Göç yollarında en çok kadınlar mağdur! 2023-06-20 09:20:11       Melike Aydın    İZMİR - Göç yollarında ve geldikleri ülkelerde en çok kadın ve çocukların şiddet, tecavüz ve istismar gibi hak ihlallerine maruz kaldığını belirten mülteci hakları aktivisti Şiir Şeren, “STK’lerin, feminist aktivistlerin de mültecilerle ilgili 'ne oluyor' diye ışık tutması lazım. Bu yaşananlar aslında Türkiye’deki kadınların yaşadığından ayrı değil” dedi   Son 10 yılda Türkiye ve Kurdistan, savaşın ve yoksulluğun yaşandığı Ortadoğu, Afganistan ve Afrika ülkelerinden yoğun göçler alıyor. Göç İdaresi Başkanlığı’nın açıkladığı resmi verilere göre Türkiye'deki kayıtlı yabancı sayısı toplam 4 milyon 990 bin 663. Ancak kayıtlı olmayanlarla bu rakamların oldukça yüksek olduğu tahmin ediliyor. Sadece Türkiye’de doğmuş ancak vatandaşlık alamadığı için fiilen vatansız durumda olan Suriyeli çocuk sayısı tahminen 750 bin. Kadınların ise bütün bu rakamların nerdeyse yarısını olduğu tahmin ediliyor.   2O Haziran Dünya Mülteciler Günü dolayısıyla hem göç yollarında hem de vardıkları ülkelerde şiddet, istismar, tecavüz gibi hak ihlallerine en çok maruz kalanların kadınlar ve çocuklar olduğuna dikkat çeken mülteci hakları aktivisti Şiir Şeren, gözlem ve deneyimlerini aktardı.    Sürekli göç alacak bir ülke olarak Türkiye’nin kalıcı mülteci politikaları üretmediğine ve mülteci sorununun görünmediğine işaret eden Şiir, “Kadın çocuk mülteci konusunda çalışan Sivil toplum kuruluşlarının da (STK) feminist aktivistlerin de mültecilerle ilgili ne oluyor diye ışık tutması lazım ki diğer sorunlar kadar gündeme gelebilsin. Ama gerçekten bu yaşananlar aslında Türkiye’deki kadınların yaşadığından ayrı değil” dedi.   Göç yolları en çok kadın ve çocuklar için tehlikeli   Afrika ülkelerinden gelen ve aynı zamanda Türkiye’de kalmayı başaran kadın mülteci sayısının daha belirgin olduğunu belirten Şiir, bunda sınır dışı işlemlerinde hedef grubun daha çok erkekler olmasının ve kadınların hamilelik, çocuklarıyla seyahat etmelerinin etkili olduğunu ifade etti. Göç yollarında yaşanan hak ihlallerinin gelinen yola göre değiştiğini kaydeden Şiir, “Afrika’dan vize ile geliyorlar ama burada düzensiz hale geliyorlar. Afganistan, Suriye, Yemen, Filistin üzerinden gelenler ise kaçak olarak giriş yapıyor; yollarda erkekler de çok şey yaşıyor ama özellikle kadın ve çocukların yaşadıkları çok daha ürkütücü. Farklı terör gruplarıyla yüzleşmek zorunda kalıyorlar, çok fazla tecavüz, cinsel istismar var. Öyle bir noktaya gelmiş ki anlatırken kadınların kanıksadığını, çocukların durumu bilmemesine rağmen çok rahatça bahsettiğini görüyoruz” şeklinde konuştu.   ‘Kimliğin olmaması kadınları istismara daha açık hale getiriyor’   Gelinen ülkeye göre değişse de kimliği olmayan bir kadının kaldıkları evlerde tacize, istismara açık hale geldiğini ifade eden Şiir, mültecilerin kimliklerinin olmayışını bilen emlakçı, ev sahipleri, mahalledekiler tarafından da sistematik olarak tacize maruz kaldıklarını dile getirdi. Mültecilerin, kimliği olmadığı için ev değiştirmenin de mümkün olmadığını söyleyen Şiir, “Kaldıkları evlerde yakını olan erkek tarafından da tacize maruz kalabiliyorlar. Türkiye’de hukuk sistemiyle bağları olmadığı ve bilmedikleri için çoğu zaman şikayette de bulunmuyorlar. Belki aylar yıllar sonra, belki kimlik kazandıktan sonra dile getirebildikleri bir şey oluyor. Afganistanlı danışanlarda çok görüyoruz, kişi Türkiye’ye geldikten sonra içinde bulunduğu durumdan kurtulacağını düşünüyor. Ama bir noktada kendi ülkesinde sistematik olarak istismara maruz kaldığı kişiyle karşılaşma ihtimali bile olabiliyor. Bir şekilde o kişiye de açılmış Türkiye’ye geliş yolu. Bu sefer de üçüncü ülkeye gitmek için çok yoğun bir kaygısı oluyor kişinin ama üçüncü ülke işlemleri yavaş oluyor” sözlerini kullandı.    ‘Kadınlar göçtükleri ülkelerde hapis hayatı yaşıyorlar’   Kadın ve çocukların göçün başlangıcından son evresine kadar her adımda farklı sorunlarla karşılaşıldığına dikkat çeken Şiir, “Suriyeliler daha kimliği olan, toplum tarafından daha bilinir olan mülteciler ama toluma bir şekilde kazanılmadığı ayak uydurmadıkları, çalışmadıkları için dil öğrenemiyorlar. 12 yıldır Türkiye’de olan ve Türkçe konuşamayanlar bunun psikolojik yükünü taşıyorlar ve bu nedenle ayrımcılığa uğruyorlar. Özellikle 50-60 yaşındaki kadınlar için daha zor oluyor. Zaten hep evde vakit geçirmek zorunda, yeterli kurum hizmetini alamıyor. Bu bir şekilde bitmeyen bir döngü haline geliyor. Buralarda STK’lerin yaptığı faaliyetler iş görüyor ama onlar da yetersiz ve ulaşma konusunda da yetersiz. Yoğun bir destek verilmedikçe kadınlar göç ettikleri ülkede eve hapsedilmiş şekilde yaşıyorlar” dedi.   GGM’lerde ayrımcılık ve taciz   Afganistan’dan gelenlerin daha fazla hedef durumunda olduğunu dile getiren Şiir siyahilerin ise ten rengi nedeniyle doğrudan ayrımcılığa uğramak veya polisle yüzleşme ihtimalleri daha fazla olduğu için dışarıya çıkmalarının daha zor olduğunu kaydetti. Erkeklerin bir şekilde çalışmak zorunda olduğu algısı veya erkeklerin polise direnç gösterebileceği düşüncesiyle daha fazla dışarda olduğunu ifade eden Şiir “Geri Gönderme Merkezleri (GGM) insani değil. Erkeklerin uğradığı ayrımcılık, nefret söylemi, önyargı gibi süreçlerine kadınların taciz istismar süreçleri ekleniyor. Zaten bu şekilde gelen kadınlarda süreç daha travmatik hale geliyor. Bir de bakmaktan sorumlu oldukları çocukları oluyor ve onlarla beraber hapis hayatı yaşıyorlar” şeklinde dile getirdi.   ‘Kadınların haklarını öğrenmesi daha zor’   Çalışmanın erkek üzerinden etiketlenen bir cinsiyet rolü olduğu için işe giren erkek haklarını öğrenmek ve dil öğrenmek yönünden daha avantajlı olduğunu dile getiren Şiir, ancak haklarını öğrenen erkeğin eşine aktarması veya kadının o evden çıkıp haklarını öğrenmesi konusunda sıkıntılar yaşandığına işaret etti. Kadınların büyük bölümünün kendi ülkelerinde de eğitime erişememiş olduğunu, Afganistan veya Ortadoğu’da Arap alfabesi kullanıldığı için okuma yazma konusunda daha fazla zorlandığını söyleyen Şiir, “Yeni bir alfabeyi uygulamaları gerekiyor ki bilgi pekişsin haklarını öğrensinler. Yapılması gereken şeyler sadece STK’lerin sistematik olarak eğitim vermesi ve ulaştırması yeterli değil. Tabi ki farklı Göç İdareleri’nin çalışmaları oldu. Ama bu konuyla ilgili devlet eliyle bir şeyler yapılması, kadın ve çocukların okuma yazma hak öğrenme süreçlerine dahil edilmesi gerekiyor” diye belirtti.   ‘Kadınlar sınır dışı edilme tehdidi ile fuhuşa zorlanabiliyor’   Mültecilerin genelde şiddet olayıyla anıldığını oysa şiddete maruz kalan mülteci kadın için bir alan sunulmadığını belirten Şiir, mülteci kadının şiddet gördüğünü duyuran haberlerde amacın mülteci erkeği kötülemek olurken, mülteci kadının neden hakkını arayamadığını noktasına odaklanılmadığını sözlerine ekledi. Karakollarda ve adliyelerde kullanılan dil grubuna ait yeminli tercüman yoksa bilgi alışverişi sağlanamadığını dile getiren Şiir, “Mesela Somali dili için yeminli tercüman bulmak çok zor. Kayıp bir göçmen grubu. Fransızca da aynı şekilde. Fransızca konuşup kadın ticaretine maruz kalan kadınlar haklarını alamıyor. Çünkü onlara ‘polise şikâyet edersen kimliğin olmadığı için tutuklanırsın, bu olduğun duruma maruz kalmak zorundasın’ deniyor. Ama biz biliyoruz ki insan ticareti her şeyin üzerinde çok büyük bir suç. Bu kişi kimliksiz kalıyorsa bile bu konuyla ilgili bir yaptırım olabilir. Ama aslında insan ticareti kadın ticareti üzerinden bir şekilde korumaya alınması gerekiyor. Bu geçici süreyle de olsa ikamet verilerek olabilir. Kişi Türkiye’de uğradığı bir zararda yine kurumlar üstleneceği için koruma altına alınması gerekir” şeklinde konuştu.   Şiddet gören mülteci kadınlar korunmuyor, sığınma evleri işlevsiz   Mültecilerin haklarını öğrenmelerinin hem STK’lerin faaliyetlerini ve tercümanlarını artırması hem de İl Göç İdaresi gibi kurumların eğitim faaliyetlerini artırması gerektiğine işaret eden Şiir, haklar bilinse de yasaların uygulama noktasında sorunlar yaşandığını dile getirdi. Şiddet gören, cinsel saldırıya uğrayan Türkiyeli kadınların sığınma evlerine yerleşme imkanları varken mülteci kadın ve çocuklar için sığınma evleri ve sevgi evlerinin kabusa dönüştüğünün altını çizen Şiir, “Çünkü ya kabul sürecinde sıkıntılar yaşanıyor ya da aslında oraya girdikten sonra o kadar kötü muameleye maruz kalıyor ki şiddet gördükleri eve geri dönmek istiyorlar. Maalesef bu süreci herhangi bir STK de takip edemiyor, çünkü gizlilik bariyeri önüne çıkıyor. Kimliksiz olup şiddet görenler ise kadın sığınma evlerine yerleştirilmesi mümkün değil. İvedilikle yetenekli bir avukatın geçici sığınma elde etmesi gerekiyor ki gördüğü şiddet durumundan uzaklaştırılabilirsin. Sistem diyor ki kimliğin yoksa yapacak bir şey yok. Oysa haberlerde her şey iyi gibi görünüyor. KADES uygulaması çok hayat kurtaran bir şey ama uygulamasında neler yaşandığını hepimiz biliyoruz. Mülteci kadınlar için de farklı değil aslında” diye ifade etti.   ‘Seçim süreci mültecileri anlama çabası doğurdu’   Son seçim sürecinde tüm seçim propagandasının mülteciler üzerinden yapılması nedeniyle mültecileri anlama çabasının arttığını, bu nedenle ayrımcılık üzerine yapılan seminerlerde artış yaşandığına değinen Şiir, “Artık insanlar bir noktada haklarını öğrendikten sonra STK’lere ulaşmak istiyorlar. Çünkü her seferinde bireysel olarak farklı konularda tek tek danışmanlık almak onları da yıpratan bir şey. Genel olarak haklarını öğrenerek o hakkın takip edilmesi sürecinde yine STK’lere ihtiyaç duyuyorlar. Bir noktada da politik alana dahil olma isteği doğdu. ‘Statü kazanamamak konusundaki engellerim ne? Geldiğim ülkede savaş var ama beni neden geri göndermek istiyor’ gibi. Bence bu umut verici. İnsanlar o travmanın getirdiği yükü ve ayrımcılığın getirdiği baskıyı üzerinden atmak istiyor” diye konuştu.   ‘Mülteci çocuklar cezaevi hayatı yaşıyor’   Göç içindeki çocuklar için ‘onlar anlamaz’ algısı olduğunu oysa her çocuk gibi onların da yaşadığının farkında olduğunu dile getiren Şiir, göç olgusuyla büyüyen çocuklarda farklı travmaların geliştiğini ifade etti. Bütün mülteci çocukların ayrımcılık, eğitime, hizmetlere erişememe, akran zorbalığına maruz kaldığını kaydeden Şiir, “Mülteci çocukların genellikle yaşadığı mahalleye sıkışıyor. Bütün sosyalleşme alanı küçük bir park, bir sokak, mahallede onu dışlayan diğer çocuklar aile içinde yaşadığı kardeşler veya kuzenleri oluyor. Bunun sonucunda bir sürü psikiyatrik sorun çıkıyor. Bu aslında göçle baş etme aşama aşama gerçekleştiğinden son yıllarda biraz psikolojik desteğin arttığını görüyoruz STK’lerde” diye belirtti.   ‘Her kurum kendi prosedürünü uyguluyor’   Psikolojik destek artsa da sıkıntılar yaşandığını söyleyen Şiir, “Mesela özel eğitim gerektiren çocuklar için normalde Rehberlik ve Araştırma Merkezi’ne (RAM) gidip rapor almak ve özel eğitim merkezine yerleştirmek gerekiyor ama bu çocuk mülteciyse daha RAM’a girişte sıkıntı başlıyor. RAM’a gittiğinizde Çocuk Psikiyatrisi ’ne yönlendiriyor, Psikiyatri burası değil deyip tekrar RAM’a göndermeye çalışıyor. Her kurumun bu sorumluluğun kendisinde olmadığını söylemesinin altında yatan sebebin ayrımcılık olduğunu itiraf etmemek için sizi kurum kurum gezdiriyor. Siz bir STK grevlisi olarak diretmek zorunda kalıyorsunuz. ‘Bu çocuk psikiyatriden rapor aldı sizden RAM raporu almam gerekiyor ki süreç başlasın’ diyorsunuz, ama STK’lerin de eli bağlı. Sistem olarak bu düşünülmemiş. Siz kimlik veriyoruz sigortası açılıyor ama özel gereksinimli çocuk olursa Türkiyeli bir çocuk gibi mi, ikamet sahibi bir yabancının çocuğu gibi mi yaklaşılacak?  Birçok konuda her kurum kendi prosedürünü uygulamaya başlıyor. Kaotik bir duruma ortaya çıkıyor” sözlerine yer verdi.   ‘Özel eğitim gerektiren çocuklar tedaviye erişemiyor’   Mülteci çocukların zaten Türkiye’de sayısı az olan çocuk psikiyatrına ulaşımının zor olduğunu kaydeden Şiir şöyle devam ediyor: “Çocuk mülteciler için Suriyeliler dışında sağlık sigortaları bir seneliğine Birleşmiş Milletler tarafından ödeniyor. Sadece kayıtlı olduğunuz illerde hizmet alabiliyorsunuz. İzmir’de üniversite hastanelerinde karşılanmıyor. Özellikle özel eğitim gerektiren çocuğu götürdüğünüzde ‘ben bununla ilgili bir şey bilmiyorum’ diyerek reddediyor veya ‘tercümanla yapmam’ diyerek hastane tercümanını isteyebiliyor. Oysa hastanede örneğin Farsça bilen tercüman yok. Doktorun o tercümanı kabul etmek zorunda olduğunu bilmesine rağmen bunu yapıyor. Aslında o çocuğun sağaltım süreci yarıda kalıyor. STK’lerin daha fazla tercüman bulması psikiyatr bulması gerekiyor ama ilaç yazabilen bir STK bulunması pek mümkün değil. O noktada devlet kurumlarına başvurulması veya ciddi paralarla özel hastanelerden destek alınması gerekir.”   ‘Grup terapileri faydalı’   Her travma yaşamış mülteciye ‘hayatta kalmış’ olmaları vurgulanarak aynı deneyimi yaşayan çocuklarla psikolog eşliğinde yapılan grup çalışmalarının faydalı olduğuna işaret eden Şiir, “Toplumsal cinsiyet eğitimleri, beden bütünlüğüne dair yapılan grup çalışmaları faydalı oluyor. Bazı durumlarda bireysel talepler kültürel zorluklardan dolayı da işe yaramıyor veya o kurumun psikoloğu bunu yapmıyor ya da kurumda psikolog olmayabiliyor. Grup terapileri hem çocuk gelişim uzmanları, çocuk psikologları, o alanda gönüllü çalışanlarla yapıldığında mülteci çocukların sağaltım sürecinde sosyalleşmeyi de sağladığı için en etkili şey olduğunu söyleyebiliriz” dedi.   ‘Hak odaklı göç politikası üretilmeli’   Geçiş noktası olarak Türkiye’nin her zaman göç alacağı için buna dair bir politika üretmesi gerekeceğini de sözlerine ekleyen Şiir, bununla baş etmek için hak odaklı politikalar üzerinde durdu. STK’lerin, aktiviteleriyle bir noktadan sonra tıkanacağını ifade eden Şiir, “İlerletilmesi için devlet eliyle bir şeylerin yapılması gerekir. Bir nefret söyleminin çıkması aslında bir devlet politikasının sonucudur. Ya da bir nefret söylemiyle baş etmek için gerekli çalışmaların yapılması da devlet politikasının sonucudur. Ama bunu göremiyoruz” ifadelerine yer verdi.   ‘Bütün kurumlar mülteci meselesiyle ilgilenmeli’   Mültecilerle ilgili karmaşık ve dağınık bir sistemin bulunduğunu ve bu konuda çalışanların yine STK’ler olduğunu belirten Şiir, STK’lerin desteklenmesi konusunun da belirsiz olduğunu ifade etti. Şiir, “Bu konuda sert bakan kişilere ulaşma konusunda değil zaten insan hakları konusunda aktivist olarak tanımlayan bütün kurumların mülteci meselesiyle ilgilenmesi gerekiyor. Devlet kurumlarının yanında bu konuda çalışan STK’lerden bir talep olabilir. Kadın çocuk mülteci konusunda çalışan STK’lerin de feminist aktivistlerin de mültecilerle ilgili ne oluyor diye ışık tutması lazım ki diğer sorunlar kadar gündeme gelebilsin. Ama gerçekten bu yaşananlar aslında Türkiye’deki kadınların yaşadığından ayrı değil. O kadın ve çocuklar aynı patriarkal sistemin içinde olduğu gerçeğini değiştirmiyor, üstüne ekleyerek devam ediyor”  diye konuştu.