Siyasal İslam erkek egemenliğin inşasındaki temel araç 2023-07-12 09:02:31     Melek Avcı    ANKARA - Çeşitli sistemlerin kadınlara dayattığı baskı ve şiddet araçlarından biri de Siyasal İslam olurken, yüzyıllardır sürdürülen mücadeleye ne “devrim”le gelen şeriat ne de reform ile işletilmeye çalışılan sistem ket vurabildi.   Müslüman ağırlıklı nüfusa sahip ülkelerde genellikle toplumun bütününde; yasalarda, yürütmede ve yönetimde önümüze iki çeşit bir uygulama çıkar. Genellikle “Şeriat” yönetiminin hâkim kılındığını ve tüm toplumun bunun üzerine inşa edildiğini görürüz. Diğer yandan ise “İslamcı-laiklik” olarak nitelendirebileceğimiz bir yönetim tarzı önümüze çıkar. Bu “İslamcı-laiklik” sistemin işletilmesi için İslam ve Laikliğin bir arada olduğu, temelde din hürriyetine dayalı olarak çeşitli uygulama ve mekanizmalar geliştirilir.    İslamcı-laiklik sistemine oturan ülkelerden biri Türkiye olmakla birlikte, bazı ülkeler saf şeriatı bazıları ise kısmen şeriatı ülke sistemlerinde işletir.  Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlığından, buraya hazineden aktarılan yüksek bütçeye, hükümet eliyle inşa edilen camilere, kuran kursları ve zorunlu din derslerine kadar seküler Türkiye’de İslam dininin öncelenerek diğer dinlere alan tanınmadığını  ve böylelikle laiklik ilkesinin ikinci plana atıldığını hatta ortadan kaldırılma ve şeriat hükümlerine yönelme olduğunu söylemek mümkün.   Laiklik ve İslam’ın Osmanlı’nın yıkılışından bu yana din ve devlet işlerinin ayırılarak yıllardır yürütüldüğü Türkiye’de, din ve devletin neredeyse iç içe geçtiği bir yönetim şeklinin büyütülmeye çalışıldığına şahitlik ediyoruz. Siyasal İslam’ın büyütüldüğü AKP-MHP iktidarında ilk dokunulan alanlar kadınların hakları ve yaşamları olurken iktidar kalıbına sokulmaya çalışılan yeni neslin de fiziki ve psikolojik olarak katledildiğini, din hürriyetinin ise ortadan kalktığını görüyoruz.   Siyasal İslam ve taşıyıcıları   Siyasal İslam veya diğer adıyla İslami Köktencilik siyasi modeline baktığımızda;  ulus devletin anayasal, ekonomik ve yargısal olarak, bu kesimde canlanma ya da otantikliğe dönüş olarak algılanan İslami uygulamalarla yeniden kurulması gerektiğini öne süren siyasi ideolojidir. İslamcılar, şeriat hükümlerinin uygulanmasını ve batıdan örnek alınan Müslüman olmayan her şeyin reddedilmesine dayalı bir sistemin inşasını savunur. Türkiye’deki İslamcı iktidarlar, seküler bir çizgi üzerinde inşa edilen topluma şeriat ve hükümlerini kabul ettirme çabasına girse de bu çizgiyi inşa etmek için doğrudan hamleler yapamamışlardır. Çok partili hayata geçildikten sonra İslamcı çizginin taşıyıcıları milliyetçilik yani faşist ideolojileri benimseyen partiler olmuş. Sağ partilerin içinde gelişen Siyasal İslam 1945-1950 döneminde Millet Partisi tarafından temsil edilirken, daha sonra İslamcı kitle 1961 yılında kurulan Adalet Partisi’ne (AP) yönelir. AP’nin İslam’ın gerçek taşıyıcısı olmadığını anlayan kitle bu sefer de bir yıl ömrü olan 1970’te kurulan Milli Nizam Partisi tarafından konumlanır.  Bu kurulan İslamcı parti denemeleri başarısızlıkla sonuçlanmış ve daha çok liberal-muhafazakâr partiler faaliyet gösterir. 2002'de ise Türkiye’de İslami muhafazakarlığın temsilcisi olarak nitelendirilen AKP iktidarı ile tanışırız. İslamcı olduğunu reddetse de uygulamaları ve çıkardığı yasalar bunu net ortaya koyar. İktidara gelir gelmez elbette toplumun alıştığı sekülerliği ve sistemi toptan altüst etmeleri bir kaos ortamını yaratırdı, fakat İslamcı ideolojilerin sistemlerini kurarken uyguladığı bir yöntem daha vardı; reform.   Reform hamleleri ile Siyasal İslam’ın işlenmesi   Seküler toplumlarda şeri hükümlerinin toplum üzerine serpilmesinin kolay olmadığını vurguladık. Devlet gücünü kullanarak toplumu bir anda “devrimle” değiştirmeyi hedefleyen radikal İslamcı ideolojiler örneğin DAİŞ, Hizbullah, Taliban, Boko Haram, El Kaide gibi örgütlerin ortaya çıkmasının yanı sıra sosyal ve politik aktivizm ile İslamlaşmayı tercih eden reformistler olarak da karşımıza çıkarlar. Günümüze baktığımızda bu reformist partileri yukarıda sıralamakla birlikte 2023 seçimlerinde buna eklenen bir parti de Hizbullah tabanlı HÜDA PAR oldu. Reformistlerin belki de en belirgin örneğinden bir tanesi İran’dır. İran hükümetine baktığımızda 1978 Devrimi ile kurulmasına rağmen ilk anlarda toplumun özgürlüklerine müdahale etmemiş ve ideolojisini tüm topluma uygulayacağını söylememişti. Topluma özgürlük talebi ile ortaya çıkmış, ekonomik ve siyasi buhranda halka “şifa” olacağı iddiası taşımıştı. Devrim gerçekleştikten sonra ortaya çıkan tablo ise muhalif tüm siyasi ve halk tabanının katledilmesi,  Siyasal İslam’ın ilmek ilmek toplumun her alana yedirilmesi ve özgürlük ve hakların bir bir yutulması oldu.   Siyasete fetva üstüne fetva   Türkiye’nin de seküler yapısı radikal yapısı ise İslamcı örgütlerin bir anda ortaya çıkmasına izin vermemekteydi. 90’lardaki Hizbullah da dahil halkın laik yapısını tümden değiştirmeye yetememişti. Tersine ilerleyen yıllarda kendini siyasi zemine oturtup reformla halkı değiştirme yolunu HÜDA PAR adı altında kurulan parti ile örgütlenerek yapmaya kalkışır. Nitekim bugün AKP iktidarı 90’ların katliamcılarını kendi tabanlarında Meclis’e soktu. Siyasal İslam’ın ülkede ilerletilmesinin asıl taşıyıcısı olan AKP kurumları ve tarikat, cemaat ilişkileriyle bunu açık etti. Diyanet’in siyaset alanına dahil olması bunun ilk adımlarındandı. Sadece İslam dinini esas alan Diyanet’in fetvalarına baktığımızda AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sözlerini desteklemekle başlayıp, tarikatlara övgüler dizmek, Cuma namazlarında hükümete ve cumhurbaşkanına binbir dua ve “şükür” okuması için imamlara yazılar göndermek ve son olarak kadınları şiddetin ve baskının kucağına itmekle bitirdiğini görürüz. En çok da kadınları ve çocukları cinsel obje olarak değerlendirmekten öteye gidemeyen, taciz ve tecavüzlerle gündeme gelen tarikatların sözcüsü ve temsilcisi olma rolüyle de birçok kez Diyanet’in ve iktidarın kamuya yansıyan konuşmalarından takip ettik. Diyanet’in tarikatların sözcüsü olduğu gibi, AKP, genel itibariyle iktidar da Diyanet’in ve tarikatların koruyucu meleği oldu.    30 tarikat  400 kol, 1 milyon çocuk   Tarikat destekçisi Diyanet ve bir bütünüyle iktidarın, 2000’lerde geldiğinden beri tarikat ve bunlara bağlı cemaat kollarının sayılarının ve refah seviyelerinin arttığını söylemek mümkün. Bu tarikatlardan ilki iktidar tarafından sıkça duyduğumuz ve cemaatleriyle görüntü veren, ihale ve alış-veriş yapan ve aynı zamanda taciz, tecavüz ve katliamlarla gündeme gelen Nakşibendi tarikatıdır. Sonrasında,  Nurcular, Kadiri tarikatı, Halveti tarikatı, Rufai tarikatı, Melami tarikatı (Bayrami), Sühverdiyye tarikatı, Çeşti tarikatı, Şazeliye tarikatı, Mevlevi tarikatı başta gelmekte. Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Esergül Balcı ve ekibinin yaptığı bir saha çalışmasına göre, Türkiye’de belli başlı 30 tarikat, bunların altında cemaat kolları ve bunlara bağlı 400 kol bulunuyor. Sadece İstanbul’da 445 tekke faaliyetlerini açıktan yürütüyor.  800’ün üzerinde faal medrese bulunurken, büyük şehirlerde kaç apartman medresesinin faaliyette olduğu ise tam olarak bilinmiyor. Çoğunluğu kız çocuklarına yönelik açılan apartman medreselerinde ise genellikle 12-18 kişi yatılı olarak kalıyor. Yine araştırmaya göre, 2020 yılında tarikat okullarındaki öğrenci sayısı 210 bin dolayında. 4 binin üzerindeki özel yurdun 2 bin 480’i bir tarikatla mutlaka bağlantılı. Tarikatlara bağlı yurtların kapasitesi 380 bin olduğu ileri tahmin ediliyor. Bu yurtlarda kalan öğrenci sayısı 225 bini buluyor. Kayıt dışı kalanların sayısı ise tam olarak tespit edilemiyor. Raporda resmi kayıtlar dışında gayrı resmi olarak faaliyet gösteren okul, yurt, ev, tekke ve medreselerle birlikte bir milyon çocuğun aileleri ve yakınları tarafından tarikatlara teslim edildiği söyleniyor.    AKP ve tarikat ilişkisi hiç gizlenmedi   Tarikat ve cemaatlerin hükümet eliyle beslenmesi ve büyütülmesi ne iktidar kurumları ne de onların temsilcileri tarafından hiçbir zaman gizlenmedi. Örneğin, 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra Abdullah Gül tarafından kurulan 58’inci hükümetle ilgili yapılan bir araştırmada, kabinedeki bakanların 25’inden 19’unun tarikat bağlantısı bulunuyordu. Kabinenin yüzde 52’si Nakşibendi tarikatına, Tayyip Erdoğan’da bu tarikata bağlı İskenderpaşa Dergahı’na bağlıydı.  Kabinede bakanların yüzde 16’sı ise Nurcuydu. Daha sonra kurulan Tayyip Erdoğan iktidarın da ise tarikat gerçekliği giderek derinleşti ve iktidarın gözde tarikatı olarak Nakşibendi tarikatı ağırlıklı olarak ortaya çıktı.   Gözde tarikatın kadın ve kız çocuğu düşmanlığı   Siyasal İslam’ın ilmek ilmek tarikatlar ve iktidar eliyle işletildiği ve bunu gözdesi Nakşibendi’ye verdiğini görüyoruz. Bu tarikatın faaliyetine baktığımızda ise kadınların gülmesinden, nefes almasına kadar sapkın düşünceleri nedeniyle baskılanmasına ilişkin fetvaları, konuşmaları ve pratikleri sıkça gündeme geldi. Bizzat Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) eliyle okullarda etkinlik düzenlemesinin, okul kitaplarında ideolojilerinin yer almasının ve çocukları yurtlarında barındırmalarının önünü AKP iktidarı açtı. Taciz ve tecavüzlerle gündeme gelen cemaatlerinin boy boy fotoğrafları iktidar yöneticileri ve üst düzey yetkilileriyle ortaya çıkmış, cemaat liderleri aklanmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte Nurcuların ise son dönemlerde üniversitelerden birçok kuruma kadar etki alanının genişletildiği gözleniyor.   Taciz vakalarından sonra çocuk ölümleri   Bu tarikatlara bağlı yüzlerce kolun olduğunu ifade ettik. Cemaatlere bölünen tarikatlar ideolojilerini yaymak ve etki alanlarını cemaat yapıları ile sürdürüyor. İktidarın gözde tarikatı Nakşibendi’nin cemaatlerinin kadın düşmanı söylemleri ve uygulamalarının yanı sıra bünyelerinde tuttukları çocukların ölümleriyle de gündeme geldi. Bu cemaatlerden biri olan Türkiye’deki cemaatler arasında en fazla mensubu olan Menzil Cemaati’dir. Adıyaman merkezli olan cemaat Ankara ve İstanbul'da da mevcuttur. İki ana kola ayrılır: Adıyaman kolu, Ankara kolu olarak karşımıza çıkar. Bu cemaat defalarca çocuk ölümü ile gündeme geldi. İlk katliam, Urfa’da kayıp olarak aranırken Menzil tarikatı mensuplarının kurduğu Semerkand Vakfı'na ait olan kaçak medresenin yanındaki ahırda şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmiş halde bulunan 12 yaşındaki Abdulbaki Dakak’tır. Medresenin yanındaki ahırda bulunan çocuğun ölümüne ilişkin bir gelişme olmamakla birlikte şüpheli olan “fahri imam” A.P önce gözaltına alınıp daha sonra serbest bırakılmıştı.    Tarikata bağlı cemaatlerde şüpheli ölümler ardı ardına   Yine 2018 yılında cemaatin Konya Karatay ilçesinde yer alan “Nazar Çiftliği”nde kaçak olarak çalıştırılan bir Suriyeli ailenin iki çocuğu traktöre bağlı yem karma makinesine kapıldı. Yaşanan olayda, 2 yaşındaki Selin ve 3 yaşındaki Mehmed isimli kardeşler olay yerinde yaşamını yitirmişti. Olaydan sonra Menzil Cemaati mensuplarının, Türkçe okuma yazma bilmeyen ve iki çocuğunu kaybeden aileyi kandırarak, “İki çocuğumuzun ölümü ile sonuçlanan olayla, Hasan Ramazan’ın (baba) çalışmasından kaynaklı her türlü ücret vs. haklarımızın tamamını ve eksiksiz olarak Nazar Çiftliği’nden aldık. Hiç kimseden davacı ve şikâyetçi değiliz” yazılı belgenin imzalatıldığı ortaya çıkmıştı. Bu cemaatin yanı sıra yine Nakşibendi’ye bağlı olan ve en son 6 yaşındaki kız çocuğunun evlendirilmesiyle ideolojik yapıları ortaya çıkan İsmailağa Cemaati’nde de ölümler ve istismarlar bitmiyordu. Mart ayında cemaatin Esenyurt'taki bir yurdunda hafızlık eğitimi alan Mahmut Osman Kamış isimli 12 yaşındaki çocuk şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi.  Kuran okurken ağzından kan geldiği ve yaşamını yitirdiği iddia edilen çocuk polise haber verilmeden defnedilmişti.     İslami değerler cemaatler eliyle çürütülüyor   İktidar yargısının bu suçlar karşısında cezasızlık politikası işletmesi ve yaşanan vakalara rağmen işbirliği ve ihale alışverişinin kesilmesi yerine her karede birlikte poz verme cemaatlerin suçlardan sıyrılması ve cesaretlenmesinin önünü daha da açtı. Siyasal İslam’ı yaymak için cemaatler beslense de bunların temsilcisi olan örgütlerin şeriatı kurmak için kadın ve çocuklara tecavüz edip istismar etmesi, katliamlar, işkenceler gibi birçok yola başvurması temelde İslam dinine mensup halkları rahatsız ettiğini söyleyebiliriz.     Topluma dayatılan baskıya karşı direniş   Zira Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki mütedeyyin kesiminin önemli bir bölümünün sempatisini değil nefretini kazanmışlardır. İslami değerlerinin bu suçlar için gerekçe gösterilmesine tepki gelişti. Diğer yandan tüm toplumsal sistemi kadınlara baskı ve işkence üzerinden inşa etme yoluna giden bu sisteme karşı kadınların ayaklanmalarını İran’dan Afganistan’a oradan Kurdistan ve Türkiye’de görebiliriz. Temelde eril erkek egemen zihniyetin kendi sistemini pekiştirmek ve sömürü düzenini kurmak için Siyasal İslam üzerinden topluma dayattığı düzeni kadınlar kabul etmiyor ve direniyor. Politik taleplerini, haklarını ve yaşamlarını kaybetmemek için savaşlarını sürdürüyorlar.