Michela Arricale: Sesi silahtan daha güçlü olduğu için tecrit derinleşiyor 2022-10-07 09:02:00   Melek Avcı    HABER MERKEZİ - İmralı kapılarının açılması için imzacı olan 350 avukat içerisinde yer aln Michela Arricale, “Sesi silahtan daha güçlü olduğu için Öcalan’a bu tecridi uyguluyorlar, eğer özgürce konuşabilseydi Ortadoğu’nun uluslararası demokratik evriminde büyük bir ilerleme olurdu” dedi.     PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim 1998’de uluslararası güçlerin desteği ile Suriye’den çıkarılmasıyla başlayan, 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesiyle devam eden uluslararası komplo 24'üncü yılında. Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) denetiminde gerçekleşen uluslararası komplo, 1985’te NATO Gladiosu ve Almanya tarafından devreye konuldu, 1990’larda İngiltere, 1996’dan itibaren İsrail ve Yunanistan ile devam etti.   1998’lerde Suudi Arabistan, Mısır, İran, Suriye, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, Fransa, İtalya, Hollanda, Rusya ve son olarak 1999’da İsviçre ve Kenya’nın ortaklığında devam eden komplo, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesine kadar uzandı. Yıllardır İmralı’da tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan’ın tutsaklık haklarından dahi yararlanamaması, dış dünya ve avukatlarıyla iletişiminin kesilmesine kadar vardı.    Komplonun 24’üncü yılında tecride ve devletlerin tutumlarını, İtalya Araştırma ve Detaylandırma ve Demokrasi Merkezi/Uluslararası Hukuki Müdahale Grubu Eşbaşkanı ve tecride karşı imzacı olan 350 avukat içerisinde yer alan Michela Arricale ile konuştuk.   *İmralı’da avukat görüşünün engellenmesi uluslararası insan hakları ihlalinin yanı sıra Birleşmiş Milletler (BM) sözleşmesinin de ihlali anlamına geliyor. Bu anlamda uluslararası kurumlar neden sessizliğini koruyor?   Açıkçası bu hukuksuz bir tavır. Buna lawfare terimi ile cevap vermek istiyorum. Lawfere, siyasi düşmanlar, yani uluslararası siyaset için söylüyorum, ülkeleri manipüle etmek ve ortadan kaldırmak için yasaları bir silah olarak kullanmak demektir. Bu anlamda uygulanan “stratejinin” yasal ya da yasadışı olması önemli değil, bu politik bir mesele. Öcalan'ın siyasi tutuklu olduğunu söylediğimizde, yasal olarak bir suçlu olmadığını belirtmiş olursunuz. Dolayısıyla bu uluslararası koşullarda hukukun kullanımının adalet için değil, uluslararası arenada hükümetlerin çıkarları için kullanıldığını düşünüyorum. Uluslararası kurumların özellikle sessiz kalmasının asıl sebebinin siyasi sebeplerden olduğunu düşünüyorum çünkü uluslararası bir siyasi tutsak olan Öcalan için Türkiye’ye yaptırım uygulamıyorlar. Devletlere gerçekliklerden bahsedin dediğimizde, harekete geçin dediğimizde, Türkiye’ye müdahalenin yasal olmadığını söylüyorlar. Ancak bu siyasi bir mesele ve Sevgili Öcalan siyasi bir tutsak. Bu nedenle tek başına hiçbir hukuki çözüm işe yaramaz, uluslararası bir boyutu var.   *Abdullah Öcalan'a uygulanan tecride yönelik pek çok kampanya başlatıldı. Fakat şu ana kadar bu çabalar sonuç vermedi. Bu konuda eksik kalınan bir nokta var mı?   Açıkçası Öcalan'a uygulanan tecridin durdurulması için her türlü özgürleşme kampanyasını yürütüyoruz ama kimse istediği sonucu alamıyor ve bu büyük bir sorun olmakla birlikte çok da karmaşık bir durum. Bunun nedeni PKK'yi ‘terör örgütü’ olarak listeye koymaları, şöyle ki İtalya'da her zaman Öcalan'a yönelik kampanyaları yaymaya çalışıyoruz ve ‘terör örgütü’ listesinde olduğunu söyledikleri için ülkede kriminalize ediliyoruz. Bu konuda konuşan herkesin sesini kısmak için yasal bir dayanakları var. PKK'yi terör örgütü olarak gösterip, listelemeye çalışılıyorlar ancak uluslararası alanda buna karşı durmak daha kolay ve daha iyi sonuçlar alıyoruz ama tabi Türkiye’de bu daha karmaşık.  Sesimizi kısmak onlar için çok kolay, ‘mücadele edemezsiniz, kampanya yürütmezsiniz çünkü terör listesinde olan liderin yanındasınız’ diyerek dayanak oluşturuyorlar.   *9 Ekim 1998’de uluslararası güçler ve bölge ülkeleri tarafından Abdullah Öcalan’a yönelik başlatılan uluslararası komplonun üzerinden 24 yıl geçti. Fakat tecrit koşulları ağırlaştıkça ağırlaştı.  İmralı’ya neden böyle bir tecrit uygulandığını düşünüyorsunuz?   Sesi silahtan daha güçlü olduğu için Öcalan’a bu tecridi uyguluyorlar. Onunla ilgili konuşmak bile beni heyecanlandırıyor çünkü Öcalan'ın temsil ettiği fikrin bu modernitede, mevcut ulusal iktidarların düşmanı olduğunu düşünüyorum. Biliyorsunuz, liberaller ve demokratik ulusal düzen toplumu fikri arasında çok şiddetli bir mücadele var. Liberal ideolojide yanımızda olan ve düşmanımız olan, hakkı alan ve hakkı veren en az iki grup yer alır ve yalnızca kendi grubundakilere, kendinden olanlara ayrıcalık tanır. Şimdi, Öcalan ise toplumla ilgili demokratik meselelerde ve hukukta hakların evrensel olduğu ve herkesin hakların öznesi olması gerektiğini söylüyor çünkü o herkes için hak ve eşitlik vurgusu yapıyor. Sadece ayrıcalıklarını sürdüren diğer gruplar için değil. Bunlar devletin tüm kültürel evrimini değiştirebilecek şeyler. Demokratik dediğimiz devletleri yöneten liberal güçlerin hepsi bir süre sonra demokrasiyi istemiyor çünkü demokrasinin onların ayrıcalıklarını yok etmesinden korkuyorlar.   Ama Öcalan, demokratik mücadelenin gerçek simgesi ve bence bu yüzden tecrit git gide daha da ağırlaşıyor. Tarihsel döneme baktığımızda küresel koşullar zorlaşıyor fakat eğer Öcalan özgürce konuşabilseydi ve bu tecrit kalksaydı kültürel mücadele kazanabilir, özellikle Ortadoğu’nun uluslararası demokratik evriminde büyük bir ilerleme olurdu.     *Türkiye yakın zamanda Abdullah Öcalan'ın “umut hakkı”ndan muaf tutulduğunu söyledi. Türkiye'nin kendi kendine, bir siyasi tutsak için böyle bir karar alması mümkün mü?   Umut hakkını tanımadığını söylemek, Öcalan'ın etrafında hiçbir hukuki dayanağın olmadığını, sadece siyasi nedenlerle tutulduğunun beyanıdır. Erdoğan, Ortadoğu krizini çözmek için Öcalan'ın mücadelesinden ve demokratik konfederalizm fikrinden vazgeçmesini istiyor. Bu nedenden dolayı Erdoğan, umut etme hakkının yasal olmadığını söylüyor. Hukukun üstünlüğünün olmadığı bir devlette tam bir diktatörün, devlet ve hukukun üstünlüğü hakkında ne düşündüğünü açıkladığı, bu umut hakkına ilişkin ifadelerde yasal hiçbir şey olmaz. *CPT'nin kimseden izin almaksızın hapishaneleri ziyaret edebilme hakkı var. CPT, 2023 yılında 8 ülkeye periyodik ziyaret gerçekleştireceğini duyurdu, fakat İmralı yer almıyor. Neden?   İşkenceyi İzleme Kurulu, her beş veya altı yılda bir olmak üzere iki tür ziyaret yapmalı; ilki duyurarak diğer ise duyurmadan gizlice yaptığı ziyaretlerdir. Duyurmadığı ziyaretlerde ev sahibi ülke baskına uğramış aniden yakalanmış gibi olur. CPT, en son 2016’da periyodik ziyaretleri yapmıştı ve pandemiden dolayı iki yıl aradan sonra 2024 ya da 2025’te ziyaretler yapacak. Biz de ısrarla şunu söylüyoruz; CPT İmralı’yı her 5 yılda bir ziyaret edip açıklama yapmak zorunda ama bu ziyaretlerin duyurulmadan, Türkiye’nin hazırlanmayacağı şekilde yapılması gerektiğini belirtiyoruz. Asıl mesele ziyaret takvimini duyurması değil, ani baskınlar ve beklenmedik ziyaretler yapmalı ki Türkiye koşulları önceden hazırlamış olamasın ancak o zaman gerçek ve durumu ve İmralı koşullarını öğreniriz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin Üçüncü Maddesi, yasalarınıza göre bir terörist olarak kabul ediliyorsanız dahi işkence göremezsiniz diyor.   *Şu anda bir yandan da PKK'nin uluslararası terör listesinden çıkarılması davası sürüyor ve Kasım ayında karar bekleniyor. PKK'nin listeden çıkarılması, Abdullah Öcalan'ın koşullarında bir değişikliğe neden olur mu?    Uluslararası yaklaşımı değiştirmek için PKK'yi dinlemenin esas olduğunu düşünüyorum, sonuca göre demokratik bir hamle yapmak daha kolay olacaktır. PKK terör listesinden çıkarılsa da Türkiye’nin özerk yönetim olacağını düşünmüyorum ancak devletler baskı yaparsa bu mümkün olabilir fakat bu baskı da uluslararası siyasete bağlı çünkü Türkiye’nin elinde mülteci kartı var. Avrupa Birliği göçmen krizi nedeniyle Erdoğan'a bağlı kalmaya çalışıyor ve Türkiye'ye baskıyı yapmak imkânsız oluyor. Dolayısıyla Türkiye ile olan bu göçmen meselesini daha önemli buluyorlar çünkü Türkiye, Öcalan ve Kürtlerle ilişkin sosyal, kültürel ve siyasi krize dâhil olanları sınırları kapatmakla tehdit ediyor.     *Biliyoruz ki Kürtlere ve Kürt siyasetçilere yönelik sadece Türkiye içerisinde bir operasyon yok. Suriye ve Irak’ta, Kürdistan’da Kürtlere yönelik her gün saldırılar gerçekleştiriyor Türkiye’de ve Kürdistan bölgelerinde Kürt sorununun çözümü nasıl sağlanır?   Kürt sorunu sadece insan hakları mücadelesi sorunu değil çünkü biliyoruz ki en önemli şey Kürtlerin kendi kaderini tayin etmesidir. Uluslararası düzen, halkın kararlılığının tamamen demokratik olduğu duygusuna dayalı olarak finanse ediliyor ama bu konuda büyük bir anlaşmazlık da var. Sömürge olan ülkelerin verdiği bir mücadele söz konusu ve bir yandan sömürgeci devletlerin ayrıcalıklarını korumaya çalışan bir yapı da var. Bu, şimdi sadece Kürdistan'da değil, örneğin Filistin'de veya Latin Amerika'da da aynı ve hepsinde çaba göstermemiz ve mücadele etmemiz gereken bir şey. Baktığımızda, kolonizasyon sürecinin üçüncü aşamasında olduğumuzu düşünüyorum. İlk olarak sömürgeci ülkelerden, sömürgeleştirilenler üzerinde bölgesel bir kontrol vardı. Şimdi ise kültürel ve ekonomik baskı uygulanarak sömürge olan ülkenin herhangi bir demokratik evrimini durduruyorlar. İnsanların kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için, eşit özne ile eşit ilişkilere dayalı, yeni ve yasal uluslararası düzeni takip etmek ve kurmak için mücadele etmeliyiz.   *Kürt halkının PKK Lideri'ne ve paradigmasına bağlılığını nasıl değerlendiriyorsunuz?   Kürt halkı, şimdiye kadar karşılaştığım, hakları için savaşan en güçlü halktır. Bu mücadelenin içinde yer almak benim için büyük bir onur. Öcalan yabani otların lideri değil, siyasi düzeyde herkes Öcalan’ın durumunu çözmek için çabalamalıdır. Kürt sorunu ve Ortadoğu sorunun aynı anlaşmadan çıktığı siyasi düzeyde, savaş hazinelerini bölen sömürgeci güçlerin Sykes–Picot Agreement Antlaşmasını hatırlatmak isterim. Bu yüzden sadece Kürt halkının lider etrafında kalması değil, tüm dayanışmanın, tüm uluslararası dayanışmanın, tüm ilerici hareketin yanınızda kalması gerektiğini düşünüyorum.