Jineolojî’nin okur buluşmasında ‘Sömürgecilik’ tartışıldı 2022-08-27 17:06:31     İSTANBUL - Jineolojî Atölyeleri’nin “Sömürgecilik” konu başlığıyla çıkan derginin 25’inci sayısı üzerine gerçekleştirdiği karma okur buluşması ilgi ile karşılandı.   İstanbul Jineolojî Atölyeleri, Beyoğlu’nda bulunan Mezopotamya Kültür Merkezi'nde (MKM) Jineolojî Dergisi okur buluşması gerçekleştirdi. “Sömürgecilik” başlığıyla yayınlan derginin 25’inci sayısı üzerine okuma ve tartışmaların gerçekleştirildiği buluşmada, derginin Yayın Kurulu Üyesi Rojda Yıldız ve Ceylan Çağır da konuşmacı olarak yer aldı. Buluşmanın yapıldığı salona, bereketin simgesi olan kadının saç örüklerinin ifadesi başak sembolünün yer aldığı “Jineolojî” yazılı pankartı asıldı.    Buluşma ilk olarak sömürgeciliğe karşı mücadele ederken hayatlarını kaybedenler anısına yapılan saygı duruşu ile başladı.   Ardından söz alan Ceylan Çağır, buluşma programı hakkında bilgi verdi. Jineoloji fikriyatının açığa çıkış sürecine değinen Ceylan, Jineoloji atölye ve buluşmalarının dünya kadınları tarafından ilgi ile takip edildiğini ifade etti.    'Yeni sömürgecilik'   Daha sonra söz alan derginin Yayın Kurulu üyesi Rojda Yıldız da sömürgecilik kavramını anlattı. Mevcut küresel sistemde sömürgeciliğin bittiği söyleminin doğru olmadığına dikkat çeken Rojda, "1970'li yıllardan sonra günümüze kadar tartışılan bir kavram var, 'yeni sömürgecilik'. Böylelikle sömürgeciliğin hiç gitmediğini ortaya çıkartıyor. Küreselleşme adı altında sömürgeciliğin hegomonik olarak bütün dünyada kendisini var ettiğine dair bir tartışma başlıyor. 'Yeni sömürgecilik' kavramı ile artık sömürgeciliğin salt maddi kaynakların olmadığı, hegomonik kültürün başka topraklarda götürülüp bir nesne haline getiriliyor olmasıdır" sözleri ile sömürgeciliği değerlendirdi.   'Sömürgecilik kayımlar ile devam ettiriliyor'   Sömürgeciliği, günümüz ile değerlendiren Rojda, şu değerlendirmeyi yaptı: "Ortadoğu coğrafyası açısından baktığımızda sömürgecilik meselesinin aynı zamanda kültürel sömürgeciliğe de hizmet etmeye çalıştığını görebiliyoruz. Son 10-15 yıldır bir kimlik inkarından ziyade kültürün her geçen gün başka bir kültür tarafından asimile edilmeye çalışması yani benim Kürt'üm, benim Alevim söylemi gibi. Dengbêjlik çalışmalarının bölgede devlet tarafından yoğun bir şekilde yapılmaya çalışılması mesela. Sözde Kürt kültürü adı altında aslında Türklük formları ile özdeşleşmiş başka bir yaşam. Kaba retçilik değil ama alttan alttan kültürel olarak başka bir şeyin inşa edilmeye çalışıldığı ve bunu kaba ret meselesi olmadan yapılmaya çalışıldığını görüyoruz. Kürdistan açısından günümüze baktığımızda ise kayyımlar eli ile yapılıyor. Esasında sömürgecilik teorilerine baktığımızda 'yeni sömürgecilik' dediğimiz hegomonik gücün her türlü formlarını başka bir toprağa uygulaması meselesi. Bizim coğrafyamızda kayyımlar eli ile çok rahat bir şekilde yapılıyor. Kürtçenin anadil olarak kullanılmaması, tabelaların sökülmesi, insanların kendi kültürleri için yapmak istedikleri etkinliklerin yasaklanması gibi. Esasında kendi hakikatine ve kültürüne dair var olan meselenin başka bir üst kimlik tarafından değiştirip dönüştürülmeye çalışıldığı bir form yaşıyoruz."   Sömürünün etkisi   Sömürgecilik ile her açıdan mücadele edilmesi gerektiğini vurgulayan Rojda, sömürünün kişiler üzerindeki etkilerinin de göz ardı edilmemesi gerektiğine dikkat çekti. Rojda, “Sömürge toplumlarının birey olamama halini bireysel arayışlar yapmakta bir o kadar önemli. Bin yıldır gelen hegonomik iktidar sisteminde aslında sömürülmüş duyguların toplamını yaşıyoruz. Bundan kurtulmak için gerçekten kendi hakikatini var edebilmek için ‘ne kadar değiştirip dönüştürüyorum’ sorusu da bir o kadar önemli" dedi.    Sömürgeciliğin tarihsel süreci   Ardından söz alan Ceylan Çağır da sömürgeciliğin tarihsel bağlamda ortaya çıkışı ve ilk sömürge olan kadın olgusu üzerinde değerlendirmelerde bulundu. Kadınların cinsler arası eşitsizliğin kökeni hakkında soru sormaya başlar başlamaz sosyal bilimciler tarafından ileri sürülen açıklamaların hiçbirinin tatmin edici olmadığını fark ettiğini belirten Ceylan, “Çünkü mevcut bilgi yapılanmaları sermaye ve iktidar güçlerinin lehine kendini kurdu ve sermaye iktidar güçleri toplumsal sorunların baş yaratıcısıdırlar. Ve bu yapılar toplumda kendilerini meşru kılmayı esas alırlar. Meşruluğunu vazgeçilmezliğiyle yaşamın olağan akışı olarak kabul ettirememiş yapılar varlıklarını sürdüremezler. Kendilerini fark edebilmelerinin yegane yolu da toplumu toplum olmaktan çıkarmaktır" diye konuştu.    Tarihsizleşmiş toplum gerçekliği çürütür   Toplum inancının, düşünüş biçiminin kültürün ilişki biçimi ile değiştirildiğini belirten Ceylan, "Batı sosyolojisinin temel yöntemi olan tarih toplumu parçalamaktadır. Kapitalist çağın toplum mühendislerini üstlenen sosyal bilimcilerin toplum bünyesinde açtığı krizler, çürümenin nedeni tarihsizleşmiş toplum gerçekliğidir. Ulus devletli asimile merkezi okullarda en önemli derslerden biri olan tarih dersinde toplumun adı geçmez. Anlatılan egemenin tarihidir. Ya fetheden-sömüren ya da ezilen-sömürülen olacağı öğretilir. Tarihten, toplumsalığından kopmuş toplum ise sisteme sıkı sıkıya bağlıdır" ifadelerini kullandı.   Sömürgecilik ve kadın   Bu kapsamda en fazla parçalanmanın kadına dayatıldığını vurgulayan Ceylan, uygarlık tarihinden örnekler verdi. İlk ve en derin köleliğin kadına dayatıldığının altını çizen Ceylan, “Sömürge sadece bir ekonomi ilişkisi de değildir. Sömürge esasta düşünme, anlam verme biçimlerinin parçalanmasıdır. Ve bunun yerine sömürgecinin düşün ve anlam dünyası dayatılır, işlenir. Ve bağımsızlık mücadelesi verirken dahi sömürgecinin düşünce metodundan kopuş pek kolay değildir. Bütün bu savaş, talan aynı zamanda bu kadınlar ile yaşayan erkekleri de yer yer kapsadı. Çünkü kadınlı erkekli bu gruplar, devletli uygarlığın en büyük korkusu olan komünal toplum yaşam-ilişki biçimlerini sürdürüyorlardı. Kadınlara ve bu topluluklara yeni bir tarih ve kimlik dayatıldı. Kadınların bu yeni kimliği zor yoluyla, ideolojik inşasıyla gerçekleştirildi" ifadeleri ile sömürünün kadınlar üzerindeki etkisine değindi.   Buluşma, yapılan konuşmaların ardından soru cevap şeklinde ilerledi. Bu bölümde, çözüm odakları üzerinde duruldu.