‘Tecrit uzun soluklu bir işkence yöntemidir’ 2023-04-30 13:09:13   ANKARA - Tecrit sempozyumunda konuşan Avukat Rengin Ergül, Türkiye’de cumhuriyet tarihinden bu yana rejimin Kürtleri her zaman  düşman olarak gördüğüne dikkat çekerek, “Umutsuz bir noktada değiliz ve bunu değiştirmek elimizde” derken, sempozyumun ikinci oturumunda ise tecridin uzun soluklu bir işkence yöntemi olduğu vurgulandı.   İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şubesi, Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Hizmetleri Emekçileri Sendikası (TÜM BEL-SEN) Genel Merkezi’nde “Dünden bu güne tecrit siyaseti” başlıklı sempozyum düzenledi. “Tecrit siyasetine son verilsin”, “Hasta Mahpuslar Serbest Bırakılsın” pankartlarının asıldığı sempozyuma, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) 3’üncü bölge, milletvekili adaylarından avukat Alişan Şahin, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi avukatlar, sendika üyeleri ve üniversite öğrencileri katıldı.                 ‘Umutsuz bir noktada değiliz’   Sempozyumda konuşan Avukat Rengin Ergül, “ölünceye kadar” hapis cezasının yasada ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olarak yer aldığına dikkat çekti. Rengin, Türkiye’de Cumhuriyet’in tarihinden bu yana bu rejimin Kürtleri her zaman bir düşman olarak gördüğüne dikkat çekti. “Ölünceye kadar” hapis cezasının 2002 yılında yasaya girdiğine de dikkat çeken Rengin, bu tarihteki yasa değişikliği ile idam cezasının ölünceye kadar hapis cezasına çevrildiğini vurgulayarak, “Cezaevinden her türlü bir tabut çıkacak. Özne Sayın Öcalan ise Öcalan, bir başkası ise bir başkası için yasaların değiştirildiğini gösterdi. Ağırlaştırılmış müebbet dediğimiz rejim dosya üzerinden Öcalan’ın ölüm cezası tasdik edildi. Bu da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gitti ve ‘Umut hakkı’ kavramı literatürümüze girdi. Öcalan 2 kararında, AİHM umut hakkı temelinde, bir kişinin tahliye olmasının yasal olarak mümkün olması, fili olarak o yasanın uygulanması gerektiği, bu süreçte güvenli tutulacağına karar verdi” ifadelerini kullandı.   ‘Değiştirmek elimizde’   Tecride ve hak ihlallerine karşı mücadele edilmesi gerektiğine dikkat çeken Rengin, “Umutsuz bir noktada değiliz ve bunu değiştirmek elimizde” dedi.   Sempozyum, verilen aradan sonra devam etti.   Sempozyumun, ikinci oturumunda İmralı Ada hapishanesinde uygulanan ağır tecridin yansımaları, inşa edilen F ve S tipi hapishaneler ve ağır tecridin psikolojik yansımaları ele alındı. Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Ankara Şube Yöneticisi Avukat Çiğdem Kozan, İmralı sisteminin yaşamın tüm alanına sirayet ettiğini ve hapishanelerine yansıdığını belirterek F ve S tipi hapishanelerin inşa edildiğini dile getirdi. Diğer yandan tecridin tutsaklar üzerinde psikolojik yansımalarının da olduğunu belirtti. Ardından sunumlarını yapmak üzere sözü katılımcılara bıraktı.   ‘S Tiplerinden sonra her yer İmralı’   Avukat Ömer Yazmacı, yüksek güvenlikli ve S Tipi hapishanelerde infaz sistemine ilişkin sunumunu gerçekleştirdi. Ömer, “Şuan tecrit altına aldıkları mahpuslar, öldüremediği mahpuslar. Bütün hapishaneleri teker teker ve ikili üçlü oluşturarak mahpusları tek bırakılıyorlar. Yalnız bırakılıyorlar tecridin başlıca politikası yalnız bırakmak” dedi. İzolasyon sistemiyle inşa edilen cezaevlerinin insan hakları ihlalinin yanında pahalı bir sistem olduğunu söyleyen Ömer, son bir buçuk yılda bu tip cezaevlerine 21 milyar para harcandığını söyledi. Ömer, Türkiye’de bu tip cezaevlerinin isimleri olmasa da İtalya’da bunun adının “faşist sistem” olduğunu söyledi. Ömer, “Bu S ve YGC Tipi cezaevlerinde Kürdün rengi de yasak. Ayakkabı, kıyafet renkleri belirli. Mahpusa umut ve güç verecek her şey yasak. Bilim Kurul kitapların hepsini kelime kelime okuyor. Yasaklı olmasa dahi, ‘örgüt propagandası var, Atatürk milliyetçiliğine uygun değil, millet ve yurt sevgisini pekiştiriyor’ gibi gerekçelerle kitaplar verilmiyor. Mahpuslara uygulanan izolasyonun yanında ailelerde görüşlere giderken izole ediliyor birçok kontrolden geçiyor. S tiplerinden sonra her yer İmralı ve bunlara herkes karşı çıkmak zorundadır” diye konuştu.   Hapishane sistemi ulus devletle doğdu   Avukat Halil İbrahim Vargün, en büyük cezanın tecrit cezası olduğunu söyleyerek,  bunun ulus devlet sisteminin bir aracı olduğunu söyledi. Halil, “Devleti anlamadan, kökenini, ulus ve modern devleti anlamadan bugün ki tecridi, cezaevi sistemini anlamak mümkün değil. İnsanı dört duvar arasına sıkıştırma sistemi devletle paralel yürüyen bir sistem. Bizim belli bir tarifimiz var, egemen sınıfın sömürüsünü sürdürmek için kullandığı en büyük araçtır. Bir yerde egemen bir sınıfı varsa bu sınıfın korumaya çalıştığı çıkarları da vardır ve bunları korumak için araçları da vardır. ‘Devlet dost düşman ayrımı yapan bir güçtür’, düşmanlar kimdir, devleti bir düşman algısı var ve bunun beraberinde getirdiği bir düşman hukuku kavramı ortaya çıkıyor. Siyasi tutsaklar birinci derece düşmandır devlet için ki bu Anayasa’da da yer alıyor. Bu suçlara dair cezaevleri sistemleri ortaya çıkmıştır. Devletin bütün araçlarını harekete geçiren bir algıdan bahsediyoruz ve bu ulus devletle paralel bir şekilde gidiyor” ifadelerini kullandı.   ‘İnfazı yakılmayan tutsak kalmadı’   Halil konuşmasını şöyle sürdürdü, “Bugüne geldiğimizde bizim infaz rejiminin gayet güzel düzenlendiğini görüyoruz. Dışarıdan bakan biri bu maddeleri okuduğunda Türkiye’nin gayet demokratik olduğunu düşünebilir. Devam maddelerinde ise mahpusların kalacakları cezaevleri, görüşmeleri, infazları hükümlünün bütün hakları bağlamında ayrıma gidiliyor. Buna ilişkin özel cezaevleri de kurulmuştur. Düşman hukuku beraberinden düşman infaz hukukunu da beraberinde getiriyor. 2021’de İnfaz rejiminde değişikliğe gidildi. Genelde bu oluyor ama bunun diğerlerinden en önemli farkı, bunu doğrudan söylemediler ama getirdiği mekanizmalarla bunu gerçekleştirdi, siyasi tutsaklar yatması gereken infaz süresi 4’te 3 ile kalmadı. Siyasi hükümlüler neredeyse 4’te 4 oranında cezaevinde tutuldu. Son 2 buçuk yılda neredeyse infazı yakılmayan kalmadı. 1 yıl fazla yatan var 6 ay fazla yatan var. 2021’den önce siyasi mahkûmlar 4’te 3’lük kısmı ‘iyi halli’ yattıktan sonra mahkeme kararıyla şartlı salıveriliyordu. Değişiklikten sonra mahkemenin bu yetkisi İnfaz hakimliğine verildi ve bu mahkemeler devreden çıkarıldı. Elimizde bir istatistik yok ama neredeyse tüm dosyalarda İdare ve Gözlem Kurulu’nun 2021’den sonra verdiği kararlar İnfaz hakimliği tarafından onandı. Buradan bir mahkemeden söz edebilir miyiz? Bu son 8- 10 yılda binlerce insanın infazı yandı, haksız yere yıllarca yattılar. Bunun peşini seçimden sonra da bırakmamak gerekiyor.”   Sosyalliği ve sağlık hakkını yok eden tecrit   TTB İnsan Hakları Kolu Başkanı Ali Karakoç, tecridin tutsaklar üzerindeki fiziksel ve psikolojik etkisine dikkat çekti. Ali, “Tıp bilimi insanın bize sosyal bir varlık olduğunu söylüyor. Tecrit ve izolasyon sistemi toplumsallığı yok ettiği için, sağlık hakkına da zarar veriyor. Mahpusların sosyalliğini ve kimliğini yok etmeye yönelik olan tecrit altındakilerin sağlık hakkı Nelson Mandela kuralları ile belirlenmiştir. Tüm bunlara rağmen maalesef yüksek güvenlikli cezaevleriyle birlikte sağlık hakkına erişim engellenmiş ve yaşam hakkı daha da ağır hale gelmiştir. Örgütlü olmayan ve adli suçlular üzerinde psikolojik araştırmalar yapılmış. 10 metre karelik ve 3 kişilik hücrelerde insanlar yaşıyor. Tuvaletlerin ve çöplerin olduğu 10 metrelik alanda mahpus hem yemek yiyor, hem uyuyor hem yaşamaya çalışıyor ve bu çok ciddi fiziksel ve psikolojik sağlık sorunları yaratıyor. Ciddi psikolojik sorunlar ve bununla beraber intihara sürüklenmeler meydana geliyor. Bütün bu stres yükü ve hareketsizliğinin yarattığı ciddi kronik hastalıklar ortaya çıkıyor. Kalp hastalıkları, diyabet gibi hastalıklar ve ileri evre kanser hastalıkları, beslenemeyen mahpusların da birçok hastalıkları çok sık görülüyor” sözlerini kullandı.   Tecrit beraberinden ciddi psikolojik ve fiziksel hastalıkları doğuruyor   Ali, ABD’de gerçekleştirilen izolasyon deneylerinde, güvensizlik, isteksizlik, depresyon, uyku bozuklukları, dikkat ve hafıza da ciddi bozukluklar olduğu, işitsel ve görsel halüsinasyonlar, mahpuslarda ciddi panik ataklar ve topluma karıştıktan sonra bu sorunların oluştuğu, ölüm korkusu ve kendine zarar verme gibi psikolojik durumların ortaya çıktığını söyledi. Yine araştırmalarda, kadınlar üzerinde fiziksel rahatsızlıklar ise, regl düzensizlikleri, hormonal bozukluklara bağlı kıllanma, erken menopoz gözlemlendiğini belirtildi. Ali, “Tecridin bir işkence yöntemi olduğu ve kabul edilemez olduğu derneğimiz tarafından defalarca belirtildi. Psikolojik işkencenin en az fiziksel işkence kadar mahpuslar üzerinden büyük etkileri olduğu rapor edilmiştir. Mahpusluk sağlık hakkını tamamen ortadan kaldıran bir gerekçe değildir. Mahpusların en az toplumdaki diğer bireyler kadar sağlık hakkına erişme hakkı vardır ve bu sorumluluk kamu otoritelerinde yani devlettedir” dedi.