Abdullah Öcalan: Kadın bilimi geliştikçe sorunlar çözülür 2022-10-10 09:01:02     HABER MERKEZİ - Jineoloji Araştırma Merkezi üyesi, gazeteci akademisyen ve Jineoloji Dergisi editörü Nagihan Akarsel’in katledilmesinin ardından "Bir kadın bilimine neden ihtiyaç olduğuna" ilişkin başlayan tartışmalara PKK Lideri Abdulluh Öcalan’ın değerlendirmeleri ışık tutuyor.    Kürt kadınlarının 40 yıldır sürdürdüğü özgürlük mücadelesi geldiğimiz aşamada tüm dünya kadınlarına ilham kaynağı olmuş durumda. Kuzey ve Doğu Suriye'de DAİŞ’e karşı verilen savaş ve inşa edilen yaşam “başka bir dünya mümkün” sloganını, ete kemiğe büründürdü. Kadını özgürlük ve yaşamla bütünleştiren bir felsefe haline dönüşen “Jin, jiyan, azadî” sloganı günümüzde dünya kadınları için özgür yaşamda ısrarın sihirli bir formülü haline geldi ve Rojhilat’tan başlayıp dünyanın dört bir yanına kadınların dillerinden düşürmedikleri bir özgürlük bayrağı olmuş durumda.    Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesi, deneyimleri, ideolojik bilinç düzeyleri ve bunun bilimsel çerçeveye kavuşmuş çerçevesi olan jineoloji (kadın bilimi)  kadın eksenli bir devrim sürecinin yaşandığı bu dönemde daha fazla tartışılmaya başladı. Erkek egemen sistem de iktidarını kaybetmemek için  kadın özgürlük mücadelesi yürüten kadınları hedef alıyor. En son Güney Kürdistan’ın Süleymaniye kentinde jineoloji ile kadın hakikatini açığa çıkarma çalışması yürüten Jineoloji Merkezi çalışanı Nagihan Akarsel  hedef alınarak katledildi. Nagihan’ın katledilmesi sonrasında jineoloji tartışmaları da yeniden gündeme geldi.    Nagihan’ın kadınlar için bir yol gösterici olan jineoloji için yaşamını adamasının arkasında gerçekliği anlamak için bu bilimi ilk kez dile getiren PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın bu konudaki değerlendirmelerini ele almak önemli. Abdullah Öcalan, İmralı Adası’nda  kaleme aldığı kitaplarında jineolojiye yani bir kadın bilimine neden ihtiyaç olduğunu çok çarpıcı bir biçimde  değerlendiriyor.   Kadın gerçekliğinin kapsamlı olduğunu belirten Abdullah Öcalan, konunun cinsiyetin ötesinde ekonomik, sosyal ve siyasal boyutları olan anlamlar içerdiğinin altını çiziyor.    Sosyal bilimlere damgası vuran erkeklik…   “Eğer sömürgecilik kavramını ülke ve ulus bazından çıkarıp insan gruplarına indirgersek, kadının konumunu rahatlıkla en eski sömürge olarak tanımlayabiliriz” diyen Abdullah Öcalan, “Gerçekten ruh ve beden olarak hiçbir toplumsal olgu kadın kadar sömürgeciliği tanımamıştır. Kadının, sınırları kolay belirlenemeyen bir sömürge statüsünde tutulduğu anlaşılmak durumundadır. Tüm bilimlere olduğu gibi sosyal bilimlere de damgasını vurmuş erkeklik söyleminde kadından bahseden satırlar, gerçekliğe hiç dokunmayan propagandatif yaklaşımlarla yüklüdür. Kadının gerçek statüsü bu söylemlerle tıpkı uygarlık tarihlerinin sınıf, sömürü, baskı ve işkenceyi örtbas etmesi gibi belki de kırk kez örtülmektedir” değerlendirmesi yapıyor.   Neden jineoloji?   Kadın gerçekliğinin tanımlanmasında "neden jineoloji" kavramını kullandığına ilişkin de Abdullah Öcalan, şunları dile getiriyor: “Feminizm yerine jineoloji (kadın bilimi) kavramı amacı daha iyi karşılayabilir. Jineoloji’nin ortaya çıkaracağı olgular herhalde teolojinin, eskatalojinin, politikolojinin, pedagojinin, velhasıl sosyolojinin birçok bölümüne ilişkin loji’lerden daha az gerçeklik payı taşımayacaktır. Kadının, toplumsal doğanın hem fizik hem de anlam olarak en geniş bölümünü teşkil ettiği tartışma götürmez. O zaman neden çok önemli olan bu toplumsal doğa parçası bilime konu edilmesin? Pedagoji gibi çocuk eğitim ve terbiyesine kadar bölümlenmiş sosyolojinin jineolojiyi oluşturmaması, egemen erkek söylemli olmasından başka bir hususla izah edilemez.”   Kadın doğası karanlıkta kaldıkça toplum doğası aydınlanmaz   Kadın doğasının karanlıkta kaldığı sürece toplum doğasının aydınlatılamayacağını vurgulayan Abdullah Öcalan, “Toplumsal doğanın gerçek ve kapsamlı aydınlanması ancak kadın doğasının kapsamlı ve gerçekçi aydınlanmasıyla mümkündür. Kadının sömürgeleşme tarihinden ekonomik, sosyal, siyasal ve zihinsel sömürgeleştirilmesine kadar konumunun açıklığa kavuşturulması, tarihin diğer tüm konularının ve güncel toplumun her yönüyle açıklığa kavuşmasında büyük katkıda bulunacaktır. Şüphesiz kadının statüsünün açıklığa kavuşması meselenin bir boyutudur. Daha önemli boyut kurtuluş sorunuyla ilgilidir. Diğer deyişle sorunun çözümü daha büyük önem taşımaktadır. Toplumun genel özgürlük düzeyinin kadının özgürlük düzeyiyle orantılı olduğu çokça söylenir. Doğru olan bu belirlemenin içinin nasıl doldurulacağı önemlidir. Kadının özgürlüğü, eşitliği sadece toplumsal özgürlük ve eşitliği belirlemiyor. Teori, program, örgüt ve eylem düzenekleri de gerektiriyor. Daha da önemlisi, kadınsız demokratik siyasetin olamayacağını, hatta sınıf politikacılığının bile eksik kalacağını, barışın ve çevrenin geliştirilip korunamayacağını da gösteriyor” diyor.   Aşk adı altında örtbas edilen alçaklıklar   Kadını “kutsal ana, temel namus, vazgeçilmez, onsuz olunmaz eş” statüsünden çıkarıp, bir özne-nesne toplamı olarak kadın gerçeğini araştırmanın önemine değinen Abdullah Öcalan,  şunların altını çiziyor: “Tabii bu araştırmaları öncelikle aşk soytarılıklarından arındırmak gerekir. Hatta araştırmanın en önemli bir boyutu aşk adı altında örtbas edilen büyük alçaklıkları (başta tecavüz, cinayet, dayak, bini bir para eden küfürler) sergilemek olmalıdır. Heredot’un ‘Tüm Doğu-Batı savaşları kadın yüzünden olmuştur’ sözü ancak bir gerçeği açıklayabilir. O da sömürge olarak değer kazandığı, bu nedenle önemli savaşlara konu edildiğidir. Uygarlık tarihi böyle olduğu gibi, kapitalist modernite kadının bin kat daha ağır ve çok yönlülük kazanmış biçimde sömürgeleştirilmesini temsil ediyor. Sömürgeciliği kadının kimliğine kazımış oluyor. Tüm emeklerin anası, ücretsiz emeğin sahibi, en düşük ücretli işçi, en çok işsiz, erkeğinin sınırsız iştah ve baskı kaynağı, düzenin çocuk doğurma makinesi ve çocuk yetiştiren dadısı, reklâm aracı, seks-porno aracı vb. olarak sömürgeleştirilmesi uzayıp gider. Kapitalizm, hiçbir sömürü düzeneğinde olmadığı kadar kadına ilişkin bir sömürü düzeneği geliştirmiştir. İstemesek de tekrar tekrar kadın statüsüne dönmek acı oluyor. Ama gerçeklerin dili sömürülenler için başka türlü de olmuyor.”   Görünüşte eşitlik   Feminist hareketin en radikal sistem karşıtı hareket olması gerektiğini belirten Abdullah Öcalan, günümüzde yansıtılan kadın-erkek eşitliğinin gerçekçi olmadığını vurguluyor.  “Feminist hareket bu gerçeklerin ışığında şüphesiz en radikal sistem karşıtı hareket olmak durumundadır” değerlendirmesi yapan Abdullah Öcalan,  “Çağdaş haliyle kökenlerini yine Fransız Devrimi’ne dayandırabileceğimiz kadın hareketi birkaç aşamadan sonra günümüze kadar gelebilmiştir. İlk aşamada hukuki eşitlik peşinde koşulmuştur. Fazla anlam ifade etmeyen bu eşitlik günümüzde yaygınca sağlanmış gibidir. Ama içeriğinin boş olduğunu iyi bilmek gerekir. İnsan hakları, ekonomik, sosyal ve siyasal haklar gibi diğer haklarda da biçimsel gelişmeler vardır. Kadın görünüşte özgür ve erkekle eşittir. Hâlbuki en önemli kandırmaca bu eşitlik ve özgürlük tarzında gizlidir. Sadece resmi modernitenin değil, tüm dönemlerin hiyerarşik ve devletçi uygarlık sisteminin tüm toplumsal dokularına nüfuz edip zihnen ve bedenen tutsak aldığı, en derin köleliğe mahkûm edip çalıştırdığı kadının özgürlüğü, eşitliği ve demokrasisi çok kapsamlı teorik çalışmalar, ideolojik mücadeleler, programatik ve örgütsel faaliyetler, en önemlisi de güçlü eylemler gerektirir. Bunlar olmaksızın feminizm ve kadın çalışmaları sistemi rahatlatmaya çalışan liberal kadın faaliyetlerinden öte bir anlam taşımaz” diye belirtiyor.     Kadın bilimi geliştikçe sorunlar çözülür   Abdullah Öcalan kadın biliminin gelişmesi ile sorunların çözülebileceğine ilişkin de şu önemli noktaların altını çiziyor: “Kadın biliminin gelişmesi halinde sorunlarının nasıl daha sağlıklı çözülebileceğini bir örnekle açıklamak hayli öğretici olacaktır: Cinsel içgüdünün yaşamın en eski öğrenim biçimlerinin başında geldiğini anlamak gerekir. Bu güdü yaşamın kendini sürdürme ihtiyacına cevaptır. Bireyin sonsuz yaşama olanaksızlığı, çözüm olarak bir de kendini tekrar üretme potansiyelini geliştirmeye zorlamıştır. Cinsel güdü denen şey bu potansiyelin uygun koşullarda üremeye yol açarak yaşamı sürdürmesidir. Bu ise bir nevi soyun tükenmesi tehlikesine ve ölüme çare oluyor. Hücrenin ilk bölünmesi, bir olan hücrenin çoklaşarak kendini ölümsüz kılmasıdır. Daha da genelleştirirsek, kendini yutmak isteyen boşluğa, yokluğa karşı kendini sürekli çeşitlendirip çoğaltmak isteyen evrenin sonsuzlaşma eğiliminin canlı yaşamında devam etmesi olayıdır. Bu evrensel olayın insan türünde devam ettiği bir veya birey daha çok kadındır. Çoğalma kadının bedeninde gerçekleşmektedir. Erkeğin rolü bu olayda son derece talidir. Dolayısıyla soy sürdürme olayında tüm sorumluluğun kadında olması bilimsel olarak da anlaşılır bir husustur. Kaldı ki, kadın sadece cenini taşımak, büyütmek ve dünyaya getirmekle kalmaz. Neredeyse ölümüne kadar bakım sorumluluğunu da doğal olarak taşır. O halde bu durumdan çıkarmamız gereken ilk sonuç, tüm cinsel ilişkiler konusunda kadının mutlak söz sahibi olması gerektiğidir. Çünkü her cinsel ilişki kadın için potansiyel olarak altından kalkılması çok güç sorunları beraberinde getiriyor. On çocuk doğuracak kadının fiziksel olarak ve hatta ruhen ölümden beter hallere düştüğünü anlamak gerekir. Erkeğin cinselliğe bakışı daha çarpık ve sorumsuzcadır. Bunda cehalet ve iktidarın körleştirmesi birinci derecede rol oynar. Ayrıca hiyerarşik dönemde ve hanedanlık devletinde çok çocuklu olmak erkek için vazgeçilmez bir güç olma anlamına gelir. Çok çocukluluk sadece soyun sürmesini değil, iktidar ve devlet olarak kalmanın da garantisini oluşturur. Bir nevi mülk tekeli anlamına gelen devletin elden gitmemesi hanedanlığın büyüklüğüne bağlıdır. Kadın böylelikle hem biyolojik varoluş, hem de iktidar ve devletsel varoluş için çok çocuk doğurma aracına dönüştürülür. Kadın için korkunç sömürgeleşmenin birinci ve ikinci doğayla bağlantılı temeli böyle hazırlanmış olur. Kadının çöküşünü bu iki doğayla bağlantılı olarak çözümlemek büyük önem taşır.”   İlk koşul kadının tam özgürlüğü ve eşitliği   Sorunun bir diğer boyutunun da aşırı nüfus artışı olduğunu belirten Abdullah Öcalan,  sorunun diğer alanlardaki yansımalarına değinerek, sözlerine şöyle devam ediyor: "Çok çocuklu olma politikası daha ağır etkilerini tüm toplumsal doğa ve ekolojik çevre üzerinde hissettiren aşırı nüfus artışında gösterir. Gerek kadın bilimi gerekse tüm sosyal bilimler açısından çıkarılması gereken en temel derslerden biri, insan nüfusunun ‘içgüdüsel öğrenme’ yöntemiyle sürdürülemeyeceği, çoğaltılamayacağı, ender bazı durumlarda da azaltılamayacağı durumu ve gerçeğidir. İçgüdüsellik gibi en ilkel bir yöntemle soy sürdürmeyi uygarlık ve modernite tarihi boyunca geliştirilmiş bilimsel yöntemlerle desteklemek aşırı nüfus artışının temel nedenidir. İnsan türünün toplumsal doğa olarak sadece içgüdüsel yollarla, özellikle cinsel güdü itmesiyle varoluşunu sürdürmesi çok geri bir durumu ifade eder. Zekâ ve kültür düzeyi toplumsal varoluşları daha gelişkin nitelikte sürdürebilecek öğrenme potansiyelleri sunar. Birey ve topluluklar zekâ ve kültürleriyle, felsefi ve politik kurumlarla kendilerini en uzun sürelerde yaşatma olanağını kullanabilecek durumdadır. Dolayısıyla soyun cinsel içgüdü yoluyla çoğalarak sürdürülmesinin anlamı kalmaz. İnsanın kültür ve zekâsı bu yöntemi çoktan aşmış durumdadır. Dolayısıyla bu ilkellikten esas olarak uygarlık ve modernitenin kâr ilkesi sorumludur. Hiç şüphesiz aşırı nüfus artışı, aşırı tekel ve iktidardır; o da aşırı, azami kar demektir. Tarih boyunca insan türünün aşırı çoğalarak sadece toplumu değil, çevre ve doğasını da imhanın eşiğine getirmesi kesinlikle kümülatif sermaye ve iktidar birikimi ve dolayısıyla azami kar kanununun sonucudur. Diğer tüm etkenler ve nedenler tali, ikincil planda rol oynar. O halde daha şimdiden devasa boyutlar kazanan kadın sorununu çözme ve ekolojik yıkımı önlemenin başta gelen yolu olan demografik sorunun çözümünde temel sorumluluk kadında olmalıdır. Bunun da ilk koşulu kadının tam özgürlüğü ve eşitliğidir, tam demokratik siyaset yapma hakkıdır; cinsiyetle ilgili tüm ilişkilerde tam söz ve irade hakkıdır. Bu gerçeklerin dışında kadının, toplumun ve çevrenin tam anlamıyla kurtuluşu, özgürlüğü ve eşitliği mümkün değildir. Aynı şekilde demokratik siyaset ve konfederatif siyaset biçimlenmesi de olası değildir.    Ahlaki politik toplumun asal öğesi   Kadın ayrıca ahlâki ve politik toplumun asal öğesi olarak özgürlük, eşitlik ve demokratikleşme ışığında yaşamın etiği ve estetiği açısından da hayati rol oynar. Etik ve estetik bilimi kadın biliminin ayrılmaz parçasıdır. Yaşamdaki ağır sorumluluğu nedeniyle kadının tüm etik ve estetik konularda hem düşünce hem de uygulama gücü olarak büyük açılım ve gelişmeler sağlayacağı tartışmasızdır. Kadının yaşamla bağı erkeğinkine göre çok daha kapsamlıdır. Duygusal zekâ boyutunun gelişkinliği bununla ilgilidir. Dolayısıyla yaşamın güzelleştirilmesi olarak estetik, kadın açısından varoluşsal bir konudur. Etik (Ahlâk teorisi, estetik = güzellik teorisi) açıdan da kadının sorumluluğu daha kapsamlıdır. İnsan eğitiminin iyi ve kötü yönlerini, yaşam ve barışın önemini, savaşın kötülüğü ve dehşetini, haklılık ve adalet ölçülerini değerlendirme, belirleme ve kararlaştırmada kadının ahlâki ve politik toplum açısından daha gerçekçi ve sorumlu davranması doğası gereğidir. Tabii erkeğin kuklası ve gölgesi kadından bahsetmiyorum. Söz konusu olan özgür, eşit ve demokratikleşmeyi özümsemiş kadındır.   Ekonomi kadının rol oynağı toplumsal faaliyet   Ekonomi biliminin de kadın biliminin bir parçası olarak geliştirilmesi daha doğru olacaktır. Ekonomi baştan beri kadının asal rol oynadığı bir toplumsal faaliyet biçimidir. Çocukların beslenme sorunu kadının sırtında olduğu için, ekonomi kadın için hayati anlam ifade eder. Kaldı ki, ekonomi Yunancada “Ev yasası, evi geçindirme kuralları” demektir. Bunun da kadının temel işi olduğu açıktır. Ekonominin kadının elinden alınıp tefeci, tüccar, sermayedar, iktidar-devlet ve ağa gibi davranan yetkililerin eline verilmesi ekonomik yaşama en büyük darbe olmuştur. Ekonomi-karşıtı güçlerin eline verilen ekonomi, hızla iktidar ve militarizmin temel hedefi haline getirilerek, tüm uygarlık ve modernite tarihi boyunca sınırsız savaş, çatışma, bunalım ve kavgaların baş etkenine dönüştürülmüştür. Günümüzde ekonomi, ekonomiyle ilgisi olmayanların, kâğıt parçalarıyla oynayarak kumardan beter yöntemlerle sınırsız toplumsal değer gasp ettikleri bir oyun alanı haline getirilmiştir. Kadının kutsal mesleği kendisinin tamamen dışlandığı, savaş makineleri, çevreyi yaşanmaz hale getiren trafik araçları ve temel insan ihtiyaçlarıyla pek fazla alakası olmayan kâr getiren fuzuli ürünler üreten imalathanelere devredildiği, borsalarda fiyat ve faiz oyunlarının çevrildiği bir alana dönüştürülmüştür.”   Feminizmi de kapsayan kadın bilimi   “Feminizmi de kapsayan kadın bilimine dayalı kadının demokratik özgürlük ve eşitlik hareketi, açık ki toplumsal sorunların çözümünde başat rol oynayacaktır” vurgusunu yapan Abdullah Öcalan,  konuya ilişkin de şu değerlendirmeyi yapıyor: “ Yakın geçmişteki kadın hareketlerinin eleştirisiyle yetinmeden, daha çok kadını yitik bir kimliğe dönüştüren uygarlık ve modernite tarihine yüklenmek gerekir. Eğer sosyal bilimlerde kadın konusu, sorunu ve hareketleri neredeyse yok derecesindeyse, bunun esas sorumlusu uygarlık ve modernitenin hegemonik zihniyeti ve maddi kültür yapılanmalarıdır. Dar hukuki ve siyasi eşitlik yaklaşımlarıyla belki liberalizme katkı sunulabilir, fakat bu tür yaklaşımlarla sorunun çözümü şurada kalsın, olgu olarak çözümlenmesi bile sağlanamaz.”