Miriam Fieding: Türkiye izin vermese de CPT etik görevini yerine getirmeli! 2023-06-23 09:01:09     Melek Avcı    ANKARA - CPT’nin İmralı’ya ilişkin hazırlayıp Türkiye’ye gönderdiği ancak hala açıklamayan raporuna ilişkin Avukat Miriam Fieding, CPT’nin görevini “Eğer Türkiye raporun yayınlanması konusunda aynı fikirde değilse, CPT'nin hala bir rapor yayınlama veya İmralı'daki tutukluluk koşulları ve bir bütün olarak Türkiye'deki tutukluluk koşulları hakkında daha fazla araştırma yapılmasını sağlama noktasında etik ve siyasi görevi olduğunu düşünüyorum” sözleri ile dile getirdi.    İmralı’da ağırlaştırılmış tecrit koşulları altında tutulan ve yaklaşık 28 aydan bu yana hiçbir haber alınamayan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile diğer tutsaklar Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş’tan haber alınamıyor. Sayısız aile ve avukat başvurusu yapılırken diğer yandan da uluslararası çağrılar ve başvurular yapılıyor. Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecridin kırılması ve fiziki özgürlüğü için yapılan başvuru ve çağrılar ise Adalet Bakanlığı tarafından görmezden geliniyor.   Türkiye tarafından tecrit sürdürülürken uluslararası alanda bu tecridin kırılması, siyasallaşan yargı ve Kürt sorununun çözümü için tartışmalar, konferanslar ve paneller ele alınmaya devam ediyor. 2023 Cezaevi Delegasyonu Üyesi Avukat Miriam Fieding derinleşen mutlak tecridi, uluslararası kurumların yaklaşımını ve Türkiye’nin çözüm için atması gereken adımları JINNEWS’e değerlendirdi.   ‘Halka savaş açıldı’   Son 10 yılda iktidar tarafından yargı sisteminin alınan "tedbirler" ile zarar gördüğünü belirten Miriam, muhalif halka savaş açılarak demokratik haklardan mahrum bırakıldıklarını söyledi. Miriam, " Son 10 yılda, özellikle 2016'daki iddia edilen 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana, Türkiye'de hukukun üstünlüğü, Türk hükümeti tarafından alınan çok çeşitli 'tedbirlerle' büyük ölçüde zarar gördü. Muhalefete karşı büyük operasyonlar ve tutuklanma dalgalarının olduğunu gördük. Tutsakların temel hakları tamamen kısıtlanmış bir durumda ve özellikle Kürtlerin iradesiyle seçilmiş milletvekillerinin cezaevlerine atıldığını” belirtti. Belediyelere atanan kayyımları da hatırlatan Miriam,  bunun gibi uygulamalarla halka savaş açıldığını, halkın demokratik haklarından mahrum bırakıldığını belirtti.     Hukuksuzluğa karşı sessizliğin altında göç anlaşmaları yatıyor   Aynı zamanda 13 Haziran’da Fransa’nın Strasbourg kentinde bulunan Avrupa Parlamentosu’nda (AP) “Türkiye'de Hak ve Özgürlükler: Hukuk, Cezaevleri ve Kürt Sorunu” konferansına katılan Miriam, "13 Haziran’da yapılan konferansta Türkiye'deki Kürt halkının durumu, kendilerine yönelik baskıların yanında cezaevlerindeki durum, burada Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT) rolü, Sayın Öcalan üzerindeki tecrit ve Kürt halkının hem toplumsal olarak tecrit edilmesi aktarıldı. Bu aktarımlar Avrupa kurumları ve organlarını harekete geçirme ihtiyacından doğmuştur. Baktığınızda bunların karşısındaki sessizlik, yani Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin hükümleri, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi'nin hedefleri ve demokratik değerlerine rağmen eylemsizliği ve sessizliği kesinlikle anlaşılamaz bir noktadadır. Ne yazık ki bu değerlerin ve sözleşmelerin, hiçe sayılmasının altında yatan temel neden göç alanındaki anlaşmaları çerçevesinde hareket edilmesinden kaynaklı. Bu sessizlik başka bir konuyla açıklanamaz diye düşünüyorum" sözlerini kullandı.   'Erdoğan rejimine katılmayan herkese karşı savaş yürütüldüğü görülmelidir'   Türkiye'nin muhaliflere ilişkin baskı ve yargısal şiddetine karşı Avrupa Birliği'nin ve uluslararası kurumların baskıyı arttırması gerektiğini vurgulayan Miriam, bu uygulamaların bir zulüm olduğunu söyledi. Miriam şöyle devam etti: "İnsan hakları ve demokratik değerler açısından, AB'nin ve uluslararası toplumun hukukun üstünlüğünü tehlikeye atan tedbirleri ve kısıtlamaları uygulayan Türkiye üzerindeki baskıyı artırması gerektiğini önemli bir adım olarak görüyorum. Türkiye tarafından uygulanan ve hukukun üstünlüğünü tehlikeye atan bu tedbirler, muhalefet ve muhaliflerin yasaklanması, gazetecilere, avukatlara, milletvekillerine, profesörlere yönelik tutumu ve gözaltılarla insan haklarının hiçe sayılması zulümdür. Kürtlere yapılan zulüm de yasaların hiçe sayılmasıdır. Türkiye'nin kendi halkına, özellikle Kürtlere karşı, ama sadece onlara değil, nihayetinde Erdoğan rejimine katılmayan ve bunu ifade eden herkese karşı bir savaş yürüttüğünü kabul etmek önemli bir nokta olacaktır. Bu nedenle doğru sonucun alınması ancak PKK'nin artık terör örgütü listesinde olmamasıyla olabilir.”   ‘Sayın Öcalan’ın tecrit koşulları diğer tutsaklar için de oluşturmuş korkunç bir araç’   “Bir hukukçu olarak, hukukun üstünlüğünün artık ne ölçüde ortadan kalktığını görmek gerçekten benim için çok korkutucu bir izlenimdi” diyen Miriam, “Duruşma ve tecrit gözlemleri sırasında, avukatlar aleyhine davalar yürütüldüğünü, sonuç yani talep edilen ceza istenilenle uyuşana kadar sakıncalı ve davaya uygunsuz hakim ve savcıların değiş tokuş edildiğini, atamaların yapıldığını deneyimledim. Avukatların dosyalarda kanıt istemeye yönelik talepleri sürekli olarak reddediliyor.  Avukatlar, ceza hukuku alanındaki çalışmaları nedeniyle müvekkillerinin yargılanma konularıyla sıklıkla bir tutulmaktadır. Tutsakların temel hakları hiçe sayılıyor. Tutsaklar açlık grevinde ölüyor. Ulusal ve uluslararası düzenlemelere aykırı olarak tutsakların avukatları ve yakınlarıyla görüşmeleri engelleniyor. Gözaltı koşullarının kendisi de düzenli olarak hukuka aykırı olarak işletiliyor. Özellikle hücre hapsi, Sayın Öcalan'ın tecrit koşulları da diğer tüm tutsaklar için oluşturulmuş gibi görünen korkunç bir araçtır” değerlendirmesi yaptı.    CPT ziyareti   İmralı’dan 2 yılı aşkındır haber alınamaması nedeniyle CPT’nin ziyaret raporlarının açıklanmasının önemli olacağının altını çizen Miriam, sözlerini şöyle sürdürdü: “CPT'den bir heyet, Eylül 2022'de İmralı cezaevine 'ad HOC' koduyla bir ziyaret gerçekleştirdi. İmralı'daki tutsaklarla iki yıldan fazla bir süredir hiçbir şekilde temas olmadığından ve ne yazık ki onların hala hayatta olup olmadıklarından bile emin olmadığımız için, CPT'nin raporu özellikle bizim için çok önemli. CPT, İmralı ile ilgili raporunu Türkiye'ye gönderdiğini ve yayınlama kararının Türk makamlarına bağlı olduğunu açıklamıştı. Yönetmelik, ilgili ülkenin önce yayını kabul etmesi gerektiğini şart koşmaktadır. Fakat bir ülke hiç anlaşmazsa ne olacağı da sözleşmeyle düzenlenmemiştir.”   ‘Türkiye istemese de İmralı’ya dair bilgi vermek etik ve siyasi bir görevdir’   Miriam, Türkiye’nin CPT’nin raporunu açıklamasını istememişi durumunda CPT’nin sorumluluğuna ilişkin de şunları belirtti: “Eğer Türkiye raporun yayınlanması konusunda aynı fikirde değilse, CPT'nin hala bir rapor yayınlama veya İmralı'daki tutukluluk koşulları ve bir bütün olarak Türkiye'deki tutukluluk koşulları hakkında daha fazla araştırma yapılmasını sağlama noktasında etik ve siyasi görevi olduğunu düşünüyorum. Gerekirse tutukluluk koşullarının iyileştirilmesi için Türkiye'den taleplerde bulunmalılar. CPT çok önemli bir kurum. Ancak, olumsuz bildirim durumunda ilgili ülkenin CPT'nin herhangi bir raporu yayınlamasına izin vermemesi ve bu talebi sonuçsuz bırakabilme tercihi çok saçma bir hükümdür.”