Abdullah Öcalan Lozan Antlaşması için ne dedi? 2023-07-20 09:01:09     Marta Sömek   İSTANBUL - Lozan Antlaşması’nın 100’üncü yıl dönümüne giderken, mutlak iletişimsizliğin sürdüğü PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın İmralı’da yıllar önce yaptığı tespitler, bir kez daha 100 yılı tüm güncelliğiyle ortaya koyuyor. Lozan ile “Kürt soykırımına geçildiğini” belirten Abdullah Öcalan, “Ne inkâr ne isyan, çözüm demokratik cumhuriyet, demokratik birlik. Toplumsal Lozan’la, Kürtler demokratikleşmenin öncülüğünü yapacak. Ancak Türkiye böyle rahatlar. Herkese buradaki pozisyonumun demokratik çözüm ve barış olduğunu, bu konuda ciddi adımlar atılması halinde bu rolümü oynayacağımı bilmelidir” sözleriyle çözümün adresi olduğunu vurguluyor.   İsviçre’nin Lozan kentinde 24 Temmuz 1923 tarihinde Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Romanya, Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan arasında imzalanan Anlaşma’nın 100’üncü yıl dönümüne sayılı günler kaldı. 143 madde, önsöz ve 4 bölümden oluşan Anlaşma ile Ankara’da kurulan Meclis yönetimi Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri tarafından resmen kabul ediliyor. Üç ay sonra da, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” kuruluyor. Türkiye’nin kuruluş zeminini örmeye başlayan Anlaşma, aynı zamanda Kürt ve Hıristiyan halkları da tamamıyla “Türkleştirme” politikasını hazırlıyor.   Tek model: ‘Türkleştirme!’    Anlaşmanın imzalanması sonucu militarizm ve milliyetçilik de katmerleniyor. Hem 1915 Soykırımlarını ret ve inkar eden hem de Kürt ve Hıristiyan halkları “yok etme” politikalarını sürdürmenin yollarını arayan Türkiye, Anlaşma ile bu politikalarını devam ettirmeyi de “garantiliyor”. Sevr Anlaşması’nın geçersiz kılındığı Lozan’ın imzalanmasının sonuçları olarak paylaşılan, “Rum ve Ermeni iddiaları tamamen sona ermiştir. Kürdistan kurulması engellenmiştir. Anlaşma uyarınca Türk Devleti'nin sınırları içindeki yabancı okulların Türk kanunlarına uyması, okulların öğreniminin Türk Devleti tarafından düzenlenmesi kayıt altına alındı. Fener Rum Patrikhanesi'nin yabancı kiliselerle ilişki kurmaması şartıyla Türkiye'de kalması kabul edilirken, azınlıklara verilen ayrıcalıklar kaldırıldı. Tüm azınlıklar Türk vatandaşı kabul edildi” cümleleri ise soykırım politikalarının nasıl şekilleneceğinin göstergesi oluyor. Anlaşma’yı imzalayan tüm devletler ve Birleşmiş Milletler (BM) de Kürt ve Hıristiyan halklar üzerindeki inkar ve soykırım politikalarını kabul ederek, bu suça ortak oluyor.   İmralı tespitleri bugüne dayanıyor   1999 tarihinde uluslararası komplo ile Türkiye’ye getirilerek tutuklanan, o tarihten beridir 24 yıldır İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde ağırlaştırılmış tecrit altında tutulan ve 28 aydır da hiçbir haber alınamayan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın, Lozan’a dair tespitleri bir kez daha yaşananları gün yüzüne çıkarıyor. Abdullah Öcalan’ın İmralı’da farklı tarihlerde Lozan’a dair yazdığı tespitlerini derledik.   ‘Kürtlere ilişkin hiçbir güvence vermediler’   “Kürtler ne ulusal ne de uluslararası hukukun kapsamında ele alınan bir halktır” diyen PKK Lideri, AB hukukunun ısrarla bireysel boyutu dayatıp bunun altındaki tarihsel toplumsal gerçeği görmezlikten gelmesinin anlamı, hukuki yoldan çözülecek bir sorunun olmadığını söylemesidir. Bu anlayış, Lozan Antlaşmasından beri süregelmektedir. TC’nin varlığını Kürtsüz kabul etmesi karşılığında, İngilizlere Musul-Kerkük bırakılmıştır. TC’nin, kapitalizmi sistem olarak benimsemesi karşılığında Lozan’da onaylanma sağlanmıştır. Batılı devletler, Ermeniler, İyonlar ve Asurileri birer azınlık olarak kabul ederken Kürtlere ilişkin hiçbir güvence vermemişlerdir. Bu yaklaşım, Kürtlerin fiziki olmasa da kültürel ve siyasal olarak silinmesine göz yummak demektir. Batılı emperyalist devletlerin, Türk yöneticileri ile son iki yüz yıllık süreçte içine girdikleri ilişki, çelişki ve çatışmaların sonuçları, çok iyi irdelenmek durumundadır. Günümüzde Ortadoğu’nun geriliği, demokrasi ve özgürlükten yoksunluğunun temeli, bu yıllardaki ilişkilerle bağlantılıdır…” sözlerini kullanıyor.   Lozan’ı imzalayanların amacı     Lozan sürecinde KUrdistan’ın, oluşturulmak istenen Irak temelinde parçalandığını belirten Abdullah Öcalan, ‘Kürtlerin ve Türklerin ortak vatanı’ olarak tanımlanan Misak-ı Milli’nin açık ihlalidir. Bu gelişme, I. BMM’de ve Kürtler arasında büyük infiale yol açmıştır. Lozan Anlaşmasının bu mecliste onaylanamayacağı anlaşıldığında feshi yoluna gidilmiştir. Böylece Kürt-Türk ittifakına dayalı cumhuriyet dönemi (1919-23) kapanmış, merkezi liste usulüyle belirlenmiş ağırlıklı olarak ittihatçı kadroların doldurulduğu II. Meclisin ilk işi Lozan anlaşmasını onaylamak olmuştur. İkinci işi İngiltere’ye bağımlı tekçi katı merkeziyetçi ulus-devlet anayasasına (1924 anayasası) dayalı minimal cumhuriyet dönemine geçişi sağlamak olmuştur. Ki bu cumhuriyet, İngiltere’ye karşı kurulmadı, bilâkis İngiltere’nin belirleyici desteğiyle kuruldu. İngiltere’nin bunda iki amacı vardı: Birincisi, o dönemde dünya devrimi peşinde koşan Sovyetler Birliği’nin güney yolu üzerinde Türkiye’yi stratejik bir denge konumunda tutmak; ikincisi, yeni Türk ulus-devletini kendisi için tehlike teşkil etmeyecek dar bir sınıra sığdırmaktı. Lozan Antlaşması, bu yaklaşımın sonucudur. Gerisi, ucuz zafer propagandasıdır” belirlemesinde bulunuyor.   Kürt aydınların itirazı   “Lozan sürecinde Irak sınırı bağlamında Kürdistan’ın ve Kürtlerin parçalanması, 20. yüzyıl tarihinin en trajik olaylarından biridir” diyen PKK Lideri, devamında şunları kaydediyor: “Bununla sadece Kürtlerin değil, Araplar, Acemler ve Türklerin de tarihlerinin temeline atom bombasından daha etkili bir bomba konulmuş gibidir. Bu dönemde I. BMM’de mevcut gidişata karşı büyük bir itiraz oluşmuştu. O dönemin Kürt aydınları ve ordudaki subayları ayaktaydı. 1925 İsyanının temelinde, bu gerçeklik yatar. Resmi Tarihte uydurulanın tersine, İngiliz hegemonyasıyla anlaşan Kürtler değil, Beyaz Türk Rejimiydi. Beyaz Türk Rejiminin komplocu niteliğini ısrarla vurguluyorum. Bu rejimin, M. Kemal’i bile bu komployla etkisizleştirdiğini çok iyi bilmek gerekir. M. Kemal’in, bu antlaşmayı, hayatının en zorlu ve nahoş olayı olarak değerlendirdiği, onaylamaması halinde Cumhuriyet’in bir bütün olarak tehlikeye gireceğini dile getirdiği bilinmektedir.   Tarihten ders çıkarmama komploya alet olmaktır   Yine sanıldığının aksine, bu sınırın çizilmesiyle sadece Musul-Kerkük petrolleri değil aynı zamanda Kürtler kaybedilmiştir, Kürt-Türk tarihsel kardeşliği kaybedilmiştir, Ortadoğu’nun tüm halklarının kültürel bütünlüğü kaybedilmiştir. Halen günlük olarak coğrafi kaydırmalarla sözde düzeltilmeye çalışılması, sınır boyunca duvarlar örülmesi, elektrikli tel çekilmesi, çelikten örülmüş karakollarla donatılması, özel orduyla savunulması gibi yöntemlerle bu sınırın düzeltilebileceği ve korunabileceği sanılmaktadır! Bu yöntemlere başvurmak, tam bir gaflet, tarihten ders çıkarmama, komploya bel bağlama veya alet olma demektir. Temel yanlışlıklar ancak kaldırılıp yerine temel doğrular konularak düzeltilebilir.”   Kuzey Kürdistan parçası kıpırdayamaz hale getiriliyordu…   Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Kürt halkının Türk halkıyla aynı haklara sahip olma beklentilerinin boşa çıkarıldığını vurgulayan Abdullah Öcalan, “M. Kemal’in küçük burjuva radikalizmi olmasaydı, Cumhuriyet’in kurulması çok zordu. Cumhuriyet, varlığını kesinlikle M. Kemal’in radikalizmine borçludur. Ama Lozan’la birlikte işgal konumunun resmen sona ermesi ve Cumhuriyet’in yeni anayasasına (1924) kavuşmasıyla M. Kemal’in radikalizmi de esas olarak müttefikleriyle (Kürtler, Sosyalistler, Ümmetçi Müslümanlar) birlikte tasfiye edilmiştir. Kürtlerin Türklerle aynı haklara sahip olma beklentileri, boşa çıkarılmıştır. 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu ile 10 Şubat 1922 tarihli Kürt Özerklik Yasası’nın uygulamaya geçirilmeyip kâğıt üstünde kalması, tüm heves ve hayallerin sonu oldu. Hâlbuki Ulusal Kurtuluş Savaşının asli unsurları konumundaydılar. Büyük Kuzey Kürdistan parçası ise, Cumhuriyet Tarihi boyunca kan revan içinde bırakılarak kıpırdayamaz hale getiriliyordu. 1920’lerde Türkiye Cumhuriyeti’nde Beyaz Türk ulus-devletçi diktatörlüğün oynadığı rolü, bu sefer Kürdistan’da Beyaz Kürt ulus-devletçiliği oynayacaktı…” değerlendirmesini yapıyor.   ‘I. BMM’nin feshi Kürtlere karşı bir darbe, komplodur’   Cumhuriyetin Lozan ile hayata geçirildiğine işaret eden PKK Lideri, şu tespitleri yapıyor: “Tekçi katı merkeziyetçi ulus-devlete dayalı cumhuriyet projesi, bir kapitalist modernite projesiydi. Batılı hegemonik güçlerin Lozan’daki onayıyla hayata geçirilmeye çalışıldı. 1921 anayasasında bazı demokratik öğeler vardı, anayasa maddeleri özerkliği düzenliyordu. Mustafa Kemal de ‘1921 anayasası gereğince zaten bir tür yerel özerkliğin oluşacağını’ söylemektedir. Dönemin kapitalist hegemon gücü İngiltere’nin iç politikaya müdahale ve komploları gecikmeyecektir. 10 Mart 1922'de gizli bir oturumla Kürtlere karşı bir komplo hazırlanıyor. Lozan Konferansıyla ilgili 27 Şubat 1923 tarihli gizli bir oturum var. 1 Nisan 1923’te Misak-ı Milli ve Musul-Kerkük’ten taviz veren Lozan anlaşmasını onaylamayacağı anlaşılan I. BMM’nin feshi Kürtlere karşı bir darbe, bir komplodur. Örneğin İkinci Meclis için uygun görülecek isimler merkezden liste usulüyle belirlenmiş, özellikle bu listenin Ermeni Soykırımında yer alan İttihatçı isimlerden oluşturulması ve Kürt milletvekillerine bu listede yer verilmemesi komplodur.   Kürtlerin hukukları ellerinden alındı   Yine merkezi liste usulüyle oluşturulan II. BMM’nin ilk iş olarak Lozan’ı onaylama ve ardından Kürtlere özerklik kapısını açan düzenlemeleri nedeniyle 1921 anayasasını yürürlükten kaldıran katı merkeziyetçi 1924 ulus-devlet anayasasına geçmesi de Kürtlere karşı bir komplodur. Kürtlerin bu inkâr ve imha sistemine karşı tepkilerini Piran olayı gibi provokasyonlarla tahrik ederek isyan bahanesi yaratmak, bu bahaneyle önce ‘Kürtler benim kardeşimdir, onlar üzerine yürümem’ diyen dönemin başbakanı Fethi Okyar ve kabinesinin hükümetten düşürme ve yerine İngilizlere bağlı İnönü hükümetinin getirme de Kürtlere karşı bir komplodur. İnönü hükümetinin Piran komplosuyla yarattığı isyan bahanesiyle 1925 ve 1926 yıllarında Kürtlere karşı Şark Islahat Planı, Takriri Sükûn Kanunu, Sansür, Sürgün düzenlemeleri hep komplodur. Ardı sıra devam eden komplolarla Kürtler hukuk dışında bırakıldılar, hukukları inkâr edildi, hukukları ellerinden alındı. Oysa Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal’e destek veren tek halk Kürtlerdi.   Cumhuriyet komplolardan dolayı ölü doğmuştur!   1919-23 arası Kürt-Türk ittifakının demokratik cumhuriyetle sonuçlanmasının önüne geçmek için Lozan’da İnönü ile Musul-Kerkük karşılığında Kürtlerin inkârı, demokratik cumhuriyet yerine kapitalist sistemin homojen ulus-devlet olarak tanınması üzerine anlaştılar, faturayı Kürtlere çıkardılar, demokratik cumhuriyeti rafa kaldırdılar. Sonrası biliniyor. Bir yandan cumhuriyete Kürdü inkâr ettirerek, senin hiç yerin yok dedirtti, öte yandan Kürtleri de isyana teşvik ederek, cumhuriyetten taviz üzerine tavizler aldıktan sonra da bastırılmasına, Kürtlerin katledilmesine onay verdi. İti ite kırdırma, tavşana kaç tazıya tut oyununu böyle kurdular. Bir bütün olarak uluslararası kapitalist sistem Lozan sürecinde Musul-Kerkük karşılığında Kürtlerin dışlanmasına onay vermiştir. O dönem başını İngiltere’nin çektiği uluslararası kapitalist sistem, demokrasi sistemiyle yönetilmesi arzulanan cumhuriyetin daha doğmadan etkisini zayıflattı, demokratik cumhuriyeti boğuntuya getirdi. Kurtuluş ve cumhuriyetin kurucu müttefikleri olan Kürtlerin, Sosyalistlerin ve Ümmetçi Müslümanların ittifakı komplolarla tasfiye edilerek yerine İngiltere, Yahudi sermayedarları ve İttihatçı bürokratlar ittifakı ikame edildi. Cumhuriyet bu komplolardan dolayı ölü doğmuştur; demokratik cumhuriyetten vazgeçilerek Kürtleri, Sosyalistleri ve ümmetçi Müslümanları sistemden dışlayan tekçi katı merkeziyetçi ulus-devlete geçilmiştir.”   Kürtler’in Ortadoğu’da piyon olarak kullanılma politikası   Kürt halkına karşı “komploların” çok daha derinlikli olduğunun altını çizen Abdullah Öcalan, değerlendirmelerinde şu ifadelere yer veriyor: “1945’larden sonra kapitalist hegemonyayı devralan ABD, İngiltere ve İsrail ile birlikte aynı komplolara devam ettiler. Bana yönelik uluslararası komplonun bir ucu da İngiltere’ye dayanıyordu. 1920’lerden beri önce kapitalist hegemonyanın yürütücüsü İngiltere, ardından 1945’lerde hegemonyayı devralan ABD ve İsrail ile ortaklaşa, Kürtleri Ortadoğu politikalarında bir piyon olarak kullanma politikasını yürüttüler, şimdi de bu oyunu sürdürüyorlar. Biz bu duruma son vermek adına yola çıktık. Kullanılan-piyon Kürdü değil, özgür iradeli-aktör Kürdü yaratmaya çalıştık. Bu durum ellerindeki kullanım malzemesinin alınmasını veya kendi deyimleriyle ‘Kürt kartının’ ellerinden çıkması sonucunu doğuruyordu. Tabi bu durumun esas sorumlusu İngiltere’ydi. İngiltere daha 1920’lerde öncülük ettiği Kahire Konferansı’nda Kürt sorununun çözümsüz bırakılarak Kürtlerin Türkiye, İran, Irak ve Suriye ulus-devletleri arasında bölüştürülerek bu devletlere karşı bir tehdit aracı olarak kullanılması kararını almadı mı?   Lozan ile hangi mücadeleler bozuldu?   Bu karar çerçevesinde 1919-1923 arası süreçte Kürtlerin ve Türklerin ortak mücadelesiyle yaratılan ve Mustafa Kemal’in ‘Demokrasi sistemiyle yönetilmesi arzulanan cumhuriyet’ projesi, Lozan’da İngiltere’nin devreye girmesiyle bozulmadı mı? Kurtuluş ve Cumhuriyet, Kürtlerin ve Türklerin ortak eseri değil miydi? Halklarımızın gönüllü birlikteliği, o dönem kapitalist dünya hegemon gücü olan İngiltere’nin Lozan’da karşı tezle (Birinci Lozan görüşmelerinde kapitalizmi benimseme ve Kürtlerin yok sayan ulus-devlete geçerek ulus-devletler üzerine kurulu kapitalist dünya sistemine dâhil olma ve Musul-Kerkük’ü İngiltere’ye verme şartlarını ileri sürdükleri biliniyor) devreye girmesiyle bozulmadı mı? Birinci Lozan görüşmelerine bu nedenle ara verilmedi mi? Bunun üzerine İnönü, İzmir İktisat Kongresi ile kapitalist sisteme dâhil olacaklarını resmen ilan etmedi mi? Ardından Birinci Meclis’i Lozan’ı onaylamaya zorlamadılar mı? Birinci Meclisin İngiltere’nin teslimiyet şartlarını ve sahte barışı kabul etmemesi temelinde Lozan’ı onaylamayacağının anlaşılması üzerine feshedilmedi mi? Yani örtülü bir darbeyle Birinci Meclis feshedilerek, tepeden listeyle ittihatçı ve ulus-devletçi kadrolardan oluşan bir milletvekilleri listesiyle göstermelik bir seçime gidilerek İkinci Meclis oluşturulmadı mı?   Projelerle Kürt soykırımına geçildi     Bu meclisin ilk işi Lozan anlaşmasını onaylamak olmadı mı? Hemen akabinde de aynı -özünde atanmış- meclis eliyle yerinden yönetim ve yerel özerklik esasına dayalı 1921 anayasası yürürlükten kaldırılarak yerine katı merkeziyetçi, Kürtleri yok sayan tekçi, antidemokratik, faşist ulus-devlet yapılanmasına geçilmedi mi? Son tahlilde İngiltere’nin, ‘Demokratik cumhuriyeti tanımam ancak Kürtleri yok sayan homojen ulus-devlet olarak kapitalist sisteme entegre olursan tanırım’ tezi hayata geçirilerek, faturası da Kürtlere çıkarılmadı mı? O güne kadar birlikte savaşan, cumhuriyeti birlikte kuran iki halk, 1924 anayasasıyla inkâr ve imha sürecine alındı. Buna karşı çıkan Kürtler de ‘isyancı’ ve ‘şaki’ olarak kriminalize edilerek, isyan bahanesiyle İzale-i Şekavet Kanunu gibi açık ve Şark Islahat Planı gibi gizli projelerle Kürt soykırımına geçildi, on binlerce insan öldü, hala ölüyor.   Sonuç cumhuriyetin demokratikleşememesi oldu   Demokratik cumhuriyeti zehirleyen bu ulus-devlet zihniyetine geçişle birlikte Türkiye Takrir-i Sükûn, sıkıyönetim ve tek şef yönetimi gibi olağanüstü yönetim usulleriyle yönetilir hale gelecek, isyan ve bastırma kısırdöngüsü içine yuvarlanarak, demokratik cumhuriyet temelinde bir Japonya olma fırsatını kaybedecekti. Yani yapay bir Kürt tehdidi yaratılarak sürekli darbeler, sıkıyönetim ve olağanüstü hal rejimleriyle yönetilir hale getirilen Türkiye Cumhuriyeti, 1945’lerde kapitalist dünya hegemonyasını devralan ABD’nin de aynı politikayı sürdürmesi nedeniyle bu sefer de NATO Gladiosunun desteklediği 1961, ’71, ’82 darbe anayasaları aynı güvenlikçi anlayışı, inkâr ve imha politikasını daha da katılaştırarak sürdürdü ve halen sürdürülüyor. Sonuç, İngiltere’nin Lozan’da dayattığı ve daha sonra ABD’nin öncülüğünü yürüttüğü antidemokratik tekçi ulus-devlet anlayışı nedeniyle cumhuriyetin bir türlü demokratikleşememesi, demokratik uygarlık çağına ulaşamaması ve kopması oldu.           ‘Kürtler Lozan’da imha ve asimilasyona terk edilmedi mi?’   Cumhuriyeti doğuran anlaşmanın, başta gelen Avrupa devletlerinin imzasıyla onaylanan Lozan olduğunu ifade eden PKK Lideri, “Avrupa ülkeleri demokratik çözüm ve barış için üzerine düşeni neden yapmaktan kaçındılar? Filistin sorunun çözümünde kırk takla atan Avrupa, Kürt sorunun çözümünde niye yok? Çünkü Kürt sorunu öyle orta yerde, Ortadoğu politikaları için kullanılacak bir malzeme, bir koz olarak kalsın istiyorlardı. Bu politikanın temellerini 1920’lerde İngiltere atmıştı; Kahire Konferansı’nda Kürtlerin sorunlarını çözümsüz bırakmak ve sınırları içinde bulundukları devletlere karşı bir koz olarak kullanmayı kararlaştırmışlardı. Bu temelde İngiltere öncülüğünde Lozan’da Kürtler parçalanarak dört ulus-devlet (Türkiye, İran, Irak, Suriye) sınırları içine hapsedilerek imha ve asimilasyona terk edilmedi mi? Lozan’daki bu statüye Rusya, Fransa, Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri dâhil edilmedi mi? Biz ise Kürtleri kendi geleceği hakkında kendisinin karar vereceği özgür ve demokratik bir Kürt haline getirerek, bu iradeyi sınırları içinde tutulduğu devletler ve halklarıyla demokratik çözüm temelinde özgür ve demokratik birliğe götürmek istedik. Bu ise yıllardır alışageldikleri ezberlerini (Kürtlere biçtikleri piyon rolünü) bozuyordu; karşılarında özgür iradeli, demokrat Kürdü istemiyorlardı. O nedenle tasfiyemize karar verdiler. ‘Biz var olduğumuz sürece Kürtlerin bizim karşımızda iradeleri olamaz’ demek istiyorlardı” sözlerini kullanıyor.   ‘Beni tüm kapitalist dünya-sistemi tutsak etmiştir!’     Devletlerin kendisini “tasfiye etmeyi” hedeflediğini dile getiren Abdullah Öcalan, “İddia ediyorum; Kuzey Atlantik Antlaşması’nın beşinci maddesini 1985’lerden itibaren bize yönelik fiilen uygulayan Almanya, komplo sürecinde de hukuki ve insani sorumluluğundan kaçarak bana dağ yolunu göstermişti. Almanya’nın komplodaki rolü, bizi Avrupa’ya sokmamaktı. Denilebilir ki Avrupa kapılarını bana Almanya kapattı. Peki, bu kadar işbirliği neden? Çünkü beni tasfiye etmek istediler. Bizleri tekrar Türk halkıyla savaştırmak amacındaydılar. Bu oyun, bir nevi Lozan’ın güncellenmesiydi. Avrupalıların (özelde İngiliz ve Almanların) Abdülhamid ve İttihat Terakki üzerindeki oyunları, etkileri de biliniyor. MHP’nin tarihsel kökenleri de buraya dayanıyor. Almanlar kendine bağlı, Alman etkisinde bir Türk milliyetçiliği oluşturdular. Aynı Almanların benzer şekilde Mezopotamya üzerinde de geçmişten günümüze oyunları, planları var; son yirmi-otuz yıldır da bizim üzerimizden oynamak istediler. Bizi kontrollerine almak istediler, fakat bu olmayınca beni tasfiye etmek istediler. Netice itibariyle beni tüm dünya, daha doğrusu kapitalist dünya-sistemi tutsak etmiştir. Bunların içinde ABD var, İngiltere var. İngilizlere ve onların işbirlikçisi son padişaha karşı verilen ulusal kurtuluş savaşına Kürtlerin destek vermesinin intikamını önce Lozan’da Musul-Kerkük karşılığı satarak, günümüzde de böyle almaya çalışıyorlar” vurgusunu yapıyor.   ‘Demokratik Cumhuriyet’ projesi   Türkiye’ye “Demokratik Cumhuriyet” projesini önerdiğini belirten PKK Lideri, devamla şunları kaydediyor: “Kürtlere isyan, devlete de bastırma rolü verilerek nasıl bir kısırdöngünün yaratıldığından söz ettim. Bunun Türkiye’ye bir yüzyılı kaybettirdiğini, bir Japonya olmasını engellediğini belirterek, yirmi birinci yüzyılın da kaybedilmemesi için ‘Ne İsyan Ne Bastırma; Çözüm Demokratik Cumhuriyet’ dedim. Oyunlarını bu temelde bozalım dedim. Ancak Türkiye’yi yönetenler hala bunun farkında değil. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi, benim komployla Türkiye’ye teslim edilmemle yakından ilgilidir. Beni de kendi politikalarına getirmek için çok uğraştılar, hatta daha Şam’dayken açıkça Büyük Ortadoğu Projelerine gelmemi teklif ettiler ama onların bu teklifini reddettim. ‘Ben halklar lehine çizgi sahibiyim, onların binlerce yıllık özgürlük ve eşitlik ütopyalarının temsilcisi bir özgürlük savaşçısıyım, başkalarının savaşçısı olmam’ dediğim için bütün bunları başıma getirdiler. Ecevit de açıkladı; ‘ABD Öcalan’ı bize neden verdi, halen anlamış değilim’ diyordu. Ben bunu burada defalarca açıkladım. Komplonun iki amacı vardır; Birincisi, yargılama sürecinde benimle başbakanlık adına görüşmeye gelen yetkilisine de, bu komplodaki amacın bir Türk-Kürt savaşı yaratmak olduğunu söyledim. Benim tutumum sayesinde bu savaş önlenmiştir. Ben bütün gücümle bunu engellemeye çalıştım.   Benim tutumum sayesinde bu savaş önlenmiştir   Mesela silahlı güçleri sınır dışına çıkarttım. Bunu gönüllü olarak yaptım, inanarak yaptım. Bu ülkenin hayrına olduğuna inandığım için yaptım. O günlerde bir barış umudu doğmuştu, ordu içinde de bunu anlayanlar oldu ama komplocu güçler ve onların içerideki uzantılarının engellemeleri nedeniyle bir türlü pratiğe geçmedi, o günden bu güne çabalarımız sürdü ama AKP iktidarı somut adım atmadı veya atması engellendi. Benim buradaki demokratik çözüm ve barış duruşumla bir Kürt-Türk savaşı engellenmemiş olsaydı, çıkacak bu savaşla haritaları yeniden çizip planlarını yürürlüğe koyacaklardı. Türkiye, kesin bir geçiş sürecinde olup kaostan nasıl çıkacağı yeni halini doğru kestirmekle bağlantılı olacaktır. Kürtlerle uzlaşma yerine savaş derinleşirse, Sevr ve Lozan arası bir durum beklenebilir. Kürt Sorununa demokratik çözüm, Kürtlerle birlikte Türkiye’nin Demokratik Ortadoğu’daki önder rolünü, güçlü bir olasılık haline getirir. Aksi halde tarihsel stratejik bağ tamamen parçalanıp İç Anadolu’ya sıkışması tehlikesi belirecektir. Türkiye’nin hem kısa ve orta hem de uzun vadeli gündeminde bu yönlü gelişmeler, bazen yavaş bazen hızlı hep cereyan edecektir. Birinci Dünya Savaşından sonraki Türk-Kürt uzlaşmasının, demokratik temelde (feodal-burjuva feodalizm, milliyetçilikten kaynaklanan tehlikelerle doludur) yenilenmesi, Ortadoğu kaosundan (tarihsel geçmişe uygun ama bu sefer demokratik özgür birliktelik halinde) en güçlü taraf olarak birlikte çıkmalarına yol açacaktır. Aksi halde İkinci İsrail Kürdistan’ı kaçınılmazdır.   Lozan’ı da aşacağız, halkların demokratik ittifakını kuracağız   Türkiye sırf Kürt meselesinde adım atmamak için ve bu konuda inkârcı politikasını sürdürebilmek için son iki yılda bilinçli bir biçimde ABD’nin bölge stratejisine dayalı olarak İsrail ile birlikte bir ittifakı dayatmıştır. Bu ittifak da kan, savaş amacına yöneliktir. Biz onların dayattığı milliyetçi, ayrılıkçı böl yönet politikalarına karşı halkların özgür eşit gönüllü demokratik birliğinden vazgeçmeyeceğiz. Sevr’i aşacağız, Lozan’ı da aşacağız ve halkların özgür eşit gönüllü demokratik birliğini, demokratik ittifakını kuracağız. Bu, büyük özgürlük ittifakıdır. Kürt-Türk arasında sağlam kurulduğu oranda, Ortadoğu halkları arasında da sağlam kurulacaktır. Ortadoğu halkları da en az Kürt ve Türk halkları kadar birliğe muhtaçtır. Burayı da biz açacağız. Ben bu direnmeyi boşuna yürütmüyorum: Altında çok büyük bir birlik isteği ve bu birliğin çok büyük bir uluslararası anlamı olmasa, bu kadar büyük çaba harcanmaz. Sorun, özgürlüğün halklarımıza mal edilmesi sorunudur. Bu temelde Kürt ulusunun, Ortadoğu halklarının büyük birliğinin temel taşı, köprü bağlantısı olacağından eminim. Kendisine büyük saygı duyduğumuz Türk kökenli yoldaşlarımızdan biri olan Kemal PİR’in bir sözü vardır: ‘Kendi halkımın kurtuluşunu Kürt halkının kurtuluşunda görüyorum. Ortadoğu halklarının büyük bir federasyon içinde toplanmasından yanayım.’ Böylesi bir birlikten yanayım diyordu. Başından beri esas aldığımız bu temelde özgür birlik çizgisidir.   Ne inkâr ne isyan, çözüm demokratik cumhuriyet!   Birinci Meclisin (I. BMM) ruhu temelinde Kürt-Türk kardeşliğini canlandıralım. Kürt Türk çatışmasını istemiyoruz, birinci meclisin ruhunu istiyoruz. Çatışmayı dayatanlar, böl yönet amaçlı milliyetçiliği ve tekçi ulus-devleti geliştiren İngiltere, Yahudi sermayesi ve ABD’dir. Lozan sürecinde İngiltere daha sonra da ABD’ye dayalı Türk milliyetçiliği geliştirildi. Bu tehlikelidir. Birlik böyle sağlanmaz. Gerçek birlik hukukuna, demokrasiye kavuşmuş Kürtlerden geçer. Türkün güvenliği için özgür ve demokrat Kürt ne kadar gerekliyse, Kürdün güvenliği için de özgür ve demokrat Türk o kadar gereklidir. Mustafa Kemal de Kürtlerle birlikte hareket ederek cumhuriyeti kurdu. 1923’lerden sonra İngiliz müdahalesiyle Lozan’da şartlarının kabulü ve 1924 anayasasıyla Türklere inkâr, Kürtlere isyan rolü vererek çatıştırması nedeniyle cumhuriyet demokratikleşemedi. 1945’lerden sonra aynı politikayı ABD devraldı, yürüttü. Türkiye’de ve Ortadoğu’da milliyetçiliği ve yeşil kuşak projesini geliştirdi. Kürtleri ve Türkleri birbirine kırdırtma İngilizlerin Lozan müdahalesiyle başladı, bir tarafa (1924 anayasasından günümüze) inkâr diğer tarafa isyan (Piran komplosu-Şeyh Said’ten günümüze) rolü verildi. Ben bunları anladım; ne inkâr ne isyan, çözüm demokratik cumhuriyet, demokratik birlik dedim.”   1924’te başlayan imha, inkar ve asimilasyon…   1924 anayasasıyla yok sayılan Kürt halkının sistem dışına itildiğini belirten Abdullah Öcalan, “Bu durum yine aynı melis görüşmelerinde ve anayasa gerekçesinde şöyle ifade edilir: ‘Devletimiz milli bir devlettir. Çok milletli bir devlet değildir. Devlet, Türk’ten başka bir millet tanımaz, memleket dâhilinde eşit hak ve hukuka sahip olması gereken ve başka ırktan gelen kimseler de vardır. Fakat bunlara da ırki durumlarına uygun olarak haklar tanıma veya bu anlama gelecek sözler etmek caiz değildir…’ Böylece İngiltere oyunuyla 1919-23 arası demokratik cumhuriyet dönemi rafa kaldırılır. Kürtler sistem dışına atılır, inkâr, imha ve asimilasyon süreci böyle başlatılır. Ve buna karşı 1925’de Şeyh Said ayaklanması patlak veriyor. Kürt sorunu da bu temelde bugüne kadar devam edegelmiştir. Şimdide benim önerdiğim demokratik özerklik, o dönem (1919-23) hayata geçirilemeyen cumhuriyetin demokratikleşmesinin tamamlanması anlamına gelmektedir. Ben ne ulusalcı faşist çizgiden yanayım ne de İslami faşist çizgiden yanayım. Ve halkımız da bunu bilmelidir. Başka bir yol vardır.   Kürtlerin Lozan’ıyla Demokratik Cumhuriyet kurulur   Lozan da Kürtler açısından eksik kalmıştır. Bugün bunların demokratik çözüm ve yöntemlerle tamamlanması, Kürtlerin haklarının tanınması lazım. Kürtler üzerine birçok plan Sykes-Picot ile başladı. Kürtleri ayırma, parçalama planları yaptılar. O zaman ‘Büyük Kürdistan Projesi’ ile Kürtleri oyuna getirdiler şimdi de Güney’de küçük bir ulus-devletçikle kendi çıkarları için kullanmaya devam ediyorlar. Her türlü böl yönet oyununu oynuyorlar. Ben buna karşı Misakı Millinin güncellenmesi lazım, dedim. Peki, bu bölücülük mü? Hayır, bizim çözüm anlayışımızda bölücülük yok. Cumhuriyete, sınırlara karşı değiliz. Benim amacım Misakı Milli döneminde, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki (1919-23) ruhu, ilkeleri görünür hale getirmektir. Benim çağrım, Cumhuriyetin kuruluş (1919-23) özüne, kuruluş felsefesine çağrı yapmaktır. İki halkın uzlaşısı demokrasiyi getirir. Cumhuriyetin kurulması ne kadar önemliyse, cumhuriyetin demokratikleşmesi de cumhuriyetin kurulması kadar önemli ve anlamlıdır. Nasıl Lozan ile cumhuriyet kurulmuşsa, Kürtlerin Lozan’ıyla da Demokratik Cumhuriyet kurulur.   Kürtler demokratikleşmenin öncülüğünü yapacak   Ben gelişecek çözüm için ‘Toplumsal Lozan’ diyorum. 1920’lerdeki Lozan, ‘Ulusal Lozan’dır. Bu Lozan’la, Cumhuriyet kuruldu. Bu cumhuriyet bugüne kadar demokratikleştirilmedi, şimdi demokratikleştirilmeye ihtiyacı var. Bu nedenle ‘Toplumsal Lozan’ diyorum. Bu ‘Toplumsal Lozan’la toplumun tüm kesimleri demokratikleştirilecek. Bugün bunun zemini de vardır. Ancak çok çalışılması gerekiyor. Bunun derinliğine iyi anlaşılması lazım. Kürtler ‘Toplumsal Lozan’a iyi hazırlanmalıdır. Bu Toplumsal Lozan’la, Kürtler demokratikleşmenin öncülüğünü yapacak. Kürtler, toplu halde, toplum olarak bir savaşa hazırlanır gibi ‘Toplumsal Lozan’a hazırlanmalıdır. Bizim istediğimiz demokrasinin kabulüdür. Ancak Türkiye böyle rahatlar. Her kesimin de buna, yani demokrasiye ihtiyacı var.   İmralı’daki duruşumla hiçbirisi gerçekleşmedi!   Komplonun on ikinci yılına girerken şunları belirtebilirim. Nasıl ki 1920’lerde Sevr planıyla Kürtleri destekliyor gibi görünüp 1923’lerden sonra isyan bahanesiyle Kürtlerin tasfiyesi karşılığında Lozan’da Türkiye devleti ile anlaşarak, tavizler karşılığında kendine bağladılarsa, hatta öncesinde 1915’lerde Ermenileri önce destekleyip onları öne sürüp daha sonra Osmanlı devleti ile anlaşarak Anadolu’dan tamamen tasfiye olmalarına neden oldularsa, aynı şekilde Yunanlılar nasıl önce destekleyip daha sonra Türkiye devleti ile anlaşıp Anadoludan tamamen tasfiye edildilerse aslında 15 Şubat 1999’da gerçekleştirilen komployla amaçlanan nihai şey de buydu. 1920’lerden itibaren İngiltere hegemonyası ile girilen ilişkiler sonucu cumhuriyetin kurucu müttefikleri komünistler, ümmetçi müslümanlar ve Kürtler tamamen tasfiye edildiler. Ve bu şekilde Türkiye tamamen batılı kapitalist devletlerin istediği özelliklere sahip, onların amaçlarına uygun bir devlet haline getirilmiş oldu. Bu önemli bir tespittir, Sol’un da artık bu tespiti yapması lazım. Ama İmralı’daki duruşumla bunların hiçbirisi gerçekleşmedi. Bütün bu komploya ve tasfiye girişimlerine rağmen sonuçta özgürlük ve demokrasi hareketi ve halkımız güçlenerek çıkmıştır.”   ‘Lozan’ın güncellenmesiyle halklar kazanacak’   Lozan’da yükseltilenin “Tek Türkçülük” olduğunun altını çizen PKK Lideri, “Şimdilerde ise yükseltilmeye çalışılan Tek Kürtçülük’tür. İkisinin de bizim anlayışımızda yeri yoktur. Biz demokratik vatan, demokratik ulus, demokratik cumhuriyet, demokratik anayasa ilkeleri çerçevesinde bir demokratik yaşamı, demokratik birlikteliği esas alıyoruz. 1920’lerde ülkeyi ele geçiremeyenler 1926’dan itibaren ve bugün ülkeyi ele geçirmişlerdir. Buna karşı demokratik çözüm ve ittifak şarttır. Kürtlerle Türklerin 1920’lerde yaptığı ittifakı bugün demokratik temelde yeniden gerçekleştirmeye ihtiyaç vardır. Şimdi yaşadığımız Sevr tehlikesi deniyor ya ben de diyorum ki Sevr tehlikesine karşı Lozan’ı güncelleyelim. Lozan’ın güncellenmesinde hem Kürtler hem de Türkler kazanacaktır. Lozan’ın güncellenmesi demokratik ulus, demokratik cumhuriyet, demokratik vatan, demokratik anayasadır” değerlendirmesini yapıyor.   ‘Pozisyonum demokratik çözüm ve barıştır!’   “İmha ve asimilasyon politikaları, çözümsüzlük süreci bugüne kadar geliyor” diyen Abdullah Öcalan, “Bu politikalar 2002’den beridir AKP eliyle uygulanıyor. Bugün yaşanan da aslında 1925’lerin aynısıdır. Süreçte çok etkili olan paralel devlet politikaları, günümüze kadar çıkmazın demokratik siyasetle çözümüne imkân tanımamıştır. Benim buradaki pozisyonum demokratik çözüm ve barış pozisyonudur. Herkese buradaki pozisyonumun demokratik çözüm ve barış olduğunu, bu konuda ciddi adımlar atılması halinde bu rolümü oynayacağımı bilmelidir” sözleriyle çözümün adresi olduğunu bir kez daha yineliyor.