Dr. Zakira: Mülteciler de depremden etkilendi empati kurulmalı 2023-03-09 09:01:05     Melek Avcı    ANKARA - Depremzede mültecilere yönelik nefret söylemine dikkat çeken ARSA Başkanı Dr. Zakira Hekmat, özellikle depremzede mülteci kadınların sorunlarının arttığına  işaret etti. Zakira, “Mülteciler üzerinden propaganda ve siyaset yapmayı bırakıp insan olarak empati kurmamız gerekiyor” dedi.   Mereş merkezli yaşanan deprem felaketinde on binlerce insan yaşamını yitirirken binlercesi ise evsiz kaldı. Depremin yaşandığı ilk saatlerden itibaren mültecilere yöneltilmeye çalışılan öfke ve gündemi değiştirmeye yönelik hamleler şiddet olaylarının körüklenmesine neden oldu.  Aynı enkazın altında kalan mültecilere yönelik “yağma” iddiasıyla uygulanan şiddetin en ağır örneği çocuklarının enkaz altından çıkmasını bekleyen babaya oldu.   İnsanları topraklarından eden savaşlar ve iktidarın uyguladığı sınır ötesi siyasetin sonucu olarak karşımıza çıkan göç ve mültecilik durumu, milliyetçilik ve faşizmle harmanlanarak yine yerinden edilmiş insanlara yöneldi.   Afgan Mülteciler Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği (ARSA) Başkanı Doktor Zakira Hekmat, depremde mültecilerin yaşadığı sorun ve şiddet olaylarını değerlendirerek, dernek olarak yaptıkları faaliyetleri anlattı.    ‘Herkes ‘Ne yapabiliriz’ telaşındaydı’   Maddi ve manevi olarak herkesin Mereş’te yaşanan depremden etkilendiğini söyleyen Dr. Zakira, dernek olarak ekiplerini hemen bölgeye yönlendirdiklerini belirtti. ARSA ekiplerinin 12 gün boyunca arama-kurtarma faaliyetlerini yürüttüğünü dile getiren Zakira, 62 ilde de yaralılar için kan bağışı kampanyası başlattıklarını aktardı. Zakira, “Mülteciler bu kan bağışı kampanyasına katıldı ve birçok kişi dil bilmediği için dernek olarak tercüman desteği de sağladık ve güzel geri dönüşler aldık. Diğer yandan herkes elinde ne varsa paylaştı. Küçük bir çocuk kumbarasında tablet almak için biriktirdiği paraları gelip verdi, bazıları montlarını getirip verdi. Herkes yardım etme düşüncesindeydi, ‘biz yabancıyız yardım etmeyelim’ gibi bir düşüncede değildi. ‘Ne yapabiliriz’ telaşındalardı. Bir başka kampanyamız da gönüllü tercüman desteği ve AFAD ekibine gönüllü destek personeli olarak çalışma üzerineydi. Doktordan tutun, tercümana ve birçok alanda çalışan 300 kişilik bir destek sunduk” dedi.   ‘Nefret söylemlerinin faturasını ağır ödedik’   Yüzlerce mültecinin de depremde yaşamını yitirdiğini ve yaralandığını hatırlatan Zakira,  özellikle Mereş, Semsûr  ve Hatay’da Afganistanlıların da etkilendiğini dile getirdi. Dernek gönüllülerinin ve sahadaki çalışanların istatistiklerine göre 600 mülteci hayatını kaybederken 800’den fazla ise yaralının olduğunu kaydeden Zakira, yoğun bakımda tutulan ve hayati tehlikesi olan mültecileri de anımsattı. Depremin ikinci gününden itibaren nefret söylemiyle karşı karşıya kaldıklarını vurgulayan Zakira, “Özellikle Zafer Partisi’nin başkanı nitelikli olarak nefret içeren bir sürü tweet attı. ‘Ben Mersin’e gidiyorum, tüm yurtlar boşaltılacak, mülteciler var’ dedi. Bu nefret söylemleri sosyal medyada akıbeti düşünülmeden sıkça paylaşıldı ama biz bunun faturalarını arka planda çok ağır bir şekilde mültecilerin ödediklerini görüyoruz. Sanki tüm mülteciler Antalya’ya, İzmir’e tatil yapmaya gidiyormuş gibi lanse edildi. Hâlbuki insanlar psikolojik olarak öyle bir algıda değil. Biz hepimiz insanız ve eğer deprem illerinde olsaydık biz de diğer vatandaşlar gibi bu enkazın altında kalabilirdik. Oradaki mültecilerin de evi vardı, malları vardı, paraları vardı ve hepsi şu an enkaz altında. Onların da gideceği herhangi bir yer yok” ifadelerini kullandı.   ‘Depremzede mültecilere kendi başınızın çaresine bakın denildi’   Dijital medyada mültecilere yönelik ırkçı söylemlerin birçok sıkıntıya sebep olduğunun altını çizen Zakira, ceplerinde para olmadan kendi başlarına bırakıldıklarını belirterek şöyle devam etti: “Başta dediler ki 90 gün seyahat izni talep etmeden şehir dışına çıkabilirsiniz, sonra bazı illerde bu 60 güne ve 30 güne indirildi. Ama sonra bunu da kabul etmeyerek başka ilde akrabalarının olması zorunluluğu getirildi. Fakat insanların evi yok, harabe olmuş ve tamamen kendi imkânlarınızla şehir dışına çıkabiliyorsunuz. Eğer çıkabilirseniz toplu taşımayı kullanamazsınız, devlet tarafından sağlanan uçak veya otobüsleri kullanamazsınız, yani tamamen kendi imkânlarınızla gideceksiniz denildi. Gittikleri şehirlerde de akrabaları olma zorunluluğu vardı yoksa da kendi başlarının çaresine bakmaları söylendi diyebilirim. Hatta bizi arayan depremzede mülteciler oldu. Arayıp, ‘Biz şu an terminaldeyiz ama otobüse verecek paramız yok, bize yardımcı olur musunuz?’ dediler. Biz de gerekli yerlerden destek talep ettik ama maalesef çok acil bir durum olduğundan dolayı herhangi bir yerden olumlu geri dönüş alamadık. Gönüllülerimiz terminaldeydi, gelen kişilerin eğer akrabaları varsa veya şehirde kalmak istiyorlarsa diğer mülteci ailelerin yanına yerleştirme yoluna gittik. Ama ailelerde haklı olarak bize şunu diyordu, ‘Tamam biz şu an aileyi kabul ediyoruz ama siz de bizim durumumuzu biliyorsunuz o kadar ekonomik güce sahip değiliz.’  Barınma konusunda çok ciddi sıkıntılar yaşıyoruz.”   ‘Yemek almak için sıranın sonunda bekliyorlar’   Yardımların dağıtılması konusunda da ayrımcılık yapıldığına ilişkin bilgilerin kendilerine ulaştığını ve sahada bununla karşılaştıklarını kaydeden Zakira, “Biliyorsunuz bazı yerlerde hava çok çok soğuktu. Yardımlara ilişkin bilgi geldiğinde biz ilk başta bir yanlış anlaşılma olabileceğini düşündük ama sonradan bir baktık ki sahaya araştırma için giden ekiplerden de bunları duyduk. Onların raporlarına da bunlar yansıdı ve sahada aktif olan kurumların personellerinden de bunları duyduk; bazı kurumlar geliyor ve yabancıysa yardım vermek istemiyor şeklinde. Diğer taraftan da mülteciler zaten korkmuştu. Herhangi bir yere gittiğinde korkuyordu. Hatta bir kişi beni Maraş’tan arayıp, ‘Biz çadırda yaşıyoruz ama biri bizi bıçaklamasın, güvenlik açısından çok korkuyoruz’ dedi. ben de neden dedim ‘Biz yabancı olduğumuz için.’ dedi. Bende rahatlatmaya çalıştım öyle olmaz, bu kadar endişelenmeyin dedim. Tabi o zaman daha ilk günlerdi ve bu kadar ciddi bir şeyler yoktu ortada. Öyle düşündük ama insanlar çok tedirgindi hatta bize şöyle diyenler oldu yemek almak için sıranın en sonunda beklediklerini belirttiler. Bazen yemek bitiyor ve kalmıyormuş ama buna rağmen ve aç da kalsalar en son gitmeyi tercih ediyorlarmış çünkü bir sorun çıkmasın da kimse onlara bir şey söylemesin diye düşünüyorlar” diye belirtti.    ‘Sıfırdan başlayan kadınlar ciddi sıkıntılar içerisinde’   Diğer yandan depremden etkilenen mülteci kadınların sorunlarının arttığını da dikkat çeken Zakira, sıfırdan başlaması gereken ve aileye bakmakla yükümlü olan kadınların çok ciddi sıkıntılar yaşadığını söyledi. Zakira, “Biliyorsunuz ki çifte dezavantajlı bir gruptan söz ediyoruz. Daha öncede bir sürü sıkıntılarla mücadele eden ve buna rağmen aile reisi olup da, iş hayatına devam eden kadınlar var. Bu kadınlar da yerel halk gibi işlerinden oldu. Mesela şu an Karaman’da 9 kişilik bir ailemiz var ve aile reisi bir kadın. Maraş’tan, Karaman’a gitmiş, iş yok, tanıdığı yok. Kışın zaten işler iyi gitmiyor ve iş bulmak çok zor. Sadece bir ilde değil 11 ilden başka illere sirayet eden ve etmiş olan kadınlar için hayat çok zor çünkü sıfırdan başlaması gerekiyor. Herhangi bir akrabanın yanında kalsa bile hem toplum sağlığı açısından hem güvenlik ve mahremiyet açısından çok ciddi sıkıntılar oluşuyor. Bir evde 6 ailenin yaşaması, 24 kişinin bir yerde kalması gibi durumları biz sahada görüyoruz. Bir an önce konteynırlar mı yoksa geçici barınma merkezleri mi, sahra toplum merkezleri mi yani ne olursa olsun ailenin mahremiyeti, toplum sağlığı ve güvenlik açısından bir an önce harekete geçilmelidir” çağrısında bulundu.    ‘İnsanlık adına dayanışmak gerek’   Tüm bu nefret söylemini körükleyen siyasete ve ırkçılığa karşı dayanışmanın örgütlenmesi gerektiğinin altını çizen Zakira, insanlıkla bağdaşmayan tavırların bir kenara bırakılması gerektiğini dile getirdi.  Zakira son olarak şöyle konuştu: “Umarım bir daha böyle bir afetle karşı karşıya kalmayız. Bu zorlu dönemde dayanışmamız gerekiyor. İnsanlık adına birbirimize destek verme ve dayanışma günü ama biz oturup da ‘bu şudur bu budur’ dersek olmaz. İnsanlar enkaz altında can veriyor, nasıl çocuklarımı kurtarabilirim diye soruyor. Bir aileden 6 kişi hayatını kaybediyor. Empati kurmamız gerekiyor. İnsanlar o acıları çekerken, ailesini kurtarma telaşındayken ve ne zaman çıkacak diye umut ederken dayanışma içinde olmamız gerekiyor. Diğer taraftan oturup ‘oy almam gerekiyor, siyaset yapmam gerekiyor’ deyip insanlıkla bağdaşmayan tavır sergileyince bunun faturası maalesef kime kesiliyor? En dezavantajlı gruplara yani mültecilere. Kadınsa, kadın çocuksa çocuk, mülteci ise mülteci en dezavantajlı olanlar. Tıpkı bu depremdeki gibi, 50 bine yakın kişi hayatını kaybetti bu faciada. Dayanışma zamanı olarak değerlendirmeliyiz onun yerine mülteciler üzerinden propaganda ve siyaset yapmayı bırakıp insan olarak empati kurmamız gerekiyor diye düşünüyorum ve bunun yapılması gerektiğini vurgulamak isterim.”