Ege İnsan Hakları Okulu ikinci gününde devam etti 2023-11-04 20:13:00   İZMİR - Ege İnsan Hakları Okulu Sonbahar Çalıştayının ikinci gününde deprem, gözetim ve denetleme aygıtları ve mülteci karşıtlığı konuşuldu.   Ege İnsan Hakları Okulu 2023 Sonbahar Çalıştayı ikinci gününde Nesin Vakfına ait Matematik Okulu’nda devam etti. Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) öncülüğünde düzenlenen çalıştayda Bilimsel Araştırma Derneği (İDA), Afet İçin Kadın Dayanışması, Midilli Adası Belediye Başkanı Spyros Galinos da katkıda bulundu.   Çalıştayın bugünkü ilk oturumunda ‘Bir siyaset biçimi olarak mülteci karşıtlığı’ konuşuldu. İlk sunumu gerçekleştiren Spyros Galinos, ‘Sınırlarda geri gönderme endüstrisi’ başlığında konuşma gerçekleştirdi. Ardından akademisyen ve İzmir Dayanışma Akademisi üyelerinden Lülüfer Körükmez, ‘Türkiye’de yabancı düşmanlığı, göçmen karşıtlığı ve ırkçılık’ başlığını ele aldı.   ‘Suriye Savaşı sonrası geniş kapsamlı ırkçılık’   Cumhuriyetin kuruluşunda Türk ve Müslüman olmayanların ülkeden atılmasından oluşan bir göç yönetiminin bulunduğunu belirten Lülüfer, Suriye savaşının başladığı 2011’den sonraki süreçte yoğun göç dalgalarının yaşandığını ifade etti. 2013’e kadar pasaport kanunu, iskan kanunu ile idare dilen göç manzarasının Cenevre Sözleşmesi’nin tarafı olmasına rağmen Türkiye’nin mültecilere yönelik ‘geçici koruma’ gibi kategoriler ürettiğini belirten Lülüfer, “Suriye Savaşına kadar göçmenlere yönelik geniş kapsamlı ırkçılık teması yok. Kötü muamele işkence pratiklerini görüyorduk ama yaygın değildi. Suriyelilerin gelişi Geçici Korumanın dışında politik olarak Suriyelilerin kabulünün nasıl toplumsal kabule dönüştürüldüğü ile ilgili. Müslüman kardeşliği, Ensar ruhu, misafirperverlik üzerinden söylem geliştirildi. Bir süre için belli kesimde işleyen bir söylem oldu ama beraberinde bu tabanın dışında işlemezliğin ötesinde tersine dışlanan reddetme pratiklerine sebep oldu” dedi.   ‘Irkçılık muhaliflere de sinmiş durumda’   Türkiye toplumunda göçmen karşıtlığının politikleşmekte olduğunu ve ulusalcı tabanda vatanseverlik kavramlarının terör ile de birleştirildiğini dile getiren Lülüfer, muhalif kesimlere de ırkçılığın sindiğini, tecavüz faili mülteci erkeklerin suçunun genelleştirilerek ırkçı söylemlere dönüştürülmesi üzerinden örneklendirdi.   ‘Göçmenlerle dayanışma kriminalize ediliyor’   Haftada 2 bin kişinin deport edildiğini belirten Lülüfer, polisin izin olmaksızın evlere girip mültecileri Geri Gönderme Merkezlerine (GGM) gönderdiğini, buralarda zorla gönüllü geri gönderme belgeleri imzalattığını ifade etti. Avukatların ise GGM’lere ulaşmasının engellenerek görevini yapmasının, mültecilerin de savunma hakkının elinden alındığını dile getiren Lülüfer “En önemli şeylerden biri de dayanışmayı kırması. Düşmanlık dayanışmayı örenlerin de problemi. Depremde bir anda dayanışmaya başlandı ama burada da çeşitli şekillerde ırkçılığı gördük. Göçmen karşıtlığında dayanışma suçlulaştırılıyor. 2018’de çıkan yasayla kağıtsız göçmene ev kiralamak gibi edimler göçmen kaçakçılığı suçlamasına dönüşebiliyor. Bu İzmir’de bir şey ifade etmese de Van’da öyle değil. Van’da dayanışmayı engellemeye çalışıyor, mesafeyi açarak dışlama pratiğine dönüyor” diye belirtti.   Çalıştayın beşinci oturumunda ‘Büyük gözetim ve denetleme aygıtları’ başlığı altında Tahir Elçi Soruşturma Komisyonu üyesi Barış Yavuz, ‘Soruşturma ve kovuşturmalarda dijitalleşme’,  Psikiyatr Doktor Agah Aydın ise ‘Başkasının gözünde yaşamak: Arzunun ve korkunun güçleri’ başlıkları ile sunum gerçekleştirdi.   Son oturumda ise ‘Deprem ve barınma hakkı sorunu’ başlığı ele alındı. Oturumda Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadıköy İlçe Başkanı Koray Türkay, ‘Deprem ve barınma sorunu’, KHK’li Akademisyen Mimar Gül Köksal, ‘Dirençli kent: Neye karşı dirençli, nasıl, kim?’, Afet için Kadın Dayanışmasından Feride Eralp ‘Depremin toplumsal cinsiyeti: Afet için feminist dayanışma deneyimi” sunumlarını gerçekleştirdi.    ‘İmar barışı toplumu suça ortak etmek demek’   İmar affı ve imar barışını kimler arasında yapıldı kimin kimi affettiğini soran Gül, “Adil bir kentleşme yaratmak yerine imar suçlarını topluma yayan toplumu suçun parçası haline getiren ve bundan faydalanan bir düzen anlamına geliyor. Bir yönüyle kamu yararına ücretsiz barınmayı talep edemez haklarını bilemez hale getiriyor. Sosyal konut yerine TOKİ kar amacı güden işletme haline getirildi” ifadelerini kullandı.   ‘Sur’daki kültür yok edildi’   Sur'un yıkılmasının ardından Sur’un Toledo’ya dönüştürülmesinin aslında şehri betonlaştırmanın projesi olduğunu ifade eden Gül, dünya mirası listesine girmiş eşsiz bir yer olan Sur’da yaşanan yıkımın TMMOB tarafından hazırlanan raporda açığa çıkarıldığını belirtti. Acele kamulaştırma kararı ile sit alanları tamamen yıkıldığını ifade eden Gül, şöyle devam etti: “Koruma amaçlı planların ihlal edildiği bir süreç işledi. Gündelik kadim hayatın tamamen değiştiği bir yer haline geldi. Hevsel Bahçeleri ve Surlar ilişkisi de betonlarla bölündü. El konulan yerlerdeki insanlarda kentin çeperlerinde TOKİ konutlarında yaşamaya mecbur bırakıldılar. Deprem bölgesindeki güncel durum da Sur'da yaşananların aynısının olduğunu görüyoruz. Birinde savaşla, birinde de imar afları, plansız yapılaşma ve ekolojik talanın getirdiği bir yıkım vardı.”   ‘Kadınların hayatta kalmasını ayıp belirledi’   Kadınların mahrem alanla özdeşleştirildiğini ve depremden sonrasındaki hayatta kalan kadınların yaşamlarını ‘ayıpların’ belirlediğini belirten Feride, Hatay ve Adıyaman’daki gözlemlerini anlattı. Kadınların pijamalı veya başörtüsü olmadığı için evden çıkamadığını dile getiren Feride, “Enkazdan çıkmak isteyen kadının çıkabilmek için önce eşarp istedi. Kişinin onurunu koruma hakkı var ama giyim kuşam bir kadının enkazdan çıkmasını belirledi. Bakım emeğinin kadınlar üzerinde olması nedeniyle bu binada bulunan kadınların cenazelerini bakıma muhtaçların veya çocukların yanında bulduk. Çocuklarını canlı kurtarmış ama kendisi hayatta kalmamıştı. Bir türlü sıra kendine gelmeyen kadınları enkazdan çıkardık. Kadınlar ile fedakarlık ilişkisi bu kadar doğal değil. Çünkü kendi varlığını başkasına armağan etmeyen kadın ise kötüdür” ifadelerini kullandı.   ‘Kadınların yaşamlarını da ayıp belirledi’   Enkaz öncesinde enkazda ve sonrasında kadınların ihtiyacının ayıp ya da ikincil olarak görüldüğünü dile getiren Feride, son olarak şunları söyledi: “Kadının ihtiyacı ayakkabı olsa bile çocuğunun ihtiyacından önce kendininkini istemesi kendine bile ayıp. Oysa erkekler çoğunlukla kadınların ayakkabı numaralarını bilmiyor çünkü hiçbir zaman bilmesi gerekmedi. Dağıtımda kocasına mont almaya gelen kadın üzerinde yelekle ayrılabiliyor.”   Oturumların ardından müzisyen Kasım Taşdoğan ve arkadaşlarının müzik dinletisi gerçekleştirildi.