Sözleşmeden çekilme adalete güveni zedeledi! 2023-06-30 09:04:07   Dilan Babat   ANKARA - Türkiye’nin 2021’de İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilmenin ardından yaşananları değerlendiren Avukat İlayda Doğa Karaman, kadınların adalete güvenlerinin zedelendiğini belirterek sözleşmeye uyulmayan her noktada AİHM ve uluslararası arenada sorumlu olunacağının altını çizdi ve kadınların da dayanışmadan vazgeçmeyeceğini söyledi.    Türkiye yıllardır “övünerek” söz ettiği İstanbul Sözleşmesi’nden 20 Mart 201’de AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çıkardığı kararname ile bir gecede çekildi. Sözleşmeden 1 Temmuz 2021 tarihinde ise resmi olarak tamamen çekildi. Sözleşmeden çekilmenin ardından birçok kadın katledilirken, son olarak yapılan seçimlerde AKP-MHP’nin HUDA-PAR ve Yeniden Refah Partisi ile kurduğu ittifak ile bu kez de 6284 sayılı kanunun kaldırılması tartışmaya açıldı.    Avukat İlayda Doğa Karaman, Türkiye’nin 20 Mart 2021 tarihi itibari ile İstanbul Sözleşmesi’nin çekilmesi ve kararın 1 Temmuz 2021 tarihinde resmileşmesinin ardından yaşananlara ilişkin JINNEWS’in sorularını yanıtladı.    “İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddetin temel sebebinin toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmamasına bağlıyor.  Bunu uluslararası mevzuata ilk defa zikreden sözleşme, İstanbul Sözleşmesi olduğu için ve ayrımcılık olarak tanımlanan tanımı genişleterek, neredeyse bütün zeminlerde ayrımcılığı yasakladığı için bizim için önemli bir sözleşme.”   *Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden 1 Temmuz 2021 tarihinde resmi olarak tamamen çekildi. İstanbul Sözleşmesi’nin kadınlar için önemi çokça dile getirildi ama biraz anlatır mısınız neydi önemi kadınlar için? Kadınları nasıl koruyordu sözleşme?   Başka uluslararası sözleşmelerde var, ama gelişmiş bir şekilde İstanbul Sözleşmesi bizim hayatımıza gelişmiş bir şekilde girdi. İstanbul Sözleşmesi’nin bizim için önemi şuradan geliyor; Nahide Opuz sonrasındaki Türkiye’deki kadına yönelik şiddet ile ilgili eksik kalan mevzuata ilişkin bir düzenleme yapılabilmesi için Türkiye’de çalışmalar devam ederken, aynı zamanda Avrupa Konseyi de çalışmalarına başka bir boyut kazandırarak, İstanbul Sözleşmesi’ni İstanbul’da ve gerçekten Türkiye’de profesörlerin, hukukçuların katkılarıyla birlikte hazırlanmış bir sözleşme. İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddetin temel sebebinin toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmamasına bağlıyor. Bunu uluslararası mevzuatta ilk defa zikreden sözleşme, İstanbul Sözleşmesi olduğu için ve ayrımcılık tanımını genişleterek, neredeyse bütün zeminlerde ayrımcılığı yasakladığı için bizim için önemli bir sözleşme. Sözleşmenin ayrımcılık yapılmaması noktasında cinsiyet eşitliği, toplumsal cinsiyet eşitliği ve cinsel yönelimi de baz olarak kendisi belirtiyor. Bizim mevzuatımıza da bu şekilde yansıyor onun için İstanbul Sözleşmesi bizim için oldukça önemli.   “Aslında iktidarı rahatsız eden tam olarak bu. Bir anda da aile kavramı ile nasıl ‘makbul kadın’ yaratılıyorsa, kadına yönelik şiddet dosyalarında aynı şekilde iktidarın yaratmak istediği ‘makbul olan aile’ ve ‘makbul bir cinsiyet’ tanımlaması üzerinden yaşanılan bir problem.”   *Devamla şunu sorayım, neden iktidar hedef aldı bu sözleşmeyi, rahatsızlık duyulan şey neydi?   İşin komik kısmı bizim için bu açıkçası. İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı Türkiye ve imzaladığı dönemde de AKP iktidarı Türkiye’de mevcut. Onların da imzacısı olduğu bir sözleşme ve imzalanırken çok gurur duyularak, övünerek söz ediyorlar. Günümüze gelinen süreçte ne değiştiğini kendilerine sormak lazım. Özellikle son 5 yılki süreç genel dünyada ve Türkiye’de yaşanılan gelişmelerde LGBT’İ’lere bir nefretin yükseldiğini görmekteyiz. Bu nefret yükselirken, mantıklı, somut ve bilimsel bir açıklaması olmayan bir nefret bu. Sürekli manipülatif söylemlerle LGBT+’İ’lerin farklılaştığı bir süreçten geçiyoruz. İstanbul Sözleşmesi uluslararası mevzuatta kadına yönelik şiddeti tanımlarken, ilk defa cinsiyet eşitliğinden söz ediyor ve bu mevzuat uygulanırken diyor ki; kadına yönelik şiddetin uygulanabilmesi için şiddet uygulayan kişinin cinsiyeti ile alakalı bir durum değil, bu şiddetin tamamen eril bir yerden gelmesinden ve bu uygulanırken, cinsel yönelim ve cinsel kimlik unsurlarında da herhangi bir ayrımcılık yapamayacağınızdan bahsediyor. Günümüzde bu ne demek; eğer 6284 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi uygulanması gerektiğinde, taraflar cinsel yönelimi sebebiyle bir ayrımcılığa maruz kalıyorlarsa bu yönde bir tedbir kararı çıkarabileceği anlamına geliyor. Aslında iktidarı rahatsız eden tam olarak bu. Bir anda da aile kavramı ile nasıl ‘makbul kadın’ yaratılıyorsa kadına yönelik şiddet dosyalarında aynı şekilde iktidarın yaratmak istediği ‘makbul olan aile’ ve ‘makbul bir cinsiyet’ tanımlaması üzerinden yaşanılan bir problem.   “Cumhurbaşkanına bağlı olarak mı hayatımızdaki uluslararası sözleşmeleri, insan haklarına yönelik tutumları tek bir kişiye göre mi değerlendirmeye alacağız? Bu tek kişi değerlendirme yaparken tarafsız olmuyorsa, kendi düşündüklerini savunmak için bir şey yapıyorsa ne olacak?”   *Sözleşmenin iptalinin ardından yürütmenin durdurulması için Danıştay’a başvurular yapıldı ancak sonuç itibari ile AKP’li Cumhurbaşkanı’nın aldığı geri çekilme kararını onayladı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?   İstanbul Sözleşmesi’nden bir Cumhurbaşkanı kararı ile çıkma durumu gündem olduğunda, olay artık kadına yönelik şiddete değil, temel insan hakları ile ilgili bütün sözleşmeleri bağlayan bir noktaya taşındı. Nasıl insan hakları ile ilgili bir sözleşme imzalanırken Meclis’te onay alınması gerekiyorsa aynı şekilde çıkılıyorsa Meclis’ten onaylanarak çıkılması gerekiyordu. Burada hem usul hem esas yönünde büyük bir sıkıntı yaşamış olduk. Bu verilen kararla birlikte Danıştay aslında şunu söylemiş oldu; Türkiye’de uluslararası sözleşmeler söz konusu olduğunda, bu sizin insan hakları ile ilgili temel çekirdek, haklarınıza yönelik bir sözleşme olsa bile burada tek bir kişinin, Cumhurbaşkanın kararına bağlı olarak işlem yapılabileceğinin altını çizmiş oldu. Bu durumda tehlikeli olan bizi tedirgin eden şey; Cumhurbaşkanına bağlı olarak mı hayatımızdaki uluslararası sözleşmeleri, insan haklarına yönelik tutumları değerlendirmeye alacağız? Bu tek kişi değerlendirme yaparken tarafsız olmuyorsa, kendi düşündüklerini savunmak için bir şey yapıyorsa ne olacak? Bu tek adam rejiminin uzun süredir süregelen halinin hukuki anlamda da önü kesilemez ve yetkilerinin çok geniş olarak yorumlandığı bir karar oldu. Bu yönüyle de sıkıntılı buluyoruz.    “Türkiye her ne kadar mevzuatında İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamadığını ve sözleşmeyi uygulamayacağını söylüyorsa da buna yönelik yaptığı her aykırı harekette AİHM ve uluslararası arenalarda sorumlu tutulacak. “   *Şimdi işleyen bir süreç var mı hukuki olarak?   Şuan Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) devamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) bireysel başvuru yolları oluşturulacak.  Sürecin bize ne getirdiğini bilmiyoruz, bir anda İstanbul Sözleşmesi ile ilgili şöyle bir durum bizim için mevcut; her ne kadar İstanbul Sözleşmesi’nden feshedildiğini gündem ediyor olsa da Cumhurbaşkanı, 6284 sayılı kanunda İstanbul Sözleşmesi’ne atıf yapılmış. Sözleşmenin uygulanabilirliği kendi iç mevzuatımızın gündeminde. Burada her zaman söylüyoruz, bununla birlikte gelinen noktada AİHM, İstanbul Sözleşmesi’ni kadına yönelik şiddetle ve toplumsal cinsiyet temelli şiddet vakalarında bir kriter olarak değerlendiriyor. Türkiye her ne kadar mevzuatında İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamadığını ve sözleşmeyi uygulamayacağını söylüyorsa da buna yönelik yaptığı her aykırı harekette AİHM ve uluslararası arenalarda sorumlu tutulacak.   “Sadece gazetelere yansıyanları biliyoruz ve bir günde en az bir kadın öldürülüyor ya da birden fazla. Şiddetin arttığı somut olarak bu kadar önümüzdeyken siyasetçilerin 6284’ün hedef alınması kadınlar için bir tehdit.”   *Kadın örgütleri, İstanbul Sözleşmesi’den çekilmenin ardından, kadınları katleden faillerin daha rahat davrandıklarını, kadına yönelik şiddetin arttığını sıkça dile getirdi getirmeye devam ediyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?   Biz dava sürecinde de söylemiştik, devamında bunu görmeye devam ediyoruz. Çok yeni bir seçim sürecini arkamızda bıraktık ve seçim sürecinde siyasi partilerin Meclis’e girdiği gibi 6284 sayılı kanunu hedef alışı ve tarif etme biçimleri genel olarak çok rahatsız edici ve gerçekleri yansıtmıyor. Bu siyasetçiler televizyonlarda bunları bağıra bağıra söylediklerinde, toplum nezdinde failleri güçlendiren ve cesaretlendiren bir noktası oluyor. Sözleşmeden ilk çıkıldığından buna yönelik bir şey söylenmezken failler mahkemelerde, ‘ben İstanbul Sözleşmesi yüzünden tutuklandım, benim yaptığım bir şey yok’ dediği bir savunma stili görürken, bugün mahkemeye geldiklerinde hala bunu söylemeye devam ediyorlar ve kendi yaptıkları, uyguladıkları şiddeti çok meşru görüyorlar. Bu tehlikeli olduğu kadar şunun tedirginliğini de yaşattırıyor bize; şiddet yükseliyor ve Türkiye’de bu şiddetin verilerini tutan bir mekanizma yok. Kadın dernekleri ve STK’lar kendileri bu verileri tutmaya çalışıyor ama kamusal irade yönünden bir denetimin olması, bunun verilerini tutması gerekirken, bu verilerin paylaşılmaması ve bu verileri etkili bir şekilde tutmaması sebebiyle biz şiddetin ne kadar arttığına dair bir paylaşım alamıyoruz. Sadece gazetelere yansıyanları biliyoruz ve bir günde en az bir kadın öldürülüyor ya da birden fazla. Şiddetin arttığı somut olarak bu kadar önümüzdeyken siyasetçilerin 6284’ün hedef alınması kadınlar için bir tehdit.   “6284 sayılı kanun işletilmemesi durumunda ne olur? Bugün kadına yönelik şiddet söz konusu olduğunda herhangi bir şekilde koruma kararı çıkartabileceğimiz bir mevzuat olmayacak. O yüzden 6284 sayılı kanun yasadan çıkartıldığında kadına yönelik şiddette büyük bir artış olacağı ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinde buna paralel bir şekilde artacağını düşünüyoruz.”   *Sözleşmeden çekilir çekilmez, 6284 sayılı kanun da tartışmalara açıldı ve Yeniden Refah Partisi ile HÜDA PAR  bu yasanın da kaldırılması talebinde buluyor. İktidarın da hazırlıkları var.  6284 sayılı kanun bugün işletiliyor mu, kaldırılması durumunda ne olur?   Her davada, eylemde İstanbul Sözleşmesi varken de İstanbul Sözleşmesini, 6284 sayılı kanunu uygula diyorduk. 6284 sayılı kanunun işlevselliği başladığı günden bu yana tedbir kararların alınması yönünde büyük bir yol kat ettik. Hala sıkıntılarla karşılaşıyoruz, gelinen noktada tedbir kararları alınırken çok büyük yüzdede ret yemiyoruz. Olası bir şiddete karşı tedbir kararı talep edilen kişinin korunacağı anlamına geliyor. 6284 sayılı kanun bir yönüyle uygulandığını söylüyoruz. Fakat uygulanmadığı noktalarda var. Elektrikli kelepçelerin fazla olmaması sıkıntılarını yaşıyoruz, ŞÖNİM’in süreci takip etmesi yönünde problem yaşadığımız oluyor, bu verilerin tutulmaması yönünde sıkıntılarla karşılaşıyoruz. Çünkü 6284 sayılı kanun, İstanbul Sözleşmesi gibi tek taraflı bir perspektiften bakmıyor, bütüncül bir politikanın geliştirmesini vadediyor. Biz artık tedbir kararlarının noktasında bir aşama kat ettik ama bu kararların uygulanması, ya da bunların verilerin alınması, politika geliştirmesi noktasında hala açıklar mevcut.   6284 sayılı kanun işletilmemesi durumunda ne olur? Bugün kadına yönelik şiddet söz konusu olduğunda herhangi bir şekilde koruma kararı çıkartabileceğimiz bir mevzuat olmayacak. O yüzden 6284 sayılı kanun yasadan çıkartıldığında kadına yönelik şiddette büyük bir artış olacağı ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinde buna paralel bir şekilde artacağını düşünüyoruz. Günün sonunda bu kadınların ve lubunyaların toplum içerisindeki eşitlik taleplerinin de görünmeyecek bir noktaya gelmesine sebebiyet verebilir. Siyasilerin 6284’ü hedef göstermesi bu yüzden kadınların ve lubunyaların haklarına yönelik çok büyük bir tehdit. Bunu bizi nereye götüreceğine dair çok bir öngörümüz yok. Kadın hakları yönünde şu anda bulunduğumuz yerden geri gidecek bir pozisyonda değiliz. Bunların değerlendirilmesi noktasında hiçbir zaman geriye bir adım atılması değil, haklarımızın üstüne koyarak sözümüzü genişletmeye çalışıyoruz.   “Kadın hareketi açısından ise İstanbul Sözleşmesi sürecinden sonra kadın STK’ların ve hak temelli çalışan STK’ların bir arada hareket ettiğini ve İstanbul Sözleşmesini savunduğunu gördük. Devletin buna cevabı ise Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun (KCDP) kapatılma istemi oldu. Ya da Tarlabaşı Toplumsal Dayanışma Derneği’nin kapatılma davası oldu.”   *İstanbul Sözleşmesi’nden üzerinden geçen bu zaman içerisinde kadınlar açısından neler değişti? Kadınların mücadeleleri hangi boyuta ulaştı? Ve neler yapılmalı?   İstanbul Sözleşmesi’nden sonra yaşadığımız hukuki süreçte kadınların adalete olan güvenini zedeledi. Bununla bağlı olarak da karşılaştığımız tüm dosyalarda, daha etkili şekilde hareket etmeye çalışıyoruz. Olay hukukçular açısından biraz daha içtihat yaratma yönünde değişikliklerin yapıldığı ve bu yönde dosyaların değerlendirilmeye başladığı bir noktaya geldik. Kadın hareketi açısından ise İstanbul Sözleşmesi sürecinden sonra kadın STK’ların ve hak temelli çalışan STK’ların bir arada hareket ettiğini ve İstanbul Sözleşmesi’ni savunduğunu gördük. Devletin buna cevabı ise Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun (KCDP) kapatılma istemi oldu. Ya da Tarlabaşı Toplumsal Dayanışma Derneği’nin kapatılma davası oldu. Bir takım kapatma tehditleri ile karşı karşıya geliyor oluşumuz. Bu da şunu gösteriyor; her ne kadar İstanbul Sözleşmesi'nden çekiliyor olsalar da biz sivil örgütlenmemizle gözlerinde hala tehdit olarak görünüyoruz. Ama biz bu dayanışmamızdan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğiz ve ilerleyerek devam edeceğiz.”