olmak istemez, kadınlar şunu çok iyi biliyorlar; savaş demek kadınların tüm haklarının askıya alınması demek. Kadınlar bunu bildikleri için  dünyanın her yerinde barış mücadelesi için en öndeler. Barış mücadelesi kadınların yaşam mücadelesidir. Şu anda erkekler Gazze’deki savaşı rakamlara indirgemişler. Oradaki insan, rakamları yarıştırarak mı siz siyaset yapıyorsunuz? kadınlar meseleye böyle bakmıyorlar. Orada o bombardıman altında yaşamını yitiren, yaralanan, çocuğuna bir parça yemek arayışına giden kadınların acısını yüreğimizde hissediyoruz. Ama sabah akşam Gazze’yi ağızlarına pelesenk edenler, kadınların feryatlarını duymuyorlar, kadınların yaşadıkları da çokta umurlarında değil. Şu anda Batı Şeria’da Filistinlilerin hakları varsa bu kadınların mücadelesi sonudur.   ‘Kadınlara ne terörist diyebilirsiniz, ne vatan haini’    Dünyanın başka coğrafyalarında da savaşın yükseldiği yerlerde kadınlar ya terörist ya da vatan haini olarak ilan ediliyorlar. Kadınların tek bir derdi var; savaş bitsin, barış olsun, çözüm olsun, kimse ölmesin. Kadınlara karşı insanlık suçu işlenmesin, bunu söylüyor kadınlar. Yugoslavya dağılırken kadınların ne yaşadığını biliyorsunuz. Bu etnik çatışmanın durması için ne mücadele verildiğini hiçbirimiz bilmiyoruz, bunu öğrenme derdimiz yok. Savaş kutsanması gereken bir şey ama barış suç kafa böyle.  Sırbistan'da siyasi kadınlar, Belgrat meydanında toplanan kadınlar siyah giyinerek, savaşa tepkilerini ortaya koydular. Siyahi kadınlar, büyük kampanyalar yürüttüler.  Bizim ülkemizde ne oldu? Bu savaşa ortak olmayacağım diyen akademisyenleri sürüm sürüm sürüklediler, biz de yargılanıyoruz. Barış olsun diyen ben yargılanıyorum. Mücadele siyasetle olur, bu ölümler dursun diyen Kürt olmayan kadınlar vatan haini ile suçlanıyorlar. Ne vatan hainiyiz ne teröristiz, biz kadınız kadın. Onurlu bir barış istiyoruz, erkeklerin çatışmasından bıktık yeter diyoruz. Kadınlara ne terörist diyebilirsiniz, ne vatan haini. Kadınlar yüreklerinden gelen sesle dünyada olduğu gibi barış talebini yükselten en güçlü savunucularıdır. Kimliğimiz, dünya bakış açımız farklı olabilir ama kadın olarak bu savaşı durdurmak için bir araya geldik keşke bu savaşı durdurabilseydik. Kadınların barış mücadelesi asla ve asla suç olarak gösterilemez.    ‘Barışı konuşmak suç’    90’lı yıllardan bu yana kadınlar, bir taraftan kadın olarak yaşadıkları sorunları çözmek için mücadele ederken, Kürt kimliğiyle yaşanılan sorunları çözmek için demokratik bir tarafta oldular. Örgütlendiler, eylem yaptılar, yaşadıkları sorunları dile getirdiler.90’lı yıllardan bugüne demokratik siyasete yer alan kadınlar içerisinde sivil toplum örgütlenen barış anneleri, hep ön saflarda yer aldılar. Bir tek sözleri vardı; ‘benim yüreğim yandı başka anaların yüreği yanmasın.’. Partimizin kongrelerine, yaptığımız toplantılarına bakın barış anneleri oradalar. Bu bize, bütün kadınlara barış konusunda mücadele etmemiz gerektiğini hatırlatan bir sembol. Bunları gördükçe, kadınların bu savaşa karşı mücadele etmesi gerektiğini yüreğimizde hissettik, bu yüzden mücadele ediyoruz. Kürt kadınlar için, başındaki tülbenti yere atmak bizim kültürel kodumuzdur, ne kadar çözülmesi gereken zor bir çatışma, kavga varsa, kadın kalkar beyaz tülbentini yere atarsa o savaş, çatışma durur. Onun için o analar başlarını o tülbentleri takar ve bu savaşın durmasını istiyoruz diyorlar. Tülbentin yere atılması ahlaki kuralları hatırlatmaktır. Bu kültürel kodlarımızla da barış mücadelesini kendimize şiar edindik. Türkiye, feminist kadın hareketinin bu konuda çalışmaları oldu, 8 Mart mitinglerinin ana temalarının konusu barıştır. Barış için kampanyalar, nöbet eylemleri yaptık. Barış, barış ve barış dedik. Kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesinin bir gereği olarak yaptık. Savaşın bize ne kadar ağır bedeller ödeteceğini bilerek yaptık. Biz bu mücadeleyi bizi birbirimizden ayırıyor diye yaptık. Biz kız kardeşlik hukukumuzu korumak için mücadele ettik. Barış kelimesinin kendisi bile suç olarak tanımlandığı için dile getiremiyoruz. Bu topraklardaki kadınların barış mücadelesi, Filistinli kadınların mücadelesinden az değildir. Barış için kadın girişimi adı altında bir platform oluşturduk, her hafta barış nöbetleri tutuldu, kadın toplantılarında barışın neden önemli olduğu anlatıldı. Ama bugün görüyoruz ki bunları suç olarak buraya koymuşsunuz.    ‘Çözüm sürecini heba edenlerden davacıyım’    PKK ve hükümet arasında bir görüşme başlamıştı. Sayın Öcalan ile devlet arasında görüşme başlamıştı. Barış ve demokrasi partisi de hükümetinde kabul ettiği bir demokratik kulvarda bu işi çözmek konusunda üzerimize düşeni yapmak için rol aldığımız bir süreçti. Bu süreçte kadınlar, kadın özgürlük mücadelesi adı altında bir araya gelip, çözüm sürecine dahil olmak için. Dünyanın neresinde kadınlar buna dahil oldu, sorunlarımız nedir diye dahil olmak istedik. Toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifi ile nasıl olur? Üzerine binlerce toplantılar yaptık. Her yere gittik, bu çabalar sonucunda, Ceylan Bağrıyanık, İmralı’ya giden heyete dahil oldu. Akil insanlar kurulurken, daha fazla kadın olsun diye mücadele ettik. Bizim mücadelemiz sonucunda akil insanlar heyetine kadınlar dahil oldu. Şimdi bunların hepsini önümüze suç olarak getiriyorsunuz, bunlar suç değildir. Çözüm sürecini heba edenlerden davacıyım, masayı devirenlerden davacıyım, Dolmabahçe Mutabakatı’nı bir gün önce açıklayıp sonra haberim yoktu diyenlerden davacıyım. Çözüm sürecine dahil olmak için yaptığımız emeğimizi suç olarak gösterenlere karşı davacıyım. Bu davalar tarih karşısında mutlaka bulacaktır.    ‘Sayın Öcalan rolünü ortaya koydu’    Sayın Öcalan ile ilgili yapılan bazı yürüyüşlere, mitinglere katıldığım için suçlamalar var. 2012’de yapılan açlık grevinde cezaevlerinde tabut çıkmasın diye yürüyüşe katıldığım iddialar var. Sayın Öcalan’ın barış konusunda bir misyonu olduğunu, çözüm konusunda bir imkanı olduğunu sadece biz değil devlet kabul ettiği için 28 Ekim 2012’de başbakanı Erdoğan’ın ağzından duyduk İmralı’da görüşmeler yapıyoruz diye. Neden yapıldı? Burada bir imkan var, Sayın Öcalan kendi rolünü böyle tarif etti. Ben gazeteciyim, siyasetçiyim, kadın aktivistiyim, Türkiye siyaseti tarihinin tanığı ve aktörlerden birisiyim. Sayın Öcalan’ın Suriye’den çıkarkenki konuşması hala aklımda. Türkiye’ye getirildiği günden bugüne komplonun bütün ayaklarını teşhir etti. Benim misyonum barıştır, buradayım, hazırım dedi. O gün bugündür barış için katkı sunuyor. Devlete her politik bir değişim olduğunda oraya gidiyor. Böyle bir durumda, Türkiye’ye getirilme tarihi olan tarihte yürüyüşe katılmışım, 4 Nisan’da Halfeti'de bir tören var oraya gitmişim. Ey hükümet, iktidar 2013’te Hakan Fidan Sayın Öcalan’ın mektubunu getirdi, 21 Mart Newroz’unda okudu. Daha üzerinden ne kadar geçti de suç oldu. Bunun adı suç uydurmaktır. Bunlar meşru, demokratik taleplerdir. Kanıtı yok, bilirkişisi yok. Yine aynı taleplerle cezaevlerinde İmralı kapılar açılsın diye açlık grevleri var. 2012’de aynı talepler vardı. Sadullah Ergin beni aradı, Öcalan’dan mektup geldi kardeşine verdik, açlık grevlerini bitirin dedi. Ne olmuş ben açlık grevleri bitsin dediğimde. Polis tutanaklarının tarihi 2012. Bana tuzak mı kurdunuz, neden fezleke olarak göndermediniz. Yok konjonktüre göre suç çıkarma olayı. 2012-2013’te hangi noktada isem yine aynı noktadayım.    ‘Bu kanı durdurmak için İmralı kapılarını açın’    Bu sorunun iki boyutu vardır, bir boyutu silah, çatışmadır. Sayın Öcalan’ın çözme odağı olduğunu hükümet de biliyor. Bu akan kanı durdurmak için İmralı kapılarını açın. Seçim zamanı kapısını aşındırmayın, bu ülkenin evlatları için yapın, buda suç değildir. Kürt sorunun ikinci boyutu ise halk ve özgürlükler konusudur. Siyaseten bu sorunları konuşup çözmeliyiz. Umarım bu bir sonuç alır ve Sayın Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılır. Sayın Öcalan’ın çözüm konusunda, hükümetin eline sunduğu metinler var. Bu politik programların içerisinde en iyi Cumhurbaşkanı, Hakan Fidan, Sadullah Ergin biliyor.  Türkiye’deki Kürt sorunu çözülmeden Suriye’deki sorunda çözülmez. Biz Türkiye’de Kürt sorunu çözmüş olsaydık, Suriye’deki Kürtlerle aramızda bir barış, kardeşlik köprüsü kurardık. Bunun ne sorunu var ki. Emperyalistler, klasik sömürgeciliği bırakıp bu ülkeden giderken, Kürt sorunun bu hale getirdiler. Türkiye bu sorunu çözerse, Irak’ta yaşanan sorunlar da çözülür. Biz çözemediğimiz için orayı tehdit olarak alıyoruz. Herkes bize imrensin, çözelim, Suriye, ırak, Rojava, İran bize baksınlar, Türkiye bu sorunu çözdü desinler. Biz savaşı körükleyen değil, barışı oluşturan bir ülke olmalıyız, yoksa Ortadoğu’da kazanın nasıl kaynadığını herkes biliyor. Bu coğrafya jeopolitik konumuyla büyük bir avantajdır, dezavantajlı değildir.”   Gültan, bugünkü beyanlarını, “Yolumuz açık olsun yolumuz barış olsun” sözleriyle sonlandırdı.    Duruşmaya yarın saat 10.00’a ertelendi.